Konkordato Süreci Nasıl İşler? Başvuru, Mühlet, Tasdik ve Komiser Aşamaları Nelerdir?

Giriş

Konkordato Süreci Nasıl İşler? Başvuru, Mühlet, Tasdik ve Komiser Aşamaları Nelerdir?Literatürdeki kaynaklara göre konkordato, borçlarını ödemede zorluk yaşayan bir borçlunun, mahkeme denetiminde alacaklılarıyla bir anlaşma yaparak borçlarını yeniden yapılandırması ve muhtemel bir iflastan kurtulmasını amaçlayan bir cebri icra kurumudur. Temel amacı, mali durumu bozulmuş ancak iyileştirilme potansiyeli bulunan borçluların ticari faaliyetlerine devam etmelerini sağlamaktır. Konkordato “borçlunun kanunda öngörülen şartları karşılamak kaydıyla alacaklılarıyla ödeme şekli konusunda anlaşarak borçlarını tasfiye etmesi” olarak tanımlanabilir.

Konkordato Sürecinin Aşamaları

Literatürdeki bilgiler ışığında, iflas dışı adi konkordato süreci temel olarak aşağıdaki aşamalardan oluşmaktadır:

1. Başvuru Aşaması Konkordato süreci, yetkili ve görevli mahkemeye (Asliye Ticaret Mahkemesi) yapılan bir taleple başlar. Bu talep, borçlu veya iflas talebinde bulunabilecek alacaklılardan biri tarafından yapılabilir. Başvuru sırasında mahkemeye sunulması gereken temel belgelerden biri konkordato ön projesidir. Ön proje, borçlunun konkordato sürecinin başında sunduğu geçici bir proje olup, konkordato prosedürü devam ederken borçlu tarafından re’sen veya alacaklıların talebi üzerine değiştirilebilmesi mümkündür. Bu proje, borçlunun mali durumunu nasıl düzelteceğini ve borçlarını hangi koşullarda ödemeyi planladığını içerir.

2. Geçici Mühlet Aşaması Mahkeme, başvuruyu ve ekindeki belgeleri inceledikten sonra, talebin başarılı olma ihtimalini görürse borçluya üç aylık bir “geçici mühlet” kararı verir. Bu aşamanın amacı, kesin mühlet için bir hazırlık ve değerlendirme süreci oluşturmaktır.

Amacı:  “borçlunun konkordato teklifinin tasdik edilip edilmeyeceği veya süreç sonunda borçlunun mali durumunu iyileştirip iyileştiremeyeceğini ilk aşamada açıklığa kavuşturacak” bir temel oluşturmaktır.

İşlevi: Borçlunun malvarlığının tespitinin yapıldığı ve mahkemeye ibraz ettiği belgelerin gerçeğe uygun olup olmadığının incelendiği bir aşamayı oluşturur.

Sonuçları: Geçici mühlet kararıyla birlikte borçlu aleyhine başlatılmış takipler durur, yeni takip yapılamaz ve borçlunun malvarlığı koruma altına alınır. Mahkeme ayrıca süreci denetlemek üzere bir “geçici konkordato komiseri” atar.

3. Kesin Mühlet Aşaması Geçici mühlet içerisinde yapılan incelemeler olumlu sonuçlanırsa ve konkordatonun başarıya ulaşma ihtimali görülürse, mahkeme borçluya genellikle bir yıllık “kesin mühlet” verir. Bu süre, zorunlu hallerde altı ay daha uzatılabilir.

Amacı: Bu aşama, konkordato projesinin olgunlaştırıldığı ve alacaklılarla müzakerelerin yürütüldüğü asıl süreçtir. Kesin mühlet aşamasında ise borçlu, ön projede yer alan bütün tedbirleri alarak malî durumunu iyileştirmeye ve alacaklılarla uzlaşmaya çalışmaktadır.

Önemli İşlemler: Alacaklıların alacaklarını bildirmesi, alacaklılar toplantısının organize edilmesi ve konkordato projesinin alacaklıların oyuna sunulması gibi kritik işlemler bu dönemde gerçekleşir.

Hukuki Koruma: Konkordato mühleti içinde takip yasağı getirilmek suretiyle, borçlunun rahatsız edilmeden konkordato için gerekli hazırlıkları yapabilmesi amaçlanmıştır. Bu koruma, borçlunun işletmesini ayakta tutarak iyileşme sürecine odaklanmasını sağlar.

4. Alacaklılar Toplantısı ve Projenin Kabulü Kesin mühlet içerisinde konkordato komiseri tarafından organize edilen toplantıda, alacaklılar borçlunun sunduğu konkordato projesini oylarlar. Projenin kabulü için İİK’da belirtilen kayıtlı alacaklı sayısı ve alacak miktarı çoğunluğunun sağlanması gerekir.

5. Tasdik Yargılaması ve Karar Aşaması Alacaklılar tarafından kabul edilen proje, konkordato komiserinin gerekçeli raporuyla birlikte mahkemeye sunulur. Ticaret mahkemesi konkordatonun tasdiki yargılaması yaparak konkordato talebine ilişkin nihai kararını verir. Mahkeme, projenin İİK’da aranan tasdik şartlarını (örneğin, teklif edilen tutarın borçlunun iflası halinde alacaklıların eline geçecek tutardan fazla olması, projenin borçlunun kaynaklarıyla orantılı olması vb.) taşıyıp taşımadığını re’sen inceler. Şartların sağlandığına kanaat getirirse “konkordatonun tasdikine” karar verir. Bu karar, projeyi kabul etmeyen alacaklılar için de bağlayıcı hale gelir.

Konkordato Komiserinin Rolü Konkordato komiseri, sürecin merkezinde yer alan kilit bir aktördür. Borçlu ile alacaklıların ve hatta kamunun menfaatlerini korumak ve dengelemekle görevlendirilmiş bir kamu görevlisidir. Komiser, borçlunun faaliyetlerini denetler, projenin geliştirilmesine katkı sağlar, alacaklılar toplantısını düzenler ve mahkemeye rapor sunar. Mahkemenin “uzayan kolu” olarak nitelendirilen komiser, sürecin şeffaf ve kanuna uygun ilerlemesini temin eder.

“Başarıya Ulaşma” Kavramının İkili Anlamı Literatür, konkordatonun “başarıya ulaşması” kavramının iki farklı anlama gelebileceğini vurgulamaktadır. Başarıya ulaşma kavramından kastedilen hususun konkordato neticesinde mali durumun düzelmesinin mümkün olup olmadığı veya konkordatonun tasdiki şartlarının yerine gelip gelmeyeceği olduğu ifade edilmiştir. Buradan çıkan sonuç da konkordato ile ya iyileşmenin ya da konkordatonun tasdik edilmesinin amaçlanabileceğidir. Buna göre, borçlunun mali durumu tam olarak iyileşmese bile, alacaklıların çoğunluğunun kabul ettiği ve kanuni şartları taşıyan bir projenin tasdik edilmesi de sürecin başarıya ulaştığı anlamına gelebilir.

Konkordato Türleri ve Süreç Farklılıkları Sürecin işleyişi, konkordato türüne göre farklılık gösterebilir.

İflas Dışı (Adi) Konkordato: Yukarıda detaylandırılan standart süreçtir.

İflas İçi Konkordato: Borçlu iflas ettikten sonra başvurulan bir yoldur. İflâs içi konkordatoda konkordato mühleti ve konkordato komiseri gibi kavramlar bulunmamaktadır. Bu süreçte iflas tasfiyesi devam ederken, sadece malların paraya çevrilmesi ertelenir.

Malvarlığının Terki Suretiyle Konkordato: Borçlunun, malvarlığı üzerindeki tasarruf yetkisini alacaklılara veya üçüncü bir kişiye devrederek borçlarından kurtulmasını amaçlar. Bu türde, tasdik sonrası iflas tasfiyesine benzer bir süreç işler.

Sonuç

Literatürdeki kaynaklar, konkordato sürecinin; başvuru, geçici mühlet, kesin mühlet ve tasdik yargılaması olmak üzere yapılandırılmış ve mahkeme denetiminde ilerleyen aşamalardan oluştuğunu göstermektedir. Sürecin temel amacı, borçluya mali durumunu düzeltmesi için bir “moratoryum” sağlamak, bu süreçte alacaklıların haklarını korumak ve nihayetinde borçların yeniden yapılandırılmasını sağlayarak hem borçlunun ticari varlığını sürdürmesine hem de alacaklıların alacaklarını iflasa göre daha avantajlı koşullarda tahsil etmesine olanak tanımaktır. Konkordato komiserinin denetleyici ve düzenleyici rolü, sürecin adil ve etkin bir şekilde yürütülmesinde kritik bir öneme sahiptir. “Başarıya ulaşma” kavramının hem işletmenin fiili iyileşmesi hem de projenin hukuken tasdik edilmesi anlamlarına gelmesi, kurumun esnekliğini ve borç tasfiyesi amacını da ortaya koymaktadır. Bir yazı.

Neden Uzman Avukat Desteği Gerekli?
Konkordato, ciddi mali ve hukuki riskler içeren karmaşık bir süreçtir. Belgelerin eksiksiz hazırlanması, sürelere dikkat edilmesi ve komiserle uyumlu şekilde hareket edilmesi gerekir. Bu nedenle sürecin her aşamasında İstanbul, Tuzla, Kartal, Pendik, Gebze ve Tepeören bölgelerinde faaliyet gösteren deneyimli konkordato avukatlarından profesyonel destek alınması hayati önemdedir.

2M Hukuk Avukatlık Ofisi, konkordato başvurularının hazırlanmasından tasdik aşamasına kadar tüm süreçte borçlulara, alacaklılara ve işletmelere kapsamlı hukuki danışmanlık sunmaktadır. Uzman ekibimizle, mali dengenin korunmasını ve en uygun yeniden yapılandırma stratejisinin uygulanmasını sağlıyoruz.

Read More

Yüklenicinin İnşaata Hiç Başlamaması, Geç Başlaması veya İnşaatı Yavaş İlerletmesi Hâlinde Arsa Sahibi Hangi Haklara Sahip Olur?

Giriş

Yüklenicinin İnşaata Hiç Başlamaması, Geç Başlaması veya İnşaatı Yavaş İlerletmesi Hâlinde Arsa Sahibi Hangi Haklara Sahip Olur? Arsa payı karşılığı inşaat sözleşmeleri, yüklenicinin bir arsa üzerinde bağımsız bölümler inşa etme, arsa sahibinin ise buna karşılık belirli arsa paylarını yükleniciye devretme borcu altına girdiği çift taraflı sözleşmelerdir. Bu sözleşmelerde yüklenicinin “inşaata zamanında başlama ve işi sürdürme borcu” asli edim yükümlülüklerinden biridir. Literatürdeki kaynaklar, yüklenicinin bu borcuna aykırı davranarak inşaata hiç başlamaması, geç başlaması veya inşaatı makul bir hızda ilerletmemesi durumunda arsa sahibi için önemli hakların doğduğunu belirtmektedir. Bu durum, genel olarak yüklenicinin temerrüdü olarak nitelendirilmekte ve hukuki sonuçları ağırlıklı olarak 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 473. maddesi çerçevesinde ele alınmaktadır.

1. Yüklenicinin Temerrüdünün Kapsamı: İşe Başlamama ve Gecikme

Literatür, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmelerinde yüklenicinin temerrüdünü yalnızca eserin teslim tarihine yetişmemesi olarak değil, inşaat sürecindeki aksaklıkları da kapsayan geniş bir çerçevede ele almaktadır. Yüklenicinin asli borçları arasında işe zamanında başlamak ve inşaatı sözleşmeye uygun bir tempoda sürdürmek yer alır.

Temerrüdün Tanımı: Yüklenicinin temerrüdü, en genel tanımıyla “inşaatın tamamlanmayarak tesliminin geciktirilmesi” olarak ifade edilmektedir. Bu durum, inşaata hiç başlanmaması, geç başlanması veya başlanan inşaatın sözleşmede öngörülen sürede bitirilemeyeceğinin açıkça anlaşılması gibi çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir. Yüklenicinin binayı bitirememesi veya binayı bitirmekle birlikte, tesliminde gecikmesi yüklenicinin temerrüdüne yol açar.

İşe Başlama ve Sürdürme Borcu: Yüklenicinin inşaata zamanında başlaması ve devam ettirmesi, özen borcunun bir gereği olarak kabul edilir. Sözleşmede işe başlama için belirli bir tarih kararlaştırılmamış olsa dahi, yüklenicinin sözleşmenin kurulmasıyla birlikte derhal hazırlıklara ve inşaata başlaması beklenir

2. Arsa Sahibinin Hakları: Teslim Süresini Beklemeden Sözleşmeden Dönme (TBK m. 473/1)

İnşaata başlanmaması veya gecikmesi durumunda arsa sahibine tanınan en temel ve en önemli hak, teslim süresini beklemeden sözleşmeden dönme hakkıdır. Bu hak, TBK’nın 473. maddesinin 1. fıkrasında düzenlenmiştir.

İlgili Kanun Hükmü: Literatürde sıklıkla atıf yapılan bu hüküm şu şekildedir:”Yüklenicinin işe zamanında başlamaması veya sözleşme hükümlerine aykırı olarak işi geciktirmesi ya da iş sahibine yüklenemeyecek bir sebeple ortaya çıkan gecikme yüzünden bütün tahminlere göre yüklenicinin işi kararlaştırılan zamanda bitiremeyeceği açıkça anlaşılırsa, iş sahibi teslim için belirlenen günü beklemek zorunda olmaksızın sözleşmeden dönebilir.

Erken Dönme Hakkının Şartları: Bu hakkın kullanılabilmesi için belirli koşulların bir arada bulunması gerekmektedir:

Yüklenicinin Gecikmesi: Yüklenicinin işe zamanında başlamamış olması, sözleşmeye aykırı şekilde işi geciktirmesi veya işin ilerleyişine göre teslim tarihinde bitirilemeyeceğinin kesin olarak anlaşılması gerekir.

Gecikmenin Arsa Sahibine Yüklenememesi: Gecikmenin, arsa sahibinin bir eyleminden veya ihmalinden kaynaklanmaması esastır.

İşin Zamanında Bitirilemeyeceğinin Açıkça Anlaşılması: Bu durumun “bütün tahminlere göre” açıkça anlaşılabilir olması gerekir. Bu, somut verilere dayalı bir öngörüyü ifade eder.

Uygulamadan Örnekler: Literatürde yer alan dava özetleri, bu hükmün uygulanışını somutlaştırmaktadır:

-Bir davada, ruhsat alındıktan sonra 2 yıl geçmesine rağmen yüklenicinin projeyi tamamlayamaması ve yarım bırakması

-Başka bir davada, 40 aylık sözleşme süresinde inşaatın sadece %7 seviyesine getirilebilmesi,

-Sözleşme tarihinden itibaren 7 yıl geçmesine rağmen imar planı tadilatı çalışmalarının başarısız olması ve inşaata hiç başlanamaması

-Yüklenicinin inşaatı 1. kat betonarmesi seviyesinde bırakıp işe devam etmemesi

Bu örnekler, mahkemelerin sadece takvimdeki gecikmeye değil, aynı zamanda işin ilerleme hızına bakarak da inşaatın zamanında bitirilemeyeceği kanaatine vardığını göstermektedir.

3. Yüklenicinin Sorumluluğunu Ortadan Kaldıran Haller

Yüklenicinin inşaata başlayamamasının veya gecikmesinin her durumda temerrüt anlamına gelmeyeceği, literatürde önemle vurgulanmaktadır. Gecikmenin haklı bir sebebe dayanması durumunda yüklenici sorumlu tutulamaz.

Arsa Sahibinden Kaynaklanan Sebepler: Eğer gecikme arsa sahibinin kendi yükümlülüklerini yerine getirmemesinden kaynaklanıyorsa, yüklenicinin temerrüdünden bahsedilemez. Bu duruma “alacaklı temerrüdü” de denilmektedir.”TBK m. 473 incelendiğinde gecikme arsa sahibinden kaynaklanıyorsa, yüklenicinin edimi belirlenmiş vadede teslim edememesi halinde temerrüdü gerçekleşmeyecektir.” Literatürde bu duruma şu örnekler verilmektedir:

Arsa sahibinin, tapuda devretmesi gereken arsa payını devretmemesi

İnşaat ruhsatı için gerekli başvuruları yapmaması veya vekaletname gibi belgeleri vermemesi

Arsadaki kiracıların tahliyesini sağlamaması

Arsayı inşaata elverişli bir şekilde (örneğin üzerindeki engelleri kaldırarak) teslim etmemesi

Arsa sahibinin talebi üzerine projede değişiklik yapılması

Objektif Sebepler ve Mücbir Haller: Yüklenicinin elinde olmayan ve öngörülemeyen nedenlerle işin gecikmesi durumunda da temerrüt oluşmayabilir. Örneğin, “yapılan inşaatın temelinde önceden öngörülemeyecek şekilde su veya kaya çıkması sonucu, işin gecikmesi durumunda erken dönme hakkı kullanılamayacaktır” . Bu gibi durumlarda yüklenicinin ek süre talep etme hakkı doğabilir.

4. Kusur Şartı ve Diğer Hususlar

Kusur Aranmaması: TBK m. 473’ün uygulanması için yüklenicinin gecikmede kusurlu olması şart değildir. “Yüklenicinin işe başlamaması ya da işin kararlaştırılan tarihte yetişmeyeceğinin anlaşılması durumlarında işsahibinin dönme hakkını kullanabilmesi için yüklenicinin kusurlu olması aranmamaktadır. Kanun hükmünde… bu hususta sözleşmeye aykırı davranışı aramıştır. Temerrüdün oluşması için “gecikmenin objektif şekilde teslim borcuna aykırılığı gerekmektedir”.

Geç Başlamaya Rağmen İşi Zamanında Bitirme Olasılığı: Yüklenici inşaata geç başlasa bile, işi sözleşmede belirlenen sürede tamamlama imkanı varsa, arsa sahibinin sırf geç başlama nedeniyle sözleşmeden dönme hakkı bulunmamaktadır. Önemli olan, gecikmenin işin zamanında bitirilmesini imkansız kılıp kılmadığıdır.

Sonuç

Literatürdeki görüşler ve yargı kararları ışığında, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesinde yüklenicinin inşaata zamanında başlamaması veya işi sözleşmeye aykırı olarak geciktirmesi, arsa sahibi için ciddi hukuki sonuçlar doğuran bir temerrüt halidir. Bu durumda arsa sahibinin en temel hakkı, TBK m. 473/1 uyarınca, inşaatın bitmesi için kararlaştırılan teslim tarihini beklemeden sözleşmeden dönmektir.

Bu hakkın kullanılabilmesi için, gecikmenin arsa sahibine atfedilemeyecek bir sebepten kaynaklanması ve mevcut duruma göre inşaatın zamanında bitirilemeyeceğinin açıkça anlaşılması gerekmektedir. Ancak, gecikmenin arsa sahibinin kendi edimlerini yerine getirmemesi (arsa payını devretmemek, arsayı teslim etmemek vb.) veya öngörülemeyen objektif nedenlerden kaynaklanması halinde yüklenicinin temerrüdü söz konusu olmayacak ve arsa sahibinin sözleşmeden dönme hakkı doğmayacaktır. Dolayısıyla her somut olay, kendi koşulları içinde, özellikle gecikmenin nedenleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bir yazı önerisi.

Neden Avukat Desteği Gerekli?

Arsa payı karşılığı inşaat sözleşmelerinde yüklenicinin temerrüdü, özellikle İstanbul, Tuzla, Kartal, Bayramoğlu, Tepeören, Pendik ve Gebze gibi gayrimenkul projelerinin yoğun olduğu bölgelerde en sık karşılaşılan hukuki uyuşmazlıklardan biridir. İnşaata hiç başlanmaması, geç başlanması veya inşaatın makul hızda ilerlememesi gibi durumlarda arsa sahibinin sözleşmeden dönme hakkını kullanabilmesi, yalnızca gecikmenin tespitine değil; aynı zamanda gecikmenin nedenlerinin hukuken doğru şekilde değerlendirilmesine bağlıdır. Bu noktada yapılacak küçük bir hata bile arsa sahibinin ciddi hak kayıpları yaşamasına neden olabilir.

Örneğin; gecikmenin yükleniciden değil, arsa sahibinden kaynaklanması halinde erken dönme hakkı doğmayacağı gibi, gecikmenin mücbir sebep veya objektif imkânsızlıktan kaynaklanması halinde de sözleşmenin feshi mümkün olmayabilir. Ayrıca, erken dönme hakkının kullanılabilmesi için gerekli delillerin zamanında toplanmaması, noter ihtarlarının usulüne uygun yapılmaması veya arsa sahibinin yükümlülüklerini eksik yerine getirmesi hâlinde, açılacak dava olumsuz sonuçlanabilir.

Bu nedenle, İstanbul, Tuzla, Kartal, Bayramoğlu, Tepeören, Pendik ve Gebze gibi bölgelerde arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesiyle ilgili uyuşmazlıklarda deneyimli bir gayrimenkul ve inşaat hukuku avukatı ile çalışmak büyük önem taşır. Avukat; sözleşmenin detaylarını inceleyerek temerrüt şartlarının oluşup oluşmadığını değerlendirir, arsa sahibinin haklarını koruyacak stratejiyi belirler, noter ihtarlarını ve fesih bildirimlerini hukuka uygun şekilde düzenler ve gerekirse dava sürecini yürütür. Özellikle yüksek değerli arsa ve projelerde profesyonel avukat desteği, maddi ve zamansal kayıpları önlemenin ve arsa sahibinin haklarını en güçlü şekilde savunmanın en etkili yoludur.

Read More

Alacaklının konkordato komiserine yaptığı alacak kaydı başvurusunun reddedilmesi veya borçlu tarafından itiraza uğraması durumunda ne yapılabilir?

Giriş

Bu çalışma, konkordato sürecine ilişkin temel hukuki soruları yanıtlamak amacıyla hazırlanmıştır. Çalışma, Bölge Adliye Mahkemeleri, İlk Derece Ticaret Mahkemeleri ve Yargıtay tarafından verilmiş çeşitli kararların analizine dayanmaktadır. İncelemenin odak noktası; alacaklının konkordato komiserine yaptığı başvurunun reddedilmesi halinde ortaya çıkan hukuki durum, konkordatoya dahil edilebilecek borç ve alacak türleri, konkordatonun tasdiki sonrası ödeme planının işleyişi ve bu karmaşık süreçte hukuki danışmanlık almanın önemi gibi konulardır.

1. Alacaklının Konkordato Komiserine Başvurusunun Reddi

İncelenen kararlarda, alacaklının komiserliğe yaptığı alacak kaydının borçlu tarafından kabul edilmemesi veya komiser tarafından reddedilmesi durumunda, alacağın “çekişmeli alacak” haline geldiği açıkça belirtilmektedir. Bu durum, alacaklının hakkının sona erdiği anlamına gelmez. Aksine, alacaklı için yeni bir hukuki süreç başlar.

Dava Hakkı: Çekişmeli hale gelen alacaklar için alacaklıların dava açma hakkı bulunmaktadır. Bursa 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin bir kararında bu durum şöyle ifade edilmiştir: “bu alacaklının İİK 308/b maddesi uyarınca çekişmeli alacak yönünden tasdik kararının ilanından itibaren 1 ay içerisinde dava açma hakkı da saklıdır.” Benzer şekilde, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 23. Hukuk Dairesi de “çekişmeli alacakların ayrıca dava konusu edilebilirler (İİK m.308/b)” hükmünü vurgulamıştır. Alacaklı, bu davayı kazanması halinde, alacağının konkordato projesinde belirtilen koşullar çerçevesinde ödenmesini talep edebilir.

Nisaba Katılım: Alacaklılar toplantısında oy hakkı (nisap) açısından ise mahkeme, çekişmeli alacağın hesaba katılıp katılmayacağına ve hangi oranda katılacağına karar verir (İİK m. 302/VI). Ancak mahkemenin bu kararı, alacağın esasına ilişkin maddi anlamda kesin bir hüküm teşkil etmez.

2. Konkordatoya Dahil Olabilecek Borç ve Alacak Türleri

Konkordatonun temel ilkesi, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında belirtildiği gibi, “Bağlayıcı hâle gelen konkordato, konkordato talebinden önce veya komiserin izni olmaksızın mühlet içinde doğan bütün alacaklar için mecburidir.” Ancak bu genel kuralın önemli istisnaları ve farklı uygulamaları mevcuttur.

Adi Alacaklar: Konkordatonun ana konusunu adi (teminatsız) alacaklar oluşturur. Bunlar arasında banka kredileri, çek ve senet borçları, ticari faaliyetlerden doğan borçlar, kefalet borçları ve kira alacakları gibi çok çeşitli borç türleri yer almaktadır.

Rehinli Alacaklar: Rehinli alacaklar konkordato sürecinin bir parçasıdır ancak özel bir statüye sahiptir. Rehinli alacaklıların rehnin kıymetini karşılayan miktardaki alacakları için konkordato projesindeki indirim veya vade hükümleri doğrudan uygulanmaz. Ancak İİK m. 308/h uyarınca, borçlunun bu alacaklılarla müzakere ederek borçlarını yapılandırması ve bu yapılandırmanın mahkemece tasdik edilmesi mümkündür. Birçok kararda, rehinli alacaklılarla özel protokoller imzalandığı görülmektedir.

İmtiyazlı ve Kamu Alacakları: Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesi’nin bir kararında belirtildiği üzere, 206 ncı maddenin birinci sırasında yazılı imtiyazlı alacaklar, rehinli alacaklıların rehnin kıymetini karşılayan miktardaki alacakları ve 6183 sayılı Kanun kapsamındaki amme alacakları hakkında bu maddenin ikinci fıkrası hükmü uygulanmaz.” Bu, özellikle işçilik alacakları gibi imtiyazlı alacakların tam olarak ödenmesi veya teminata bağlanması gerektiğini, kamu alacaklarının ise genellikle kendi yapılandırma kanunlarına tabi olduğunu göstermektedir.

3. Onaylanan Konkordato Sonrası Ödeme Planının İşleyişi

Konkordatonun tasdikiyle birlikte, borçlunun borçlarını ödeme şekli ve takvimi, mahkemenin onayladığı projeye göre belirlenir. İncelenen kararlar, ödeme planlarının büyük çeşitlilik gösterebildiğini ortaya koymaktadır.

Planın Yapısı: Planlar genellikle bir ödemesiz dönemle başlar. Sakarya Asliye Ticaret Mahkemesi’nin bir kararında, “ilk 6 ay ödemesiz dönemden sonra” ödemelerin başladığı bir plan örneği sunulmuştur. Taksitler, projenin niteliğine göre aylık, üçer aylık veya altışar aylık periyotlarla ve 36, 48 veya 60 ay gibi farklı vadelerle düzenlenebilmektedir. Bazı planlarda taksitler eşitken, bazılarında yıllara göre artan oranlı ödemeler öngörülmüştür.

Denetim Mekanizması: Ödeme planının uygulanması borçlunun insafına bırakılmaz. İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin kararında belirtildiği gibi, “tasdik edilen konkordatonun yerine getirilmesini sağlamak için gerekli gözetim, yönetim ve tasfiye tedbirlerini alması amacıyla” bir kayyım atanır. Kayyım, borçlunun mali durumunu ve ödemeleri zamanında yapıp yapmadığını denetleyerek iki ayda bir mahkemeye rapor sunar.

Planın İhlali: Ödeme planına uyulmaması, alacaklıya konkordatonun feshini isteme hakkı verir. Ankara Batı Asliye Ticaret Mahkemesi kararında, konkordatoya tabi borcun projede yazılı taksitlerden birinin gününde ödenmemesi” durumunda alacaklının “eski hale dönerek tüm alacağına geri kavuştuğu” belirtilmiştir.

4. Hukuki Danışmanlığın Süreçteki Önemi

Kararların hiçbiri hukuki danışmanlığın önemini doğrudan bir başlık altında ele almasa da, kararların içeriği ve gerekçeleri bu önemi dolaylı olarak ve güçlü bir şekilde ortaya koymaktadır.

Usul Kurallarının Hassasiyeti: Konkordato, katı usul kurallarına tabidir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 45. Hukuk Dairesi’nin bir kararında, alacaklıların itirazlarını belirli bir süre içinde ve usulüne uygun yapmamaları nedeniyle temyiz haklarını kaybettikleri vurgulanmıştır: “İİK’nın 304.maddesi uyarınca usulüne uygun olarak itiraz edilmediğinden, tasdik kararına karşı istinaf hakkı bulunmadığı…” Bu gibi usul hataları, telafisi imkansız hak kayıplarına yol açabilir.

Dava Şartları ve Temsil Yetkisi: Bir başka kararda, konkordato talebinin, şirketi temsil yetkisi olmayan bir yönetim kurulu başkanı tarafından verilen vekaletname ile açıldığı için usulden reddedildiği görülmüştür. Bu durum, dava ehliyeti ve temsil yetkisi gibi temel hukuki şartların doğru bir şekilde sağlanmasının, davanın esasına girilebilmesi için zorunlu olduğunu göstermektedir.

Sürecin Karmaşıklığı: Konkordato süreci, finansal analizler, hukuki yorumlar ve alacaklılarla müzakereler gibi çok katmanlı bir yapıya sahiptir. İstanbul 8. Asliye Ticaret Mahkemesi kararında, uyuşmazlığın çözümü için “konkordato hukukçusu uzmanı bilirkişi heyetinden” rapor alınması, konunun ne denli uzmanlık gerektirdiğinin bir göstergesidir.

Sonuç

Yapılan inceleme, konkordato kurumunun borçlular için bir yeniden yapılandırma fırsatı sunarken, alacaklıların haklarını da belirli usul ve esaslar çerçevesinde korumayı amaçlayan karmaşık bir hukuki mekanizma olduğunu göstermektedir. Alacak kaydı reddedilen bir alacaklının dava yoluyla hakkını arayabilmesi, bu koruma mekanizmalarından biridir. Konkordato projesinin kapsamı geniştir ancak rehinli, imtiyazlı ve kamu alacakları gibi özel statüdeki borçlar için farklı kurallar geçerlidir. Onaylanan ödeme planları, kayyım denetiminde titizlikle uygulanmak zorundadır. Tüm bu süreçlerin merkezinde ise, usul kurallarının ve yasal sürelerin hayati önemi bulunmaktadır. Bu nedenle, konkordato sürecinin herhangi bir aşamasında yer alan tarafların, hak kayıplarını önlemek ve süreci etkin bir şekilde yönetmek adına nitelikli hukuki danışmanlık hizmeti alması kaçınılmaz bir gerekliliktir. Bir yazı önerisi.

Neden Konkordato Uzmanı Avukat Desteği Gerekli?

Konkordato süreci, hem borçlular hem de alacaklılar açısından teknik ve usule ilişkin karmaşık bir hukuki mekanizmadır. Alacaklının konkordato komiserine yaptığı alacak kaydı başvurusunun reddedilmesi veya borçlu tarafından itiraza uğraması durumunda, hak kaybı yaşanmaması için sürelere ve İcra İflas Kanunu’nun (İİK) 308/b gibi özel hükümlerine dikkat edilmesi gerekir. Bu noktada konkordato uzmanı avukat desteği, sürecin doğru yönetilmesi açısından hayati önem taşır.

İstanbul, Tuzla, Gebze, Kartal, Pendik, Maltepe, Çayırova ve Tepeören gibi bölgelerde faaliyet gösteren 2M Hukuk Avukatlık Bürosu, konkordato dosyalarında alacak kaydı, borç yapılandırması ve dava süreçlerinde müvekkillerine profesyonel danışmanlık sunmaktadır. Uzman ekibimiz, mahkeme kararlarını, ödeme planlarını ve alacaklı haklarını titizlikle değerlendirerek en uygun stratejiyi belirler.

Konkordato sürecinde yapılan bir usul hatası veya gecikme, hem alacaklı hem de borçlu için telafisi güç sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle her aşamada konkordato hukukunda deneyimli bir avukat ile çalışmak, sürecin başarıyla sonuçlanması ve hukuki güvenliğin sağlanması için vazgeçilmezdir.

Read More

Konkordatonun onaylandıktan sonra ödeme planı nasıl işler ?

Giriş

Bu çalışma, konkordatonun mahkeme tarafından tasdik edilmesinin ardından borçların ödenmesine ilişkin ödeme planının nasıl işlediğini, yargı kararları ışığında analiz etmektedir. İncelenen mahkeme kararları, ödeme planının hukuki niteliğini, içeriğini, çeşitliliğini, uygulanmasının denetimini ve plana uyulmamasının sonuçlarını ortaya koymaktadır. Çalışma, borçlu ve alacaklılar için bağlayıcı olan bu sürecin temel dinamiklerini ve mahkemelerin uygulamadaki farklı yaklaşımlarını özetlemektedir.

Ana Bulgular

Yargı kararlarının incelenmesi sonucunda konkordato sonrası ödeme planının işleyişine dair temel bulgular şunlardır:

Hukuki Bağlayıcılık: Ödeme planı, mahkemenin konkordatoyu tasdik kararı ile birlikte hukuken bağlayıcı hale gelir. Birçok kararda bu bağlayıcılığın, kararın kesinleşmesi beklenmeksizin derhal başladığı vurgulanmaktadır.

Planın İçeriği: Ödeme planları; borcun ödenecek miktarını (tenzilatlı veya tam), ödeme vadesini, taksit sayısını, taksit sıklığını (aylık, üçer aylık vb.), ödemelerin başlangıç tarihini ve faiz uygulanıp uygulanmayacağını detaylı bir şekilde içerir. Bu plan, mahkeme kararının ayrılmaz bir eki olarak kabul edilir.

Uygulamada Çeşitlilik: Mahkeme kararları, borçlunun mali durumuna ve projenin niteliğine göre oldukça çeşitli ödeme planlarının onaylandığını göstermektedir. Bazı planlar ödemesiz dönemler içerirken, bazıları borçları faizli veya faizsiz olarak yapılandırmakta, bazıları ise artan oranlı taksitler öngörmektedir.

Denetim ve Gözetim: Konkordatonun tasdikinden sonra, ödeme planının uygulanmasını denetlemek ve borçlunun faaliyetlerini gözetmek amacıyla genellikle bir kayyım atanır. Kayyım, belirli periyotlarla mahkemeye rapor sunarak sürecin işleyişi hakkında bilgi verir.

Plana Uymamanın Yaptırımı: Borçlunun tasdik edilen ödeme planına uymaması, taksitleri zamanında ödememesi halinde, alacaklıya İcra ve İflas Kanunu’nun (İİK) 308/e maddesi uyarınca kendisi yönünden konkordatonun feshini talep etme hakkı doğurur.

Kararların Bozulması: İlk derece mahkemesince tasdik edilen bir konkordato projesi ve ödeme planı, istinaf incelemesi sonucunda Bölge Adliye Mahkemesi tarafından kaldırılabilir. Bu durumda, onaylanan ödeme planı fiilen yürürlüğe girmemiş olur.

1.Konkordato Ödeme Planının Hukuki Niteliği ve Yürürlüğe Girmesi

İncelenen kararlarda ortak ve en temel nokta, ödeme planının mahkemenin tasdik kararıyla birlikte alacaklılar ve borçlu için bağlayıcı bir hukuki metne dönüşmesidir. Bakırköy 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin belirttiği gibi, “konkordato mahkemenin tasdik kararı ile bağlayıcı hale gelir ve gerekli çoğunluğun sağlanması ile tasdik edilen konkordato projesi kapsamında sunulan ödeme planına alacaklıların uymak zorunda olduğunu” kabul etmek gerekir.

Bu bağlayıcılığın ne zaman başlayacağı kritik bir detaydır. Konya ve İstanbul Anadolu mahkemelerinin kararlarında bu husus net bir şekilde vurgulanmıştır. Konya Bölge Adliye Mahkemesi kararında, “tasdik kararının gerekçeli kararın kesinleşmesi beklenilmeksizin derhal (13/01/2020 tarihi itibariyle) bağlayıcı hale gelmesine karar verildiği” belirtilerek, sürecin hızla işlemeye başladığı görülmektedir. Bu durum, alacaklıların haklarına bir an önce kavuşması ve borçlunun da yükümlülüklerine başlaması açısından önem taşımaktadır.

2. Ödeme Planlarının İçeriği ve Çeşitliliği

Yargı kararları, “tek tip” bir ödeme planı olmadığını, her konkordato dosyasının kendi özel koşullarına göre şekillendiğini göstermektedir.

Ödeme Miktarı ve Tenzilat: Planlar, borcun tamamının (%100) ödenmesini (vade konkordatosu) veya belirli bir oranda indirim yapılmasını (tenzilatlı konkordato) öngörebilir. Örneğin, Bakırköy 3. Asliye Ticaret Mahkemesi bir kararında borçların %100’ünün faizsiz ödeneceğini belirtirken, Ankara 2. Asliye Ticaret Mahkemesi bir başka dosyada “…tüm borçlarının %39,56 indirim ve kalan bakiye %60,44 bir yıl ödemesiz… 36 ay vade ile… ödenmesine” karar vermiştir.

Vade ve Taksitlendirme: Ödeme süreleri ve taksit sıklığı büyük farklılıklar göstermektedir. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi kararında görülen “3 ay süre ile 3 eşit taksit” gibi kısa vadeli planlardan, Bakırköy 1. Asliye Ticaret Mahkemesi kararındaki “toplam 72 taksit” gibi uzun vadeli planlara kadar geniş bir yelpaze mevcuttur. Ödemeler aylık, üçer aylık, altı aylık veya yıllık periyotlarla düzenlenebilmektedir.

Ödemesiz Dönem: Birçok projede, borçlunun mali durumunu toparlamasına olanak tanımak amacıyla ödemesiz dönemler öngörülmektedir. Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin incelediği bir dosyada “1 yıl ödemesiz, faizsiz” bir dönemden sonra ödemelerin başlayacağı kararlaştırılmıştır.

Faiz Uygulaması: Planlar faizli veya faizsiz olabilmektedir. Faizsiz ödeme yaygın bir uygulama olmakla birlikte, bazı kararlarda borca faiz işletildiği görülmektedir. Örneğin, Bakırköy 3. Asliye Ticaret Mahkemesi bir kararında “anaparanın %5 faizi ile birlikte (%100+%5 faiz) eşit taksitler halinde” ödeme yapılmasına hükmetmiştir. Antalya 1. Asliye Ticaret Mahkemesi ise bir kararında “yıllık %24 faizi ile birlikte” ödeme öngörmüştür.

Rehinli ve Adi Alacaklı Ayrımı: Bazı kararlarda rehinli alacaklılar ile adi alacaklılar için farklı ödeme planları oluşturulduğu görülmektedir. Rehinli alacaklılarla genellikle İİK m. 308/h uyarınca ayrı protokoller imzalanarak borçlar yapılandırılmaktadır.

3. Uygulamanın Denetimi ve Kayyımın Rolü

Konkordatonun tasdikinden sonra ödeme planına uyulup uyulmadığının denetlenmesi kritik bir aşamadır. Bu amaçla mahkemeler, genellikle bir kayyım atamaktadır. İstanbul Anadolu 1. Asliye Ticaret Mahkemesi kararında kayyımın görevi, “borçlunun işletme faaliyet durumu ve proje uyarınca borçlarını ödeme kabiliyetini muhafaza edip etmediği konusunda her iki ayda bir mahkememize rapor sunulması” şeklinde tanımlanmıştır. Kayyım raporları, ödeme planının ihlal edilip edilmediğinin tespitinde önemli bir delil niteliği taşır.

4. Ödeme Planına Uymamanın Hukuki Sonuçları

Borçlunun tasdik edilen ödeme planına riayet etmemesi, konkordato kurumunun en hassas noktalarından biridir. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi’nin bir kararında bu durum net bir şekilde ifade edilmiştir: “projede yazılı taksitlerden birinin gününde ödenmemesi yeterli olacağı” ve “ademi ifayı takiben yeni bir mühlete yahut borçlunun ayrıca temerrüde düşürülmesine ihtiyaç duyulmayacağı” belirtilmiştir.

Ödemesini alamayan alacaklı, İİK m. 308/e uyarınca konkordatoyu tasdik eden mahkemeye başvurarak kendisi hakkında konkordatonun feshini talep edebilir. Ankara 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin bir kararında, borçlunun ödemeleri aksatması üzerine konkordatonun kısmen feshedildiği ve alacaklının “konkordato uyarınca kazanmış olduğu yeni hakları muhafaza etmekle birlikte konkordatoyu tasdik eden mahkemeye başvurarak kendisi hakkında konkordatoyu feshettirebileceği” ilkesi uygulanmıştır.

Sonuç

Yargı kararları, konkordato onaylandıktan sonraki ödeme planının, borçlunun mali rehabilitasyonunu ve alacaklıların haklarını dengeleyen, mahkeme denetiminde yürütülen yapılandırılmış bir süreç olduğunu ortaya koymaktadır. Ödeme planı, tasdik kararı ile birlikte derhal bağlayıcı hale gelen, vade, taksit, faiz ve ödemesiz dönem gibi unsurları detaylıca düzenleyen ve borçlunun mali geleceğini şekillendiren temel belgedir. Planların içeriği dosyadan dosyaya büyük farklılıklar gösterse de, hepsinin ortak amacı borçların öngörülebilir bir takvim dahilinde ödenmesini sağlamaktır. Kayyım denetimi altında yürütülen bu sürecin başarısı, borçlunun ödeme planına sadakatine bağlı olup, plana uyulmaması alacaklılara konkordatoyu feshetme hakkı tanıyarak sistemin etkinliğini güvence altına almaktadır. Bir yazı önerisi.

Neden Uzman Konkordato Avukatı Desteği Gereklidir?

Konkordato süreci, teknik bilgi ve hukuki tecrübe gerektiren, hataya yer bırakmayan bir yeniden yapılandırma mekanizmasıdır. Özellikle tasdik sonrası ödeme planlarının hazırlanması, uygulanması ve denetlenmesi aşamalarında yapılacak küçük bir hata, hem borçlunun mali rehabilitasyonunu hem de alacaklıların alacaklarını tehlikeye atabilir. Bu nedenle, sürecin başından sonuna kadar uzman bir konkordato avukatı ile çalışmak büyük önem taşır.

İstanbul, özellikle de Tuzla, Pendik, Kartal, Maltepe, Gebze ve Çayırova gibi ticari ve sanayi faaliyetlerinin yoğun olduğu bölgelerde konkordato davaları sıkça görülmektedir. Bu bölgelerde faaliyet gösteren işletmeler, deneyimli bir konkordato avukatının desteğiyle ödeme planlarını mevzuata uygun biçimde hazırlayabilir, mahkeme ve alacaklı ilişkilerini profesyonelce yönetebilir ve sürecin başarıyla sonuçlanmasını sağlayabilir.

Kısacası, konkordato süreci yalnızca bir borç erteleme değil; doğru yönetildiğinde şirketin yeniden doğuşunu sağlayan bir fırsattır. Bu fırsatın hukuken güvenli bir şekilde yürütülebilmesi için konkordato alanında uzman bir avukatın rehberliği zorunludur.

Read More

Kasım 2025 Kira Artış Oranı Belli Oldu! Zam Ne Kadar?

Kiralık konut veya işyeri olan milyonlarca kişi için merakla beklenen açıklama geldi.
Kasım 2025 kira artış oranı belli oldu! TÜİK’in Ekim ayı enflasyon rakamlarını açıklamasıyla birlikte, bu ay kiralara uygulanabilecek yasal zam oranı da netleşti.

Kasım 2025 Kira Artış Oranı Ne Kadar Oldu?

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre:

Ekim 2025 yıllık enflasyon oranı: %32,87

12 aylık ortalama TÜFE (kira artışında esas alınan oran): % 37,15

TÜİK verileriyle Kasım 2025 kira artış oranı açıklandı. Ev ve iş yerlerine yapılacak yasal zam oranı % 37,15 oldu. Buna göre, Kasım 2025 ayında yenilenecek kira sözleşmelerinde ev sahipleri en fazla % 37,15 oranında zam yapabilecek. Bu oran hem konut kiraları hem işyeri kiraları için geçerli.

Önemli Not: Ev sahipleri bu oranın altında artış yapabilir, ancak üzerinde zam yasal olarak geçerli değildir.

Kira Artış Hesaplama (Kasım 2025)

Formül: Yeni kira = Eski kira + (Eski kira × %37,15)

Örnekler:

Mevcut Kira (TL)Artış OranıYeni Kira (TL)
20.000% 37,1527.430 TL
30.000% 37,1541.145 TL

Bu yöntem, Kasım 2025 döneminde yenilenecek tüm kira sözleşmeleri için geçerlidir.

Kira Zammı Nasıl Belirleniyor?

Kira artış oranı, Türk Borçlar Kanunu ve güncel düzenlemelere göre her ay TÜİK tarafından açıklanan TÜFE’nin 12 aylık ortalaması üzerinden hesaplanır.
2022–2024 döneminde uygulanan %25 üst sınır artık sona erdi; dolayısıyla 2025’te kira zamları yeniden TÜFE ortalamasına bağlanmıştır.

Ev sahipleri, yalnızca TÜFE’nin 12 aylık ortalamasını aşmamak koşuluyla zam yapabilir.
Sözleşmede “TÜFE + X%” gibi hükümler bulunsa bile toplam oran bu sınırı geçemez.

Kasım 2025 Kira Artışında En Çok Merak Edilenler

Kasım 2025 kira artış oranı yüzde kaç?
37,15 % (TÜFE 12 aylık ortalaması)

Bu oran sadece konut için mi, işyeri için de geçerli mi?
Evet, her ikisi için de geçerlidir.

Ev sahibi %40 zam isterse ne olur?
Yasal sınır %37,15 ’dır; fazlası geçerli olmaz, kiracı itiraz edebilir.

Kira sözleşmemde ‘TÜFE + %5’ yazıyor, ne olacak?
Toplam artış % 37,15’yı geçemez; bu oran üst sınırdır.

Kira artışı her ay değişiyor mu?
Evet, her ay TÜİK tarafından açıklanan enflasyon verilerine göre 12 aylık ortalama güncellenir.

Kira tespit davasında bu oran geçerli midir?
Mahkeme, TÜFE 12 aylık ortalamasını dikkate alır; bu oran üst sınırdır.

Ev sahibi zam yapmazsa sorun olur mu?
Hayır, zam yapmak zorunlu değildir; taraflar anlaşarak sabit kira belirleyebilir.

Kiracı zammı kabul etmezse ne olur?
Ev sahibi yazılı ihtar gönderebilir; ancak yasal sınırı aşan artış dava konusu yapılabilir.

Sonuç: Kasım 2025’te Kira Artışı Üst Sınır %

TÜİK’in açıkladığı son verilerle, Kasım 2025’te ev ve işyeri kiralarında yapılabilecek en yüksek artış oranı % 37,15 olmuştur. Ev sahip leri bu sınırı aşamaz, kiracılar da bu oran üzerinden artış yapılmasını talep edebilir. Yeni dönemde kira sözleşmenizi yenilemeden önce, sözleşme maddelerinizi ve TÜİK verilerini mutlaka kontrol edin.

Read More

Boşanmada kusurlu eş nafaka alabilir mi? Yargı Kararları Işığında Yoksulluk Nafakasının Şartları

Giriş

Boşanmada kusurlu eş nafaka alabilir mi? Bu çalışma, yoksulluk nafakasının şartlarını Türk Medeni Kanunu (TMK) ve Yargıtay’ın yerleşik içtihatları çerçevesinde analiz etmek amacıyla hazırlanmıştır. İncelenen yargı kararları, yoksulluk nafakasının yasal dayanağını, “yoksulluk” kavramının yargısal yorumunu, kusur durumunun etkisini, asgari ücret gibi gelirlerin nafaka hakkına tesirini ve nafakanın amacını detaylı bir şekilde ortaya koymaktadır. Çalışma, bu unsurları sistematik bir biçimde ele alarak konuya ilişkin bütüncül bir perspektif sunmaktadır.

1. Nafaka Yasal Şartlar ve Yargısal Uygulama

İncelenen tüm kararlarda yoksulluk nafakasının temel çerçevesi TMK’nın 175. maddesiyle çizilmektedir: “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.” (Yargıtay HGK, 2022/150 E., 2023/406 K.). Yargı kararları bu maddenin uygulanmasında dört temel unsurun varlığını aramaktadır:

Talep: Yoksulluk nafakasına hükmedilebilmesi için mutlaka bir talep bulunmalıdır (Yargıtay HGK, 2003/280 E., 2003/274 K.).

Boşanma Yüzünden Yoksulluğa Düşme: Nafaka talep eden tarafın, boşanma olmasaydı düşmeyeceği bir yoksulluk durumuna boşanma nedeniyle düşmesi veya düşme tehlikesiyle karşılaşması gerekir. Bu şart, nafakanın en temel unsurudur. Mahkemeler, bu durumu tespit etmek için tarafların gelir ve malvarlıklarına ilişkin kapsamlı bir araştırma yapmak zorundadır (Yargıtay 2. HD, 2024/252 E., 2024/1159 K.). Yoksulluk durumunun değerlendirilmesi, boşanma kararının kesinleştiği an itibarıyla yapılır (Yargıtay 2. HD, 2023/9137 E., 2023/6314 K.).

Kusurun Daha Ağır Olmaması: Talep eden tarafın boşanmaya neden olan olaylarda kusursuz olması veya kusurunun diğer eşten daha ağır olmaması şarttır. Eşit kusur halinde dahi yoksulluk nafakasına hükmedilebilir. Ancak boşanmada tam veya ağır kusurlu olan taraf, diğer şartlar oluşsa bile yoksulluk nafakası alamaz (Yargıtay HGK, 2017/1006 E., 2019/1132 K.).

Nafaka Yükümlüsünün Mali Gücü: Nafaka, yükümlünün mali gücü oranında belirlenir. Bu nedenle, nafaka ödeyecek tarafın da bu nafakayı karşılayabilecek ekonomik güce sahip olması gerekir (Yargıtay HGK, 2020/28 E., 2022/1392 K.).

2. “Yoksulluk” Kavramının Değerlendirilmesi ve Gelirin Etkisi

Yargıtay, yoksulluk kavramını statik bir gelir seviyesine bağlamamaktadır. Yoksulluk, günün ekonomik koşulları ile birlikte, tarafların sosyal ve ekonomik durumları ve yaşam tarzları değerlendirilerek takdir edilmelidir.” (Yargıtay 3. HD, 2013/3138 E., 2013/4994 K.). Bu dinamik yaklaşım, özellikle asgari ücretle çalışan kişilerin durumunda önem kazanmaktadır.

Yargıtay’ın istikrar kazanmış görüşüne göre, “asgari ücret seviyesinde gelire sahip olunması yoksulluk nafakasının bağlanmasını olanaksız kılan bir olgu olarak kabul edilmemektedir” (Yargıtay HGK, 2017/1036 E., 2019/1147 K.). Zira asgari ücret, kişinin temel ihtiyaçlarını karşılamaya ancak yetmekte olup, evlilik birliği sırasındaki yaşam standardını sürdürmeye veya kişiyi yoksulluktan tamamen kurtarmaya yeterli görülmemektedir. Ancak bazı kararlarda, asgari ücretli bir gelire sahip olan ve kira gibi ek bir gideri bulunmayan tarafın yoksulluğa düşmeyeceği sonucuna varıldığı da görülmektedir (Yargıtay HGK, 2017/2671 E., 2021/808 K.). Bu durum, her somut olayın kendi koşulları içinde değerlendirilmesi gerektiğini göstermektedir. Benzer şekilde, geçici işlerde çalışmak veya yetim aylığı gibi ek gelirlerin varlığı da nafakanın tamamen kaldırılmasını gerektirmeyip, miktarının indirilmesinde bir etken olarak kabul edilebilmektedir (Yargıtay 3. HD, 2015/9825 E., 2015/13574 K.; Yargıtay HGK, 2017/1025 E., 2019/1135 K.).

3. Yoksulluk Nafakanın Süresi, Miktarı ve Ödeme Şekli

TMK 175. madde uyarınca yoksulluk nafakası kural olarak “süresiz”dir. Mahkemenin nafakayı belirli bir süre ile sınırlandırması hatalı bulunmaktadır (Yargıtay 2. HD, 2024/7203 E., 2025/3258 K.). Nafaka, TMK 176. maddede sayılan hallerde (yeniden evlenme, taraflardan birinin ölümü, yoksulluğun ortadan kalkması vb.) sona erer.

Nafakanın miktarı belirlenirken TMK’nın 4. maddesindeki hakkaniyet ilkesi gözetilir. Tarafların sosyal ve ekonomik durumları, ihtiyaçları ve yükümlünün ödeme gücü bir bütün olarak değerlendirilir.

Yargı kararları, nafakanın ödeme şekli konusunda da mahkemelere takdir yetkisi tanındığını vurgulamaktadır. TMK 176. madde uyarınca nafaka, aylık irat şeklinde veya toptan ödenebilir. Mahkemeler, “tarafların ekonomik ve sosyal durumları, evlilikte geçen süre ve yaşları, ortak çocukların bulunmayışı ve hakkaniyet ilkesi” gibi faktörleri dikkate alarak toptan ödeme seçeneğini de değerlendirmelidir. Bu hususun değerlendirilmemesi, Yargıtay tarafından bir bozma sebebi olarak kabul edilmektedir (Yargıtay 2. HD, 2023/9752 E., 2024/6014 K.).

Sonuç

Yargı kararları ışığında yoksulluk nafakası, TMK’nın 175. maddesinde belirtilen yasal şartların yanı sıra, Yargıtay içtihatlarıyla şekillenen ve hakkaniyet ilkesine dayanan bir kurumdur. Nafakaya hükmedilebilmesi için talep eden tarafın boşanma yüzünden yoksulluğa düşmesi, kusurunun daha ağır olmaması ve nafaka yükümlüsünün mali gücünün bulunması gerekmektedir. Yoksulluk kavramı, her somut olayın özelliklerine, tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına ve günün koşullarına göre hâkim tarafından takdir edilmektedir. Asgari ücretle çalışmak gibi düzenli bir gelire sahip olmak, tek başına nafaka talebini reddetmek için yeterli bir sebep olarak görülmemekte, ancak nafaka miktarının belirlenmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Mahkemelerin, bu şartları değerlendirirken kapsamlı bir araştırma yapması ve nafakanın ödeme şekli (irat veya toptan) konusunda da bir değerlendirmede bulunması zorunludur. Bir makale önerisi.

Neden Uzman Boşanma Avukatı Desteği Gerekli?

Yoksulluk nafakası, hem hukuki hem de ekonomik boyutlarıyla oldukça karmaşık bir konudur.
Kusur tespiti, gelir durumunun araştırılması, delillerin doğru sunulması ve yargı içtihatlarının doğru yorumlanması, tecrübeli bir boşanma avukatı desteği olmadan çoğu zaman hatalı sonuçlara yol açabilmektedir.

İstanbul, özellikle de Tuzla, Pendik, Tepeören, Maltepe, Kartal, Çayırova ve Gebze gibi bölgelerde boşanma davalarına bakan mahkemelerde, her dosyanın kendine özgü özellikleri nedeniyle uzman desteği büyük önem taşır.
Bir İstanbul boşanma avukatı veya Tuzla boşanma avukatı, hem yerel mahkeme uygulamalarını hem de güncel Yargıtay içtihatlarını takip ederek, yoksulluk nafakası taleplerinin doğru şekilde yürütülmesini sağlar.

Bu nedenle, boşanma sürecinde hak kaybı yaşamamak, nafaka miktarının doğru belirlenmesini sağlamak ve süreci hukuka uygun biçimde yürütmek için uzman bir boşanma avukatıyla çalışmak büyük önem taşımaktadır.
2M Hukuk Avukatlık Bürosu olarak İstanbul Anadolu yakası başta olmak üzere Tuzla, Pendik, Kartal, Gebze ve çevresinde nafaka davaları, mal paylaşımı, velayet ve boşanma süreci danışmanlığı alanlarında profesyonel hukuki destek sağlamaktayız.

Read More

Mal Ayrılığı Sözleşmesine Rağmen Boşanmada Eşler Birbirinden Katkı Payı Alabilir Mi?

Giriş

Bu çalışma, eşler arasında usulüne uygun olarak akdedilmiş bir mal ayrılığı sözleşmesi bulunmasına rağmen, boşanma sürecinde veya sonrasında tarafların birbirlerinden talepte bulunup bulunamayacağı sorusunu, sunulan Yargıtay kararları ışığında analiz etmektedir. İnceleme, mal ayrılığı rejiminin talepler üzerindeki etkisini, taleplerin türüne göre (mal rejiminden kaynaklanan alacaklar ve boşanmanın fer’i niteliğindeki talepler) ayrıştırarak, bu taleplerin ileri sürülebilme usul ve şartlarını ortaya koymaktadır.

1. Mal Ayrılığı Sözleşmesinin Mal Rejiminden Kaynaklanan Talepler Üzerindeki Etki

Yargıtay kararları, usulüne uygun olarak (genellikle noter aracılığıyla) yapılmış mal ayrılığı sözleşmelerinin hukuki geçerliliğini ve bağlayıcılığını kabul etmektedir. Bu tür bir sözleşme, eşlerin evlilik birliği içinde edindikleri malların kendi kişisel malları sayılmasını ve boşanma halinde mal paylaşımına tabi tutulmamasını sağlar.

Sözleşmenin Kapsamı ve Feragat: Bir sözleşme, sadece mal ayrılığı rejimini seçmekle kalmayıp, aynı zamanda önceki mal rejimlerinden doğan haklardan da açıkça feragat içeriyorsa, mal rejimi tasfiyesi davasının reddedilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2024/5365 sayılı kararında bu durum açıkça belirtilmiştir:”…tarafların mal ayrılığı sözleşmesini seçtikten sonra önceki mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklı haklarından açıkça feragat ettikleri…”

Katkı Payı Alacağı Hakkı: Mal ayrılığı rejiminin temel mantığına rağmen, Yargıtay içtihatları ile geliştirilen “katkı payı alacağı” kurumu önemli bir istisna teşkil etmektedir. Bu hak, bir eşin, diğer eşin mülkiyetindeki bir malın edinilmesine veya iyileştirilmesine yaptığı maddi katkının karşılığını talep etmesine olanak tanır. Hukuk Genel Kurulu’nun 2021/1492 sayılı kararında bu alacağın şartları detaylandırılmıştır: “Katkı payı alacağı… evlilik birliği devam ederken bir eşe ait mal varlığının edinilmesine, iyileştirilmesine veya korunmasına diğer eşin para ya da para ile ölçülebilen maddi veya hizmet değeriyle katkısının karşılığı olmak üzere hesaplanan mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklı alacak türüdür.” Bu talebin kabulü için katkının ispatlanması şarttır. İspat yükü, katkıda bulunduğunu iddia eden eştedir. Düzenli bir gelire sahip olmak ve çalışmak, katkının varlığına dair bir karine oluşturabilir (HGK-2023/1238).

2. Mal Ayrılığı Sözleşmesinde Boşanmanın Fer’i Niteliğindeki Talepler (Nafaka ve Tazminat)

Mal ayrılığı sözleşmesi, boşanmanın mali sonuçlarından olan yoksulluk nafakası ile maddi ve manevi tazminat taleplerini etkilemez. Bu talepler, mal rejiminden bağımsızdır ve kendi özel koşullarına göre değerlendirilir. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2024/3041 sayılı kararı bu ilkeyi net bir şekilde ortaya koymaktadır: > “…hukukumuzda ileride nafaka ve tazminat talep etmeden boşanacağına dair yapılan sözleşmelerin hukuki dayanağının olmadığı, doğmamış haktan feragat edilemeyeceği…

Bu doğrultuda, bir eş mal ayrılığı sözleşmesi imzalamış olsa dahi, boşanma yüzünden yoksulluğa düşecekse yoksulluk nafakası veya boşanmaya neden olan olaylarda diğer eşin kusuru varsa maddi/manevi tazminat talep etme hakkını saklı tutar.

3. Anlaşmalı Boşanma Protokolleri ve Feragatin Kapsamı

Uygulamada en çok uyuşmazlığa neden olan konulardan biri, anlaşmalı boşanma protokollerinde yer alan genel ifadelerin mal rejimi tasfiyesini kapsayıp kapsamadığıdır.

Geniş Yorum: Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2013/1601 sayılı kararında, protokeldeki “tarafların mal talepleri yoktur” şeklindeki genel ifadenin, mal rejiminden kaynaklanan alacak taleplerini de kapsadığı ve bu yönde bir feragat teşkil ettiği kabul edilmiştir.

Dar ve Açık Yorum (Ağırlıklı Görüş): Buna karşın, çok sayıda Yargıtay 8. Hukuk Dairesi kararı ve HGK kararındaki karşı oy, bu görüşün aksini savunmaktadır. Bu görüşe göre, mal rejimi tasfiyesi boşanmanın bir eki (fer’i) değildir ve bağımsız bir davadır. Bu nedenle, bu haktan feragat edilebilmesi için feragatin son derece açık olması gerekir. Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 2012/5314 sayılı kararında bu şart şöyle ifade edilmiştir: “Mal rejiminden kaynaklanan istekler boşanmanın eki niteliğinde istekler olmadığından anlaşma ya da protokol, mal rejimlerini de kapsıyor ise bu taktirde taşınır ve taşınmaz mal niteliğinde bulunan katkı payı ya da artık değere konu olan bu tür eşyaların açık bir biçimde tek tek, bentler halinde protokolde yer alması gerekir.” Bu görüş, “doğmayan haktan feragat olmaz” ilkesiyle de desteklenmektedir. Zira katılma alacağı gibi haklar, boşanma kararının kesinleşmesiyle muaccel hale gelir ve bu tarihten önce yapılan genel feragat beyanları geçersiz kabul edilebilir (Yargıtay 8. HD – 2014/11905).

Sonuç

Mal ayrılığı sözleşmesi, eşlerin boşanma sırasındaki malvarlığı taleplerini tamamen ortadan kaldıran mutlak bir engel değildir. Raporun dayandığı yargı kararları ışığında şu sonuçlara varılmıştır:

Nafaka ve Tazminat Talepleri: Mal ayrılığı sözleşmesi, yoksulluk nafakası ile maddi ve manevi tazminat taleplerini engellemez. Bu haklardan önceden feragat edilemez.

Mal Rejimi Talepleri: Sözleşme, edinilmiş mallara katılma rejiminden kaynaklanan “katılma alacağı” gibi talepleri kural olarak engeller. Ancak bu engelin de istisnaları vardır.

Katkı Payı Alacağı: En önemli istisna, bir eşin diğerinin malvarlığına yaptığı kanıtlanabilir maddi katkıları talep edebilmesidir. Bu hak, mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu dönemler için dahi Yargıtay tarafından tanınmaktadır.

Feragatin Açıklığı: Anlaşmalı boşanma protokollerinde veya mal rejimi sözleşmelerinde mal rejiminden kaynaklanan haklardan feragat edildiğine dair hükümlerin geçerli olabilmesi için, bu feragatin son derece açık, net, koşulsuz ve hangi malvarlığı değerlerini kapsadığını belirtecek şekilde yapılması gerekmektedir. Genel ve muğlak ifadeler, Yargıtay’ın ağırlıklı görüşüne göre feragat olarak yorumlanmamaktadır.

Sonuç olarak, bir mal ayrılığı sözleşmesinin varlığı, her türlü talebin reddedileceği anlamına gelmemekte; her bir talep, niteliğine, sözleşmenin ve/veya protokolün içeriğindeki ifadelerin açıklığına ve Yargıtay’ın konuya ilişkin güncel içtihatlarına göre ayrı ayrı değerlendirilmelidir. Bir yazı önerisi.

Neden Uzman Avukat Desteği Gerekli?

Mal rejimi, katkı payı alacağı, nafaka ve tazminat gibi talepler, hem Türk Medeni Kanunu hükümleri hem de Yargıtay içtihatları doğrultusunda teknik bilgi ve dikkatli bir hukuki analiz gerektiren karmaşık alanlardır. Özellikle mal ayrılığı sözleşmesi yapılmış eşler açısından, hangi hakların tamamen ortadan kalktığı, hangilerinin ise korunmaya devam ettiği, çoğu zaman ancak uzman bir avukatın profesyonel değerlendirmesi ile netleşir.

Boşanma veya mal rejimi tasfiyesi aşamasında yapılan hatalı beyanlar, yanlış yorumlanan protokoller veya eksik düzenlenen feragat hükümleri, geri dönüşü zor hak kayıplarına yol açabilmektedir. Bu nedenle, özellikle İstanbul, Tuzla, Kartal, Pendik, Gebze, Tepeören ve Bayramoğlu gibi bölgelerde aile hukuku ve mal rejimleri alanında deneyimli bir avukat desteği almak, sürecin doğru yönetilmesi açısından büyük önem taşır.

Mal rejimi sözleşmesi veya katkı payı alacağı davası gibi konularda, yalnızca mevzuatı bilmek değil, aynı zamanda Yargıtay’ın güncel içtihatlarını yorumlayabilmek gerekir. Bu sebeple, her dosyanın kendi özelliklerine göre stratejik bir yaklaşımla ele alınması, hak kayıplarının önlenmesi ve adil bir sonuç elde edilmesi için uzman avukat desteği kaçınılmazdır.

Read More

Gemi Adamı Ücretlerinin Zamanında Ödenmemesi Halinde Başvurulabilecek Hukuki Yollar Nelerdir?

Giriş

Bu çalışma, gemi adamlarının ücretlerinin işveren tarafından zamanında, tam veya hiç ödenmemesi durumunda sahip oldukları hukuki hakları ve başvurabilecekleri yolları, sunulan literatür kaynakları çerçevesinde analiz etmektedir. Ücret, iş sözleşmesinin asli unsurlarından biri olup, işverenin en temel borcunu teşkil eder. Karşılıklı borç doğuran iş sözleşmesinde işçinin iş görme ediminin karşılığı olan ücret, iş sözleşmesinin asli unsurlarından biri olarak işçinin en temel alacağı, işverenin ise işçiye karşı öncelik taşıyan en temel borcudur. Deniz İş Kanunu (DİK) ve ilgili diğer mevzuat, gemi adamının bu temel hakkını korumak amacıyla çeşitli mekanizmalar öngörmüştür.

1. Gemi Adamının İş Sözleşmesinin Haklı Nedenle Feshi (DİK m. 14)

Gemi adamının ücretinin ödenmemesi, Deniz İş Kanunu’nun 14. maddesinin II. bendi uyarınca haklı nedenle derhal fesih imkânı tanır.

Fesih Sebebinin Kapsamı: Fesih hakkı, sadece ücretin hiç ödenmemesi durumunda değil, aynı zamanda eksik veya geç ödenmesi halinde de doğar. Muaccel ücretin, yalnızca hiç ödenmemesi değil; aynı zamanda kısmen ödenmesi durumu da haklı fesih için yeterlidir. Asgari ücretin altında ödeme yapılması da bu kapsamda değerlendirilir.

“Geniş Anlamda Ücret” Kavramı: Fesih hakkı sadece temel (çıplak) ücret için değil, geniş anlamda ücret olarak kabul edilen tüm istihkaklar için geçerlidir. Hüküm gereğince gemi adamının derhal fesih hakkı sadece çıplak ücreti kapsamamakta olup, ‘ikramiye, prim, fazla mesai, hafta tatili, genel tatil gibi alacaklarının ödenmemesi durumunda’ da haklı nedenle fesih hakkına sahiptir. Giydirilmiş ücretin tam ödenmemesi ve eksik ödenmesi, iş sözleşmesinin ve kanun hükümlerinin ihlali anlamına gelmektedir.

Fesih Hakkının Kullanılmasında Dürüstlük Kuralı: Ücretin ödenmesindeki her gecikme, otomatik olarak haklı fesih nedeni sayılmayabilir. İşverenin kastı veya ağır ihmali olmaksızın yaşanan kısa süreli ve istisnai gecikmelerde, hakkın kötüye kullanılıp kullanılmadığı dürüstlük kuralı çerçevesinde değerlendirilmelidir. Unutkanlık ya da havalenin geç iletilmesi gibi işverenin ücretin ödenmesinde gecikmesi hali haklı nedenlerle fesih sebebi sayılmayacaktır. Burada katı bir uygulama bulunmayıp ücretlerin geç ödenmesi durumunda haklı feshin sınırını iyiniyet ve dürüstlük kuralları belirleyecektir. Ancak Yargıtay, ücret ödemelerindeki düzensizliğin sürekli hale gelmesini (temadi etmesini) haklı fesih için yeterli görmektedir.

Feshin Sonucu: Haklı nedenle sözleşmeyi fesheden gemi adamı, şartları oluşmuşsa kıdem tazminatına hak kazanır.

2. Gemi Adamının Ücret Alacağının Dava ve İcra Yoluyla Talep Edilmesi

Gemi adamı, iş ilişkisini sonlandırmadan da ücret alacağını talep etme hakkına sahiptir. Bu, özellikle işini kaybetme endişesi taşıyan çalışanlar için bir alternatiftir.

Hukuki Yollar: İşverenin ücret ödeme borcunu ifa etmekte direnmesi karşısında işçi, ilamsız icra takibi yoluna girişebilecek yahut açacağı bir eda davasıyla ücretinin işverenden tahsilini talep edebilecektir.

Uygulamadaki Zorluklar: Literatür, işçilerin işlerini kaybetme korkusuyla bu yola başvurmaktan çekindiklerini vurgulamaktadır. Ayrıca, dava ve takip masrafları ile alacağın ne zaman tahsil edileceğinin belirsizliği de caydırıcı bir etken olabilmektedir.

3. Gemi Alacaklısı Hakkı ve Diğer Güvenceler

Deniz ticaret hukukunun özgün yapısı, gemi adamı alacaklarına özel bir koruma sağlamaktadır.

Gemi Alacağı Niteliği: Gemi adamlarının “gemide çalışmaları dolayısıyla ödenecek ücretlerle, onlara ödenmesi gereken diğer tutarlara ilişkin istemler” TTK m. 1320/1 uyarınca gemi alacağı sayılır ve bu alacaklar kanuni rehin hakkı ile teminat altına alınmıştır. Bu hak, gemi adamına geminin cebri icra yoluyla satılması halinde satış bedelinden öncelikli olarak alacağını tahsil etme imkânı tanır.

Kapsamı: Bu hak, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı ve fazla çalışma ücretleri gibi tüm işçilik alacaklarını kapsar (.

4. İşverene Yönelik İdari Yaptırımla

Devlet, ücret ödeme borcunun ihlalini sadece gemi adamı ile işveren arasındaki bir sorun olarak görmemekte ve kamu düzeni adına idari yaptırımlar uygulamaktadır.

İdari Para Cezaları: DİK m. 51, ücreti zamanında ve tam olarak ödemeyen işveren veya işveren vekiline yönelik ciddi para cezaları öngörmektedir. “…bu durumda olan her gemiadamına karşılık, ödemediği meblağ veya temin ile mükellef olduğu iaşenin tekabül ettiği bedelin, bin Türk Lirasından aşağı olmamak üzere iki katı tutarında idari para cezası verilir.” Eylemin yurtdışında gerçekleşmesi halinde ceza iki katına çıkmaktadır.

Ücretin Banka Yoluyla Ödenmesi Zorunluluğu: Beş veya daha fazla gemi adamı çalıştıran işverenlerin, ücret ve diğer istihkakları banka kanalıyla ödemesi zorunludur. Bu kurala uymayan işveren veya vekiline, her bir gemi adamı için ayrıca idari para cezası uygulanır..

Sonuç

Sunulan literatür kaynakları ışığında, gemi adamının ücret alacağının ödenmemesi durumunda hem iş sözleşmesinden hem de deniz ticaret hukuku ve idare hukukundan kaynaklanan güçlü koruma mekanizmalarına sahip olduğu görülmektedir. Gemi adamı;

Ücretin hiç, eksik veya geç ödenmesi durumunda Deniz İş Kanunu m. 14 uyarınca iş sözleşmesini haklı nedenle feshederek kıdem tazminatı gibi haklarını talep edebilir.

İş ilişkisini sürdürürken ödenmeyen alacakları için dava açma veya icra takibi başlatma yoluna gidebilir.

Alacağının “gemi alacağı” niteliği taşıması sayesinde, gemi üzerinde kanuni rehin hakkına sahip olup, alacağını öncelikli olarak tahsil etme imkânı bulabilir.

Ayrıca, ücret ödeme borcunu ihlal eden işveren, her bir gemi adamı için ayrı ayrı hesaplanan ve önemli tutarlara ulaşabilen idari para cezaları ile karşı karşıya kalmaktadır. Bu çok yönlü koruma, gemi adamının en temel hakkı olan ücret alacağının güvence altına alınmasını amaçlamaktadır. Bir yazı önerisi.

Neden Uzman Deniz İş Hukuku Avukatı Desteği Gereklidir?

Gemi adamlarının ücret, tazminat ve alacak hakları; hem Deniz İş Kanunu hem de Türk Ticaret Kanunu kapsamında özel koruma altındadır. Ancak bu alandaki uyuşmazlıklar, çoğu zaman hem iş hukuku hem de deniz ticaret hukuku boyutuyla karmaşık bir nitelik taşır. Bu nedenle, İstanbul, Tuzla, Pendik, Kartal, Gebze ve tersane bölgelerinde faaliyet gösteren gemi adamları için uzman bir deniz iş hukuku avukatı desteği son derece önemlidir.

Uygulamada, ücretlerin ödenmemesi veya eksik ödenmesi durumunda hangi yolun izleneceği, iş sözleşmesinin haklı nedenle feshi mi yoksa icra takibi mi daha uygun olacağı, davanın hangi mahkemede açılması gerektiği gibi konular profesyonel hukuki değerlendirme gerektirir. Ayrıca, gemi alacağı niteliği taşıyan ücretlerin öncelikli tahsili, doğru ve zamanında yapılan başvurularla mümkündür.

Tersanelerde ve liman bölgelerinde yaşanan ücret anlaşmazlıklarında, deniz iş hukuku alanında deneyimli bir avukat, sürecin başından sonuna kadar hem işçinin haklarını korur hem de alacakların kısa sürede tahsil edilmesini sağlar.

Eğer siz de İstanbul, Tuzla, Pendik, Kartal, Gebze veya tersane bölgesinde çalışan bir gemi adamı iseniz ve ücretlerinizle ilgili hukuki sorun yaşıyorsanız, alanında uzman bir avukattan profesyonel destek almanız hak kaybı yaşamamanız açısından büyük önem taşır.

Read More

Yabancılar İçin İdari Gözetim Kararına İtiraz Süreci ve Başvuru Usulleri Nelerdir?

Giriş

6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu (YUKK) öncesi dönemde, yabancıların idari gözetim altına alınmasına ilişkin yasal bir çerçeve bulunmaması, özellikle bu tedbire karşı etkili bir itiraz yolunun öngörülmemiş olması önemli bir hukuki boşluk yaratmaktaydı. Bu eksiklik, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından da birçok kararda Türkiye aleyhine ihlal kararı verilmesine neden olmuştur. YUKK’un yürürlüğe girmesiyle birlikte idari gözetim kararına karşı bir itiraz mekanizması kurulmuş ve bu hak yasal güvence altına alınmıştır. Bu çalışmada, mevcut literatürdeki paragraflar ışığında idari gözetime karşı itiraz hakkının nasıl kullanılacağını, başvuru mercii, süreleri ve sürecin işleyişini detaylı olarak incelemektedir.

1.İdari Gözetim Kararına İtiraz Hakkı ve Başvuru Mercii

Literatür, idari gözetim kararının niteliği itibarıyla bir idari işlem olduğunu kabul etmekle birlikte, bu karara karşı itiraz merciinin genel idari yargıdan farklı olarak özel olarak belirlendiğini vurgulamaktadır. İdari gözetim kararı, “kamu kurumu olan valiliklerce verilmesi, idarenin bu işlem neticesinde gözetim altına alınacak kişiden bağımsız olarak tek taraflı olarak vermesi, bu işlemin re’sen uygulanması” gibi unsurları taşıması nedeniyle bir idari işlemdir. Ancak bu idari işleme karşı başvuru yolu, idare mahkemeleri değil, sulh ceza hâkimlikleridir.

YUKK m.57/6 ve m.68/7 uyarınca, “idari gözetim altına alınan kişi veya yasal temsilcisi ya da avukatı, idari gözetim kararına karşı sulh ceza hâkimine başvurabilir”. Bu düzenlemenin gerekçesi olarak, “denetimin etkili olabilmesi için Türkiye’de sulh ceza mahkemelerinin idare mahkemelerine göre daha yaygın olması gösterilmiştir”. Bu durum, doktrinde eleştirilmekle birlikte, kanun koyucunun etkin bir denetim sağlama amacını yansıtmaktadır.

2. İdari Gözetim Kararına Başvuru Süresi

İdari gözetim kararına karşı sulh ceza hâkimliğine yapılacak itiraz için kanunda belirli bir süre öngörülmemiştir. Bu durum, literatürde net bir şekilde ifade edilmektedir: “İdarî gözetim kararına karşı sulh ceza hâkimliğine yapılacak itirazlar, YUKK’ta bir süreye bağlanmamıştır. Dolayısıyla, YUKK’ta belirtilen süreler dâhilinde idarî gözetim altında tutulan her an, idarî gözetim kararına itiraz edebilecektir” . Bu esneklik, kişi özgürlüğünü kısıtlayan bu tedbirin devam ettiği her aşamada yargısal denetime tabi tutulabilmesini sağlamaktadır.

3. İdari Gözetim Kararına İtiraz Sürecinin İşleyişi

İtiraz süreci, yabancının adalete erişimini kolaylaştıracak şekilde düzenlenmiştir:

Başvuru Yapanlar: İtiraz, idari gözetim altına alınan kişi, yasal temsilcisi veya avukatı tarafından yapılabilir

Başvuru Usulü: Dilekçe doğrudan yetkili sulh ceza hâkimliğine verilebileceği gibi, idareye de sunulabilir. “Dilekçenin idareye verilmesi hâlinde, dilekçe yetkili sulh ceza hâkimine derhâl ulaştırılır”

İnceleme Süresi: Sulh ceza hâkimi, başvuruyu “beş gün içinde” sonuçlandırmakla yükümlüdür. Ancak bir kaynak, “ilgili valilikten evrakların gönderilmesi gibi işlemler için süre göz önüne alındığında sulh ceza hakiminin 5 gün içerisinde karar vermesi fiilen mümkün olamamaktadır”

İtirazın Etkisi: Yapılan başvuru, idari gözetim tedbirinin uygulanmasını durdurmaz. “Başvurunun yapılmış olması idari gözetim işlemini durdurmaz”

Bilgilendirme Yükümlülüğü: Yabancının avukat tarafından temsil edilmemesi durumunda, “kararın sonucu, itiraz usûlleri ve süreleri hakkında bilgilendirilecektir”. Bu bilgilendirmenin kişinin anladığı dilde yapılması esastır.

4. Sulh Ceza Hâkimliğinin İnceleme Kapsamı

Sulh ceza hâkimliği, itirazı incelerken yalnızca şekli bir denetim yapmaz, kararın esasını da denetler. Hâkimlik, “kararın alınma usulü, idari gözetimin kanunda öngörülen süreyi aşıp aşmadığı, idari gözetimin ölçülü olup olmadığı, idari gözetimin devamında zaruret bulunup bulunmadığı gibi birçok hususu dikkate almaktadır”. İnceleme, idari işlemin unsurları olan yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden de yapılabilir. Örneğin, “idari gözetim kararının gerekçesinin somut sebeplerle ortaya koyulmadığını, idari gözetimin gerektiğine ilişkin herhangi bir delil ve emare bulunmadığı gerekçesiyle idari gözetim kararının hukuka aykırı olduğuna karar vermiştir” şeklindeki bir mahkeme kararı, bu kapsamlı denetimi göstermektedir.

5. Kararın Niteliği ve Sonraki Hukuki Yollar

Sulh ceza hâkiminin itiraz üzerine verdiği karar YUKK uyarınca kesindir. “Sulh ceza hâkiminin kararı kesindir”. Bu karara karşı başka bir olağan kanun yoluna başvurulamaz.

Ancak bu kesinlik, tüm hukuki yolların tükendiği anlamına gelmez:

Yeniden Başvuru: İtiraz reddedilse dahi, “idari gözetim şartlarının ortadan kalktığı veya değiştiği iddiasıyla yeniden sulh ceza hâkimine başvuru yapılabilir”

Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru: Sulh ceza hâkimliğinin kararının kesin olması, Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) bireysel başvuru yolunu açar. “Sulh ceza hâkimliklerinin idarî gözetim kararına yapılan itirazlara karşı verdiği kararların AYM’ye bireysel başvuru konusu olarak götürülmesi söz konusu olabilecektir”

Tam Yargı Davası: AYM, bireysel başvuruyu incelemeden önce diğer başvuru yollarının tüketilip tüketilmediğini değerlendirmektedir. Hukuka aykırı idari gözetim nedeniyle uğranılan zararın tazmini için idare mahkemesinde tam yargı davası açılması bir ön koşul olarak görülebilmektedir. “AYM kişi özgürlüğü ve güvenliği ihlali iddialarına ilişkin güncel kararlarında; … idari gözetim kararı kaldırıldıktan sonra tam yargı davası açılmadan AYM’ye bireysel başvuru yapılması hâlinde başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle başvurunun kabul edilemez olduğuna karar vermektedir”

Sonuç

Literatürdeki kaynaklar, YUKK ile birlikte idari gözetime karşı etkili bir itiraz mekanizmasının kurulduğu konusunda hemfikirdir. Bu hak, idari gözetim altında tutulan yabancı, yasal temsilcisi veya avukatı tarafından, herhangi bir süreye tabi olmaksızın, gözetim devam ettiği sürece kullanılabilir. Başvuru mercii, idari işlemin niteliğine aykırı gibi görünse de kanun koyucunun etkin denetim amacıyla belirlediği sulh ceza hâkimliğidir. Sulh ceza hâkimi, başvuruyu 5 gün içinde esastan inceleyerek karara bağlar ve bu karar kesindir. Başvurunun idari gözetimi durdurmaması önemli bir usuli özelliktir. Sulh ceza hâkimliğinin kesin kararı sonrası, şartların değişmesi halinde yeniden başvuru veya Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolları açıktır. Ancak AYM’ye başvurudan önce, hukuka aykırılık iddiasına dayalı bir zararın tazmini için idare mahkemesinde tam yargı davası açma yolunun tüketilmesi gerekebileceği unutulmamalıdır. Bir yazı önerisi.

Neden Uzman Avukat Desteği Gerekli?

İdari gözetim kararına karşı başvuru süreci, şekli olarak sade görünse de, özgürlük ve güvenlik hakkı gibi temel insan haklarını doğrudan ilgilendirdiği için son derece karmaşık bir hukuki süreçtir. Özellikle İstanbul, Tuzla Geri Gönderme Merkezi, Kartal, Pendik, Tepeören, Gebze, Çayırova ve Darıca gibi bölgelerde fiilen idari gözetim altında bulunan yabancıların, sürecin teknik detaylarını bilmemesi, dil engeli ve hukuki terminolojiye hâkim olmaması, hak kayıplarına yol açabilmektedir.

Bu nedenle, uzman bir avukatın sürece dâhil olması hem başvurunun şekli ve içeriği açısından hem de Sulh Ceza Hâkimliği nezdinde etkili bir savunma yapılabilmesi açısından büyük önem taşır.

Birçok durumda, avukatlar itiraz dilekçesini yalnızca “gözetime itiraz” şeklinde sunmakla kalmayıp, aynı zamanda şu hususlarda da savunma stratejisi geliştirir:

İdari gözetim kararının dayandığı somut sebeplerin bulunup bulunmadığı,

Gözetim süresinin kanuni sınırları aşıp aşmadığı,

Alternatif tedbirlerin (idari para cezası, yükümlülük kararı, belirli adreste ikamet gibi) uygulanabilir olup olmadığı,

Gözetim altında tutulan kişinin sağlık, aile birliği veya insani durumlarının dikkate alınıp alınmadığı.

Tuzla Geri Gönderme Merkezi başta olmak üzere, Pendik, Kartal, Tepeören, Gebze, Çayırova ve Darıca çevresinde faaliyet gösteren avukatlar, uygulamada idari gözetim kararlarının gerekçelendirilmesindeki eksiklikleri, iletişim sorunlarını ve sulh ceza hâkimlikleri arasındaki uygulama farklılıklarını yakından bilmektedir. Bu bölgesel bilgi birikimi, hem dilekçenin içeriğinin doğru hazırlanmasını hem de sürecin hızla sonuçlanmasını sağlar.

Ayrıca, itirazın reddedilmesi hâlinde yeniden başvuru, tam yargı davası açılması veya Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru gibi aşamalarda yapılacak hukuki değerlendirmeler, yalnızca konuya hâkim bir hukukçu tarafından sağlıklı biçimde yürütülebilir.

Kısacası, idari gözetim kararına itiraz süreci, yalnızca bir dilekçe vermekten ibaret olmayıp, çok katmanlı bir yargısal denetim mekanizmasını içerir. Bu nedenle, özellikle Tuzla Geri Gönderme Merkezi’nde tutulan yabancılar açısından, deneyimli bir idare hukuku veya yabancılar hukuku avukatının desteği, özgürlüğün geri kazanılması için kritik öneme sahiptir.

Read More

Vasinin Görev ve Yükümlülükleri Nelerdir? Vasi Görevini Kabul Etmek Zorunda mıdır? Vasi görevini ihlal ederse sorumluluk doğar mı?

Giriş

Bu çalışma, vasinin yükümlülükleri, vasi olarak atanma görevini kabul etme zorunluluğu ve bu yükümlülüklerin ihlali durumunda ortaya çıkacak hukuki sonuçlar hakkında sunulan Yargıtay, Bölge Adliye Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi ve ilk derece mahkemesi kararlarının analiziyle hazırlanmıştır. Analiz, Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) ilgili maddeleri çerçevesinde vasilik kurumunun temel sorumluluklarını, bu görevin kabulüne ilişkin yasal mekanizmaları ve görev ihmalinin doğurabileceği yaptırımları ortaya koymayı amaçlamaktadır.

1. Vasinin Yükümlülükleri

Yargı kararları, vasinin sorumluluklarının geniş bir yelpazeyi kapsadığını ve temel amacın vesayet altındaki kişinin menfaatlerini korumak olduğunu tutarlı bir şekilde vurgulamaktadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ve Anayasa Mahkemesi kararlarında bu ilke, TMK’nın ilgili maddelerine atıfla net bir şekilde ortaya konulmuştur: “Vasi kanunda düzenlenen vesayet organlarından biridir ve tayin edildiği küçük veya kısıtlının gerek kişiliği gerekse mal varlığına ilişkin menfaatlerini muhafaza etmek, kısıtlıyı korumak, bütün kişisel işlerinde ona yardım etmek ve hukuki işlemlerinde onu temsil etmekle sorumludur (4721 sayılı Kanun md. 447-448).” (Yargıtay HGK-2022/747-2023/1080) Bu genel çerçeve, “iyi bir yönetimin gerektirdiği özeni gösterme” (Yargıtay 18. HD-2013/11987) ve “mal varlığını iyi bir yönetici gibi özenle yönetme” (Yargıtay HGK-2020/465-2022/1416) yükümlülüğü ile somutlaşmaktadır. İncelenen kararlarda belirtilen spesifik yükümlülükler şunlardır:

Mali Yükümlülükler: Malvarlığı defteri tutmak, yıllık ve kesin hesap raporlarını vesayet makamına sunmak (Yargıtay 18. HD-2013/10045, Yargıtay 2. HD-2022/7890), kısıtlının malvarlığını yönetmek ve gelirini kendisine ödemek.

Temsil ve İzin Yükümlülükleri: Kısıtlıyı hukuki işlemlerde temsil etmek, genel kurullara katılıp oy kullanmak (BAM-İstanbul 43. HD-2022/1065) ve kısıtlının yerleşim yerini değiştirmek gibi önemli kararlar için vesayet makamından izin almak (Yargıtay 5. HD-2024/821).

Kişisel Bakım Yükümlülükleri: Kısıtlının kişisel işlerinde ona yardım etmek, yaşam koşulları ve ihtiyaçlarıyla ilgilenmek, gerektiğinde sağlık raporlarını temin etmek (Yargıtay 5. HD-2023/4969) ve ona “bakmak” (Yargıtay 18. HD-2013/7577).

2. Vasi Olarak Atanma Görevini Kabul Etme Zorunluluğu

İncelenen kararlar, vasilik görevinin bir zorunluluk olmadığını, ancak belirli usullere tabi bir “kaçınma hakkı” olduğunu göstermektedir. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin bir kararında bu hak açıkça ifade edilmiştir: “Türk Medeni Kanunu’nun 422. maddesi uyarınca, ‘vasiliğe atanan kişi, bu durumun kendisine tebliğinden itibaren on gün içinde kaçınma hakkının kullanabilir.'” (Yargıtay 2. HD-2011/7192-2011/19661)

Vasi adayı, ileri sürdüğü kaçınma sebeplerinin (özürlerinin) vesayet makamı tarafından incelenmesini talep edebilir (Yargıtay 18. HD-2013/18520). Ancak, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi’nin bir kararı önemli bir detayı ortaya koymaktadır: TMK m. 423 uyarınca, “vasiliğe atanan kimse atanmasına itiraz edilmiş olsa bile vasiye ait görevleri yerine getirmekle yükümlü olduğu” belirtilmiştir. Bu durum, kaçınma hakkının kullanılmasının veya atamaya itiraz edilmesinin, süreç sonuçlanana kadar görevleri askıya almadığını göstermektedir.

3. Yükümlülüklerin İhlalinin Hukuki Sonuçları

Vasinin görevini ihmal etmesi veya kötüye kullanması durumunda yargı kararlarında en sık atıf yapılan hukuki sonuç, görevden alınmadır. Bu yaptırım, TMK’nın 483. maddesine dayanmaktadır ve neredeyse tüm ilgili kararlarda tekrar edilmiştir: “Vasi, görevini ağır surette savsaklar, yetkilerini kötüye kullanır veya güveni sarsıcı davranışlarda bulunur ya da borç ödemede acze düşerse, vesayet makamı tarafından görevden alınır.” (Bursa BAM 5. HD-2022/2089-2023/74 ve çok sayıda Yargıtay kararı)

Kararlar, görevden almanın sadece vasinin kusurlu davranışlarına bağlı olmadığını da göstermektedir. TMK m. 483/2 uyarınca, “vasinin görevini yapmakta yetersizliği sebebiyle vesayet altındaki kişinin menfaatleri tehlikeye düşerse, vesayet makamı kusuru olmasa bile vasiyi görevden alabilir” (Yargıtay HGK-2024/780). Görevden alma talebi, ayırt etme gücüne sahip kısıtlı veya her ilgili tarafından yapılabileceği gibi, vesayet makamı tarafından re’sen de gerçekleştirilebilir.

Görevden almanın yanı sıra, vasinin mali sorumluluğu da önemli bir hukuki sonuçtur. Yargıtay 18. Hukuk Dairesi’nin bir kararında bu durum net bir şekilde belirtilmiştir: “Vasi, yükümlülüklerini yerine getirmez ve görevini yerine getirirken kusurlu davranışıyla vesayet altındaki kişiye zarar verirse, bu zarardan sorumlu olur.” (Yargıtay 18. HD-2013/10045-2013/11231)

Bu sorumluluk, kısıtlının malvarlığında oluşan zararların tazmini için vasi aleyhine “maddî tazminat davası” açılabilmesine olanak tanır (Yargıtay 2. HD-2022/7890). Ayrıca, vasinin eylem ve işlemlerine karşı vesayet makamına şikayette bulunma hakkı da (TMK m. 461) mevcuttur.

Sonuç

İncelenen yargı kararları ışığında, vasilik kurumunun, vesayet altındaki kişinin hak ve menfaatlerini en üst düzeyde korumayı amaçlayan ve ciddi sorumluluklar içeren bir görev olduğu anlaşılmaktadır. Vasinin yükümlülükleri, kısıtlının hem şahsını hem de malvarlığını özenle yönetmeyi gerektirir. Bu görevin kabulü zorunlu olmamakla birlikte, yasal kaçınma hakkı kullanılsa dahi süreç sonuçlanana kadar sorumluluk devam etmektedir. Yükümlülüklerin ağır surette savsaklanması, kötüye kullanılması veya yetersiz kalınması halinde ise kanun, vesayet makamına vasiyi görevden alma ve kısıtlının menfaatlerini korumak için gerekli diğer tedbirleri alma yetkisi tanımıştır. Ayrıca, kusurlu eylemlerle verilen zararların tazmini, vasinin şahsi sorumluluğunu doğuran bir diğer önemli hukuki sonuçtur. Bir yazı önerisi.

Neden Uzman Bir Avukat Desteği Gereklidir?

Vesayet hukuku, hem Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 404–483. maddeleri hem de Yargıtay ve Bölge Adliye Mahkemesi içtihatları çerçevesinde oldukça teknik ve dikkat gerektiren bir alandır.
Vasinin atanması, görevden alınması, kaçınma hakkı, sorumluluğu ve tazmin yükümlülüğü gibi süreçlerde küçük bir usul hatası dahi hem kararın iptaline hem de kısıtlının hak kaybına yol açabilir.

Bu nedenle, vesayet davalarında uzman bir avukatın rehberliği büyük önem taşır. Deneyimli bir vesayet hukuku avukatı, hem vesayet makamı (Sulh Hukuk Mahkemesi) hem de denetim makamı (Asliye Hukuk Mahkemesi) nezdinde süreci doğru şekilde yönetir, yasal süreleri takip eder ve kısıtlının menfaatlerini korur.

İstanbul’un Tuzla, Kadıköy, Kartal, Beykoz, Pendik, ayrıca Gebze, Tepeören, Bayramoğlu ve Çayırova bölgelerinde faaliyet gösteren 2M Hukuk Avukatlık Bürosu, vesayet ve vasilik davalarında kapsamlı danışmanlık ve temsil hizmeti sunmaktadır.
Profesyonel destek, yalnızca davanın hızlı ve usule uygun yürütülmesini değil, aynı zamanda kısıtlının kişisel ve malvarlığı haklarının güvence altına alınmasını da sağlar.

Read More