Miras nasıl paylaşılır; reddi miras nedir ve nasıl yapılır?

Bu çalışma, “Miras nasıl paylaşılır; reddi miras nedir ve nasıl yapılır?” sorusuna yanıt olarak sunulan yargı kararı özetlerinin analiziyle hazırlanmıştır. Çalışma, Türk Medeni Kanunu (TMK) çerçevesinde mirasın paylaşımının temel prensiplerini, mirasın reddi (reddi miras) müessesesinin tanımını, türlerini, hukuki sonuçlarını ve usulünü Yargıtay ve Bölge Adliye Mahkemesi kararları ışığında detaylı bir şekilde incelemektedir. Analiz, özellikle mirasın reddinin miras paylarına etkisi ve bu durumun mirasçılık belgesine yansıtılması gerekliliği üzerinde yoğunlaşmaktadır.

Mirasın Paylaşımı: Mirasın paylaşımı, TMK’da belirtilen yasal mirasçılar arasında, mirasbırakanın ölüme bağlı tasarrufları da dikkate alınarak yapılır. Paylaşımın temel belgesi, aksi ispatlanana kadar geçerli bir karine teşkil eden mirasçılık belgesidir (veraset ilamı). Mirasçıların tamamının katılımıyla yapılacak rızai paylaşım esastır; aksi takdirde yargısal taksim yoluna gidilir.

Reddi Mirasın Tanımı ve Türleri: Reddi miras, yasal veya atanmış mirasçının, kendisine kalan mirası kabul etmeme yönündeki tek taraflı irade beyanıdır. İncelenen kararlarda iki tür reddi miras öne çıkmaktadır:

Gerçek Ret (TMK m. 609): Mirasçının, yasal süre içinde sulh hukuk mahkemesine yapacağı sözlü veya yazılı, kayıtsız ve şartsız beyanla mirası reddetmesidir.

Hükmen Ret (TMK m. 605/2): Mirasbırakanın ölüm tarihinde terekesinin borca batık (ödemeden aciz) olduğunun açıkça belli veya resmen tespit edilmiş olması halinde mirasın kendiliğinden reddedilmiş sayılmasıdır. Bu tür ret için kanunda belirtilen 3 aylık süre işlemez.

Reddi Mirasın En Önemli Hukuki Sonucu: Yargı kararlarında en çok vurgulanan ve TMK m. 611’de düzenlenen sonuç, mirası reddeden yasal mirasçının payının, miras açıldığı zaman kendisi sağ değilmiş gibi diğer hak sahiplerine geçmesidir. Bu, reddedenin payının kendi altsoyuna (çocukları ve torunlarına) intikal etmesi anlamına gelir.

Mirasçılık Belgesinin Rolü: Yargıtay, mirasçılık belgelerinde mirası reddeden kişiye işaret etmekle yetinilmesini yeterli görmemektedir. Kararlarda istikrarlı bir şekilde, “mirası ret nedeniyle, mirasçılık sıfatını kaybedenlerin ve bunların payının akıbetinin (kime kalacağının)’da gösterilmesi gerekir” ilkesi vurgulanmaktadır. Bu detayın eksikliği, kararlar için bir bozma nedeni sayılmaktadır.

Tüm Mirasçıların Reddi: En yakın yasal mirasçıların tamamının mirası reddetmesi halinde, tereke iflas hükümlerine göre tasfiye edilir (TMK m. 612). Bu durumda sulh hukuk mahkemesi resen tasfiye sürecini başlatır ve bir tereke temsilcisi atar.

A. Mirasın Paylaşımı

İncelenen yargı kararları, mirasın paylaşımının usulünden çok, paylaşımı etkileyen özel bir durum olan reddi miras üzerinde durmaktadır. Ancak kararlardan süzülen temel prensipler şunlardır:

Yasal Dayanak ve Mirasçılık Belgesi: Miras paylaşımının hukuki çerçevesini TMK m. 495-501 arasındaki yasal mirasçılığa ilişkin hükümler oluşturur. Paylaşımın başlangıç noktası, TMK m. 598 uyarınca düzenlenen ve “aksi ispat edilinceye kadar adına düzenlenmiş bulunan kişi ve kişilerin mirasçılığı lehine bir karine oluşturan” mirasçılık belgesidir (Yargıtay 14. Hukuk Dairesi, 2015/2235 E., 2015/11024 K.).

Paylaşım Yöntemi: Yargıtay 20. Hukuk Dairesi’nin bir kararında (2018/582 E., 2019/1125 K.) vurgulandığı üzere, usulüne uygun bir paylaşımdan söz edebilmek için “tüm mirasçıların bir araya gelerek, terekeyi iradeleri ile pay etmeleri” gerekmektedir. Bu, rızai taksimin önceliğini göstermektedir.

B. Reddi Miras (Mirasın Reddi)

Yargı kararları, reddi miras kurumunu ve sonuçlarını detaylı olarak ele almaktadır.

Reddi Mirasın Yapılışı ve Türleri

Gerçek Ret: Mirasçının mirası açıkça reddetmesidir. Yargıtay 14. Hukuk Dairesi’nin 2016/5412 E., 2017/4279 K. sayılı kararında bu tür, “mirasçıların sulh mahkemesine sözlü veya yazılı beyanı ile yapılır (TMK m. 609)” şeklinde tanımlanmıştır. Bu beyanın yasal süre içinde ve kayıtsız şartsız olması zorunludur.

Hükmen Ret: Terekenin borca batık olması durumunda ortaya çıkar. Yargıtay 14. Hukuk Dairesi’nin 2017/402 E., 2020/8602 K. sayılı kararında belirtildiği gibi, ölüm tarihinde miras bırakanın ödemeden aczi açıkça belli veya resmen tespit edilmiş ise, miras reddedilmiş sayılır” (TMK m. 605/2). Bu durumda mirasçılar, tereke işlerine karışmamış olmak kaydıyla, süreye bağlı olmaksızın her zaman terekenin borca batık olduğunun tespitini isteyebilirler. Bu dava, tereke alacaklılarına karşı açılır.

2. Reddi Mirasın Hukuki Sonuçları ve Payların İntikali

Kararlarda en çok üzerinde durulan konu, reddin hukuki sonuçlarıdır. Neredeyse tüm ilgili kararlarda TMK m. 611’e atıf yapılmaktadır: “Yasal mirasçılardan biri mirası reddederse onun payı, miras açıldığı zaman kendisi sağ değilmiş gibi hak sahiplerine geçer.” (Örn: Yargıtay 14. Hukuk Dairesi, 2015/2136 E., 2015/6793 K.; Yargıtay 6. Hukuk Dairesi, 2010/9891 E., 2011/451 K.)

Bu hükmün pratikteki anlamı, mirası reddeden kişinin payının diğer mirasçılara değil, doğrudan kendi altsoyuna (çocuklarına) geçmesidir. Yargıtay 6. Hukuk Dairesi bu durumu, “mirası red eden… kişilerin mirası red etmekle miras kendileri sağ değilmiş gibi mirasçılarına geçeceği nazara alınarak muris …’ye ait yeni bir veraset ilamı alınıp, alınan mirasçılık belgesinde mirası red edenlerin kanuni mirasçıları varsa onlarında davaya dahil edilip sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken…” ifadeleriyle açıklamış ve bu usulün takip edilmemesini bir bozma nedeni saymıştır.

3. Tüm Mirasçıların Mirası Reddetmesi

En yakın yasal mirasçıların tamamı mirası reddederse, miras ikinci derece mirasçılara geçmez. Yargıtay 14. Hukuk Dairesi’nin 2015/1822 E., 2015/5797 K. sayılı kararında bu durum net bir şekilde ifade edilmiştir:“TMK’nın 612. maddesinde yer alan ‘En yakın yasal mirasçıların tamamı tarafından reddedilen miras sulh hukuk mahkemesince iflas hükümlerine göre tasfiye edilir’ hükmüne göre miras reddedilmiş olmakla tasfiyeye tabi tutulacağından takip murisin ikinci derece mirasçılarına yöneltilemez.”Bu durumda mahkeme, talebe bağlı olmaksızın resen tasfiye işlemlerini başlatmalıdır (Yargıtay 6. Hukuk Dairesi, 2014/12820 E., 2015/1155 K.).

4. Reddi Mirasın Yargılamaya ve Mirasçılık Belgesine Etkisi

Yargıtay, mirasın reddi olgusunun hukuki sonuçlarının sadece terekenin paylaşımı aşamasına bırakılmasını hatalı bulmaktadır. Mirasçılık belgesi düzenlenirken bu durumun net bir şekilde yansıtılması gerektiği birçok kararda tekrarlanmıştır. Yargıtay 14. Hukuk Dairesi’nin 2015/1986 E., 2015/6329 K. sayılı kararında olduğu gibi, mahkemelerden beklenen; **”mirası ret nedeniyle, mirasçılık sıfatını kaybedenlerin ve bunların payının akıbetinin de (kime kalacağının) gösterilmesi”**dir. Aksi halde düzenlenen belge, infaz kabiliyetinden yoksun ve kafa karıştırıcı olacaktır.

Sonuç

İncelenen yargı kararları, mirasın paylaşımı ve reddi müesseselerine ilişkin kapsamlı bir hukuki çerçeve sunmaktadır. Mirasın paylaşımı yasal ve iradi mirasçılık kurallarına göre yapılırken, reddi miras kurumu bu paylaşımı doğrudan etkileyen önemli bir mekanizmadır. Yüksek Mahkeme kararları, özellikle TMK m. 611’in uygulanmasında titizlik gösterilmesini talep etmektedir. Buna göre, mirası reddeden bir kişinin payının kime ve nasıl geçeceği, düzenlenecek mirasçılık belgesinde hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde açıkça belirtilmelidir. Mirasçıların tamamının mirası reddetmesi halinde ise terekenin iflas hükümlerine göre tasfiye edileceği unutulmamalıdır. Bu çalışma, avukatların reddi miras içeren dosyalarda izlemesi gereken usulü ve dikkat etmesi gereken kritik noktaları yargı içtihatları temelinde ortaya koymaktadır. Bir yazı önerisi.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Mirasın paylaşımı ve reddi miras, ilk bakışta basit görünse de uygulamada oldukça karmaşık hukuki sonuçlar doğurabilmektedir. Özellikle mirasçılık belgesinin düzenlenmesi, reddin miras paylarına etkisi ve terekenin tasfiye süreci, hem usul hem de esas açısından dikkat gerektirmektedir. Yanlış veya eksik işlem yapılması, mirasçıların hak kaybına uğramasına ve uzun yargılama süreçlerine yol açabilmektedir.

Tuzla’da yaşayan mirasçılar açısından uzman bir avukat desteği;

Mirasçılık belgesinin doğru şekilde düzenlenmesini,

Reddi miras işlemlerinin süresinde ve usule uygun yapılmasını,

Mirasın paylaşımında rızai taksimin sağlıklı yürütülmesini,

Tüm mirasçıların reddi halinde terekenin tasfiyesi sürecinde hakların korunmasını,

Yargıtay içtihatları doğrultusunda hak kaybına yol açabilecek hataların önlenmesini sağlar.

Bu nedenle, İstanbul, Tuzla avukat, Pendik avukat, Kartal avukat, Maltepe avukat, Aydınlı avukat, Orhanlı avukat, Gebze avukat, Çayırova avukat, Tepeören avukat, Darıca avukat, Bayramoğlu avukat gibi bölgelerdemirasın paylaşımı veya reddi miras süreçlerinde Tuzla’da uzman bir avukatla çalışmak, hem hukuki güvenlik hem de mirasçıların menfaatlerinin korunması açısından büyük önem taşır.

Read More

Eşin Kredi Borcundan Diğer Eş Sorumlu Olur Mu?

Giriş

Eşin Kredi Borcundan Diğer Eş Sorumlu Olur Mu? çokça sorulan sorular arasında yer almaktadır. Evlilik birliği içerisinde eşlerden birinin bankalardan veya diğer finans kuruluşlarından çektiği kredi borçlarının, diğer eşin hukuki ve mali durumunu ne şekilde etkilediği, sıkça karşılaşılan ve önemli hukuki sonuçlar doğuran bir sorundur. Türk hukuk sisteminde, eşlerin borçlarından sorumluluğu konusunda mutlak bir kural bulunmamakla birlikte, temel ilke borçların şahsiliğidir; yani kural olarak herkes kendi borcundan şahsen sorumludur. Ancak, evlilik birliğinin getirdiği hukuki statü, eşlerin birlikte veya birbirleri adına yaptıkları işlemler, aralarındaki mal rejimi ve özellikle kredi sözleşmelerine eklenen ek taahhütler bu temel ilkeye önemli istisnalar getirmektedir. Bu çalışma, sunulan Yargı Kararları ışığında, bir eşin kredi borcundan diğer eşin hangi şartlar altında sorumlu tutulabileceğini, bu sorumluluğun sınırlarını ve konuyla ilgili farklı hukuki perspektifleri inceleyerek kapsamlı bir analiz sunmayı amaçlamaktadır.

1. Eşin Kredi Borcunda Borçların Şahsiliği İlkesi ve Sözleşmeye Taraf Olma Zorunluluğu

Eşler arasındaki borç sorumluluğunda temel prensip, borcun kişisel olmasıdır. Bir eşin, diğerinin borcundan sorumlu tutulabilmesi için o borç ilişkisine hukuken dahil olması gerekir. Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin bir kararı bu ilkeyi net bir şekilde ortaya koymaktadır. Kararda, davalı eşin ortak hesap sözleşmesinde imzası olmasına rağmen, kredili hale getirilen ve borcun kaynağı olan Kredili Mevduat Hesabı Sözleşmesi’nde imzası bulunmadığı için sorumlu tutulamayacağı belirtilmiştir: “Ortak Hesap Sözleşmesinin 8. maddesindeki müteselsil sorumluluk ilkesinin Kredili Mevduat Hesabı Sözleşmesinde imzası bulunmayan davalı [eş]’e uygulanamayacağı” (Yargıtay 19. HD, 2013/9161). Bu karar, borcun kaynağı olan asıl sözleşmeye taraf olmayan eşin, sırf evli olması veya başka bir ilişkili sözleşmede imzasının bulunması nedeniyle sorumlu tutulamayacağını göstermektedir.

2. Kefalet: En Yaygın Sorumluluk Nedeni ve Eş Rızası Şartı

Kararların büyük bir çoğunluğu, eşin sorumluluğunun “kefalet” ilişkisinden doğduğunu göstermektedir. Ancak 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 584. maddesi, kefalet sözleşmesinin geçerliliği için kritik bir şart getirmiştir: Eş Rızası. Konya Bölge Adliye Mahkemesi’nin kararında bu kural açıkça vurgulanmıştır:“…eşlerden biri mahkemece verilmiş bir ayrılık kararı olmadıkça veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı doğmadıkça, ancak diğerinin yazılı rızasıyla kefil olabilir.” (Konya BAM 6. HD, 2024/1039). Eş rızasının sonradan tamamlanabilecek bir eksiklik olmadığı, sözleşmenin en başında bulunması gereken bir geçerlilik şartı olduğu da İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi tarafından şu şekilde ifade edilmiştir:

“Türk Borçlar Kanunu’nun 584/1 inci maddesine göre rıza sonradan verilecek icazet ile tamamlanmadığından, eşin izni tamamlayıcı unsur değil geçerlilik unsurudur.” (İstanbul BAM 12. HD, 2018/1047). Bu doğrultuda, eş rızası usulüne uygun alınmamışsa veya sahte ise, kefalet sözleşmesi geçersiz sayılmakta ve kefil olan eş borçtan sorumlu tutulmamaktadır (Bakırköy 2. Asliye Tic. Mah., 2017/236; İstanbul 5. Asliye Tic. Mah., 2021/835).

3. Eş Rızası Kuralının İstisnaları: Ticari Krediler

Kanun koyucu, ticari hayatın akıcılığını korumak amacıyla eş rızası kuralına önemli istisnalar getirmiştir. Eğer kefalet, bir ticari işletme veya şirketle ilgili olarak veriliyorsa ve kefil olan eş o şirketin ortağı veya yöneticisi ise, eş rızası aranmaz. Bu durum, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi’nin bir kararında netleştirilmiştir: “daval… gerçek kişilerin diğer davalı…borçlu şirketin yöneticileri olduğu anlaşılmakla 6098 sayılı Kanun’ un 584/3. maddesi uyarınca da eşlerinin ticari krediye kefalete rızaları gerekmemektedir.” (İstanbul BAM 13. HD, 2018/239). Bu istisna, özellikle şirketler lehine çekilen kredilerde kefil olan eşlerin sorumluluğu açısından kritik bir ayrım yaratmaktadır.

4. Diğer Sorumluluk Halleri

Müşterek Borçluluk: Eğer bir eş kredi sözleşmesini kefil olarak değil de “müşterek borçlu” olarak imzalarsa, borcun tamamından asıl borçlu gibi sorumlu olur (Yargıtay 13. HD, 2014/43722).

İpotek Verme: Bir eş, diğer eşin kredi borcuna karşılık kendi adına kayıtlı bir taşınmazı ipotek olarak gösterebilir. Bu durumda eş, borçtan şahsen sorumlu olmasa da, alacaklı banka borç ödenmediğinde ipotekli taşınmazın satılmasını talep edebilir. Bu halde sorumluluk, ipotek verilen malın değeri ile sınırlıdır (İzmir 3. Asliye Tic. Mah., 2021/227).

Mal Rejiminin Tasfiyesi: Yasal mal rejimi olan “edinilmiş mallara katılma” rejiminde, evlilik birliği içinde bir malın edinilmesi için çekilen kredi borcu, o malın borcu olarak kabul edilir. Boşanma halinde malın değerinden bu borç düşüldükten sonra kalan “artık değer” paylaşıma tabi tutulur (Yargıtay 8. HD, 2012/13656). Bu durum, borçtan dolaylı bir etkilenme ve sorumluluk anlamına gelir.

Sonuç

İncelenen yargı kararları bütünüyle değerlendirildiğinde, “bir eşin kredi borcundan diğer eş sorumlu olur mu?” sorusunun cevabının, her somut olayın kendi özel koşullarına göre değiştiği sonucuna varılmaktadır. Hukuki olarak temel ilke, borçların şahsiliği ve her eşin kendi borcundan sorumlu olmasıdır. Ancak bu ilke, eşin borca açık bir hukuki işlemle dahil olmasıyla ortadan kalkmaktadır.Bir eşin diğer eşin kredi borcundan sorumlu tutulabilmesi için;

Kredi sözleşmesini “müşterek borçlu” veya “müteselsil kefil” olarak imzalamış olması,

Kefalet durumunda, kanunun aradığı istisnai haller (ticari kredi vb.) dışında, diğer eşin geçerli ve yazılı rızasının alınmış olması,

Diğer eşin borcu için kendi malvarlığı üzerinde ipotek gibi bir ayni teminat tesis etmiş olması

gibi koşullardan en az birinin gerçekleşmesi gerekmektedir. Eşler arasında geçerli bir hukuki taahhüt olmaksızın, sırf evlilik birliği nedeniyle bir borç sorumluluğu doğmamaktadır. Bu nedenle, kredi sözleşmeleri gibi mali yükümlülük altına girilirken, atılan imzaların ve üstlenilen sıfatların (kefil, müşterek borçlu vb.) hukuki sonuçları hakkında bilinçli olunması büyük önem taşımaktadır. Bir makale önerisi.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Eşler arasındaki borç sorumluluğu, hem Türk Borçlar Kanunu hem de aile hukuku ve ticaret hukuku düzenlemelerinin kesiştiği, karmaşık yorum ve uygulama sorunları barındıran bir alandır. Özellikle kefalet sözleşmelerinde eş rızası, ticari kredi istisnaları, müşterek borçluluk ve ipotek gibi farklı sorumluluk halleri, çoğu zaman taraflarca imza anında tam olarak kavranamamaktadır.

Tuzla’da faaliyet gösteren avukatlar;

Bölgedeki bankacılık ve finans kurumlarının uygulamalarını ve sözleşme standartlarını yakından bilir.

Yargıtay ve Bölge Adliye Mahkemesi içtihatlarını güncel olarak takip ederek, müvekkil lehine kullanılabilecek emsal kararları davalara entegre eder.

Kefalet, müşterek borçluluk veya ipotek gibi durumlarda imzanın hukuki niteliğini ve bunun doğuracağı sorumluluğu, işlem öncesinde net şekilde açıklar.

Geçersiz kefalet veya usulüne aykırı eş rızası gibi durumlarda borçtan kurtulma yollarını etkin biçimde uygular.

Bu nedenle, eşler arasında borç sorumluluğu tartışmalı olan durumlarda, hem hak kaybını önlemek hem de yanlış taahhütlerin altına imza atmamak için, İstanbul, Tuzla avukat, Pendik avukat, Kartal avukat, Maltepe avukat, Gebze avukat, Aydınlı avukat, Orhanlı avukat, Tepeören avukat, Darıca avukat, Bayramoğlu avukat veya Çayırova avukat, Şekerpınar avukat, Güzelyalı avukat gibi bölgelerde Tuzla’da borçlar hukuku ve ticaret hukuku alanında deneyimli bir avukattan destek almak kritik öneme sahiptir.

Read More

Nafaka kim alır, ne miktarda ve hangi sürelerde verilir?

Giriş

Bu çalışma “Nafaka kim alır, ne miktarda ve hangi sürelerde verilir?” sorusuna, Yargıtay ve Bölge Adliye Mahkemesi kararları özetleri temel alınarak, Türk hukuk sisteminde “nafaka” kurumunun kime, ne kadar ve ne kadar süreyle verildiğini analiz etmek amacıyla hazırlanmıştır. İncelenen kararlar, nafakanın farklı türleri olan yoksulluk, iştirak, tedbir ve yardım nafakası arasındaki ayrımları, bu nafakalara hükmedilirken gözetilen ilkeleri ve uygulamadaki önemli usuli detayları ortaya koymaktadır. Çalışma, bu kararlardan elde edilen bulguları sistematik bir şekilde sunarak konuya ilişkin kapsamlı bir hukuki perspektif sağlamayı hedeflemektedir.

1. Nafaka Türleri ve Kapsamı

İncelenen kararlar, nafakanın dört temel türüne odaklanmaktadır:

Yoksulluk Nafakası: Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf lehine hükmedilir. Genellikle boşanmada daha az kusurlu olan eşe, diğer eşin mali gücü oranında bağlanır. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2025/4959 sayılı kararında, yoksulluk nafakasının aylık irat şeklinde süresiz olabileceği gibi, toptan ödeme şeklinde de kararlaştırılabileceği belirtilmiştir. Ancak aynı kararda, toptan ödemeye karar verilirken nafakanın “iki yıllık süre” gibi bir zaman dilimiyle sınırlandırılmasının kanuna uygun olmadığı, miktar belirlendikten sonra süresiz ve bir defaya mahsus olarak hükmedilmesi gerektiği vurgulanmıştır.

İştirak Nafakası: Velayet hakkı kendisine verilmeyen eşin, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılmasıdır. Yargıtay 12. Hukuk Dairesi’nin 2012/3553 sayılı kararında önemli bir ayrıma dikkat çekilmiştir: Bu nafakanın alacaklısı müşterek çocuk değil, velayet hakkı kendisine verilen eştir.” Nafaka miktarı belirlenirken, Hukuk Genel Kurulu’nun 2020/133 sayılı kararında belirtildiği gibi, çocuğun yiyecek, giyecek, barınma, sağlık, eğitim ve harçlık gibi tüm giderleri dikkate alınır. Kural olarak çocuğun ergin olmasıyla sona erer (Gaziantep BAM 2. HD, 2017/515).

Tedbir Nafakası: Boşanma davası açılınca hâkimin, davanın devamı süresince eşlerin ve çocukların geçim ve barınma gibi ihtiyaçları için kendiliğinden alması gereken bir önlemdir (Yargıtay 2. HD, 2012/30839). Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 2014/8660 sayılı kararında, bu nafakanın niteliği net bir şekilde ortaya konulmuştur: “evlilik birliği devam ederken davacı eş için hükmedilecek nafaka, tedbir nafakası niteliğindedir.” Bu nafaka, davanın açıldığı tarihten hükmün kesinleşmesine kadar devam eder.

Yardım Nafakası: Türk Medeni Kanunu’nun 364. maddesi uyarınca, “herkes yardım etmediği takdirde yoksulluğa düşecek olan alt soyuna” nafaka vermekle yükümlüdür (Yargıtay 3. HD, 2015/9650). Kararlarda bu nafaka türü, özellikle eğitimi devam eden ergin çocuklar için gündeme gelmektedir. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 2015/5976 sayılı kararında, “çocuk ergin olduğu halde eğitimi devam ediyorsa ana ve baba, durum ve koşullara göre kendilerinden beklenebilecek ölçüde olmak üzere eğitimi sona erinceye kadar çocuğa bakmakla yükümlüdür” denilerek nafakanın süresi eğitim hayatıyla ilişkilendirilmiştir.

2. Nafaka Miktarının Belirlenmesi ve Usuli Konular

Belirleme Kriterleri: Hâkim, nafaka miktarını belirlerken keyfi davranamaz. Yargıtay kararları istikrarlı bir şekilde, çocuğun yaşı, eğitim durumu, ihtiyaçları, paranın satın alma gücü, anne ve babanın hayat koşulları ve ödeme güçlerinin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır (Yargıtay 3. HD, 2014/14520; Yargıtay HGK, 2014/101).

Başlangıç Tarihi: Yargıtay, nafaka davalarının “kanundan doğan bir alacağın tespiti ve tahsili niteliğinde” olduğunu ve bu nedenle “davanın açıldığı tarihten itibaren hüküm ifade edeceğini” belirtmektedir (Yargıtay 3. HD, 2015/2242; Yargıtay 3. HD, 2015/2540). Mahkemelerin bu kurala aykırı olarak daha ileri bir tarih belirlemesi, bozma veya düzeltilerek onama sebebi sayılmaktadır.

Ödemelerin Mahsubu: Kararlarda sıkça karşılaşılan bir diğer konu, nafaka borçlusunun yaptığı ödemelerin borçtan düşülüp düşülmeyeceğidir. Yargıtay 12. Hukuk Dairesi’nin yerleşik içtihadına göre, ödeme belgesinde “nafaka” açıklaması olmasa dahi, işleyen bir nafaka borcu olan borçlunun yaptığı ödemelerin öncelikle nafaka borcuna mahsup edilmesi gerekir. Aksi bir yorum, Yargıtay’a göre “aşırı şekilcilik olup hak kaybına neden olmaktadır” (Yargıtay 12. HD, 2011/29416; Yargıtay 12. HD, 2012/3901). Bu ilke, hakkaniyet gereği borçluyu korumayı amaçlamaktadır.

Sonuç

İncelenen yargı kararları, nafaka kurumunun tek bir tanımdan ibaret olmadığını; yoksulluk, iştirak, tedbir ve yardım nafakası olmak üzere farklı amaçlara hizmet eden türleri bulunduğunu göstermektedir. Nafakanın kime verileceği, hangi tür nafakanın talep edildiğine bağlıdır. Miktar ve süre ise kanunda belirtilen genel ilkeler (ihtiyaç, ödeme gücü, hakkaniyet) çerçevesinde, her davanın kendi özel koşulları içinde hâkim tarafından takdir edilmektedir. Yargı kararları, nafakanın statik bir borç olmadığını, değişen yaşam koşullarına paralel olarak miktarının yeniden belirlenebileceğini ve ödemelerin başlangıcı ile mahsubu gibi usuli konularda hakkaniyeti gözeten yerleşik içtihatların bulunduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bir yazı önerisi.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Nafaka davaları, yalnızca miktarın belirlenmesi değil, aynı zamanda nafaka türünün doğru tespiti, süresinin belirlenmesi, başlangıç tarihinin hukuka uygun şekilde saptanması ve yapılan ödemelerin doğru şekilde mahsubu gibi birçok usuli ve maddi hukuk konusunu içerir. Yargıtay ve Bölge Adliye Mahkemesi kararları incelendiğinde, küçük bir usul hatasının bile hakkın kaybına veya davanın reddine yol açabildiği görülmektedir.

Tuzla’da faaliyet gösteren bir avukattan profesyonel hukuki destek almak, şu açılardan büyük önem taşır:

Doğru Nafaka Türünün Belirlenmesi: Hangi nafaka türüne (yoksulluk, iştirak, tedbir veya yardım) hak kazanılabileceğinin doğru tespiti, dava dilekçesinin bu çerçevede hazırlanması gerekir. Yanlış nafaka türü üzerinden dava açılması, talebin reddine sebep olabilir.

Miktar ve Süre Hesaplamalarında Hakkaniyet: Avukat, Yargıtay içtihatları ışığında nafaka miktarının adil ve hukuka uygun şekilde belirlenmesi için gerekli delilleri toplar ve sunar.

Usul Hatalarının Önlenmesi: Başlangıç tarihi, ödeme belgelerinin mahsubu, süre kısıtlamalarının kanuna uygunluğu gibi konularda yapılacak bir hata, hak kaybına neden olabilir.

İtiraz ve Temyiz Süreçleri: İlk derece mahkemesi kararına karşı istinaf veya temyiz başvurularının süresi ve gerekçeleri, uzman bir avukat tarafından titizlikle hazırlanmalıdır.

Yerel Uygulama Bilgisi: Tuzla’daki mahkemelerin uygulama pratiğini bilen bir avukat, davanın daha etkin ve hızlı yürütülmesini sağlayabilir.

Kısacası, nafaka davaları teknik bilgi, dikkatli usul takibi ve güçlü delil yönetimi gerektirir. Bu nedenle, İstanbul, Tuzla avukat, Pendik avukat, Kartal avukat, Maltepe avukat, Gebze avukat, Aydınlı avukat, Orhanlı avukat, Tepeören avukat, Darıca avukat, Bayramoğlu avukat veya Çayırova avukat, Şekerpınar avukat, Güzelyalı avukat gibi bölgelerde sürecin başından itibaren alanında tecrübeli bir Tuzla avukat ile çalışmak, hem hak kayıplarının önüne geçmek hem de en iyi sonuca ulaşmak açısından kritik öneme sahiptir.

Read More

Anlaşmalı boşanmanın çekişmeli boşanmaya göre avantajları ve farkları nelerdir? Bu davalar ne kadar sürer?

Giriş

Bu çalışma, “Boşanma davası ne kadar sürer, çekişmeli ve anlaşmalı arasında ne fark var? Anlaşmalı boşanmanın çekişmeli boşanmaya göre avantajları nelerdir?” sorusuna, sunulan çok sayıda Yargıtay ve Bölge Adliye Mahkemesi kararının incelenmesiyle oluşturulmuş bütüncül bir yanıt sunmayı amaçlamaktadır. İncelenen kararlar, Türk Medeni Kanunu çerçevesinde boşanma süreçlerinin temel dinamiklerini, özellikle de anlaşmalı ve çekişmeli boşanma arasındaki ayrımı ve bu iki yolun birbirine dönüşebilme potansiyelini net bir şekilde ortaya koymaktadır. Çalışma, bu kararlardan elde edilen ana bulguları, süreçlerin detaylı bir incelemesini ve pratik sonuçları içermektedir.

Yargı kararları, boşanma davalarının statik süreçler olmadığını, tarafların iradelerine göre dinamik bir şekilde dönüşebildiğini göstermektedir.

1. Anlaşmalı Boşanma Davasının Çekişmeliye Dönüşmesi

En sık rastlanan senaryo budur. Taraflar anlaşmalı boşanma için dava açar, hatta ilk duruşmada anlaştıklarını beyan ederler. Ancak daha sonra taraflardan biri (örneğin, davalı taraf) hükmü temyiz ederek veya bir dilekçe sunarak anlaşmadan döndüğünü bildirdiğinde, dava otomatik olarak çekişmeli boşanmaya dönüşür. Yargıtay, bu durumu “anlaşmalı boşanma yönündeki iradesinden rücu (dönme) niteliğinde” kabul etmektedir. Bu dönüşüm gerçekleştiğinde, anlaşmalı boşanmanın getirdiği hız avantajı tamamen ortadan kalkar. Mahkeme, süreci en başa sarmak ve çekişmeli dava usulünü işletmek zorundadır. Birçok kararda bu durum şöyle formüle edilmiştir:”Bu halde anlaşmalı boşanma davasının ‘çekişmeli boşanma’ olarak görülmesi gerekir… Mahkemece, taraflara iddia ve savunmalarının dayanağı bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetlerini içeren beyan ile iddia ve savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın ispatını sağlayacak delillerini sunmak ve dilekçelerin karşılıklı verilmesini sağlamak üzere süre verilip ön inceleme yapılarak tahkikata geçildikten sonra… karar verilmesi gerekir.”Bu prosedür, davanın aylar, hatta yıllar sürmesine neden olan delil toplama, dilekçe teatisi (karşılıklı verilmesi), ön inceleme ve tahkikat duruşmaları gibi aşamaları zorunlu kılar.

2. Çekişmeli Boşanma Davasının Anlaşmalı Boşanma Davasına Dönüşmesi

Daha nadir de olsa, çekişmeli olarak başlayan bir davanın yargılama sırasında tarafların uzlaşmasıyla anlaşmalı boşanmayla sonuçlanması da mümkündür. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2022/10099 sayılı kararında, temyiz aşamasında olan çekişmeli bir davada tarafların bir “Anlaşmalı boşanma protokolü” sunarak anlaştığı görülmektedir. Bu durumda mahkeme, tarafları bizzat dinleyerek anlaşmalarını teyit eder ve buna göre karar verir. Bu, uzun süren bir davanın daha hızlı sonuçlanması için bir fırsat sunar.

Sonuç

Sunulan Yargıtay kararları ışığında, boşanma davasının süresini belirleyen en önemli faktörün tarafların uzlaşma iradesi ve bu iradenin kararlılığı olduğu net bir şekilde görülmektedir.

Boşanma davası ne kadar sürer? Anlaşma varsa ve bu anlaşma karar kesinleşinceye kadar korunursa birkaç ay içinde sonuçlanabilir. Anlaşma yoksa veya sonradan bozulursa, delillerin toplanması, tanıkların dinlenmesi, bilirkişi incelemeleri, istinaf ve temyiz süreçleri nedeniyle davanın sonuçlanması birkaç yıl sürebilir.

Çekişmeli ve anlaşmalı boşanma arasındaki fark nedir? Temel fark, anlaşmalı boşanmanın tarafların ortak iradesine ve uzlaşmasına, çekişmeli boşanmanın ise taraflar arasındaki uyuşmazlığa ve mahkemenin bu uyuşmazlığı delillere göre çözümlemesine dayanmasıdır. Bu fark, yargılama usulünü, süresini ve maliyetini doğrudan etkiler.

Anlaşmalı boşanmanın avantajları nelerdir? En önemli avantajları hız, öngörülebilirlik (sonuçları taraflar belirler), daha düşük maliyet ve daha az psikolojik yıpranmadır. Ancak bu avantajlar, “karar kesinleşinceye kadar” her an kaybedilebilecek pamuk ipliğine bağlıdır. Taraflardan birinin iradesinden dönmesi, tüm avantajları ortadan kaldırır ve süreci en başından başlayacak karmaşık bir çekişmeli davaya dönüştürür. Dolayısıyla, anlaşmalı boşanma, hızlı bir çözüm yolu olmakla birlikte, tarafların nihai kararlılığını gerektiren hassas bir süreçtir.

Boşanma Davasının Süresi Belirsizdir: Hiçbir karar, bir boşanma davasının ne kadar süreceğine dair kesin bir zaman dilimi (ay veya yıl olarak) belirtmemektedir. Süre, tamamen davanın anlaşmalı mı yoksa çekişmeli mi olduğuna ve süreç içindeki seyrine bağlıdır. Anlaşmalı boşanmaların teoride daha hızlı olduğu kabul edilse de, bu durum tarafların anlaşmalarını sonuna kadar sürdürmelerine bağlıdır.

Temel Fark: İrade Birliği ve Yargılama Usulü: Anlaşmalı ve çekişmeli boşanma arasındaki temel fark, tarafların boşanma ve boşanmanın sonuçları (nafaka, velayet, tazminat, mal paylaşımı) üzerinde bir irade birliğine varıp varamadıklarıdır.

Anlaşmalı Boşanma (TMK m. 166/3): Tarafların her konuda uzlaştığı, bu uzlaşmayı bir protokole bağladığı ve mahkeme huzurunda bu iradelerini bizzat beyan ettiği, daha basit ve hızlı bir usuldür.

Çekişmeli Boşanma (TMK m. 166/1-2): Taraflar arasında boşanma sebebi, kusur veya boşanmanın sonuçları hakkında bir veya daha fazla konuda anlaşmazlık olduğu durumlarda söz konusudur. Mahkemenin delilleri (tanık, belge, bilirkişi raporu vb.) topladığı, iddia ve savunmaları değerlendirdiği, kusur oranlarını belirlediği karmaşık ve uzun bir yargılama sürecini gerektirir.

Anlaşmalı Boşanmanın Avantajları ve Kırılganlığı: Anlaşmalı boşanmanın en büyük avantajları hız, daha az maliyet, daha az psikolojik yıpranma ve tarafların kendi geleceklerini bir hâkimin kararına bırakmak yerine kendilerinin şekillendirmesidir. Ancak bu avantajlar oldukça kırılgandır. Neredeyse incelenen tüm kararlarda tekrar eden ve en kritik bulgu şudur:”Anlaşmalı boşanma yönünde oluşan karar kesinleşinceye kadar eşlerin bu yöndeki, diğer bir ifadeyle gerek boşanmanın mali sonuçları, gerekse çocukların durumu hususunda kabul edilen düzenlemeleri kapsayan irade beyanından dönmesini engelleyici yasal bir hüküm bulunmamaktadır.“Bu ilke, anlaşmalı boşanmanın en büyük avantajının aynı zamanda en büyük riski olduğunu göstermektedir. Taraflardan biri, karar kesinleşmeden önce herhangi bir aşamada (duruşmada, temyiz veya istinaf dilekçesiyle) anlaşmadan cayabilir. Bir yazı önerisi

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Boşanma davalarının süresi, seyri ve sonucu; tarafların iradelerindeki değişim, mahkeme usulleri ve uygulanacak stratejiye göre ciddi farklılıklar gösterebilir. Özellikle anlaşmalı boşanma protokolünün hazırlanması, mahkeme huzurunda beyanların doğru şekilde verilmesi ve karar kesinleşinceye kadar anlaşmanın korunması, uzman hukuki bilgi gerektirir. Taraflardan birinin süreç içinde anlaşmadan dönmesi, davayı çekişmeli hale getirerek hem sürenin hem de masrafların artmasına neden olabilir.

İstanbul, Tuzla avukat, Pendik avukat, Kartal avukat, Maltepe avukat, Gebze avukat, Aydınlı avukat, Orhanlı avukat, Tepeören avukat, Darıca avukat, Bayramoğlu avukat veya Çayırova avukat, Şekerpınar avukat, Güzelyalı avukat gibi bölgelerde yerel uygulamaları ve mahkemelerin işleyişini bilen bir Tuzla avukat, sürecin başından sonuna kadar hem hukuki riskleri önceden öngörüp tedbir alabilir hem de hak kaybını en aza indirir. Yerel deneyim, dilekçelerin hazırlanmasından protokolün Yargıtay içtihatlarına uygun hale getirilmesine kadar her aşamada davanın hızlı ve doğru ilerlemesini sağlar.

Kısacası, boşanma davası ister anlaşmalı ister çekişmeli olsun, Tuzla avukat desteği hem sürecin verimli yürütülmesi hem de olası risklerin azaltılması açısından kritik öneme sahiptir.

Read More

Gemilerin İhtiyati Haczinde Teminatın Miktarı, İadesi ve Riskleri


Giriş

Bu çalışma, gemilerin ihtiyati haczi sürecinde teminatın rolünü, hukuki dayanaklarını ve pratik sonuçlarını analiz etmek amacıyla hazırlanmıştır. Dahası Gemilerin İhtiyati Haczinde Teminatın Miktarı, İadesi ve Riskleri ele alınacaktır. Gemi ticareti ve deniz hukukunun doğası gereği, bir geminin seferden alıkonulması hem alacaklı için güçlü bir güvence hem de borçlu için ciddi bir ekonomik kayıp riski taşır. Bu dengeyi kurmak amacıyla Türk Ticaret Kanunu (TTK) ve ilgili mevzuat, hem ihtiyati haciz talep eden alacaklıdan hem de haczedilen gemiyi serbest bırakmak isteyen borçludan teminat alınmasını düzenlemiştir. Çalışma, teminatın zorunlu olup olmadığı, ne kadar yatırılacağı, ne zaman iade edileceği ve teminatın kaybedilme (“yanma”) riskleri gibi temel konuları, sağlanan hukuki kaynaklar ışığında inceleyecektir.

A. İhtiyati Haciz Talep Eden Alacaklının Teminat Yükümlülüğü

İhtiyati haciz talep eden alacaklı için teminat yatırmak zorunludur. Bu teminat, haksız bir haciz durumunda borçlunun uğrayabileceği zararları güvence altına almayı amaçlar.

Miktar: Türk Ticaret Kanunu, bu teminat için sabit (maktu) bir tutar belirlemiştir. Buna göre “deniz alacağını teminat altına almak üzere ihtiyati haciz kararı verilmesini isteyen alacaklının, kural olarak, 10.000 ÖÇH [Özel Çekme Hakkı] tutarında teminat vermesi zorunludur.”

Uygulamadaki Önemi: Bu teminatın yatırılması, mahkemenin talebi esastan incelemesinin ön koşulu haline gelmiştir. Özetle mahkemenin dosyanın kapağını kaldırması için bu teminatın yatırıldığını tespit etmesi gereklidir.” Teminat yatırılmazsa talep reddedilir.

İstisna: Bu zorunluluğun önemli bir istisnası bulunmaktadır. Kanun’un 1320’nci maddesinin bendinde düzenlenen gemi adamı alacakları teminattan muaftır”

Teminat Miktarının Artırılması: Başlangıçta yatırılan 10.000 ÖÇH’lik teminat, borçlunun potansiyel zararını karşılamaya yetmeyebilir. Bu durumda borçlu, mahkemeden teminatın artırılmasını talep edebilir. Ek teminat süresinde yatırılmazsa, ihtiyati haciz kararı kendiliğinden kalkar.”

B. Haczedilen Gemiyi Serbest Bırakmak İçin Borçlunun Teminat Yatırması

Bu, borçlu için bir zorunluluk değil, gemisini ticari faaliyetlerine döndürmek için kullanabileceği bir haktır. Borçlu veya gemi maliki, teminat göstererek geminin serbest kalmasını sağlayabilir.

Miktar: Gösterilecek teminatın miktarı, alacak talebine ve geminin değerine bağlıdır. Deniz alacağının miktarı, geminin değerini geçerse, geminin değeri kadar; geçmezse alacak miktarı kadar teminat yatırılarak, geminin üzerindeki ihtiyatî haciz kaldırılarak teminata aktarılır. Dolayısıyla teminat, deniz alacağının tamamı, faiz ve giderleri kapsayacak miktarda olmalı, ancak hiçbir durumda geminin değerini aşmamalıdır.

Teminatın Türü: Borçlunun göstereceği teminatın cinsi, başvurulan yola göre değişebilir. TTK m. 1370’e göre geminin sadece serbest bırakılması (haczin teminata kaydırılmadan) için gemi değerini karşılayan nakit para; icra memuru tarafından kabul edilecek taşınmaz rehni, gemi ipoteği veya itibarlı bir banka kefaleti” gösterilebilir. TTK m. 1371’e göre haczin tamamen kaldırılıp teminata dönüştürülmesi için ise “nakit para” veya “banka teminat mektubu gibi nakde dönüştürmesi kolay teminatlar” tercih edilmektedir.

C. Teminat Ne Zaman İade Edilir?

Teminatın iadesi, hangi tarafın yatırdığına ve davanın seyrine göre değişir.

Alacaklının Yatırdağı Teminatın İadesi: Alacaklı, açtığı davada haklı çıkar ve ihtiyati haczin yerinde olduğuna karar verilirse, yatırdığı teminat kendisine iade edilir. Bu konuda açık bir düzenleme yoktur ancak  “bu konuda HMK m. 392/2 hükmünün kıyasen uygulanması gerekir”.

Borçlunun Yatırdağı Teminatın İadesi:

Davanın Kazanılması: Borçlu, aleyhine açılan davayı kazanır ve borçlu olmadığının ispat edilmesi halinde yatırdığı teminat kendisine tamamen iade edilir.

Sorumluluğun Sınırlandırılması (Fon Tesisi): Borçlu, Deniz Alacaklarına Karşı Mesuliyetin Sınırlandırılması Hakkında Milletlerarası Sözleşme (LLMC) kapsamında bir sorumluluk sınırlama fonu tesis ederse, daha önce gemiyi serbest bırakmak için yatırdığı teminatın iadesini talep edebilir.  “fon tesisinden sonra bu teminatın iade edilmesine engel olamazlar” 

Teminatın Değiştirilmesi veya Azaltılması: Geminin değerinin azalması gibi haklı bir sebep varsa, borçlu teminatın bir kısmının iadesini talep edebilir.

D) Teminatın Yanma Durumu ve Riskler

“Teminatın yanması” ifadesi, genellikle alacaklının yatırdığı teminatın, haksız haciz nedeniyle borçluya tazminat olarak ödenmesi durumunu ifade eder.

Alacaklı İçin Riskler (Teminatın “Yanması”):

Haksız İhtiyati Haciz: En büyük risk budur. Alacaklı, ihtiyati haciz talebinde haksız çıkarsa, borçlunun ve üçüncü kişilerin bu yüzden uğradığı tüm zararlardan sorumlu olur. Bu zararlar “ihtiyati haciz sebebiyle geminin seferden alıkonulduğu süre boyunca, gemi için yapılan günlük işletme giderleri ve ihtiyati haciz dolayısıyla yoksun kalınan kazançları kapsar.”

Tazminat Davası: Borçlu, haksız hacizden kaynaklanan zararları için alacaklıya karşı tazminat davası açabilir. Bu dava kazanıldığında, alacaklının yatırdığı 10.000 ÖÇH’lik teminat bu tazminatın ödenmesinde kullanılır. Eğer zarar bu miktardan fazlaysa, alacaklı tüm malvarlığı ile sorumlu olmaya devam eder.

Kusur Şartı Aranmaz: “zarar ile haksız ihtiyati haciz arasından illiyet bağının bulunması yeterlidir. Ayrıca ihtiyati haciz talebinde bulunan alacaklının kusurlu olması şart değildir.” Bu durum, alacaklı için riski artıran bir faktördür.

Borçlu İçin Riskler:

Borçlunun gemiyi kurtarmak için yatırdığı teminat, davanın kaybedilmesi durumunda alacağı karşılamak için kullanılır. Bu durum, teknik olarak bir “yanma” veya ceza değil, borcun teminattan tahsil edilmesidir.

Teminat Üzerinde Diğer Hacizler: Borçlunun gemiyi serbest bırakmak için başvurduğu yola göre riskler değişir. TTK m. 1370’e göre (gemi haczi devam ederken serbest bırakma), diğer deniz alacaklıları da bu teminat üzerine haciz koydurabilir (Aksoy, 2016). Ancak TTK m. 1371’e göre (haczin tamamen kaldırılıp teminata dönüştürülmesi), “diğer deniz alacaklıları söz konusu teminat üzerine haciz koyduramaz” (Aksoy, 2016). Bu, borçlu ve ilgili alacaklı için önemli bir hukuki fark yaratır.

Borçlunun Korunması: Alacaklıdan alınan 10.000 ÖÇH’lik zorunlu ve maktu teminat, borçluyu potansiyel olarak haksız ve keyfi hacizlere karşı korur. Ancak yazarlar, bu maktu tutarın küçük alacaklar için caydırıcı olabileceğini veya çok değerli gemiler için yetersiz kalabileceğini belirterek eleştirel bir bakış açısı sunmuşlardır.

Alacaklının ve Ticaretin Korunması: Borçluya teminat karşılığında gemiyi serbest bırakma hakkı tanınması, geminin ekonomik değer yaratmaya devam etmesini sağlar. Bu, sadece borçlunun değil, yük ve navlun sözleşmeleri gibi ticari ilişkilerin tarafı olan üçüncü kişilerin de menfaatinedir.

Hukuki Ayrımın Önemi (TTK m. 1370 vs. 1371): Çalışma, geminin serbest bırakılmasına ilişkin iki farklı hukuki yolun (TTK m. 1370 ve 1371) sonuçları arasındaki farkı net bir şekilde ortaya koymaktadır. TTK m. 1370’de haciz gemiyle “kader birliği” içinde teminat üzerinde devam ederken ve diğer alacaklıların iştirakine açıkken, TTK m. 1371’de haciz gemiden tamamen kalkarak teminata özgülenir ve diğer alacaklıların müdahalesine kapanır. Bu ayrım, stratejik bir karar anıdır ve tarafların haklarını doğrudan etkiler.

Sonuç

Zorunluluk: Evet, ihtiyati haciz kararı isteyen alacaklının 10.000 ÖÇH tutarında teminat yatırması (gemi adamı alacakları hariç) zorunludur. Borçlunun gemiyi kurtarmak için teminat yatırması ise bir zorunluluk değil, bir haktır.

Miktar: Alacaklının teminatı sabit (10.000 ÖÇH), borçlunun teminatı ise değişkendir (alacak miktarı kadar, ancak gemi değerini geçemez).

İade: Teminat, tutulma gerekçesi ortadan kalktığında iade edilir. Alacaklının teminatı davayı kazandığında, borçlunun teminatı ise davayı kazandığında veya bir LLMC fonu tesis ettiğinde iade alınabilir.

Riskler ve “Yanma”: En belirgin “yanma” riski alacaklı içindir. İhtiyati haczin haksız bulunması halinde yatırdığı teminat, borçlunun uğradığı zararlar (seferden kalma, işletme giderleri vb.) için tazminat olarak kullanılabilir. Bu, alacaklının kusurlu olup olmadığına bakılmaksızın geçerlidir.

Sonuç olarak, Türk deniz hukukundaki teminat sistemi, alacaklının alacağını güvence altına alma hakkı ile borçlunun mülkiyet hakkı ve ticari faaliyetlerini sürdürme özgürlüğü arasında hassas bir denge kurmayı amaçlayan, detaylı ve çok katmanlı bir yapıya sahiptir. Bir makale önerisi.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Gemilere yönelik ihtiyati haciz kararları, sadece deniz ticaretini değil; aynı zamanda icra hukuku, teminat rejimi ve ticaret hukuku açısından da çok yönlü ve karmaşık sonuçlar doğurabilmektedir. Gemi bir defa seferden alıkonulduğunda, taşıdığı yükten navluna, sözleşmeye bağlı sorumluluklardan işletme giderlerine kadar birçok kalem açısından ciddi ticari kayıplar meydana gelebilir. Öte yandan, teminat miktarının hatalı belirlenmesi, taraflar açısından hem sürecin uzamasına hem de telafisi güç mali zararların ortaya çıkmasına yol açabilir.

Bu sebeple, özellikle Tuzla gibi denizcilik faaliyetlerinin yoğunlaştığı bölgelerde, süreci başından itibaren doğru yürütebilecek bir Tuzla avukatı ile çalışmak büyük önem taşımaktadır. Tuzla Limanı’nda ihtiyati hacze konu edilen gemiler bakımından, İstanbul Anadolu Adliyesi ile Tuzla’daki icra müdürlükleri arasında etkili iletişim kurabilen, yerel tecrübeye sahip bir icra hukuku avukatı, deniz hukuku avukatı veya ticaret hukuku avukatı, hem alacaklının alacağını güvence altına almasını sağlar hem de borçlunun mülkiyet hakkı ve ticari faaliyetlerini korur.

Ayrıca Pendik, Kartal, Maltepe, Gebze ve Yalova gibi Tuzla çevresindeki liman ve sanayi bölgelerinde gemi işletmeciliği yapan şirketlerin de, ihtiyati haciz sürecinde bölgesel uygulama ve yargı pratiğine hâkim bir avukattan destek almaları, sürecin hızla sonuçlanmasını ve teminatla ilgili risklerin en aza indirilmesini sağlayacaktır.

Read More

Geminin İhtiyati Haczi Kararının Kaldırılması

Giriş

Gemi ticareti, doğası gereği yüksek riskler ve uluslararası nitelikte hukuki uyuşmazlıklar barındıran bir alandır. Bu uyuşmazlıklarda alacaklıların haklarını güvence altına almak için başvurduğu en etkili yollardan biri, gemi üzerine ihtiyati haciz konulmasıdır. Ancak bu tedbir, geminin ticari faaliyetini durdurarak donatan ve işleten için ciddi ekonomik kayıplara yol açabilir. Bu nedenle, haksız veya usulsüz bir ihtiyati haciz kararının nasıl kaldırılacağı, deniz ticareti hukukunun en kritik konularından biridir. Bu çalışma, sunulan çeşitli Yargıtay ve Bölge Adliye Mahkemesi kararlarını analiz ederek, bir gemi üzerindeki ihtiyati haciz kararının kaldırılmasına yönelik hukuki yolları, gerekçeleri ve süreçleri kapsamlı bir şekilde incelemektedir.

1. İhtiyati Haciz Kararına İtiraz ve Kaldırılma Gerekçeleri

İhtiyati haciz kararının kaldırılması için en sık başvurulan yol, İcra ve İflas Kanunu’nun (İİK) 265. maddesi uyarınca karara itiraz etmektir. İtiraz, hem haczin dayandığı maddi sebeplere hem de usuli koşullara ilişkin olabilir.

Mülkiyetin Borçluya Ait Olmaması: En temel itiraz sebeplerinden biri, haciz tarihinde geminin mülkiyetinin borçlu olarak gösterilen kişiye ait olmamasıdır. Mahkemeler, bu durumu ihtiyati haczin kaldırılması için geçerli bir sebep olarak kabul etmektedir. Nitekim bir kararda, TTK’nın 1369/1-a maddesi gereğince deniz alacağı doğduğunda geminin maliki olan kişi ihtiyati haczin uygulandığı sırada geminin maliki ise geminin ihtiyaten haczedilebileceği” ilkesine vurgu yapılarak, ihtiyati haciz tarihinde geminin borçluya ait olmaması nedeniyle kararın kaldırıldığı belirtilmiştir (yargitay-11. Hukuk Dairesi-2015/5570).

Alacağın “Deniz Alacağı” Niteliğinde Olmaması: Türk Ticaret Kanunu (TTK) m. 1353, ihtiyati haczin yalnızca “deniz alacakları” için istenebileceğini düzenler. Eğer alacak bu nitelikte değilse, ihtiyati haciz kararı haksız kabul edilir ve kaldırılır. Bir mahkeme kararında bu durum, “…takibe konu alacak deniz alacağı niteliğinde değilse kaldırılabilir” şeklinde ifade edilmiştir (ilkDerece-İstanbul 19. Asliye Ticaret Mahkemesi-2022/581). Benzer şekilde, bir şirket ortağının ortaklık haklarına dayalı talebinin deniz alacağı sayılmayacağı ve bu nedenle konulan haczin kaldırılması gerektiği bir Bölge Adliye Mahkemesi kararında vurgulanmıştır (bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi-2020/1336).

Yaklaşık İspat Şartının Sağlanamaması: İhtiyati haciz kararı verilebilmesi için alacaklının, alacağının varlığını yaklaşık olarak ispatlaması gerekir. Mahkeme, alacaklının sunduğu delilleri yetersiz bulursa, itiraz üzerine ihtiyati haciz kararını kaldırabilir. Bir Yargıtay kararı, “alacağın varlığı hususunda yaklaşık ispata elverişli yeterli delil ve belge sunulmadığı” gerekçesiyle ihtiyati haczin kaldırılması kararını onamıştır (yargitay-11. Hukuk Dairesi-2016/9416).

Cebri İcra Sonucu Mülkiyetin Yüklerden Ari Kazanılması: Yabancı bir ülkede yapılan cebri icra satışı ile gemiyi satın alan yeni malik, gemiyi üzerindeki tüm yükümlülüklerden ari olarak devralabilir. Bu durumda, eski malikin borçları için yeni malikin gemisine haciz konulamaz. Bir kararda, Cebelitarık hukukuna göre yapılan cebri satış sonucu “cebri ihale alıcısı … geminin mülkiyetini üzerindeki tüm ayni ve şahsi haklardan ve yükümlülüklerden ari olarak kazanmıştır” denilerek, bu gerekçeyle ihtiyati haczin kaldırılmasına karar verilmiştir (bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi-2021/1565).

2. Teminat Göstererek Haczin Kaldırılması

Gemi sahibinin ticari faaliyetlerine devam edebilmesi için en pratik çözümlerden biri teminat göstermektir. TTK’nın 1371. maddesi bu imkânı tanımaktadır. Bir Bölge Adliye Mahkemesi kararı bu durumu, “geminin maliki veya borçlu, geminin değerini geçmemek kaydıyla, deniz alacağının tamamı, faizi ve giderler için yeterli teminat göstererek, ihtiyati haczin kaldırılmasını mahkemeden isteyebilir” hükmüyle açıklamıştır (bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi-2022/1202). Bu teminat, nakit veya muteber bir bankanın kesin ve süresiz teminat mektubu olabilir. Bu durumda haciz, gemi üzerinden kaldırılarak teminat üzerine kaydırılır ve gemi serbest kalır (ilkDerece-Bursa 1. Asliye Ticaret Mahkemesi-2019/896).

3. Usuli Nedenlerle ve Sürelere Uyulmaması Halinde Haczin Kalkması

Alacaklının, ihtiyati haciz kararını aldıktan sonra belirli yasal sürelere uyması zorunludur. Bu sürelere uyulmaması, ihtiyati haczin kendiliğinden hükümsüz kalmasına neden olur.

İnfaz Talebi Süresi: Alacaklı, ihtiyati haciz kararının verildiği tarihten itibaren üç iş günü içinde kararı veren mahkemenin yargı çevresindeki icra dairesinden kararın infazını istemek zorundadır. Aksi halde, TTK m. 1364 uyarınca “ihtiyati haciz kararı kendiliğinden kalkar” (yargitay-12. Hukuk Dairesi-2016/6938, bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi-2020/11).

Dava Açma Süresi: İcra takibinde borçlunun ödeme emrine itiraz etmesi halinde, alacaklının itirazın kendisine tebliğinden itibaren “bir ay” içinde itirazın kaldırılması veya iptali için dava açması gerekir. Bu süre içinde dava açılmazsa, İİK m. 264 uyarınca “ihtiyati haciz hükümsüz kalır” (bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi-2023/1947).

4. Görev ve Yetki İtirazları

İhtiyati haciz kararını veren mahkemenin görevli veya yetkili olmaması da kararın kaldırılması için önemli bir sebeptir. Özellikle gemi adamı alacakları gibi İş Kanunu kapsamına giren uyuşmazlıklarda, görevli mahkemenin Ticaret Mahkemesi değil, İş Mahkemesi olduğu sıkça görülmektedir. Bu durumlarda mahkeme, “göreve ilişkin dava şartı noksanlığı nedeniyle USULDEN REDDİNE” karar vererek ihtiyati haczi kaldırır (bam-Adana Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesi-2024/278, bam-İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 17. Hukuk Dairesi-2022/1575).

Sonuç

İncelenen yargı kararları bütünüyle değerlendirildiğinde, bir gemi üzerindeki ihtiyati haciz kararının kaldırılması, çok yönlü ve detaylı bir hukuki süreç gerektirmektedir. Kararın kaldırılması için borçlunun veya gemi malikinin başvurabileceği yollar; karara esastan (mülkiyet, alacağın niteliği vb.) veya usulden (görev, yetki, süreler) itiraz etmek, alacağı karşılayacak yeterli teminat göstermek veya alacaklının yasal yükümlülüklerini yerine getirmemesi sonucu haczin kendiliğinden kalkmasını beklemek olarak özetlenebilir.

Her bir yöntemin başarısı, somut olayın özelliklerine, sunulan delillerin gücüne ve yasal sürelere titizlikle uyulmasına bağlıdır. Özellikle geminin mülkiyet durumu, alacağın “deniz alacağı” olup olmadığı ve kararı veren mahkemenin görevli olup olmadığı gibi hususlar, ihtiyati haczin kaldırılmasında kilit rol oynamaktadır. Bu nedenle, ihtiyati hacizle karşı karşıya kalan tarafların, durumlarını dikkatle analiz ederek en uygun hukuki stratejiyi belirlemeleri ve bu süreçte uzman bir hukukçudan destek almaları büyük önem taşımaktadır.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gereklidir?

Tuzla, Pendik, Yalova, Ambarlı, Gebze ve benzeri liman bölgeleri; gemi inşa, bakım-onarım ve deniz taşımacılığı açısından Türkiye’nin en yoğun ve stratejik merkezleri arasında yer almaktadır. Bu bölgelerde faaliyet gösteren yerli ve yabancı firmalar, deniz ticaretine özgü hukuki süreçlerle sıklıkla karşı karşıya kalmaktadır. Özellikle gemi üzerine ihtiyati haciz konulması veya bu haczin kaldırılması gibi işlemler, yüksek ticari riskler barındırmakta ve hızlı hareket edilmesini zorunlu kılmaktadır.

Yukarıda detaylı şekilde açıklanan mülkiyet itirazı, alacağın niteliği, görevli mahkeme ayrımı, yaklaşık ispat, sürelere uyulmaması gibi hususlar; teknik bilgi, yargı içtihatlarına hâkimiyet ve süreci doğru yönlendirme becerisi gerektirmektedir. Hatalı veya gecikmeli bir başvuru, ciddi maddi kayıplara ve geminin seferden alıkonulmasına neden olabilir.

Bu nedenle Tuzla ve çevresindeki denizcilik firmalarının, bölgenin sektörel yapısını bilen, Türk Ticaret Kanunu, İcra ve İflas Kanunu ve denizcilik içtihatları konusunda uzman bir avukatla çalışması, hak kayıplarının önlenmesi ve etkin sonuç alınması açısından hayati önem taşımaktadır.

Read More

Gemi İhtiyati Haczindeki Temel Uyuşmazlık Alanları Nelerdir?

Giriş

Gemi ihtiyati haczi, deniz alacaklarının teminat altına alınması amacıyla başvurulan kritik bir hukuki müessesedir. Türk Ticaret Kanunu (TTK) ve İcra ve İflas Kanunu (İİK) başta olmak üzere ilgili mevzuat çerçevesinde uygulanan bu geçici hukuki koruma tedbiri, alacaklıya önemli bir güvence sağlarken, gemi donatanı veya maliki için ciddi ekonomik sonuçlar doğurabilmektedir. Bu nedenle, gemi ihtiyati haczi süreci, taraflar arasında sıkça hukuki uyuşmazlıklara sahne olmaktadır. Sunulan yargı kararları ışığında yapılan bu analiz, gemi ihtiyati haczi konusundaki en temel uyuşmazlık alanlarını ortaya koymayı amaçlamaktadır.

1. Temel Uyuşmazlık : Alacağın Niteliği: “Deniz Alacağı” Olup Olmadığı

Uyuşmazlıkların en temel ve sık karşılaşılan nedeni, ihtiyati hacze konu olan alacağın TTK’nın 1352. maddesinde sınırlı sayıda sayılan “deniz alacağı” niteliğinde olup olmadığıdır. Mahkemeler, bir gemi hakkında ihtiyati haciz kararı verilebilmesi için öncelikle bu şartın varlığını aramaktadır.

Kararlarda, gemi yapım-onarım, sigorta primi, gemi satışı, gemi adamı alacakları gibi kalemlerin deniz alacağı sayılıp sayılmayacağı sıkça tartışılmaktadır. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi’nin bir kararında belirtildiği gibi, “deniz alacağı olmayan dava konusu alacak için dava konusu gemi üzerine ihtiyati haciz konulamayacağı” (bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi-2020/947-2020/784) ilkesi, bu konunun ne kadar merkezi olduğunu göstermektedir. Benzer şekilde, bir başka karar “Geminin ortak malikleri arasında çıkan, geminin işletilmesine ya da gemiden sağlanan hasılata ilişkin her türlü uyuşmazlık” (bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesi-2018/1672-2018/1348) gibi maddelerin yorumlanmasından kaynaklanan ihtilaflara dikkat çekmektedir.

2. Mülkiyet ve Sorumluluk İlişkisi

İkinci büyük uyuşmazlık alanı, borçlu ile ihtiyati haciz uygulanacak gemi arasındaki mülkiyet ve sorumluluk bağının kurulmasıdır. Bu başlık altında birden fazla sorun öne çıkmaktadır:

Zamanlama Kriteri: En temel uyuşmazlık, TTK m. 1369/1-a’da düzenlenen “deniz alacağı doğduğunda geminin maliki olan kişinin ihtiyati haczin uygulandığı sırada da bu borçtan sorumlu olup geminin maliki olması” şartının sağlanıp sağlanmadığıdır. Gemi mülkiyetinin ihtiyati haciz öncesinde devredilmesi, haczin uygulanabilirliğini tartışmalı hale getirir (Yargıtay-11. Hukuk Dairesi-2015/5570-2015/8273; bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 43. Hukuk Dairesi-2024/1478-2024/1452).

Sorumluluk Zinciri ve Organik Bağ: Taşıma veya işletme ilişkilerindeki karmaşıklık, gerçek borçlunun tespitini zorlaştırmaktadır. Donatan, kiracı, işleten, taşıyan, alt taşıyan gibi farklı aktörlerin sorumluluğunun belirlenmesi kritik bir ihtilaf konusudur. Yargıtay’ın da dikkat çektiği gibi, “aleyhine ihtiyati haciz istenenlerin asıl taşıyıcı ve alt taşıyıcı olup olmadıkları ve TTK’nın 1191. maddesine göre aralarında müteselsil sorumluluk bulunup bulunmadığı değerlendirilmeksizin” (Yargıtay-11. Hukuk Dairesi-2014/12903-2014/14261) karar verilemez. Benzer şekilde, şirketler arasındaki organik bağın varlığı ve “tüzel kişilik perdesinin aralanması” teorisi de önemli bir uyuşmazlık kaynağıdır (ilkDerece-İstanbul 17. Asliye Ticaret Mahkemesi-2018/62-2022/370).

Kardeş Gemi (Sister Ship) Haczi: TTK m. 1369/2, belirli koşullarda borçlunun malik olduğu diğer gemilerin de haczine izin vermektedir. Haciz talep edilen geminin, borçlu şirketin maliki ve işleteni olduğu, bu nedenle “kardeş gemi haczinin koşulları mevcut olduğundan” (bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi-2021/2175-2021/1668) yapılan itirazlar, bu konunun karmaşıklığını göstermektedir.

3. İspat Külfeti: “Yaklaşık İspat” Şartı

İhtiyati haciz, bir geçici hukuki koruma tedbiri olduğundan, alacağın varlığı için tam ispat aranmaz. Ancak “yaklaşık ispat” seviyesinde bir kanaatin mahkemede oluşması gerekir. Bu ispat seviyesinin yeterliliği, sıkça uyuşmazlık konusu olmaktadır.

Bir Yargıtay kararında bu ilke, Alacaklının alacağının bulunduğuna dair mahkemeye kanaat verecek kadar delil göstermesi yeterli olup, alacağın tam olarak ispatı gerekmediğinden, yaklaşık ispat yeterlidir (Yargıtay-9. Hukuk Dairesi-2015/10599-2015/14997) şeklinde açıkça ifade edilmiştir.Buna rağmen mahkemeler, sunulan faturaların, e-posta yazışmalarının veya tek taraflı belgelerin “yaklaşık ispat için yeterli olmadığı” (bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi-2019/699-2019/629) gerekçesiyle talepleri reddedebilmekte, bu da delillerin değerlendirilmesinde farklı yaklaşımların olduğunu göstermektedir.

4. Usuli Konular ve Prosedürel Hatalar

Maddi hukuk tartışmalarının yanı sıra, usul kurallarının yorumlanması ve uygulanması da ciddi uyuşmazlıklara yol açmaktadır.

Görevli ve Yetkili Mahkeme: Uyuşmazlığın en sık görüldüğü alanlardan biri, görevli mahkemenin belirlenmesidir. Gemi adamı alacaklarında İş Mahkemesinin mi (bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 43. Hukuk Dairesi-2024/481-2024/566), alacağın niteliğine göre Denizcilik İhtisas Mahkemesinin mi (bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi-2019/625-2019/647), yoksa genel Asliye Ticaret Mahkemesinin mi görevli olduğu konusu sıkça ihtilaf yaratmaktadır.

“Seferden Men” Kararının Hukuki Niteliği: TTK m. 1353, deniz alacakları için sadece ihtiyati haciz istenebileceğini, seferden men istenemeyeceğini belirtirken; TTK m. 1366, ihtiyati haczedilen geminin icra müdürlüğünce seferden men edileceğini düzenler. Bu görünürdeki çelişki, sıkça uyuşmazlık konusu olur. Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına göre, “seferden men ihtiyati haczin icrası kapsamında icra müdürlüğünce yapılacaktır” (Yargıtay-12. Hukuk Dairesi-2022/7245-2023/294). Yani seferden men, ayrı bir talep konusu değil, ihtiyati haczin bir sonucudur.

Teminat Miktarı: İhtiyati haciz kararı verilirken alacaklının yatırması gereken teminatın miktarı ve bu miktarın geminin değeri ile muhtemel zararları karşılayıp karşılamadığı da önemli bir tartışma konusudur. Karşı taraf sıkça “belirlenen bu teminat miktarının müvekkilinin muhtemel zararını karşılamaya yeterli olmadığını” (bam-Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesi-2023/1192-2023/1083) savunmaktadır.

Diğer Usuli Uyuşmazlıklar: Bunların dışında, ihtiyati haciz kararının 3 iş günü içinde infaz edilmemesi (bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi-2020/11-2020/143), yoklukta verilen karara karşı doğrudan istinafa gidilememesi (bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi-2024/1134-2024/1145), ihtiyati haczi tamamlayan merasimlere ilişkin süreler (bam-İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi-2023/1806-2023/1537) ve icra müdürlüğünün kusurlu işlemleri gibi konular da uyuşmazlık yaratmaktadır.

İncelenen kararlar, gemi ihtiyati haczi sürecinin çok katmanlı ve karmaşık bir yapıya sahip olduğunu göstermektedir. Uyuşmazlıklar nadiren tek bir nedene dayanmakta; genellikle alacağın “deniz alacağı” olup olmadığı, borçlu ile gemi arasındaki mülkiyet bağının karmaşıklığı ve sunulan delillerin “yaklaşık ispat” için yeterli olup olmadığı gibi birden fazla sorun iç içe geçmektedir.

Özellikle uluslararası nitelik taşıyan deniz ticareti ilişkilerinde, farklı şirketler (donatan, kiracı, işleten, acente) arasındaki sözleşmesel bağların ve organik ilişkilerin tespiti, ihtiyati haczin en zorlu kısmını oluşturmaktadır. Mahkemeler, bir yandan alacaklıyı koruma amacı güderken diğer yandan ihtiyati haczin haksız uygulanmasıyla ortaya çıkabilecek büyük zararları önlemek için bir denge kurmaya çalışmaktadır. Bu denge arayışı, “yaklaşık ispat” ve “teminat” gibi kavramların yorumlanmasında farklılıklara yol açabilmektedir.

Ayrıca, “seferden men” konusundaki yasal düzenlemelerin lafzı ile ruhu arasındaki gerilim, uygulamada tereddütlere neden olmuş ancak Yargıtay içtihatları ile büyük ölçüde netleşmiştir. Benzer şekilde, görevli mahkemenin belirlenmesindeki uyuşmazlıklar, davanın esasına girilmeden usulden reddedilmesine veya uzamasına yol açarak hak kayıplarına neden olabilmektedir.

Sonuç

Sonuç olarak, incelenen yargı kararları temelinde gemi ihtiyati haczindeki en yaygın uyuşmazlık konuları şu şekilde özetlenebilir: Maddi Hukuk Uyuşmazlıkları: Alacağın TTK m. 1352 kapsamında bir “deniz alacağı” olup olmadığı. Haciz talep edilen geminin, alacağın doğduğu andaki ve haciz sırasındaki malikinin/sorumlusunun kim olduğu (mülkiyetin tespiti, organik bağ, kardeş gemi). Alacağın varlığının ve miktarının “yaklaşık ispat” düzeyinde kanıtlanıp kanıtlanmadığı. Usul Hukuku Uyuşmazlıkları:Davanın hangi mahkemede görüleceği (görev ve yetki). “Seferden men” kararının niteliği ve talep edilebilirliği. Belirlenen teminat miktarının yeterliliği. İhtiyati haczin uygulanması ve devamına ilişkin yasal süreler ve prosedürler.

Bu bulgular, gemi ihtiyati haczi talebinde bulunacak alacaklıların, taleplerini dayandırdıkları hukuki ve olgusal temelleri son derece dikkatli bir şekilde hazırlamaları gerektiğini; borçluların ise hem maddi hem de usuli yönden geniş bir itiraz yelpazesine sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Bir makale önerisi.

Neden Tuzla Avukat desteği gerekli?

Gemi ihtiyati haczi, deniz alacaklarını teminat altına alma amacıyla uygulanan etkili bir hukuki tedbirdir. Ancak bu süreçte alacağın gerçekten “deniz alacağı” olup olmadığı, haczedilecek gemiyle borçlu arasındaki mülkiyet ve sorumluluk ilişkisi, yaklaşık ispat seviyesinin yeterliliği, teminat miktarı ve görevli mahkeme gibi birçok tartışmalı husus gündeme gelmektedir. Ayrıca, seferden men işleminin icrası, kardeş gemi haczi, süreler ve prosedürel kuralların yorumu gibi teknik detaylar da süreci karmaşık hale getirmektedir. Bu çok katmanlı yapı, hem alacaklılar hem borçlular açısından ciddi hak kayıplarına veya sorumluluklara yol açabilecek riskler barındırmaktadır.

Bu gibi teknik ve yoruma açık alanlarda hatalı bir başvuru veya eksik bir değerlendirme, sürecin baştan geçersiz hâle gelmesine neden olabilir. Bu nedenle, deniz ticaretinin yoğun olduğu bölgelerde faaliyet gösteren alacaklı ve borçluların, Tuzla avukat, Pendik avukat, Kartal avukat, Gebze avukat, Çayırova avukat, Maltepe avukat, Orhanlı ve Tepeören avukat gibi deniz ve ticaret hukuku konusunda uzmanlaşmış hukukçulardan destek alması büyük önem taşır. Böylece hem alacağın güvenceye alınması hem de ihtiyati haczin usule uygun ve etkin biçimde uygulanması sağlanabilir.

Read More

Hatır Senedi İcraya Konulur Mu?

Giriş

Bu çalışma, “hatır senedi” olarak bilinen, genellikle bir borç ilişkisine dayanmaksızın, hatır veya teminat amacıyla düzenlenen ve sonradan doldurulan kambiyo senetlerinin hukuki akıbetini analiz etmek amacıyla hazırlanmıştır. İncelenen çok sayıda bölge adliye mahkemesi ve Yargıtay kararından elde edilen bulgular doğrultusunda, hatır senetlerinin icra yoluyla tahsil edilip edilemeyeceği, bu senetlere karşı başvurulabilecek hukuki yollar, zamanaşımı süreleri ve en sık karşılaşılan uyuşmazlık konuları etraflıca ele alınmıştır. Çalışma, bu senetleri düzenleyen veya elinde bulunduran taraflar için bir hukuki çerçeve sunmayı amaçlamaktadır.

İncelenen yargı kararları ışığında, kullanıcı sorusuna ilişkin temel bulgular şu şekildedir:

Hatır Senedi İcra Yoluyla Tahsil Edilebilir mi? Evet, hatır senedi sonradan doldurulsa dahi icra yoluyla tahsile konulabilir. Bunun temel nedeni, Türk Ticaret Kanunu uyarınca kambiyo senetlerinin (bono, poliçe, çek) “soyut borç ikrarı” niteliğinde olmasıdır. Bu senetler, düzenlenme nedeninden (illetten) mücerret kabul edilir ve alacaklının, alacağının temelindeki sebebi ispatlama zorunluluğu yoktur.

Hatır Senetlerine Karşı Ne Yapılabilir?

Menfi Tespit Davası: Borçlu, senedin hatır senedi olduğunu ve dolayısıyla borcu bulunmadığını ispatlamak amacıyla menfi tespit davası açabilir.

Yazılı Delil ile İspat: Hatır senedi iddiası, kural olarak yazılı delil ile ispatlanmalıdır. “Senede karşı senetle ispat” kuralı gereği, borçlunun iddiasını güçlü bir yazılı belge (protokol, sözleşme, ibraname vb.) ile desteklemesi kritiktir.

Kötü Niyetin İspatı: Senet bir üçüncü kişiye ciro edilmişse, borçlu bu kişinin senedi “bile bile borçlunun zararına hareket ederek” iktisap ettiğini, yani kötü niyetli olduğunu ispatlarsa, hatır senedi savunmasını bu kişiye karşı da ileri sürebilir.

Cezai Soruşturma: Senedin rıza dışı veya anlaşmaya aykırı doldurulması, “açığa imzanın kötüye kullanılması” veya “dolandırıcılık” gibi suçları oluşturabileceğinden, ceza davası açılması ve bu davanın sonucunun hukuk davasında delil olarak kullanılması mümkündür.

Zamanaşımı Süresi Ne Kadardır? İncelenen kararların büyük çoğunluğunda bonolar için genel zamanaşımı sürelerine değinilmemiştir. Ancak bazı kararlarda spesifik durumlara ilişkin süreler öne çıkmaktadır: Çekler İçin: Bir kararda, çeklerde ibraz süresinin bitiminden itibaren zamanaşımı süresinin 3 yıl olduğu belirtilmiştir (Ankara 14. Asliye Ticaret Mahkemesi). İtiraz Süresi: Kambiyo senetlerine özgü haciz yolunda, ödeme emrinin tebliğinden itibaren icra mahkemesine yapılacak itiraz ve şikayetler için yasal sürenin 5 gün olduğu vurgulanmıştır (Yargıtay 12. Hukuk Dairesi). Bu süre, borcun esasına ilişkin zamanaşımı süresi değil, takibe itiraz için kritik bir usuli süredir.

En Çok Dava Konusu Olan Durumlar Nelerdir?

İspat Yükümlülüğü: Uyuşmazlıkların merkezinde, hatır senedi iddiasını ispatlama yükümlülüğünün kimde olduğu ve bu ispatın nasıl yapılacağı yer almaktadır. Kural olarak ispat yükü, senedin hatır senedi olduğunu iddia eden borçlu (keşideci) üzerindedir.

Bedelsizlik ve Anlaşmaya Aykırı Doldurma: Davaların en temel konusunu, senedin gerçek bir borç ilişkisine dayanmadığı (bedelsizlik) ve taraflar arasındaki anlaşmaya aykırı olarak sonradan doldurulduğu iddiaları oluşturmaktadır.

Yazılı Delil Eksikliği: Borçluların, hatır senedi iddialarını destekleyecek yazılı delil sunamamaları, davaların reddedilmesindeki en yaygın nedendir.

Ticari Defter Kayıtları: Tarafların ticari defterlerinde senede ilişkin bir alacak veya borç kaydının bulunup bulunmaması, önemli bir delil olarak değerlendirilmektedir.

İncelenen kararlar, hatır senetlerinin hukuki statüsüne dair birkaç temel ilkeyi net bir şekilde ortaya koymaktadır.

1. Kambiyo Senetlerinin Soyutluğu ve İcra Takibi 

Mahkemeler, kambiyo senetlerinin “soyut borç ikrarı” niteliğini istikrarlı bir şekilde vurgulamaktadır. İstanbul 14. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin kararında bu ilke, “kambiyo senetlerinin soyut borç ikrarını içeren senetler olduğu” şeklinde ifade edilmiştir. Bu, senedi elinde bulunduran meşru hamilin, takibe geçtiğinde alacağın nedenini açıklamak zorunda olmadığı, borçlunun ise borçlu olmadığını kendisinin ispatlaması gerektiği anlamına gelir. Dolayısıyla, bir senedin “hatır senedi” olması, tek başına icra takibine engel teşkil etmez.

2. İspat Yükü ve Yazılı Delil Zorunluluğu 

Kararlarda en sık tekrarlanan ve davaların sonucunu belirleyen unsur, ispat yükü ve delillerin niteliğidir. Borçlunun hatır senedi iddiası, kural olarak “yazılı delil” ile kanıtlanmak zorundadır. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 16. Hukuk Dairesi’nin belirttiği gibi, “gerek hatır senedi iddiası ve gerekse taraf muvazaasına ilişkin iddiaların yazılı delille ispatı zorunludur.” Birçok Yargıtay kararında, davacının iddiasını yazılı delille ispatlayamadığı için davasının reddedildiği görülmektedir (Yargıtay 19. HD – 2016/3216, Yargıtay 11. HD – 2021/7368). İmzanın atıldığı ancak diğer kısımların boş bırakıldığı senetlerde, bu boşluğun anlaşmaya aykırı doldurulduğu iddiası da yine yazılı delil gerektirir. Zira İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin kararında belirtildiği gibi, “bir kimseye güvenilerek imzalanan ve verilen imzalı boş bir kağıdın…bu durumdan doğacak riskin göze alınmış olduğunu ve karşı tarafa güvenildiğini göstermektedir.”

3. Hukuki Savunma Mekanizmaları ve İstisnalar

 Borçlu için en temel hukuki yol menfi tespit davası açmaktır. Ancak bu davalarda başarı, güçlü delillere bağlıdır. Bazı durumlarda yazılı delil kuralının istisnaları gündeme gelebilir:

Alacaklının İkrarı: Alacaklı, senedin hatır senedi olduğunu kabul ederse, bu durum borçlu lehine en güçlü delildir. Bakırköy 4. Asliye Ticaret Mahkemesi kararında, “Dava ve takip konusu bu bonoların hatır senedi olarak davalıya verildiği hususu davalı tarafından ikrar edilmiştir” ifadesiyle davanın kabul edildiği görülmektedir.

Ticari İlişkinin İncelenmesi: Mahkemeler, taraflar arasında senedi haklı kılacak bir ticari ilişki olup olmadığını inceleyebilir. Bakırköy 5. Asliye Ticaret Mahkemesi, bilirkişi raporuna dayanarak “taraflar arasında 31/05/2018 tarihinden sonra ticari ilişki olmadığı” gerekçesiyle menfi tespit talebini kabul etmiştir.

Kötü Niyetli İktisap: Senet ciro yoluyla üçüncü bir kişiye geçtiğinde, borçlu bu kişinin senedi alırken kötü niyetli olduğunu ispatlarsa savunmasını ona karşı da ileri sürebilir. İstanbul 14. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin de atıf yaptığı TTK 687. maddeye göre, hamil, poliçeyi iktisap ederken bile bile borçlunun zararına hareket etmiş olmasını istisna tutmuştur.”

Cezai Sorumluluk: Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nin bir kararı, senedin hukuka aykırı doldurulmasının “dolandırıcılık suçunun hile unsurunu” veya “açığa imzanın kötüye kullanılması” suçunu oluşturabileceğini belirtmektedir. Bu durum, borçluya hukuki savunmasının yanı sıra cezai bir yol da açmaktadır.

Sonuç

İncelenen yargı kararları bütününde, hatır senedi düzenlemenin hukuken son derece riskli bir eylem olduğu açıkça görülmektedir. Kambiyo senetlerinin soyutluğu ilkesi gereği, bu senetler kolaylıkla icra takibine konu edilebilmektedir. Senedin hatır amacıyla verildiğini ve bedelsiz olduğunu ispatlama yükümlülüğü, neredeyse tamamen bu iddiayı ileri süren borçlunun üzerindedir.

Borçlunun bu iddialarını ispatlayabilmesi için en etkili yol, senedin neden verildiğini açıklayan bir protokol gibi yazılı bir delile sahip olmasıdır. Yazılı delil olmaksızın açılan menfi tespit davalarının büyük çoğunluğu reddedilmektedir. Alacaklının kötü niyetli olduğunun veya senedin anlaşmaya aykırı doldurulduğunun ispatı gibi diğer hukuki yollar mevcut olsa da, bunların kanıtlanması da oldukça zordur. Bu nedenle, hatır senedi ilişkilerinde en güvenli yol, ya bu tür senetleri hiç düzenlememek ya da senedin teminat veya hatır amacıyla verildiğini açıkça belirten yazılı bir anlaşmayı karşı taraftan almaktır. Bir makale önerisi.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Borçlunun, menfi tespit davasında veya hatır senedi ilişkilerinde iddialarını ispatlayabilmesi için en etkili yol, senedin neden verildiğini açıklayan yazılı ve hukuki geçerliliği olan bir protokole sahip olmasıdır. Yazılı delil olmadan açılan davaların reddedilme olasılığı yüksektir. Ayrıca, alacaklının kötü niyetli olduğunun veya senedin anlaşmaya aykırı doldurulduğunun kanıtlanması da oldukça zor hukuki süreçler gerektirir. Bu nedenle, bu tür senetlerle ilgili uyuşmazlıklarda Tuzla avukat desteği almak, hukuki haklarınızı etkin şekilde korumanız açısından büyük önem taşır.

Tuzla başta olmak üzere; Pendik avukat, Kartal avukat, Maltepe avukat, Gebze avukat, Çayırova avukat, Orhanlı avukat, Aydınlı avukat ve Tepeören avukat olarak bölgedeki uzman kadromuz, senetlerin düzenlenmesi, hukuki protokollerin hazırlanması ve menfi tespit davalarında müvekkillerimizi etkin bir şekilde temsil etmektedir. Böylece, hem hak kayıplarının önüne geçilir hem de olası riskler minimuma indirilir.

Read More

Eşin Evi Terk Etmesi Durumunda Boşanma Davası Açmanın Şartları Nelerdir?

Giriş

Bu çalışma, eşin evi terk etmesi durumunda diğer eşin tek taraflı boşanma davası açıp açamayacağı ve bu davanın hukuki dayanaklarının neler olduğu sorusunu, sunulan Yargıtay ve Bölge Adliye Mahkemesi kararları çerçevesinde yanıtlamak amacıyla hazırlanmıştır. İncelenen kararlar, boşanma talebinin hangi koşullarda ve hangi hukuki gerekçelerle ileri sürülebileceğine dair önemli ilkeler ve ayrıntılar içermektedir. Çalışma, bu kararlardan elde edilen bulguları sentezleyerek, konuya ilişkin bütüncül bir bakış açısı sunmayı hedeflemektedir.

1.Eşin Evi Terkinde Dava Hakkı ve “Terk Etmeye Zorlama” İlkesi

İncelenen kararların ezici çoğunluğu, terke dayalı boşanma davası açma hakkının münhasıran “terk edilen” eşe ait olduğunu vurgulamaktadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2017/2727 E., 2020/846 K. sayılı kararında bu ilke net bir şekilde ifade edilmiştir: “…diğer eşi ortak konutu terke zorlayan veya ortak konuta dönmesini engelleyen eşin terk eden eş konumunda olması nedeniyle terke dayalı boşanma davası açma hakkı bulunmamaktadır.”

Örneğin, bir kararda (Yargıtay 2. HD, 2015/14545 E., 2016/5851 K.), eşine fiziksel şiddet uygulayan ve bu sebeple kadının evi terk etmesine neden olan erkeğin, terke dayalı boşanma davası açma hakkının bulunmadığına hükmedilmiştir. Benzer şekilde, eşini ailesinin yanına gönderip “kızını istemiyorum” diyen ve ihtiyaçlarını karşılamayan erkeğin de terke zorlayan eş konumunda olduğu kabul edilmiştir (Yargıtay 2. HD, 2019/5550 E., 2019/9240 K.). Bu kararlar, mahkemelerin terk eyleminin arkasındaki nedenleri ve eşlerin kusur durumunu titizlikle incelediğini göstermektedir.

2. Terk İhtarı ve Usul Şartları

Terke dayalı boşanma davasının en önemli prosedürel adımı “ihtar” sürecidir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2017/2717 E., 2021/939 K. sayılı kararında belirtildiği gibi, bu tür davalar “çok sıkı maddi ve şekli şartlara bağlanmış olup titizlikle inceleme gerektirmektedir.” İhtarın usulüne uygun olması kritik öneme sahiptir. Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi’nin bir kararında (2017/3 E., 2017/14 K.) bu usul detaylandırılmıştır: “ihtar isteminde bulunan eş, eşini eve davet ederken yeterli miktardaki yol giderlerini karşılamak zorundadır. (…) ihtar eden eş, eşini davet ettiği müşterek konutun anahtarının nerede bulunduğu ve nasıl temin edileceğini de gönderilen ihtarda göstermelidir.” Bu gibi usuli eksiklikler, davanın esasına girilmeden reddedilmesine neden olabilir. Ayrıca, ihtar talebinin samimi bir eve dönüş arzusunu yansıtması gerekir. İhtar tebliğinden çok uzun bir süre sonra (örneğin 3 yıl) dava açılması, bu samimiyetin sorgulanmasına yol açabilir (Yargıtay 2. HD, 2012/22203 E., 2013/7818 K.).

3. Dönmemekte Haklı Sebep

Terk eden eşin, ihtara rağmen ortak konuta dönmemekte haklı bir sebebi varsa, dava yine reddedilir. Yargıtay kararlarında, eşin şiddete uğraması (Yargıtay 2. HD, 2022/5445 E., 2023/870 K.) veya davet edildiği konutun “manevi yönden bağımsız” olmaması (Yargıtay 2. HD, 2015/4852 E., 2015/19203 K.) gibi durumlar haklı sebep olarak kabul edilmiştir. Buna karşın, davet edilen konutun üst katında eşin ailesinin oturuyor olması, fiziken bağımsız olan konutun manevi bağımsızlığını ortadan kaldıran bir sebep olarak görülmemiştir (Yargıtay 2. HD, 2013/23842 E., 2014/8506 K.). Bu noktada mahkeme, somut olayın özelliklerine göre bir değerlendirme yapmaktadır.

4. Terk Olgusunun “Evlilik Birliğinin Sarsılması” Davasındaki Rolü

Birden fazla karar, ihtar şartı yerine getirilmeden açılan bir davanın terk sebebine (TMK m. 164) dayandırılamayacağını, ancak evlilik birliğinin temelinden sarsılması (TMK m. 166) kapsamında değerlendirileceğini belirtmektedir (Yargıtay 2. HD, 2011/18998 E., 2012/15133 K.). Bu durumda, terk eylemi, evliliğin çekilmez hale geldiğini gösteren bir vakıa olarak ileri sürülür. Ancak bu yola başvurulduğunda, davacının, davalı eşin de kusurlu olduğunu ispat etmesi gerekir. Eğer evliliğin sarsılmasına tamamen davacı sebep olmuşsa, davası reddedilecektir (Yargıtay 2. HD, 2015/15112 E., 2016/6431 K.).

Sonuç

Eşinizin evi terk etmesi durumunda tek taraflı boşanma davası açmanız mümkündür, ancak bu hakkın kullanımı belirli koşullara ve hukuki dayanaklara bağlıdır:

Terke Dayalı Boşanma (TMK m. 164): Bu yolu seçerseniz, eşinizi evi terk etmeye sizin zorlamadığınızdan veya eve dönmesini engellemediğinizden emin olmalısınız. Aksi halde, hukuken “terk eden” siz sayılırsınız ve dava hakkınız olmaz. Bu dava için, terk eyleminin üzerinden en az 6 ay geçmesi ve bu süreçte usulüne uygun bir “eve dön” ihtarının sonuçsuz kalması zorunludur.

Evlilik Birliğinin Sarsılmasına Dayalı Boşanma (TMK m. 166): Eğer terke dayalı davanın sıkı şartlarını yerine getiremiyorsanız, eşinizin evi terk etmesini evlilik birliğinin temelinden sarsıldığının bir kanıtı olarak sunarak dava açabilirsiniz. Bu durumda, terk eyleminin yanı sıra, evliliğin devamının beklenemeyecek derecede çekilmez hale geldiğini ve bu durumda eşinizin de kusurlu olduğunu ispatlamanız gerekecektir.

Her iki durumda da, terk eyleminin arkasındaki nedenler, eşlerin kusur durumu ve olayın somut özellikleri mahkeme tarafından titizlikle değerlendirilecektir. Sunulan yargı kararları, bu tür davaların oldukça teknik ve detaya dayalı olduğunu göstermektedir. Bu nedenle, hak kaybı yaşamamak ve süreci doğru yönetmek adına bir avukattan hukuki destek almanız şiddetle tavsiye edilir.

Boşanma Davası Açma Hakkı: Eşin evi terk etmesi durumunda, terk edilen eşin tek taraflı boşanma davası açma hakkı bulunmaktadır. Bu hak, temel olarak Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 164. maddesinde düzenlenen “terk” sebebine dayanmaktadır.

“Terk Eden” ve “Terk Edilen” Ayrımı: Yargı kararlarında en sık vurgulanan ve en kritik nokta, “terk eden” ve “terk edilen” eşin kim olduğunun doğru tespitidir. Neredeyse tüm kararlarda alıntılanan TMK m. 164’teki şu hüküm esastır: “Diğerini ortak konutu terk etmeye zorlayan veya haklı bir sebep olmaksızın ortak konuta dönmesini engelleyen eş de terk etmiş sayılır.” Bu ilke uyarınca, eşini evden kovan, şiddet uygulayarak gitmesine sebep olan veya eve dönmesini engelleyen eş, hukuken “terk eden” konumundadır ve bu sebebe dayanarak boşanma davası açamaz.

Terke Dayalı Davanın Şartları: Terk sebebine dayalı bir boşanma davasının kabulü için sıkı maddi ve şekli şartlar aranmaktadır. Bu şartlar şunlardır:

Terk eylemi, evlilik birliğinden doğan yükümlülükleri yerine getirmemek amacıyla yapılmalıdır.

Ayrılık en az altı ay sürmüş ve devam ediyor olmalıdır.

Terk edilen eşin talebi üzerine, hâkim veya noter tarafından terk eden eşe “eve dön” ihtarında bulunulmalı ve bu ihtar sonuçsuz kalmalıdır.

İhtar, terk tarihinden itibaren dördüncü ay bittikten sonra istenebilir ve ihtardan sonra iki ay geçmedikçe dava açılamaz.

“Haklı Sebep” Kavramı: Terk eden eş, evi terk etmekte veya yapılan ihtara rağmen eve dönmemekte “haklı bir sebebe” sahipse, terk nedenine dayalı boşanma davası reddedilir. Şiddet görmek, hakarete uğramak, oturulan konutun bağımsız veya yaşanılabilir olmaması gibi durumlar haklı sebep olarak kabul edilebilir.

Alternatif Boşanma Sebebi: Eğer terke dayalı boşanma davasının (TMK m. 164) şartları oluşmamışsa veya bu yola başvurulmak istenmiyorsa, eşin evi terk etmesi “evlilik birliğinin temelinden sarsılması” (TMK m. 166/1) sebebine dayalı bir boşanma davasında delil olarak kullanılabilir. Ancak bu durumda, birçok kararda belirtildiği gibi, “Fiili ayrılık tek başına boşanma sebebi değildir.” Evlilik birliğinin ortak hayatı sürdürmenin beklenemeyeceği derecede sarsıldığının ve bu sarsılmada davalı eşin de kusurlu olduğunun kanıtlanması gerekir. Bir makale önerisi.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Evlilik birliğinde eşler arasında yaşanan sorunlarda, özellikle fiziksel şiddet veya psikolojik baskı gibi ciddi sebeplerle evin terk edilmesi durumunda, terk eyleminin hukuki sonuçları tarafların kusur durumuna göre değişmektedir. Örneğin, bir Yargıtay kararında (Yargıtay 2. HD, 2015/14545 E., 2016/5851 K.), fiziksel şiddet nedeniyle evi terk eden kadının bu davranışının haklı görüldüğü, şiddet uygulayan erkeğin ise terke dayalı boşanma davası açma hakkının bulunmadığı belirtilmiştir. Benzer şekilde, eşini ailesinin yanına gönderip “kızını istemiyorum” diyerek ihtiyaçlarını karşılamayan erkeğin de terke zorlayan taraf olduğu kabul edilmiştir (Yargıtay 2. HD, 2019/5550 E., 2019/9240 K.). Bu gibi kararlar, mahkemelerin yalnızca evin terk edilip edilmediğine değil, terk eyleminin arkasındaki gerekçelere ve tarafların davranışlarına dikkat ettiğini ortaya koymaktadır.

İşte bu nedenle Tuzla avukat desteği büyük önem taşır. Terke dayalı boşanma davası açmayı düşünen kişilerin, kendi eylemlerinin ve karşı tarafın davranışlarının hukuki açıdan nasıl değerlendirileceğini önceden bilmesi gerekir. Bir Tuzla boşanma avukatı, hem boşanma sürecinde doğru adımların atılmasını sağlar hem de mahkemenin hangi durumları haklı terk olarak kabul ettiğini somut olayınıza göre yorumlayarak sizi yönlendirir. Özellikle (Pendik, Kartal, Maltepe, Gebze, Çayırova, Tepeören, Orhanlı, Aydınlı, Tuzla gibi bölgelerde) evin terk edilip edilmediği, bunun haklı sebebe dayanıp dayanmadığı gibi konularda yapılan yanlış beyanlar veya eksik iddialar, davanın kaybedilmesine neden olabilir. Bu nedenle Tuzla ve çevresinde yaşayanların, böyle karmaşık ve kritik hukuki süreçlerde profesyonel avukat desteğine başvurması büyük önem arz eder.

Read More

Site sakini sezonluk olarak işe alınan bir havuz görevlisinin ücretine katılmak zorunda mıdır?

Giriş

Bu çalışma, bir site sakininin, işletme bütçesinde yer almayan ve sezonluk olarak işe alınan bir havuz görevlisinin ücretine katılma zorunluluğuna ilişkin sorusu üzerine hazırlanmıştır. Site sakini, Kat Mülkiyeti Kanunu’nun (KMK) 43. maddesi ve bu maddeye atıf yapan bir Yargıtay kararına dayanarak bu gideri ödememe hakkı olduğunu düşünmektedir. Çalışma, sunulan yargı kararları özetleri ışığında, ortak giderlere katılma yükümlülüğünün genel prensiplerini, KMK m. 43’ün uygulama alanını ve bu tür bir uyuşmazlıkta dikkate alınması gereken diğer hukuki faktörleri analiz etmektedir.

1. Site sakininin Ortak Giderlere Katılma Yükümlülüğü (Genel Kural – KMK m. 20)

Kat Mülkiyeti Hukukunun temel prensibi, kat maliklerinin ortak alanların giderlerine katılma zorunluluğudur. Yargıtay’ın yerleşik içtihatları bu yöndedir. Özellikle, bir hizmetten faydalanmama iddiası, ödeme yükümlülüğünü tek başına ortadan kaldırmaz. Yargıtay 18. Hukuk Dairesi’nin bir kararında bu ilke net bir şekilde ifade edilmiştir: “…kat maliklerinin ortak yer veya tesisler üzerindeki kullanma hakkından vazgeçmek veya kendi bağımsız bölümünün durumu dolayısıyla bunlardan faydalanmaya lüzum ve ihtiyaç bulunmadığını ileri sürerek bu gider ve avans payını ödemekten kaçınamayacağı belirtilmiştir. Kararda, davalının kendi iradesi ile söz konusu hizmetlerden yararlanmamış olmasının, bu hizmetler için yapılan harcamalardan payına düşeni ödeme yükümlülüğünü ortadan kaldırmadığı vurgulanmıştır.” (Yargıtay 18. HD-2014/10598-2014/11446)

Bu genel kural çerçevesinde, havuzun ortak alan olduğu ve görevlinin ücretinin de bu ortak alanın işletme gideri sayıldığı durumda, kat malikinin “havuzu kullanmıyorum” savunması tek başına yeterli olmayacaktır.

2. Çok Masraflı ve Lüks İlaveler (İstisnai Durum – KMK m. 43)

Site sakininin sorusunun temelini oluşturan KMK m. 43, genel kurala önemli bir istisna getirmektedir. Ancak bu istisnanın şartları dardır. Yargıtay 20. Hukuk Dairesi’nin bir kararında bu maddenin kapsamı şöyle çizilmiştir: “Yapılması arzu edilen yenilik ve ilaveler çok masraflı ise veya yapının özel durumuna göre lüks bir nitelik taşıyorsa veya anagayrimenkulün bütün kat malikleri tarafından kullanılması mutlaka gerekli olan yerlerinde veya geçitlerinde bulunmıyorsa, bunlardan faydalanmak istemiyen kat maliki, gidere katılmak zorunda değildir…” (Yargıtay 20. HD-2017/4411-2018/7960)

Buradaki kritik nokta, havuz görevlisi istihdamının bir “yenilik ve ilave” olup olmadığıdır. Yargıtay, aynı kararda bu konuya ilişkin önemli bir yorum getirmiştir: “…havuz görevlisi ücreti bu kapsamda değerlendirilmeyebilir, zira bu bir yenilik veya ilave değil, mevcut bir hizmetin devamlılığı için yapılan bir giderdir.” (Yargıtay 20. HD-2017/4411-2018/7960)

Bu yorum, site sakininin KMK m. 43’e dayanarak ödemeden kaçınma argümanını zayıflatmaktadır. Havuzun kendisinin yapılması bir “ilave” iken, mevcut havuzun güvenli ve hijyenik kullanımı için bir görevlinin çalıştırılması “işletme gideri” olarak kabul edilme eğilimindedir. Yargıtay’ın “havuz bölgesine vitamin bar ve müzik sistemi kurulması” gibi giderleri zorunlu bulmadığı kararı (Yargıtay 20. HD-2017/6353-2019/771), “ilave” kavramının fiziksel bir eklentiye işaret ettiğini göstermektedir.

3. Yönetim Planı ve İşletme Projesinin Önemi

İncelenen kararların birçoğu, uyuşmazlığın çözümünde yönetim planına atıf yapmaktadır. Yönetim planı, kanunun genel hükümlerini değiştiren veya detaylandıran özel hükümler içerebilir. Yargıtay 18. Hukuk Dairesi’nin belirttiği gibi, “…yönetim planının tüm kat maliklerini bağlayan bir sözleşme niteliğinde olduğu ve işletme projesinde yer alan giderlerden, genel kurul kararları iptal edilmediği sürece kat maliklerinin sorumlu olduğu vurgulanmaktadır.” (Yargıtay 18. HD-2015/12001-2016/4233).

Kullanıcının durumunda, havuz görevlisi ücretinin işletme bütçesinde (projesinde) yer almaması önemli bir dayanaktır. Bütçe dışı bir harcama için kat malikleri kurulunun ayrıca ve usulüne uygun bir karar alması gerekir. Yönetim planında havuz giderlerinin paylaşımına ilişkin özel bir madde (örneğin sadece kullananların ödeyeceği veya giderin nasıl paylaşılacağı gibi) olup olmadığı mutlaka incelenmelidir.

4. Karar Alma Süreçlerinin Denetimi

İşletme projesi dışında bir giderin talep edilebilmesi için, bu konuda alınmış geçerli bir kat malikleri kurulu kararı şarttır. Yargıtay, karar alma süreçlerindeki usul eksikliklerine büyük önem vermektedir. Örneğin, bir kararda toplantı çağrısının yasal sürelere uygun yapılmaması, kararın iptali için yeterli görülmüştür: “…çağrının yukarıda açıklanan 15 gün önceden bildirim süre şartına uyulmadığı böylelikle yasanın öngördüğü koşulların yerine getirilmediği anlaşıldığından, mahkemece… toplantının… iptaline karar verilmesi gerekirken, yerinde görülmeyen gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi” (Yargıtay 18. HD-2014/5650-2014/6793)

Bu nedenle, havuz görevlisinin işe alınmasına ilişkin bir karar alınmışsa bile, bu kararın alındığı toplantının usulüne uygun yapılıp yapılmadığı (çağrı, gündem, toplantı ve karar yeter sayıları) denetlenmelidir. Geçerli bir karar olmadan yapılan harcama, kat maliklerinden talep edilemez.

Sonuç

Site sakininin, “havuzdan faydalanmadığı için KMK m. 43 uyarınca havuz görevlisi ücretini ödememe hakkı olduğu” yönündeki ilk değerlendirmesi, Yargıtay içtihatları karşısında zayıf kalmaktadır. Havuz görevlisi ücretinin “lüks bir ilave” yerine, mevcut bir tesisin “işletme gideri” olarak kabul edilmesi kuvvetle muhtemeldir. Bu durumda, KMK m. 20’deki genel katılma yükümlülüğü devreye girecektir. Ancak bu, site sakininin bu ücreti mutlaka ödemek zorunda olduğu anlamına gelmez. Kullanıcının hukuki argümanı KMK m. 43’ten ziyade şu noktalara odaklanmalıdır:

Genel Kural ve İstisna Ayrımı: Yargı kararları, KMK m. 20 uyarınca kat maliklerinin ortak yer ve tesislere ilişkin işletme giderlerine katılmasının temel bir yükümlülük olduğunu ortaya koymaktadır. Bir tesisten kişisel olarak faydalanmıyor olmak, genel kural olarak ödeme yükümlülüğünü ortadan kaldırmamaktadır. Kullanıcının dayandığı KMK m. 43 ise bu genel kuralın bir istisnasıdır ve “çok masraflı veya lüks nitelikteki yenilik ve ilaveler” için geçerlidir.

“Yenilik ve İlave” ile “İşletme Gideri” Farkı: Yargıtay, mevcut bir tesisin (havuz) işlerliğinin devamı için yapılan bir harcamanın (havuz görevlisi ücreti), KMK m. 43 kapsamında bir “yenilik veya ilave” olarak değil, KMK m. 20 kapsamında bir “işletme gideri” olarak değerlendirilmesi gerektiğine işaret etmektedir. Bu ayrım, kullanıcının dayandığı hukuki temelin zayıf olabileceğini göstermektedir.

Yönetim Planının Bağlayıcılığı: İncelenen kararlar, site yönetim planının tüm kat maliklerini bağlayan bir sözleşme niteliğinde olduğunu ve gider paylaşımına ilişkin özel hükümler içerebileceğini sıklıkla vurgulamaktadır. Yönetim planında havuz gibi özel nitelikli ortak alanların giderlerinin nasıl karşılanacağına dair bir düzenleme olup olmadığı, uyuşmazlığın çözümünde kilit rol oynar.

Karar Alma Süreçlerinin Geçerliliği: Bir giderin kat maliklerinden talep edilebilmesi için, bu giderin ya işletme projesinde yer alması ya da usulüne uygun olarak toplanmış bir kat malikleri kurulunda alınan geçerli bir karara dayanması gerekmektedir. Toplantı çağrısındaki usulsüzlükler veya karar yeter sayılarının sağlanamaması, alınan kararı ve dolayısıyla gidere katılma yükümlülüğünü geçersiz kılabilir.

Kararın Yokluğu veya Geçersizliği: Talep edilen gider, onaylanmış bir işletme projesinde yer almamaktadır. Bu harcama için usulüne uygun toplanmış bir kat malikleri kurulunda alınmış geçerli bir karar mevcut mudur? Karar yoksa veya toplantı usulsüz ise, bu gider talep edilemez.

Yönetim Planı Hükümleri: Sitenin yönetim planında havuz gibi tesislere ilişkin giderlerin paylaşımı hakkında özel bir hüküm var mıdır? Yönetim planı, genel kuralın aksine bir düzenleme getirmiş olabilir.

Nihai olarak, kullanıcının yanılıp yanılmadığı sorusunun cevabı; sitenin yönetim planı, ilgili kat malikleri kurulu kararının varlığı ve geçerliliği gibi somut olayın özelliklerine bağlıdır. En sağlam hukuki yol, KMK m. 43’teki “lüks masraf” argümanından ziyade, harcamanın hukuki dayanağının (geçerli bir işletme projesi veya kurul kararı) bulunup bulunmadığını sorgulamaktır. Bir yazı önerisi.

Neden Tuzla Avukatı Desteği Gereklidir?

Site yönetimi, ortak alan giderleri ve aidat ihtilafları, Kat Mülkiyeti Kanunu’na ve Yargıtay içtihatlarına dayanan teknik hukuki değerlendirmeler gerektirir. Özellikle Tuzla gibi çok sayıda site yerleşiminin bulunduğu bölgelerde: Yönetim planlarının detayları farklılık gösterebilir. Usulsüz alınan kararlar yaygın şikâyet konusudur. Kat maliklerinin hak ve yükümlülükleri somut olaya özel olarak incelenmelidir.

Bu nedenle, İstanbul, Tuzla avukat, Pendik avukat, Kartal avukat, Maltepe avukat, Gebze avukat, Aydınlı avukat, Orhanlı avukat, Tepeören avukat, Darıca avukat, Bayramoğlu avukat veya Çayırova avukat, Şekerpınar avukat, Güzelyalı avukat gibi bölgelerde bir Tuzla avukatı ile çalışmak, hem hak kaybı yaşamamak hem de dava veya itiraz süreçlerinde etkili bir yol izlemek adına önemlidir. Profesyonel bir destekle, ödemeden kaçınmak mı yoksa ödemeyi kabul etmek mi daha avantajlıdır, net şekilde belirlenebilir.

Read More