Gemi adamlarının ücretlerinin zamanında ödenmemesi, eksik ödenmesi veya hiç ödenmemesi durumlarında başvurabilecekleri hukuki yollar nelerdir?

Giriş

Bu, yazı gemi adamlarının ücretlerinin zamanında ödenmemesi, eksik ödenmesi veya hiç ödenmemesi durumlarında başvurabilecekleri hukuki yolları, sunulan Yargıtay ve Bölge Adliye Mahkemesi kararları ışığında analiz etmektedir. İncelemeler, gemi adamlarının hem genel iş hukuku hem de deniz hukukuna özgü özel hak ve güvencelere sahip olduğunu göstermektedir. Yazı, bu hakların kullanım yollarını, usuli süreçleri ve görevli mahkeme gibi kritik detayları ortaya koymaktadır.

1. İş Sözleşmesinin Haklı Nedenle Feshi

Yargı kararları, ücretlerin zamanında ve tam olarak ödenmemesini gemi adamı için haklı bir fesih nedeni olarak kabul etmektedir. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 2022/6018 E. sayılı kararında bu durum, İşçi ücretlerinin tam ve zamanında ödenmemesi 854 sayılı Deniz İş Kanunu’nun 14/II-a. maddesi kapsamında işçiye haklı fesih imkanı verir” şeklinde açıkça ifade edilmiştir.

Bu hak, sadece temel maaş için değil, geniş anlamda ücret olarak kabul edilen tüm ödemeler için geçerlidir. Aynı kararda belirtildiği üzere, “İkramiye, primi, yakacak yardımı, giyecek yardımı, fazla mesai, hafta tatili, genel tatil gibi alacaklarının da ödenmemesi işçiye haklı fesih imkanı verir.”

İş sözleşmesini bu haklı nedene dayanarak fesheden gemi adamı, kıdem tazminatına hak kazanır (Yargıtay 7. HD, 2013/2307 E.). Fesih sonrası, ödenmeyen ücretler ve kıdem tazminatı gibi diğer işçilik alacaklarının tahsili için dava açma yolu açıktır (Yargıtay 9. HD, 2014/17884 E.; Yargıtay 22. HD, 2013/27344 E.).

2. Alacağın Dava ve İcra Yoluyla Tahsili

Gemi adamları, ödenmeyen ücretleri için çeşitli hukuki yollara başvurabilirler:

İcra Takibi ve İtirazın İptali Davası: En sık başvurulan yollardan biri, alacağın tahsili için ilamsız icra takibi başlatmaktır. Çok sayıda kararda, gemi adamlarının bu yola başvurduğu görülmektedir (Yargıtay 11. HD, 2014/5892 E.; Yargıtay 9. HD, 2011/37002 E.). İşverenin takibe itiraz etmesi durumunda ise gemi adamı, itirazın iptali için dava açarak takibin devamını sağlamalıdır. Bu dava, alacağın varlığını ispatlamaya yöneliktir.

Doğrudan Alacak Davası: Gemi adamı, icra takibi başlatmadan doğrudan görevli mahkemede alacak davası açarak da hakkını arayabilir (Yargıtay 7. HD, 2013/6772 E.; Yargıtay 11. HD, 2021/8532 E.). Bu davalarda, ödenmeyen ücretlerin yanı sıra ihtarname masrafları gibi ek giderler de talep edilebilir.

Zorunlu Arabuluculuk: Güncel mevzuat uyarınca, işçi alacaklarına ilişkin dava açılmadan önce arabulucuya başvurulması bir dava şartıdır. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 2023/15527 E. sayılı kararında bu husus, “işçi veya işveren alacağı ve tazminatı ile işe iade talebi ile açılan davalarda arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır” şeklinde vurgulanmıştır.

3. Deniz Hukukuna Özgü Güvenceler

Gemi adamı alacakları, deniz hukukundan kaynaklanan özel ve güçlü güvencelere sahiptir:

Gemi Üzerinde Kanuni Rehin Hakkı: Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2017/2516 E. sayılı kararında belirtildiği üzere, “gemi alacağı, sahibine, gemi ve eklentisi üzerinde kanuni rehin hakkı verir.” Bu hak, gemi adamına alacağını doğrudan geminin kendisinden tahsil etme imkanı sunar. Bu hakka dayanılarak, “ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla icra takibi” başlatılabilir. Bu hak, geminin mülkiyeti değişse bile yeni malike karşı ileri sürülebilir (Yargıtay 11. HD, 2012/63 E.).

Deniz Alacağı ve Geminin İhtiyati Haczi: Gemi adamının ücret alacağı, Türk Ticaret Kanunu uyarınca bir “deniz alacağı” niteliğindedir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 43. Hukuk Dairesi’nin 2020/1498 E. sayılı kararında bu durum, “gemi adamlarına, gemide çalışmaları dolayısıyla ödenecek ücretlerle, onlara ödenmesi gereken diğer tutarlara ilişkin istemler, deniz alacağı hakkı verir” şeklinde ifade edilmiştir. Bir alacağın deniz alacağı olması, alacaklıya geminin seferden alıkonulması anlamına gelen “ihtiyati haciz” talep etme hakkı tanır. Bu, işvereni ödeme yapmaya zorlayan son derece etkili bir yoldur.

4. Görevli Mahkeme Sorunu

Uyuşmazlığın çözümünde görevli mahkemenin doğru tespiti, davanın usulden reddedilmemesi için hayati önem taşır. Yargı kararları bu konuda net ayrımlar yapmaktadır:

İş Mahkemeleri: 854 sayılı Deniz İş Kanunu kapsamına giren, yani “Türk Bayrağını taşıyan ve yüz ve daha yukarı grostonilatoluk gemilerde” çalışan gemi adamlarının hizmet sözleşmesinden doğan davalarında görevli mahkeme İş Mahkemesidir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 2017/2516 E.; Yargıtay 9. HD, 2014/19326 E.).

Genel Mahkemeler (Asliye Hukuk/Ticaret) ve Denizcilik İhtisas Mahkemeleri: Gemi yabancı bayraklı ise veya Deniz İş Kanunu’nun aradığı tonajın altındaysa, uyuşmazlık genel hükümlere (Türk Borçlar Kanunu) tabi olur. Bu durumda görevli mahkeme, uyuşmazlığın niteliğine göre Asliye Hukuk Mahkemesi, Asliye Ticaret Mahkemesi veya Denizcilik İhtisas Mahkemesi olabilir (Yargıtay 20. HD, 2016/2518 E.; Yargıtay 11. HD, 2008/5879 E.).

Sonuç

Yargı kararları, ücreti ödenmeyen gemi adamına geniş ve katmanlı bir hukuki koruma sağlamaktadır. Gemi adamı, durumun niteliğine göre;

İş sözleşmesini haklı nedenle feshederek kıdem tazminatı ve diğer alacaklarını talep edebilir,

Doğrudan icra takibi başlatabilir veya alacak davası açabilir,

Deniz hukukunun sağladığı özel imkanlardan yararlanarak gemi üzerinde kanuni rehin hakkını kullanabilir veya geminin ihtiyati haczini talep edebilir.

İzlenecek hukuki yolun başarısı için, dava açmadan önce zorunlu arabuluculuk sürecinin tamamlanması ve özellikle geminin bayrağı ile tonajı gibi özellikler dikkate alınarak görevli mahkemenin doğru tespit edilmesi kritik öneme sahiptir. Bir makale önerisi.

Neden Uzman Avukat Desteği Gerekli?

Gemi adamlarının ücret alacakları, hem iş hukuku hem de deniz ticareti hukuku bakımından özel kurallara tabidir. Ancak süreç, teknik bilgi gerektiren karmaşık prosedürler içermektedir. Yanlış mahkemede dava açılması, arabuluculuk sürecinin eksik yürütülmesi veya icra takibinde usul hataları yapılması, hak kaybına yol açabilir.

Bu nedenle, gemi adamlarının haklarını korumak ve alacaklarını en hızlı şekilde tahsil etmek için uzman bir avukat desteği alınması büyük önem taşır. Özellikle İstanbul, denizcilik sektörünün merkezi konumunda olup; Tuzla, Pendik ve Gebze gibi bölgelerde çok sayıda tersane, gemi işletmecisi ve denizcilik firması faaliyet göstermektedir. Bu bölgelerde çalışan gemi adamları için, deneyimli bir avukat aracılığıyla dava açılması, icra takibi yapılması veya geminin ihtiyati haczinin talep edilmesi çok daha etkili ve güvenli bir süreç sağlar.

Uzman bir avukat desteği, sürecin hem hızlanmasını hem de işveren karşısında gemi adamının haklarının tam olarak korunmasını sağlar.

Read More

Geri Gönderme Merkezlerinde İdari Gözetim Altında Tutulan Yabancılar Hangi Haklara Sahip ve Tutulma Süreleri ile Serbest Bırakılma Koşulları Nasıl Belirleniyor?

Giriş

Bu çalışma, geri gönderme merkezlerinde (GGM) idari gözetim altında tutulan yabancıların tutulma süreleri, bu süreçteki temel hakları, serbest bırakılma koşulları, idari gözetime alternatif tedbirler ve kararların tebliğ usullerine ilişkin Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri ve Uyuşmazlık Mahkemesi kararlarının analizini sunmaktadır. Çalışma, avukatların hukuki araştırmalarında kullanması amacıyla, ilgili yasal çerçeveyi ve yargısal içtihatları derleyerek bütüncül bir bakış açısı sağlamayı hedeflemektedir.

Tutulma Süresi: İdari gözetim süresi kural olarak altı ayı geçemez. Ancak yabancının iş birliği yapmaması veya ülkesiyle ilgili doğru bilgi vermemesi gibi nedenlerle bu süre en fazla altı ay daha uzatılabilir.

Periyodik Değerlendirme: Valilik, idari gözetimin devam edip etmeyeceğini her ay düzenli olarak değerlendirmek zorundadır. Gözetimin devamında zorunluluk görülmeyen yabancılar derhal serbest bırakılır.

Temel Haklar: İdari gözetim altındaki kişilerin avukata erişim, ücretsiz adli yardım, tercüman, ücretsiz acil ve temel sağlık hizmetleri, aile ve konsolosluk yetkilileriyle görüşme gibi kanunla güvence altına alınmış temel hakları bulunmaktadır. Ancak bazı kararlarda, özellikle barınma koşullarının “insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele” düzeyinde olduğu tespit edilmiştir.

Serbest Bırakılma ve Alternatif Tedbirler: İdari gözetim, valilik değerlendirmesi veya Sulh Ceza Hâkimliği kararıyla sonlandırılabilir. Serbest bırakılan kişilere “belirli adreste ikamet etme”, “bildirimde bulunma (imza yükümlülüğü)”, “teminat” ve “elektronik izleme” gibi idari gözetime alternatif tedbirler uygulanabilir.

Tebliğ Usulü ve Hak Arama: Tüm kararların (idari gözetim, uzatma, aylık değerlendirme) gerekçeleriyle birlikte yabancıya veya avukatına tebliği zorunludur. Tebliğin, kişinin anladığı bir dilde ve tercüman aracılığıyla yapılması, itiraz usulleri ve süreleri hakkında bilgilendirme içermesi esastır. Usulsüz veya yapılmamış bir tebligat, hak düşürücü nitelikteki başvuru sürelerinin işlemeye başlamasına engel olur.

1. Geri Gönderme Merkezinde Tutulma Süresi, Uzatma ve Değerlendirme

Yargı kararları, 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’na atıfla idari gözetim süresinin çerçevesini net bir şekilde çizmektedir. Kural olarak, “Geri gönderme merkezlerindeki idari gözetim süresi altı ayı geçemez. (Uyuşmazlık Mahkemesi, 2022/385; AYM, 2/5/2019). Bu sürenin aşılması ancak istisnai durumlarda mümkündür.

Uzatma Koşulları: Sürenin uzatılması keyfi değildir ve belirli koşullara bağlanmıştır. Kararlarda bu durum, …sınır dışı etme işlemlerinin yabancının iş birliği yapmaması veya ülkesiyle ilgili doğru bilgi ya da belgeleri vermemesi nedeniyle tamamlanamaması hâlinde, en fazla altı ay daha uzatılabilir” (Uyuşmazlık Mahkemesi, 2023/625; AYM, 16/1/2020) hükmüyle açıklanmaktadır. Bu, toplam sürenin azami on iki ay olabileceğini göstermektedir.

Aylık Değerlendirme Zorunluluğu: İdari gözetimin devamının bir zorunluluk olup olmadığı, valilik tarafından “her ay düzenli olarak” değerlendirilmelidir (Danıştay, 16.11.2020; Uyuşmazlık Mahkemesi, 2022/225). Bu değerlendirmenin yapılmaması veya sonuçlarının kişiye tebliğ edilmemesi, idari gözetim kararının kaldırılması için bir gerekçe teşkil etmektedir. Nitekim bir Anayasa Mahkemesi kararında, Sulh Ceza Hâkimliğinin “…idari gözetim kararından itibaren her ay idari gözetimin uzatılması… gerekirken… uzatılmasına dair kararın bulunmadığı anlaşılmakla… gözetim kararının kaldırılmasına…” yönelik kararı alıntılanmıştır (AYM, 7/2/2019).

2. İdari Gözetim Altındaki Temel Haklar

Kararlar, idari gözetim altındaki kişilerin sahip olduğu temel hakları detaylandırmaktadır.

Avukat, Tercüman ve Bilgilendirilme Hakkı: Yabancının “yakınlarına, notere, yasal temsilciye ve avukata erişme ve bunlarla görüşme yapabilme” hakkı temel bir güvencedir (AYM, 2/5/2019). Ayrıca, avukatlık ücretini karşılama imkânı olmayanlara talep etmeleri halinde adli yardım sağlanır (Uyuşmazlık Mahkemesi, 2022/225). Tercüman hakkı, özellikle ifade alma ve karar tebliği süreçlerinde kritik öneme sahiptir.

Sağlık Hizmetleri ve İnsani Barınma Koşulları: Yabancı tarafından bedeli karşılanamayan “acil ve temel sağlık hizmetleri ücretsiz verilir” (AYM, 2/6/2020). Bununla birlikte, özellikle 6458 sayılı Kanun öncesi döneme ilişkin kararlarda, barınma koşullarının yetersizliği sert bir şekilde eleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi, aşırı kalabalık, hijyen eksikliği ve açık havaya çıkma imkanının kısıtlı olması gibi nedenlerle tutulma koşullarının “insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele” düzeyinde olduğuna hükmetmiştir (AYM, 20/1/2016; AYM, 17/2/2016).

İletişim ve Ziyaret Hakları: Telefon hizmetlerine erişim, aile bireyleriyle, konsolosluk yetkilileriyle ve Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği görevlisiyle görüşme imkânı da kanunla tanınan haklar arasındadır (AYM, 6/10/2022).

3. Serbest Bırakılma ve İdari Gözetime Alternatif Tedbirler

İdari gözetim, son çare olarak uygulanması gereken bir tedbirdir. Serbest bırakılma, hem idari makamların aylık değerlendirmeleri sonucunda hem de yargı kararıyla mümkündür. Birçok kararda, Sulh Ceza Hâkimliğinin itiraz üzerine idari gözetim kararını kaldırarak kişiyi serbest bıraktığı görülmektedir (AYM, 20/4/2020; AYM, 29/12/2021).

İdari gözetim sonlandırıldığında veya hiç uygulanmadığında, yabancı hakkında alternatif yükümlülükler getirilebilir. Bu tedbirler arasında;

Belirli bir adreste ikamet etme,

Belirlenecek şekil ve sürelerde bildirimde bulunma (imza yükümlülüğü),

Teminat yatırma,

Elektronik izleme

gibi uygulamalar yer almaktadır (Uyuşmazlık Mahkemesi, 2020/651; İlk Derece, 2020/359).

4. Kararların Tebliği ve Hak Arama Hürriyetinin Korunması

Tebliğ usulü, hak arama hürriyetinin kullanılabilmesi için en temel güvencedir. Yargı kararları, tebliğin şekli ve içeriği konusunda hassasiyet göstermektedir.

Dil ve Anlaşılırlık: Tebliğin yalnızca kişinin ana dilinde yazılı olması yeterli değildir. İzmir Bölge İdare Mahkemesi’nin bir kararında vurgulandığı üzere, yaptırımın sonuçları, itiraz usulleri ve süreleri hakkında kişinin anladığı bir dilde bilgilendirilmeksizin, salt kendi dilinde yazılı olarak yapılmış… tebligatın… yabancının anladığı dilde ayrıca bilgilendirilmesi yöntemine aykırı” olduğu belirtilmiştir (İzmir BİM, 06.04.2017).

Tebliğin Sonuçları: Usulüne uygun bir tebliğ yapılmadan dava açma gibi hak düşürücü süreler işlemeye başlamaz. Mahkemeler, usulsüz tebligat durumunda dava açma süresinin, kişinin durumu avukatı aracılığıyla öğrendiği tarihten itibaren başlatılması gerektiğine hükmetmiştir (İzmir BİM, 06.04.2017; AYM, 3/12/2020). Bu ilke, idarenin usulsüz işlemleriyle kişinin hak arama hürriyetini engellemesinin önüne geçmektedir.

Sonuç

İncelenen yargı kararları, Türkiye’de geri gönderme merkezlerindeki idari gözetim rejiminin yasal sınırlarını, denetim mekanizmalarını ve bireylere tanınan temel hakları ortaya koymaktadır. İdari gözetimin süresinin 6+6 ay kuralıyla sınırlandırılması ve zorunlu aylık değerlendirmelere tabi tutulması, keyfi ve süresiz alıkoymaları önlemeyi amaçlamaktadır. Avukat, tercüman, sağlık ve iletişim gibi temel hakların kanunla güvence altına alınmış olması önemlidir. Ancak, özellikle barınma koşullarına ilişkin geçmiş tarihli Anayasa Mahkemesi kararları, yasal güvenceler ile fiili uygulama arasında farklılıklar olabileceğine işaret etmektedir. Yargı içtihatları, özellikle tebligatın kişinin anladığı dilde ve tüm yasal haklarını içerecek şekilde yapılması gerektiği ilkesini benimseyerek, hak arama hürriyetinin etkin bir şekilde kullanılmasını teminat altına almaktadır. Bir yazı önerisi.

Neden Uzman Avukat Desteği Gerekli?

Geri gönderme merkezlerinde idari gözetim altında tutulan yabancıların haklarını koruyabilmesi, sürelere ve itiraz yollarına dikkat etmesi hayati öneme sahiptir. Özellikle İstanbul ve çevresinde yer alan Tuzla Geri Gönderme Merkezi, çok sayıda yabancının tutulduğu bir merkez olarak öne çıkmaktadır. Burada alınan kararların süresinde ve doğru şekilde itiraz edilmemesi, kişilerin uzun süre özgürlüklerinden mahrum kalmalarına yol açabilir.

Bu noktada bir uzman avukat desteği, sürecin etkin bir şekilde yürütülmesi açısından kritik rol oynar. Avukatlar, idari gözetim kararlarının hukuka uygun olup olmadığını denetler, usulsüz tebligatları tespit eder ve gerekli itirazları zamanında yapar. Ayrıca yabancıların avukata erişim, ücretsiz adli yardım, sağlık hizmetleri ve tercüman gibi temel haklarının fiilen kullanılabilmesi için hukuki girişimlerde bulunur.

Unutulmamalıdır ki, geri gönderme merkezlerinde yaşanan süreçler karmaşık ve süreye bağlıdır. Yanlış veya eksik başvurular, hak kayıplarına neden olabilir. Bu nedenle Tuzla Geri Gönderme Merkezi’nde tutulan yabancılar için avukat desteği, sadece bir tercih değil, çoğu zaman hukuki güvencelerin kullanılabilmesi için zorunluluktur.

Read More

Geri Gönderme Merkezlerinde İdari Gözetim Altında Tutulan Yabancıların Hukuki Durumu: Süre, Temel Haklar, Alternatif Tedbirler ve Kararların Tebliğ Usulleri Nasıl İşliyor?

Giriş

Bu çalışma, geri gönderme merkezlerinde (GGM) idari gözetim altında tutulan yabancıların hukuki durumuna ilişkin literatür analizini sunmaktadır. Çalışma, idari gözetim süresi ve uzatılması, merkezde tutulan yabancıların temel hakları, idari gözetime alternatif tedbirler ve kararların tebliğ usulü gibi konuları, sunulan akademik ve hukuki kaynaklar temelinde incelemektedir. Çalışma, yasal düzenlemeler ile uygulamada karşılaşılan sorunlar arasındaki farkları ortaya koymayı amaçlamaktadır.

1. Geri Gönderme Merkezinde Tutulma Süresi, Uzatma ve Değerlendirme

Literatür, idari gözetim süresinin Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu (YUKK) kapsamında belirli ve sıkı kurallara bağlandığını göstermektedir.

Azami Süre ve Aylık Değerlendirme: İdari gözetim, kural olarak belirli bir süre için uygulanabilen bir hürriyet kısıtlamasıdır. Sınır dışı işlemleri nedeniyle uygulanan idari gözetim süresi altı ayı geçemez. Bu süre zarfında, valilik tarafından her ay idari gözetimin devamının gerekip gerekmediği re’sen değerlendirilir. İdari gözetimin devam etmesine gerek olmadığını gösteren olguların ortaya çıkması halinde değerlendirme süresi beklenmeden idari gözetim sonlandırılabilir. Bu düzenleme, kişi hürriyetinin korunmasına yönelik önemli bir usuli güvencedir.

Sürenin Uzatılması: İdari gözetim süresinin altı aydan sonra uzatılması istisnai bir durumdur ve yalnızca yabancının kendisinden kaynaklanan nedenlere bağlanmıştır. YUKK’un bu konuda Geri Dönüş Yönergesi’nden daha lehe bir düzenleme içerdiğini vurgulamaktadır: YUKK’a göre, idareden veya yabancının uyruğunda olduğu ülke temsilciliğinden kaynaklanan sebeplerle sınır dışı işlemlerinin tamamlanamaması halinde idari gözetimin altıncı aydan sonra uzatılması mümkün değildir. YUKK sadece yabancının iş birliği yapmamasını ve doğru bilgi ve belgeleri vermemesini uzatma nedeni olarak belirlemiştir. Bu durum, idarenin veya üçüncü ülkelerin gecikmelerinin yabancının aleyhine kullanılamayacağını açıkça ortaya koymaktadır.

Uluslararası Koruma Başvuru Sahipleri İçin Özel Durum: Uluslararası koruma başvurusunda bulunan yabancılar için idari gözetim süresi otuz gün ile sınırlandırılmıştır ve bu sürenin uzatılması mümkün değildir.

2. Geri Gönderme Merkezlerinde Temel Haklar ve Uygulamadaki Sorunlar

YUKK ve ilgili mevzuat, GGM’lerde tutulan yabancılara geniş kapsamlı haklar tanımaktadır. Ancak literatür, yasal düzenlemeler ile uygulama arasında ciddi farklar olduğuna işaret etmektedir.

Yasal Olarak Tanınan Haklar: YUKK’un 59. maddesi, GGM’lerde sağlanacak hizmetleri ve yabancıların sahip olduğu hakları detaylı bir şekilde düzenlemektedir. Bu haklar çeşitli kaynaklarda benzer şekilde sıralanmıştır:

Sağlık Hizmetleri: “Yabancı tarafından bedeli karşılanamayan acil ve temel sağlık hizmetleri ücretsiz verilir.

Avukat ve Yasal Temsilciye Erişim: “Yakınlarına, notere, yasal temsilciye ve avukata erişme ve bunlarla görüşme yapabilme ve telefon hizmetlerine erişim imkânı” sağlanır. Bu hak, avukatlık ücretini karşılama imkanı olmayanlar için Avukatlık Kanunu hükümleri çerçevesinde adli yardım hizmetini de kapsar.

Aile, Ziyaretçi ve Konsoloslukla Görüşme: “Yabancıya; ziyaretçileri, vatandaşı olduğu ülke konsolosluk yetkilisi, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği görevlisiyle görüşebilme imkânı sağlanır.

Özel İhtiyaç Sahipleri ve Çocuklar: Çocukların yüksek yararı gözetilir, aileler ve refakatsiz çocuklar ayrı yerlerde barındırılır ve çocukların eğitim-öğretimden yararlanmaları için tedbirler alınır.

Uygulamada Karşılaşılan Hak İhlalleri: Literatür, yasal güvencelere rağmen uygulamada ciddi sorunlar yaşandığını ortaya koymaktadır. Baroların ve sivil toplum kuruluşlarının raporları bu durumu teyit etmektedir.

Avukata Erişimin Engellenmesi:  Barolar Çalıştayı Sonuç Raporu’na göre, “avukatların bilgi edinme ve belge inceleme hakları engellenmekte, müvekkilleri ile gizlilik esasına dayalı görüşme yapamamaktadırlar.

Fiziki ve İnsani Koşullar: GGM’lerin kapasitelerinin üzerinde yabancı barındırdığı, hijyen sorunları yaşandığı ve odaların CPT (Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi) standartlarının altında olduğu belirtilmektedir.

Tercüman Eksikliği ve Diğer Haklar: Tercüman desteğinin yetersizliği, telefon hakkı ve aile ziyaretlerinin kısıtlı olması da uygulamada karşılaşılan diğer önemli sorunlardır.

3. Geri Gönderme Merkezinden Serbest Bırakılma ve Alternatif Tedbirler

İdari gözetim, son çare (ultima ratio) ilkesi gereği uygulanması gereken bir tedbirdir. Bu nedenle kanun, idari gözetime alternatif yükümlülükler öngörmektedir.

Serbest Bırakılma ve Alternatifler: İdari gözetim, Göç İdaresi veya Sulh Ceza Hakimliği kararıyla sona erdirilebilir. İdare “sığınmacılara belirli bir adreste ikamet etme ya da bildirimde bulunma gibi yükümlülükler getirerek serbest bırakma kararı verebilmektedir. Uygulamadaki bazı alternatif tedbirler, kefalet veya teminatla serbest bırakma, bildirim yükümlülüğü, belli bir yerde ikamet etme yükümlülüğü, denetim eşliğinde salıverilme, elektronik izleme ve ev hapsidir. Bu tedbirlerin idari gözetime kıyasla “daha az maliyetli ve daha insancıl olduğu, insan haklarına daha uygun olduğu” tespit edilmiştir.

4. Kararların Tebliği, Dil ve Usuli Güvenceler

Sınır dışı etme ve idari gözetime ilişkin kararların usulüne uygun tebliği, yabancının savunma ve etkili başvuru hakkını kullanabilmesi için hayati önem taşımaktadır.

Tebliğ Usulü ve İçeriği: YUKK m. 53/2 uyarınca, sınır dışı etme kararı gerekçeleriyle birlikte yabancıya, yasal temsilcisine veya avukatına tebliğ edilmelidir. Tebligatta, “yabancıların karara karşı itiraz haklarını nasıl kullanabilecekleri ve bu süreçteki diğer yasal hak ve yükümlülükleri de belirtilir. Tebliğin usulüne uygun yapılmaması halinde dava açma süresi başlamaz.

Anlaşılır Dilde Bildirim Zorunluluğu: En kritik güvencelerden biri, bilgilendirmenin yabancının anladığı bir dilde yapılmasıdır. Bu zorunluluk, AİHS m. 5/2’de de yer almaktadır. Karar sonucu, gerekçeleri, itiraz ve süresine dair tebliğ edilen belgenin bir örneği yabancıya verilmemekte ve hatta bu hususlar anladığı bir dilden tebliğ edilmemektedir.

Usulsüz Tebliğin Sonuçları: Tebliğ işleminin şekli bir formalite olmadığı, içeriğin anlaşılmasını sağlayan bir araç olduğu vurgulanmaktadır.  Abdolkhani ve Karimnia/Türkiye davasında AİHM’in, “şahısların niçin gözaltına alındıklarının kendilerine bildirilmediğini ileri sürerek AİHS’in beşinci maddesinin dördüncü fıkrasının ihlal edildiğine hükmetmesinde, anladıkları dilde bilgilendirilmemiş olmaları başlıca etkendirBenzer şekilde, Danıştay da sözlü olarak yapılan bir sınır dışı bildirimini hukuka aykırı bulmuştur.

Sonuç

Sunulan literatür, Türkiye’nin yabancılar hukukunda idari gözetime ilişkin YUKK ile birlikte kapsamlı yasal güvenceler getirdiğini göstermektedir. İdari gözetim süresi azami 6 ay ile sınırlandırılmış, uzatılması sıkı koşullara bağlanmış ve her ay düzenli olarak gözden geçirilmesi zorunlu kılınmıştır. GGM’lerde tutulan yabancılara avukata erişim, sağlık, aileyle görüşme gibi temel haklar tanınmıştır. Ayrıca, idari gözetime alternatif, daha insancıl tedbirler de mevcuttur.

Ancak, yasal çerçeve ile uygulama arasında ciddi bir uçurum olduğu da literatürdeki ortak bulgudur. Özellikle avukata erişimin fiilen engellenmesi, GGM’lerdeki kötü fiziki koşullar, tercüman eksikliği ve kararların usulüne uygun ve anlaşılır bir dilde tebliğ edilmemesi gibi sorunlar, yabancıların adil yargılanma ve etkili başvuru haklarını kullanmalarını önemli ölçüde zorlaştırmaktadır. Bu durum, AİHM içtihatlarında da tespit edildiği üzere, temel hak ihlallerine yol açmaktadır. Dolayısıyla, mevcut yasal güvencelerin hayata geçirilmesi için uygulamadaki eksikliklerin giderilmesi ve denetim mekanizmalarının güçlendirilmesi kritik bir öneme sahiptir. Bir yazı önerisi.

Neden Uzman Avukat Desteği Gerekli?

Geri gönderme merkezlerinde (özellikle Tuzla Geri Gönderme Merkezi ve İstanbul’daki diğer merkezlerde) tutulan yabancıların haklarını etkin şekilde kullanabilmeleri için sürecin hukuka uygun yürütülmesi hayati önem taşır. Ancak uygulamada karşılaşılan hak ihlalleri, usulsüz tebliğler ve avukata erişim engelleri, yabancıların tek başına hak arama imkanlarını ciddi şekilde sınırlandırmaktadır. Bu nedenle, alanında deneyimli bir avukatın desteği, hem idari gözetim süresinin takibi hem de itiraz ve dava süreçlerinde yabancının lehine en güçlü şekilde hareket edilmesini sağlar.

Özellikle İstanbul ve çevresindeki geri gönderme merkezlerinde yaşanan sorunlar dikkate alındığında, uzman avukat desteği almak, yabancıların özgürlük ve güvenlik haklarının korunması açısından kritik bir güvence oluşturmaktadır.

Read More

Kesinleşmiş bir mahkeme kararının gereğinin yerine getirilmemesi mahkemeye başvuru hakkını ihlal eder mi?

Mahkemeye başvuru hakkı, mahkeme kararlarının gereğinin yerine getirilmesini de kapsar. Kesinleşmiş bir mahkeme kararının gereğinin yerine getirilmemesi mahkemeye başvuru hakkını ihlal eder.

Mahkemeye başvuru hakkı, nihai ve bağlayıcı hale gelmiş yargısal kararların yerine getirilmesini de kapsar. Çünkü nihai ve bağlayıcı bir yargı kararının gereğinin yerine getirilmesi zorunluluğu Sözleşme’nin 6/1. fıkrasında değinilen “yargılamanın” bütünleyici ve ayrılmaz bir parçasıdır. AİHM’e göre, mahkemeye başvuru hakkının, sadece bir mahkemeye erişim ve yargılamanın yürütülmesi ile ilgili olarak yorumlanması ve yargılama sonucu verilen kararın uygulanmasının kapsam dışı tutulması, Sözleşmeci Devletlerin Sözleşmeyi onaylarken saygı göstermeyi ve uymayı taahhüt ettikleri hukukun üstünlüğü ilkesiyle bağdaşmayan durumlara yol açması muhtemeldir. Bu doğrultuda kişinin medeni hakları açısından sonucu belirleyici olan bir davada verilen nihai kararın, o kişinin aleyhine olacak şekilde yerine getirilmemesi, Sözleşme’nin 6/1. fıkrasında korunan “mahkemeye başvuru hakkını” işlevsiz hale dönüştürmektedir. Dahası nihai mahkeme kararının yerine getirilmesi zorunluluğu, mahkemeye başvuru hakkının sadece soyut ve teorik planda değil aynı zamanda pratikte de etkili kılmanın açık bir göstergesini oluşturmaktadır. Dolayısıyla Sözleşme’nin 6/1. fıkrası, mahkemeden alınan kararın yerine getirilmesine yönelik meşru bir beklentiyi net olarak korumaktadır.  (Hornsby/Yunanistan, 1997, 38-42; Bourdov /Rusya, 2002, pr.33-38; Kravchenko/Rusya, 2009; Marini/Arnavutluk, 2007, pr.22; Apostol/Gürcistan, 2007, pr.54. )

Devlet, kendi aleyhine verilen kararın gereğinin yerine getirilmesi için lehine karar verilen kişiye ekstra külfetler yükleyemez. Yine devlet kendi kurumları aleyhine verilen kesinleşmiş bir mahkeme kararındaki borcunu ifa etmemek için ekonomik güçsüzlüğünü veya diğer kaynak yokluğunu mazeret olarak ileri süremez. Yani devlet mali imkansızlığa veya kaynak yetersizliğine dayanamaz. Böyle bir mazeret kaçınılmaz olarak mahkemeye başvuru hakkını ihlal eder. (Immobiliare Saffi / İtalya [BD], 1999, pr.74; Bourdov /Rusya, 2002, pr.35) Adil yarıglanma hakkında kitap önerisi.

Neden Uzman Avukat Desteği Gerekli?

Mahkemeye başvuru hakkı, sadece dava açmakla sınırlı olmayıp, nihai ve bağlayıcı mahkeme kararlarının uygulanmasını da kapsar. Aksi takdirde, kişinin medeni haklarını doğrudan etkileyen bir kararın yerine getirilmemesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 6/1. maddesi kapsamında korunan “mahkemeye başvuru hakkını” ihlal eder. Hornsby/Yunanistan (1997), Bourdov/Rusya (2002) ve diğer AİHM kararları, bu hakkın pratikte etkin olmasının önemini ortaya koymaktadır.

Devlet, kendi aleyhine verilen kararın uygulanmasını geciktirmek için ekonomik güçsüzlük veya kaynak yetersizliği gibi mazeretler ileri süremez; böyle bir durum doğrudan mahkemeye başvuru hakkının ihlali anlamına gelir (Immobiliare Saffi/İtalya, 1999; Bourdov/Rusya, 2002).

İşte bu nedenle, İstanbul ve Tuzla’da bireysel başvuru yapmak isteyenlerin, Anayasa Mahkemesi (AYM) ve AİHM süreçlerinde deneyimli uzman avukatlardan destek alması büyük önem taşır. Uzman avukatlar, başvuru süreçlerini doğru ve zamanında yönetir, mahkeme kararlarının uygulanmasını takip eder ve müvekkilin haklarının etkin bir şekilde korunmasını sağlar. Böylece bireysel başvuru hakları hem teorik hem de pratik düzeyde güvence altına alınmış olur.

Read More

Belirli süreli hizmet sözleşmesiyle çalışan bir gemi adamı, ambargo gibi dışsal bir nedenle sözleşme süresi bitmeden işten ayrılması durumunda sözleşmenin kalan süresine ilişkin ücret (bakiye süre ücreti) talep edebilir mi?

Giriş

Bu çalışma, gemi adamının taahhütlü (belirli süreli) bir hizmet sözleşmesi kapsamında, ambargo gibi kendi kontrolü dışındaki bir nedenle işe başlayamaması veya işi bırakması halinde, sözleşme süresince hak edeceği maaşları talep etme hakkının olup olmadığını yargı kararları ışığında analiz etmektedir. Ayrıca, Deniz İş Kanunu ve ilgili mevzuat çerçevesinde gemi adamlarına tanınan özel ve istisnai haklar da incelenmiştir. Analiz, sözleşmeyi fesheden taraf, feshin gerekçesi ve gemi adamının kusur durumu gibi faktörlerin sonuca etkisini ortaya koymaktadır.

Sözleşmeyi Fesheden Taraf Belirleyicidir: Yargı kararlarına göre, bakiye süre ücreti talebinde en önemli faktör, sözleşmeyi kimin feshettiğidir. Gemi adamının kendisi sözleşmeyi feshettiğinde, kural olarak bakiye süre ücreti talep edememektedir. İşverenin haksız feshi durumunda ise bu talep genellikle kabul edilmektedir.

Kusur Durumu Hak Talebini Engeller: Gemi adamının, geminin sefere çıkmasını engelleyen veya alıkonulmasına neden olan olayda kusurlu bulunması halinde, bu durumdan kaynaklanan ücret ve tazminat talepleri reddedilmektedir. Yargıtay, “hukukta hiç kimse kendisinin kusuruyla ortaya çıkan bir durumdan dolayı kendi lehine hak talep edemez” ilkesini benimsemektedir.

Ambargo Gibi Dış Etkenlerde “Hak ve Nesafet” Uygulaması: Geminin limanda alıkonulması gibi ambargo benzeri durumlarda, gemi adamının kusuru olmaksızın çalışamadığı dönem için bakiye süre ücreti talebi mahkemelerce değerlendirilmektedir. Bu gibi durumlarda Yargıtay’ın, tam ücret yerine “hak ve nesafet kuralları” çerçevesinde bir miktar indirime giderek ödeme yapılmasına karar verdiği görülmüştür.

Uygulanacak Hukukun Tespiti Önemlidir: Gemi adamının çalıştığı geminin Türk veya yabancı bayraklı olması, uyuşmazlığa uygulanacak kanunu (854 sayılı Deniz İş Kanunu veya 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu) ve görevli mahkemeyi (İş Mahkemesi veya Asliye Hukuk/Ticaret Mahkemesi) doğrudan etkilemektedir. Bu ayrım, hakların kapsamını ve talep usulünü değiştirmektedir.

Deniz İş Kanunu’nda Gemi Adamına Tanınan Özel Fesih Hakları: Deniz İş Kanunu, gemi adamına ücretinin ödenmemesi veya geminin 30 günden fazla sefere çıkamaması gibi durumlarda sözleşmeyi haklı nedenle feshetme ve kıdem tazminatı gibi belirli hakları talep etme imkânı tanıyan istisnai düzenlemeler içermektedir.

1. Sözleşmenin Feshi ve Bakiye Süre Ücreti

İncelenen kararlardaki temel ilke, sözleşmeyi fesheden tarafın kimliğidir. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 2025/94 sayılı kararında bu durum net bir şekilde ortaya konmuştur: “…iş sözleşmesinin davacı işçi tarafından feshedilmesi karşısında davacının 6098 sayılı Kanun’un 438. madde kapsamındaki bakiye süre ücreti tutarında tazminat ve haksız fesih tazminatı taleplerinin reddine karar verilmesi gerekirken…” Bu karar, gemi adamının sözleşmeyi kendisinin sonlandırması halinde, kalan süreye ilişkin ücret talep edemeyeceğini açıkça belirtmektedir. Buna karşılık, işverenin sözleşmeyi süresinden önce haksız olarak feshettiği durumlarda, gemi adamının bakiye süre ücretine hak kazandığına dair çok sayıda karar bulunmaktadır (örn: İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi, 2019/1901 E. – 2021/1286 K.).

2. Ambargo Benzeri Durumlar ve Kusurun Etkisi

Kullanıcının sorusuna en yakın senaryo, geminin sefere çıkmasının engellendiği durumlardır. Bu noktada iki önemli karar öne çıkmaktadır:

İstanbul 17. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2015/53 E. – 2019/132 K. sayılı kararı, geminin deniz kirliliği nedeniyle ABD’de alıkonulmasını ele almıştır. Mahkeme, bu olayın meydana gelmesinde gemi adamının kusurlu olduğuna hükmetmiş ve bu nedenle ücret talebini reddetmiştir. Karardaki şu ifade, mahkemelerin bakış açısını özetlemektedir:”…hukukta hiç kimse kendisinin kusuruyla ortaya çıkan bir durumdan dolayı kendi lehine hak talep edemeyeceğinden davacının kendi kusuru ile meydana gelen deniz kirliliği olayının sonuçlarına bağlı olarak herhangi bir talepte bulunamayacağı kanaatine varıldığından, bu kanaat ışığında davanın reddi yönünde hüküm kurmak gerekmiştir.”

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 2012/3064 E. – 2013/3367 K. sayılı kararı ise geminin limanda el konularak sefere çıkmasının engellenmesi durumunda, gemi adamının kusuru olmaksızın çalışamadığı döneme ilişkin bakiye ücret talebini incelemiştir. Yargıtay, bu durumda bakiye ücretin tamamının değil, “hak ve nesafet kuralları göz önüne alınarak” indirimli bir tutarın ödenmesine karar vermiştir.

Bu iki karar birlikte değerlendirildiğinde, ambargo gibi dışsal bir nedenle gemi adamının çalışamaması durumunda; eğer olayda gemi adamının bir kusuru yoksa, hakkaniyet ölçüsünde bir bakiye süre ücreti talep etme ihtimalinin bulunduğu, ancak kusurlu ise hiçbir hak talep edemeyeceği anlaşılmaktadır.

3. Gemi Adamlarına Tanınan Diğer İstisnai Haklar

Yargı kararları, 854 sayılı Deniz İş Kanunu’nun gemi adamlarına bazı özel korumalar sağladığını göstermektedir. Bunlardan bazıları şunlardır:

Ücretin Ödenmemesi Halinde Fesih Hakkı: Ücretin kanun veya sözleşme hükümlerine göre ödenmemesi, gemi adamına sözleşmeyi derhal feshetme hakkı tanır (Deniz İş Kanunu md. 14/II-a). Bu durumda gemi adamı kıdem tazminatına da hak kazanabilir (Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 2016/20894 E. – 2020/8119 K.).

Geminin Seferden Kaldırılması: Geminin herhangi bir nedenle 30 günden fazla sefere çıkamaz hale gelmesi, hem işverene hem de gemi adamına sözleşmeyi feshetme hakkı verir (Deniz İş Kanunu md. 14/III-b). Bu hüküm, uzun süreli bir ambargo durumunda gemi adamının sözleşmeyi sonlandırması için yasal bir zemin oluşturabilir.

Gemi Alacağı Hakkı: Gemi adamlarının ücret ve diğer alacakları, kanun gereği “gemi alacağı” sayılır ve bu alacaklar gemi üzerinde kanuni bir rehin hakkı doğurur. Bu durum, gemi adamının alacaklarını diğer alacaklılara göre öncelikli olarak tahsil etmesini sağlayan önemli bir güvencedir (İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 17. Hukuk Dairesi, 2022/1124 E. – 2022/1155 K.).

Sonuç

Mevcut yargı kararları ışığında, bir gemi adamının ambargo nedeniyle taahhütlü sözleşmesi başlamadan işten ayrılması durumunda, sözleşme süresince maaşlarını (bakiye süre ücreti) talep etmesi oldukça zordur. Zira kural olarak, sözleşmeyi kendisi fesheden işçi bakiye süre ücretine hak kazanamamaktadır.

Ancak bu durumun istisnaları mevcuttur. Eğer ambargo durumu, işverenin bir eylemi veya ihmali sonucu ortaya çıkmışsa ya da işveren bu süreçte gemi adamına karşı yükümlülüklerini (örneğin işe başlatma) yerine getiremiyorsa, gemi adamının durumu “işverenin temerrüdü” veya “haklı nedenle fesih” olarak değerlendirilebilir. Gemi adamının olayda hiçbir kusurunun bulunmadığı ve geminin sefere çıkmasının imkansız hale geldiği durumlarda, Yargıtay’ın “hak ve nesafet” ilkesi uyarınca kısmi bir ödemeye hükmetme olasılığı bulunmaktadır.

Sonuç olarak, böyle bir talepte bulunacak bir gemi adamının davasının başarısı; ambargonun nedenlerini, gemi adamının olaydaki kusur durumunu, sözleşmenin işveren tarafından fiilen imkansız hale getirilip getirilmediğini ve uygulanacak hukukun (Deniz İş Kanunu veya Borçlar Kanunu) hükümlerini detaylı bir şekilde ispatlamasına bağlı olacaktır. Bir yazı önerisi.

Neden Uzman Avukat Desteği Gerekli?

Gemi adamlarının taahhütlü hizmet sözleşmeleri, Deniz İş Kanunu ve Türk Borçlar Kanunu çerçevesinde özel düzenlemelere tabidir. Ambargo, sefer iptali veya işverenin yükümlülüklerini yerine getirmemesi gibi durumlarda doğacak hakların korunması teknik bilgi ve deneyim gerektirir. Özellikle bakiye süre ücreti, kıdem tazminatı, gemi alacağı ve gemi üzerinde kanuni rehin hakkı gibi konularda hukuki süreçler karmaşık olabilir. Bu nedenle İstanbul, Tuzla, Pendik, Maltepe, Tepeören, Gebze ve Çayırova gibi bölgelerde yaşayan kişilerin alanında uzman bir avukat ile çalışması büyük önem taşır. Avukat desteği; dava dilekçelerinin hazırlanması, delillerin toplanması, icra işlemleri ve tazminat taleplerinin takibinde hak kayıplarını önler. Profesyonel avukat desteği, hem iş hukuku hem de deniz hukuku kapsamındaki uyuşmazlıkların doğru yönetilmesini sağlar.

Read More

Çarpıp kaçan araç için ne yapılmalı?

Giriş

Bu çalışma, “Çarpıp kaçan araç ne yapılmalı?” sorusuna yanıt bulmak amacıyla, çeşitli ilk derece mahkemesi, bölge adliye mahkemesi ve Yargıtay kararlarının analiziyle hazırlanmıştır. Çalışma, çarpıp kaçma eyleminin hukuki sonuçlarını, mağdurun haklarını, failin tespiti süreçlerini, kusur durumunu ve sigorta hukukuna ilişkin önemli noktaları incelemektedir. Analiz edilen kararlar, olayın hem mağdur hem de fail açısından hukuki boyutlarını ve yargı pratiğindeki yansımalarını ortaya koymaktadır.

İncelenen yargı kararlarından elde edilen temel bulgular şunlardır:

Olay Yerini Terk Etme Yükümlülüğü ve Sonuçları: Karayolları Trafik Kanunu (KTK) uyarınca sürücülerin, özellikle yaralanmalı ve ölümlü kazalarda, yetkililerden izin almadan olay yerinden ayrılması yasaktır. İstanbul 13. Asliye Ticaret Mahkemesi kararında bu durum, “…sayılı karayollan trafik kanunun 81/3 ‘yaralamalı ve ölümlü kazalarda zabıtadan İzin alınmadan olay yerinden ayrılmak’ yasaktır” şeklinde vurgulanmıştır. Bu yükümlülüğün ihlali, sürücünün hukuki ve cezai sorumluluğunu ağırlaştıran bir faktör olarak kabul edilmektedir.

Sigorta Şirketinin Rücu Hakkı: Çarpıp kaçma eylemi, sigorta hukuku açısından önemli sonuçlar doğurmaktadır. Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası (ZMSS) Genel Şartları uyarınca, bedeni hasara neden olan kazalarda sürücünün zorunlu haller (tedavi, can güvenliği vb.) dışında olay yerini terk etmesi, sigorta şirketine, mağdura ödediği tazminatı kendi sigortalısına (kaçan sürücüye/araç sahibine) rücu etme (geri isteme) hakkı tanımaktadır. Bu husus, Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi (2023/1418) ve İstanbul 3. Asliye Ticaret Mahkemesi (2023/512) kararlarında açıkça belirtilmiştir.

Failin Tespit Edilememesi Durumu (Güvence Hesabı): Çarpan aracın veya sürücüsünün tespit edilemediği durumlarda, mağdurların hak kaybına uğramaması için Güvence Hesabı devreye girmektedir. Özellikle bedensel zararlarda (yaralanma, ölüm, maluliyet), mağdurlar tazminat taleplerini Güvence Hesabı’na yöneltebilirler. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi kararında (2021/1325), plakası tespit edilemeyen aracın neden olduğu yaralanmalı kazada Güvence Hesabı’nın sorumlu olduğu belirtilmiştir.

1. Olay Anında Yapılması Gerekenler ve Delillerin Toplanması

Kararlar, çarpıp kaçma vakasıyla karşılaşan mağdurun veya tanıkların atması gereken adımların önemini göstermektedir.

Polise Bildirim: Olayın derhal polise (155) bildirilmesi ve kaza tespit tutanağı tutturulması esastır (İstanbul Anadolu 4. Asliye Ticaret Mahkemesi, 2017/300).

Delil Tespiti: Failin tespiti için her türlü delil kritik öneme sahiptir. Yargıtay 17. Hukuk Dairesi’nin 2009/10051 E. sayılı kararında, “…çarpan aracın çarpma neticesi … sayılı ön plakasını olay yerine düşürmüş olduğu, yerde bu araca ait kırık plastik parçalarının bulunduğu tespit edilmiştir” ifadesi, olay yerinde bırakılan fiziki delillerin (plaka, araç parçaları) failin tespitinde ne kadar etkili olduğunu göstermektedir.

Tanık Beyanları: Tanıkların ifadeleri, özellikle sürücünün teşhisi açısından hayati rol oynar. Yargıtay 12. Ceza Dairesi (2013/13951), tanıkların sanıkla yüzleştirilmesi gerektiğini belirterek eksik incelemeyle hüküm kurulamayacağını vurgulamıştır.

2. Sürücünün Sorumluluğu ve Olay Yerini Terk Etme Gerekçeleri

Sürücünün olay yerini terk etmesi, kural olarak ağır bir ihlaldir. Ancak bazı kararlarda sürücünün kaçma gerekçeleri tartışılmıştır.

Geçersiz Gerekçeler: Antalya 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2019/59 E. sayılı kararında, sürücünün “kaza yerine toplanan insanların kendisine zarar verebilecekleri” yönündeki savunması, “somut hiçbir tehlikeye dayanılmamış olması sebebi ile” mahkemece yeterli bulunmamış ve sigortacının rücu talebi haklı görülmüştür. Bu, can güvenliğine yönelik tehlikenin soyut iddialarla değil, somut delillerle ispatlanması gerektiğini göstermektedir.

Geçerli Gerekçeler: ZMMS Genel Şartları’nda ve birçok kararda atıf yapıldığı üzere, “tedavi veya yardım amaçlı sağlık kuruluşuna gitme, can güvenliği nedeniyle uzaklaşma gibi zorunlu haller” olay yerini terk etmek için meşru sebep olarak kabul edilebilir. Ancak bu durumun ispat külfeti sürücüye aittir.

3. Sigorta Hukuku Açısından Değerlendirme

Rücu Hakkının Sınırları: Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2021/743 E. sayılı kararı, rücu hakkına önemli bir perspektif getirmektedir. Kararda, “Davacının rücu nedeni olarak gösterdiği, sigortalı araç sürücüsünün olay yerini terk etmesi hali salt bu nedenle sigortacıya rücu hakkı bahşetmez” denilerek, rücu için sadece kaçma eyleminin yeterli olmayabileceği, sigortalının “kasıt” veya “ağır kusur” halinin de ispatlanması gerektiği belirtilmiştir. Bu, sigorta şirketlerinin rücu hakkını kullanırken daha detaylı bir ispat yükümlülüğü altında olabileceğini göstermektedir.

Maddi Hasar ve Bedeni Hasar Ayrımı: İstanbul 14. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin (2021/432) kararına göre, sadece maddi hasarlı kazalarda olay yerini terk etmek, rizikonun teminat dışı kalmasına neden olmaz. Sigortacının rücu hakkı, esas olarak bedeni hasara neden olan kazalarda olay yerinin terk edilmesi durumunda gündeme gelmektedir.

Sonuç

Yargı kararları ışığında, çarpıp kaçan bir araçla karşılaşıldığında yapılması gerekenler ve sürecin hukuki sonuçları şu şekilde özetlenebilir:

Mağdur Açısından: Sakin kalmalı, derhal polisi aramalı, mümkünse kaçan aracın plakasını, modelini veya rengini not almalı, tanıkların iletişim bilgilerini temin etmeli ve olay yerindeki her türlü delili (düşen plaka, kamera kayıtları vb.) koruma altına almalıdır.

Hukuki Süreç: Olay yerinden kaçan sürücü, tespit edilmesi halinde neredeyse her zaman %100 kusurlu kabul edilir ve oluşan tüm maddi/manevi zararlardan şahsen sorumlu tutulur.

Sigorta Boyutu: Sürücünün tespit edilmesi durumunda, mağdurun zararı öncelikle failin trafik sigortasından karşılanır. Ancak sigorta şirketi, bedeni hasarlı kazalarda sürücünün kaçması nedeniyle ödediği tazminatı sigortalısına rücu etme hakkına sahiptir.

Failin Tespit Edilememesi: Eğer çarpan araç ve sürücüsü tüm çabalara rağmen tespit edilemezse, mağdurlar (özellikle bedensel zarara uğrayanlar) zararlarının tazmini için Güvence Hesabı’na başvurma hakkına sahiptir.

Sonuç olarak, bir trafik kazası sonrası olay yerinden kaçmak, sürücünün hukuki sorumluluğunu ortadan kaldırmayan, aksine kusurunu ikrar ettiği şeklinde yorumlanan ve hem cezai hem de hukuki sonuçları ağırlaştıran bir eylemdir. Yargı pratiği, bu eylemi gerçekleştiren sürücüler aleyhine oldukça net bir tutum sergilemektedir. Bir yazı önerisi.

🔹 Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Çarpıp kaçma vakaları, mağdurlar için hem maddi hem de manevi açıdan oldukça yıpratıcıdır. Ayrıca sürecin sigorta, ceza ve tazminat boyutu bulunduğundan, doğru adımların zamanında atılması büyük önem taşır.

Tuzla’da meydana gelen bir çarpıp kaçma olayında, mağdurun hak kaybı yaşamaması için alanında uzman bir avukattan profesyonel destek alması kritik öneme sahiptir. Çünkü:

Failin Tespiti: Kamera kayıtlarının toplanması, tanık beyanlarının alınması ve delillerin hukuka uygun şekilde sunulması avukat aracılığıyla daha etkin yürütülür.

Sigorta ve Tazminat Süreci: Failin tespit edilememesi halinde Güvence Hesabı’na başvuru, tespit edilmesi halinde ise sigorta şirketine karşı tazminat süreci avukat desteği olmadan mağdurun aleyhine sonuçlanabilir.

Rücu ve Kusur Tartışmaları: Sigorta şirketleri, rücu hakkını kullanarak sorumluluktan kaçmaya çalışabilir. Avukat, kusur oranı ve rücu gerekçelerinin doğru şekilde değerlendirilmesini sağlar.

Ceza Davaları: Olay yerini terk eden sürücü hakkında açılacak ceza soruşturma ve davalarında mağdurun haklarının korunması, avukat desteği ile mümkün olur.

Bu nedenle, İstanbul, Tuzla, Pendik, Kartal, Maltepe, Gebze, Aydınlı, Orhanlı, Tepeören, Darıca, Bayramoğlu veya Çayırova, Şekerpınar, Güzelyalı ve Akfırat avukat gibi bölgelerde çarpıp kaçma olayına karışan mağdurların Tuzla’da uzman bir avukata başvurmaları, hem hak kayıplarının önlenmesi hem de süreçlerin hızla ilerlemesi için gereklidir.

Read More

İş sözleşmesinin işveren tarafından haksız olarak feshedilmesi durumunda işçinin hakları nelerdir?

Giriş

Bu çalışma, iş sözleşmesinin işveren tarafından haksız olarak feshedilmesi durumunda işçinin haklarını, özellikle kıdem ve ihbar tazminatı taleplerini, Yargıtay kararları ışığında analiz etmek amacıyla hazırlanmıştır. Çalışma, tazminatlara hak kazanma koşullarını, ispat yükümlülüğünü, feshin haklı ve haksız nedenlerini, dava sürecindeki usuli gereklilikleri ve dikkat edilmesi gereken diğer önemli hukuki detayları incelemektedir.

İncelenen Yargıtay kararları, işten haksız fesih durumunda kıdem ve ihbar tazminatı taleplerine ilişkin aşağıdaki temel bulguları ortaya koymaktadır:

Temel Hak: İş sözleşmesi işveren tarafından haklı bir neden olmaksızın feshedilen işçi, kural olarak kıdem ve ihbar tazminatına hak kazanır.

İspat Yükü: Feshin haklı bir nedene dayandığını veya tazminatların ödendiğini ispat yükü işverene aittir. İşçi ise fazla mesai gibi ek alacak iddialarını ispatla yükümlüdür.

Fesheden Taraf: Tazminat hakkını belirleyen en önemli unsur, sözleşmeyi kimin ve hangi nedenle feshettiğidir. İşçinin haklı bir nedenle (örneğin ücretinin ödenmemesi) feshi, kıdem tazminatına hak kazandırırken, ihbar tazminatına hak kazandırmaz. İşçinin haksız istifası ise her iki tazminat hakkını da ortadan kaldırır.

Usuli Kurallar: Dava sürecinde hak düşürücü süreler, zamanaşımı, dava dilekçesinde taleplerin doğru belirtilmesi (ıslah ile yeni talep eklenememesi) ve hukuki dinlenilme hakkı gibi usuli kurallar, davanın esası kadar önemlidir ve hak kayıplarına yol açabilir.

Haklı Nedenlerin Değerlendirilmesi: İşverenin fesih gerekçeleri (örneğin, işçinin doğruluk ve bağlılığa aykırı davranışları) mahkemece somut delillere göre değerlendirilir. Benzer şekilde, işçinin fesih gerekçeleri de kanunda sayılan haklı nedenler arasında olup olmadığına göre incelenir.

Hesaplama ve Hüküm: Tazminat ve alacak hesaplamalarının doğru yapılması, kararın gerekçesi ile hüküm fıkrası arasında çelişki bulunmaması ve taleplerin net bir şekilde karara bağlanması, Yargıtay tarafından aranan önemli unsurlardır.

1. Kıdem ve İhbar Tazminatına Hak Kazanma Koşulları

Yargıtay kararları, kıdem ve ihbar tazminatına hak kazanmanın temel koşulunun, iş sözleşmesinin işveren tarafından haksız bir şekilde feshedilmesi olduğunu istikrarlı bir şekilde vurgulamaktadır. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin bir kararında belirttiği gibi, ortada haklı bir neden olmadığı halde işten çıkartıldığı anlaşılmakla davacının kıdem ve ihbar tazminatı almaya hak kazandığı” (2016/5794 E.) tespiti, bu ilkenin temelini oluşturur.

Ancak, fesheden tarafa ve feshin nedenine göre tazminat hakkı farklılaşmaktadır:

İşveren Feshi: İşveren, haklı bir neden (İş Kanunu md. 25) olmaksızın işçinin sözleşmesini feshederse, işçi hem kıdem hem de ihbar tazminatına hak kazanır (9. HD, 2012/10527 E.; 9. HD, 2016/13228 E.).

İşçi Feshi (Haklı Nedenle): İşçi, İş Kanunu’nun 24. maddesinde sayılan haklı nedenlerden birine (örneğin ücretinin kanuna uygun ödenmemesi) dayanarak sözleşmeyi feshederse, kıdem tazminatına hak kazanır. Ancak bu durumda ihbar tazminatı talep edemez. Yargıtay bu durumu, “haklı nedenle dahi olsa iş sözleşmesini sona erdiren tarafın ihbar tazminatına hak kazanamayacağı” (9. HD, 2014/4257 E.) şeklinde açıkça ifade etmektedir.

İşçi Feshi (Haksız Nedenle – İstifa): İşçi, haklı bir nedeni olmaksızın işten ayrılırsa (istifa), kıdem ve ihbar tazminatına hak kazanamaz (9. HD, 2017/16807 E.). Ancak, işverenin baskısı ile alınan istifa dilekçeleri geçersiz kabul edilir ve bu durumda feshin işverence yapıldığı varsayılır (22. HD, 2017/5615 E.).

2. İspat Yükü ve Delillerin Değerlendirilmesi

Dava sürecinde ispat yükünün hangi tarafta olduğu, davanın sonucunu doğrudan etkilemektedir.

İşverenin İspat Yükü: İşveren, feshin haklı bir nedene dayandığını veya işçilik alacaklarını ödediğini yazılı delillerle ispat etmek zorundadır. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin belirttiği üzere, işveren “kıdem ve ihbar tazminatı gerektirmeyecek bir fesih olduğunu ispatlayamazsa ve ödeme yapıldığına dair belge ibraz edemezse, işçinin tazminat talepleri kabul edilir.” (2014/35647 E.).

İşçinin İspat Yükü: Fazla çalışma, hafta tatili ve genel tatil alacakları gibi konularda ispat yükü işçidedir. İşçi, bu iddialarını tanık beyanları, işyeri giriş-çıkış kayıtları gibi delillerle kanıtlamalıdır. Ancak, ücretin ödendiğinin ispatı daima işverene aittir (7. HD, 2014/21110 E.).

Delillerin Niteliği: SGK fesih kodu tek başına feshin nedenini ispata yeterli görülmemektedir (9. HD, 2017/17019 E.). İşçinin imzasını taşıyan ve sahteliği iddia edilmeyen ücret bordroları ise kesin delil niteliğindedir (22. HD, 2015/419 E.).

3. Feshin Haklı Nedenleri ve Sınırları

Yargıtay, hem işveren hem de işçi açısından haklı fesih nedenlerini dar yorumlama eğilimindedir.

İşveren Açısından Haklı Nedenler: İşçinin “doğruluk ve bağlılığa aykırı” davranışları (örneğin, müşterilere kaba davranmak, işvereni zarara uğratacak eylemlerde bulunmak) haklı fesih nedeni sayılmaktadır (9. HD, 2016/13418 E.; 9. HD, 2016/8451 E.).

İşçi Açısından Haklı Nedenler: Ücretlerin zamanında ve tam ödenmemesi, en temel haklı fesih nedenidir. Ancak, her talep haklı fesih nedeni oluşturmaz. Örneğin, Yargıtay bir kararında, “4857 sayılı İş Kanunu’nun işçinin haklı nedenle derhal fesih hakkını düzenleyen 24. maddesinde işverenin işçiye avans vermemesi şeklinde bir sebep bulunmamaktadır.” (9. HD, 2016/18215 E.) diyerek, avans verilmemesinin işçi için haklı fesih nedeni oluşturmayacağına hükmetmiştir.

4. Usuli Kurallar ve Davada Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar

Davanın esası kadar usuli kurallara uyum da büyük önem taşımaktadır.

Hak Düşürücü Süreler: İşverenin, işçinin haklı feshe neden olan eylemini öğrendiği tarihten itibaren 6 iş günü ve her halde fiilin gerçekleşmesinden itibaren 1 yıl içinde fesih hakkını kullanması gerekir. Bu süreler geçtikten sonra yapılan fesih, haksız fesih sayılır ve işçi tazminatlara hak kazanır (22. HD, 2017/13667 E.; 7. HD, 2013/9420 E.).

Dava ve Islah: Dava dilekçesinde talep edilmeyen bir alacak kalemi (örneğin ihbar tazminatı), sonradan ıslah yoluyla davaya dahil edilemez. Hukuk Genel Kurulu bu konuda, Başından beri dava konusu edilmeyen bir şeyin ıslah yoluyla davaya ithaline ve dava konusu edilmesine yasal açıdan olanak bulunmamaktadır.” (2015/917 E.) şeklinde net bir içtihat oluşturmuştur. Bu nedenle, tüm taleplerin dava dilekçesinde açıkça belirtilmesi kritik öneme sahiptir.

Zamanaşımı: İşçilik alacaklarında zamanaşımı def’i, davalı işveren tarafından süresi içinde ileri sürülmelidir. Mahkeme bu def’iyi dikkate almak zorundadır (9. HD, 2017/9895 E.).

İbranamenin Geçerliliği: Özellikle 01.07.2012 sonrası düzenlenen ibranamelerin geçerliliği çok sıkı şartlara bağlanmıştır. İbranamenin yazılı olması, fesihten en az bir ay sonra düzenlenmesi, alacak türü ve miktarını açıkça belirtmesi ve ödemenin banka kanalıyla eksiksiz yapılması zorunludur. Bu şartları taşımayan ibranameler kesin hükümsüzdür (9. HD, 2017/4609 E.).

Bekletici Mesele: Feshe konu eylemlerle ilgili devam eden bir ceza davası varsa, hukuk mahkemesi bu davanın sonucunu beklemelidir, zira ceza davasının sonucu tazminat taleplerini etkileyebilir (22. HD, 2014/13177 E.).

Sonuç

İncelenen Yargıtay kararları, işten haksız fesih durumunda kıdem ve ihbar tazminatı almanın, bir dizi maddi ve usuli koşulun bir arada gerçekleşmesine bağlı olduğunu göstermektedir. Tazminat hakkının doğumu için feshin işveren tarafından ve haksız bir nedene dayanarak yapıldığının tespiti esastır. İşçinin haklı nedenle feshi durumunda ise sadece kıdem tazminatına hak kazanılacağı unutulmamalıdır. Dava sürecinde ispat yükünün doğru dağılımı, hak düşürücü süreler ve zamanaşımı gibi usuli kurallara titizlikle uyulması, delillerin eksiksiz sunulması ve taleplerin dava dilekçesinde net bir şekilde ifade edilmesi, hak kayıplarının önlenmesi açısından hayati önem taşımaktadır. Avukatların, müvekkillerinin haklarını korumak için bu karmaşık hukuki çerçeveyi ve Yargıtay’ın güncel içtihatlarını dikkatle takip etmeleri gerekmektedir. Bu konuyla ilgili şu makaleye de bakılabilir.

Neden Uzman Avukat Desteği Gerekli?

Kıdem ve ihbar tazminatı davaları, hem maddi hem de usuli açıdan oldukça karmaşık bir süreçtir. Hak düşürücü süreler, zamanaşımı, delillerin değerlendirilmesi ve dava dilekçesinin doğru hazırlanması, hak kaybını önlemek için kritik öneme sahiptir. Bu nedenle işten çıkarılma veya tazminat talepleri gibi durumlarda, sürecin başından itibaren uzman bir avukat desteği almak büyük önem taşır. Özellikle İstanbul, Pendik, Maltepe, Tepeören, Gebze, Çayırova, Tuzla ve çevresinde iş hukuku alanında deneyimli avukatlarla çalışmak, davaların daha etkin yürütülmesini ve hakların korunmasını sağlar.

Read More

Siteye Yapılan Peyzaj Düzenlemesi Lüks Gider midir, Zorunlu Gider midir?

Giriş

Siteye Yapılan Peyzaj Düzenlemesi Lüks Gider midir, Zorunlu Gider midir? Bu çalışma, bir siteye yapılan peyzaj düzenlemesinin hukuki niteliğinin “lüks” veya “zorunlu olmayan” bir gider olarak kabul edilip edilemeyeceği sorusunu, sunulan yargı kararları ve idari görüşler ışığında analiz etmektedir. İncelemeler, peyzaj düzenlemesinin nitelendirilmesinin tek bir kurala tabi olmadığını; yapılan işin amacı, kapsamı, maliyeti, anagayrimenkulün projesindeki yeri ve uyuşmazlığın hukuki bağlamı (Kat Mülkiyeti Hukuku, Vergi Hukuku, Kamu İhale Hukuku vb.) gibi birden çok faktöre bağlı olarak değiştiğini ortaya koymaktadır. Kararlar, “zorunlu gider”, “faydalı gider”, “lüks gider” ve “maliyet unsuru” gibi farklı kavramlar etrafında şekillenmektedir.

1. Peyzaj Düzenlemesinin “Zorunlu Gider” Sayıldığı Haller

Yargı kararları, peyzaj düzenlemesinin mutlak surette lüks bir gider olmadığını, aksine belirli koşullarda zorunlu bir masraf olarak nitelendirilebileceğini göstermektedir. Bu konudaki en net kararlardan biri Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 2024/1353 E., 2025/697 K. sayılı ve 10.02.2025 tarihli kararıdır. Bu kararda mahkemenin, “…bahçe peyzajı ve otomatik sulama sisteminin ise zorunlu masraflar olduğu…” yönündeki hükmü onanmıştır. Benzer şekilde, Konya 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2021/300 E., 2022/688 K. sayılı kararında alıntılanan bilirkişi raporu, bu zorunluluğun pratik bir nedenini ortaya koymaktadır: “…bahçe ve peyzaj işleri için ödenen 6.000,00 TL’nin… iskan ruhsatı alınabilmesi için yapılması gereken zorunlu giderlerden olduğu tespit edilmiştir.”

Bu yaklaşım, peyzajın sadece estetik bir unsur değil, aynı zamanda bir yapının tamamlanması ve yasal olarak kullanılabilir hale gelmesi için bir gereklilik olabileceğini göstermektedir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 15. Hukuk Dairesi’nin 2020/993 E., 2020/1624 K. sayılı kararında ise peyzaj alanları, “bina alanları içinde ve dışında inşaat imalat kalemi olduğu” ve “bu imalat kalemlerinin her birinin de birer maliyet unsuru olduğu ve harcama gerektirdiği” belirtilerek, peyzajın inşaatın ayrılmaz bir parçası olduğu vurgulanmıştır.

2. Kat Mülkiyeti Kanunu Çerçevesinde “Lüks Gider” Değerlendirmesi

Kat malikleri arasındaki uyuşmazlıklarda temel referans noktası Kat Mülkiyeti Kanunu’dur. Yargıtay 18. Hukuk Dairesi’nin 2016/4929 E., 2016/8102 K. sayılı kararında KMK’nın 43. maddesine atıf yapılarak önemli bir ilke hatırlatılmıştır: “yapılması arzu edilen yenilik ve ilaveler çok masraflı ise veya yapının özel durumuna göre lüks bir nitelik taşıyorsa veya anagayrimenkulün bütün kat malikleri tarafından kullanılması mutlaka gerekli olan yerlerinde veya geçitlerinde bulunmuyorsa, bunlardan faydalanmak istemeyen kat maliki, gidere katılmak zorunda değildir.”

Bu madde, peyzaj düzenlemesinin lüks olarak kabul edilmesi halinde, katılımın isteğe bağlı hale gelebileceğini göstermektedir. Harcamanın niteliğini belirlemek için ise Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 2017/13230 E., 2019/2267 K. sayılı kararında yer alan tanımlama yol göstericidir: “bir şeyin varlığını ve değerini korumak için yapılması gerekli olan harcamalar; zorunlu, bir şeyin değerini ve verimini artırmak için yapılan harcamalar; faydalı ve hiçbir gereği yokken sadece kişisel zevkler için yapılan harcamalar ise; lüks olarak nitelendirilmektedir.” Bu ayrıma göre, erozyonu önlemek için yapılan bir peyzaj zorunlu, sitenin estetik değerini artırarak satış potansiyelini yükselten bir düzenleme faydalı, sadece belirli bir grubun zevkine hitap eden ve fahiş maliyetli bir süsleme ise lüks sayılabilir. Değerlendirme, bilirkişi incelemesi ve somut durumun özelliklerine göre yapılmalıdır.

3. Farklı Hukuki Perspektifler ve Özel Durumlar

Peyzaj giderinin nitelendirilmesi, uyuşmazlığın hukuki zeminine göre de farklılık arz etmektedir.

Vergi Hukuku Açısından: Danıştay 4. Dairesi’nin 2019/417 E., 2023/2046 K. sayılı kararı, KDV iadesi bağlamında önemli bir ayrım yapmaktadır. Karara göre, “…çocuk parkı, bahçe düzenlemesi, havuz, pergole, kamelya, çim ekimi, spor alanı gibi alanlara ilişkin konutun yapımı için zorunlu olmayan harcamalar nedeniyle yüklenilen KDV iade hesabına dâhil edilemeyecektir.” Ancak aynı kararda, arazinin yapısı gereği yapılması zorunlu olan istinat duvarı gibi işlerin iade hesabına dahil edilebileceği belirtilmiştir. Bu, vergi hukuku açısından peyzajın genellikle “zorunlu olmayan” bir unsur olarak görüldüğünü, ancak teknik zorunlulukların istisna oluşturduğunu göstermektedir. Benzer şekilde özelgelerde de (Örn: 29.02.2012 tarihli özelge), basit peyzaj ve çevre düzenlemesi “onarım gideri” sayılırken, mülkün iktisadi değerini artıran istinat duvarı gibi imalatların “maliyet bedeli” olarak amortismana tabi tutulması gerektiği ifade edilmiştir.

Proje ve Kararlara Uygunluk: Peyzaj düzenlemesinin mevcut mimari projeye ve kat malikleri kurulu kararlarına uygunluğu da önemli bir kriterdir. Yargıtay 20. Hukuk Dairesi’nin 2017/6075 E., 2018/7563 K. sayılı kararında, vaziyet planında amfi tiyatro olarak görünen bir alanın değiştirilerek tepe haline getirilmesi hukuka aykırı bulunmuş ve eski hale getirme kararı verilmiştir. Bu, peyzaj adı altında yapılan değişikliklerin projelere aykırı olamayacağını göstermektedir. Bir yazı önerisi.

Sonuç

Siteye yapılan peyzaj düzenlemesinin lüks veya zorunlu olmayan bir gider olup olmadığı sorusuna verilecek yanıt, duruma özgüdür ve kesin bir kurala bağlanamaz. Hukuki değerlendirme yapılırken aşağıdaki kriterler göz önünde bulundurulmalıdır:

Amaç ve Gereklilik: Düzenleme, iskan ruhsatı almak gibi yasal bir zorunluluktan mı kaynaklanmaktadır? Yoksa sitenin değerini korumak veya artırmak (faydalı gider) ya da sadece estetik zevklere hitap etmek (lüks gider) amacıyla mı yapılmıştır?

Projedeki Yeri: Peyzaj düzenlemesi, anagayrimenkulün onaylı mimari projesinde yer almakta mıdır? Projede yer alan imalatlar genellikle zorunlu veya faydalı kabul edilir.

Maliyet: Yapılan harcama, sitenin genel durumu ve değeriyle orantılı mıdır, yoksa KMK’nın 43. maddesi kapsamında “çok masraflı” olarak nitelendirilebilir mi?

Karar Yeter Sayısı: Düzenleme, kat malikleri kurulu tarafından usulüne uygun (basit çoğunluk, nitelikli çoğunluk veya oybirliği) alınmış bir karara dayanmakta mıdır?

Hukuki Bağlam: Uyuşmazlık, kat malikleri arasında bir aidat borcu mu, bir vergi iadesi talebi mi, yoksa bir kamu ihalesi midir? Her bağlam, farklı bir hukuki değerlendirmeyi gerektirecektir.

Nihayetinde, bir peyzaj harcamasının hukuki niteliği, genellikle mahkemeler tarafından görevlendirilen bilirkişilerin yapacağı teknik inceleme ve raporlar sonucunda, somut olayın tüm özellikleri dikkate alınarak belirlenmektedir.

Neden Uzman Avukat Desteği Gerekli?

Peyzaj düzenlemesi gibi giderlerin hukuki niteliğinin belirlenmesi, ilk bakışta teknik bir mesele gibi görünse de aslında farklı hukuk dallarını ilgilendiren oldukça karmaşık bir süreçtir. Kat Mülkiyeti Hukuku, Vergi Hukuku ve İhale Hukuku gibi farklı alanlarda aynı masrafın farklı şekilde nitelendirilebilmesi, hak kayıplarına yol açabilecek sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle sürecin başından itibaren uzman bir avukattan hukuki destek almak büyük önem taşır.

Örneğin, bir sitede yapılan peyzaj masrafının lüks mü yoksa zorunlu gider mi sayılacağı, doğrudan kat maliklerinin aidat yükümlülüklerini etkilemektedir. Benzer şekilde vergi hukukunda, giderin “maliyet unsuru” veya “zorunlu olmayan harcama” olarak değerlendirilmesi, iade ve amortisman hesaplarını değiştirebilir. Bu tür teknik farklılıkların doğru şekilde yönetilmesi, yalnızca deneyimli bir avukatın sağlayabileceği profesyonel hukuki bilgiyle mümkün olur.

Özellikle İstanbul’un gelişen bölgelerinden biri olan Tuzla’da, site yönetimleri ve kat malikleri arasında bu tür uyuşmazlıklar sıkça gündeme gelmektedir. Tuzla’da faaliyet gösteren bir avukat, yerel uygulamaları ve yargı kararlarını yakından takip ederek, hem site yönetimlerinin hem de bireysel kat maliklerinin haklarını en iyi şekilde koruyabilir.

Sonuç olarak, peyzaj düzenlemelerinden doğabilecek mali ve hukuki risklerin en aza indirilmesi için uzman bir avukat desteği alınması, sürecin güvenli ve sağlıklı bir şekilde ilerlemesi açısından vazgeçilmezdir.

Read More

Yönetici gelir–gider hesabını ne zaman vermek zorundadır?

Giriş

Yöneticinin gelir-gider hesabını ne zaman vermek zorunda olduğu sorusu, yöneticinin hukuki statüsüne (apartman/site yöneticisi, şirket yöneticisi, kooperatif yöneticisi vb.) göre farklı kanun ve düzenlemeler çerçevesinde yanıtlanmaktadır. İncelenen yargı kararları, bu yükümlülüğün zamanlamasının başta 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu (KMK), 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu (TTK) ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) olmak üzere ilgili mevzuat ve taraflar arasındaki sözleşmesel düzenlemelere (yönetim planı, ana sözleşme) bağlı olduğunu ortaya koymaktadır.

Yargı kararları, yöneticinin hesap verme zamanına ilişkin farklı hukuki rejimlere göre spesifik tarihler ve dönemler belirlemiştir.

Kat Mülkiyeti Kanunu’na Tabi Yöneticiler

Bu alandaki temel düzenleme KMK’nin 39. maddesidir. Yargıtay kararları bu maddeyi istikrarlı bir şekilde uygulamaktadır.

Birincil Kural: Yönetim planında belirtilen tarihlerde hesap verilir.

İkincil Kural: Yönetim planında bir tarih belirtilmemişse, yönetici her takvim yılının birinci ayı içinde (Ocak ayı) kat malikleri kuruluna” gelir-gider hesabını sunmakla yükümlüdür (Yargıtay 18. Hukuk Dairesi, 2010/11917; Yargıtay 20. Hukuk Dairesi, 2017/3644; Yargıtay 20. Hukuk Dairesi, 2017/3573).

İstisnai Durum: Kat maliklerinin yarısı, arsa paylarına bakılmaksızın, yönetim planında belirtilen zamanlar dışında da hesabın gösterilmesini talep edebilir (Yargıtay 20. Hukuk Dairesi, 2017/3644).

Ek Yükümlülük: Yöneticinin, tutmakla yükümlü olduğu karar ve işletme defterini “her takvim yılının bitmesinden başlayarak bir ay içinde notere kapattırması mecburidir” (Adana 2. Asliye Ticaret Mahkemesi, 2022/396; Yargıtay 18. Hukuk Dairesi, 2014/14359). Bu, hesap döneminin yıllık olarak kapatılması gerektiğini teyit eden önemli bir usuli işlemdir.

Türk Ticaret Kanunu’na Tabi Yöneticiler (Şirketler): Anonim ve limited şirketlerde yönetim organının hesap verme süresi TTK’da düzenlenmiştir.

Anonim şirketlerde yönetim kurulu, “geçmiş hesap dönemine ait… finansal tablolarını, eklerini ve yönetim kurulunun yıllık faaliyet raporunu, bilanço gününü izleyen hesap döneminin ilk üç ayı içinde hazırlar ve genel kurula sunar” (Antalya 1. Asliye Ticaret Mahkemesi, 2023/669 – TTK m. 514’e atfen). Bu belgelerin genel kurul toplantısından en az on beş gün önce pay sahiplerinin incelemesine sunulması gerekir (Ankara 14. Asliye Ticaret Mahkemesi, 2021/838 – TTK m. 437’ye atfen).

Türk Borçlar Kanunu’na Tabi Yöneticiler (Adi Ortaklık): Adi ortaklıklarda yönetici ortağın hesap verme yükümlülüğü TBK’da emredici bir hükümle düzenlenmiştir.

Yönetici ortaklar, “yılda en az bir defa hesap vermek ve kazanç paylarını ortaklara ödemekle yükümlüdürler.” Bu kuralın emredici nitelikte olduğu ve hesap döneminin uzatılmasına ilişkin anlaşmaların kesin olarak hükümsüz olduğu vurgulanmıştır (Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, 2023/4233 – TBK m. 630/3’e atfen).

Diğer Hukuki Yapılar (Kooperatifler vb.):

Kooperatiflerde: Hesap verme zamanı öncelikle kooperatif ana sözleşmesine göre belirlenir. İlgili bir kararda, yönetim kurulunun bilançoyu ve gelir-gider hesaplarını “genel kurul toplantısında en az … ay önce denetim kurulu üyelerine” vermesi gerektiği belirtilmiştir (Antalya 4. Asliye Ticaret Mahkemesi, 2017/432).

Özel Kanunlara Tabi Yapılar: Anayasa Mahkemesi’nin bir kararında, özel kanunla kurulan bir bölgedeki yönetici şirketin “her türlü hesap ve işlemlerini yıllık olarak müteakip yılın ocak ayında” yeminli mali müşavire inceletmesi gerektiği hüküm altına alınmıştır (AYM, 2022/158).

İnceleme ve Değerlendirme

Yargı kararları, belirli tarihler sunmanın yanı sıra, hesap verme yükümlülüğünün temel niteliği ve kapsamı hakkında da önemli detaylar içermektedir.

Sürekli ve Kapsamlı Bir Yükümlülük: Belirli bir tarihte hesap verme zorunluluğundan bağımsız olarak, Yargıtay’ın birçok kararında yöneticinin “yöneticiliği döneminde elde ettiği gelirler ile yapılmış giderlerin hesabını vermekle yükümlü” olduğu ilkesi tekrar edilmektedir (Yargıtay 5. Hukuk Dairesi, 2021/3719; Yargıtay 18. Hukuk Dairesi, 2012/11654; Yargıtay 20. Hukuk Dairesi, 2018/3427). Bu, hesap verme borcunun yöneticilik görevi süresince doğan ve görevin sona ermesiyle muaccel hale gelen sürekli bir borç olduğunu göstermektedir.

Görevin Sona Ermesi: Yöneticinin görevi sona erdiğinde, yönetimle ilgili tüm defter, makbuz ve belgeleri yeni yöneticiye teslim etme yükümlülüğü doğar. Eski yöneticinin bu yükümlülükten kaçınması halinde, KMK’nin 33. maddesi uyarınca hâkimin müdahalesi istenerek belgelerin teslimi sağlanabilir (Yargıtay 18. Hukuk Dairesi, 2009/1359). Bu durum, görev devrinin de hesap verme için kritik bir zamanlama olduğunu ortaya koymaktadır.

Hesap Vermenin Usulü ve İçeriği: Yargıtay, hesap vermenin sadece bir beyandan ibaret olmadığını, defter ve belgelere dayanması gerektiğini vurgulamaktadır. Ancak bu konuda katı bir şekilcilikten kaçınılmıştır. Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına göre;”yöneticinin yaptığı harcamaları gösteren belgelerin mutlaka fatura veya kasa fişi niteliği taşıması zorunlu değildir. Gerçekleşmiş bir iş veya işlem için harcama yapıldığını gösteren yazılı ve imzalı belge yeterli sayılmakta ve hatta aciliyet ve zorunluluk nedeniyle yapılan ve belgesiz olarak deftere işlenen gider konusu işin yapıldığının ve gösterilen miktarın uygunluğunun tespit edilmiş olması dahi yeterli kabul edilmektedir.” (Yargıtay 20. Hukuk Dairesi, 2019/4823; Yargıtay 18. Hukuk Dairesi, 2014/18069).

Sonuç

Yöneticinin gelir-gider hesabını verme zamanı, tabi olduğu hukuki rejime göre değişiklik göstermektedir.

Apartman ve Site Yöneticileri (KMK): Kural olarak her yılın Ocak ayında, yönetim planında farklı bir süre öngörülmemişse, kat malikleri kuruluna hesap vermek zorundadır.

Şirket Yöneticileri (TTK): Hesap dönemini izleyen ilk üç ay içinde finansal tabloları ve faaliyet raporunu hazırlayıp genel kurula sunmakla yükümlüdür.

Adi Ortaklık Yöneticileri (TBK): Yılda en az bir kez hesap vermekle yükümlüdür.

Kooperatif Yöneticileri: Ana sözleşmede belirtilen sürelerde hesap vermekle yükümlüdür.

Bu belirli zaman dilimlerinin yanı sıra, yöneticinin görevi süresince tüm gelir ve giderleri usulüne uygun olarak kaydetme ve belgeleme (KMK m. 36) ve görevi sona erdiğinde tüm kayıtları yeni yönetime devretme gibi temel ve sürekli yükümlülükleri bulunmaktadır. Hesap verme, yöneticinin vekalet sorumluluğunun bir gereği olup, bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi hukuki ve cezai sorumluluğuna yol açabilir. Bir yazı önerisi

Avukat desteği neden gerekli?

İstanbul, Tuzla, Pendik , Kartal, Maltepe, Gebze, Aydınlı, Orhanlı, Tepeören, Darıca, Bayramoğlu veya Çayırova, Şekerpınar, Güzelyalı, Postane ve Akfırat gibi bölgelerde deneyimli bir avukat ile çalışmak, hak kaybı riskini azaltır ve en iyi sonuca ulaşma ihtimalini güçlendirir.

Read More

Destekten Yoksun Kalma Tazminatının Hukuki Niteliği, Şartları ve Talep Edilebilirliği

Giriş

Bu yazı, “Destekten yoksun kalma tazminatı nedir?” ve “Bu tazminat talep edilebilir mi?” sorularına yanıt olarak sunulan yargı kararları ve hukuki dokümanların analiziyle hazırlanmıştır. Yazı, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) Madde 53/3’te düzenlenen destekten yoksun kalma tazminatının tanımını, amacını, talep koşullarını, hukuki niteliğini ve uygulamadaki farklılıkları incelemektedir. Analiz, Yargıtay, Bölge Adliye Mahkemeleri ve İlk Derece Mahkemeleri’nin çeşitli kararlarını esas alarak konuyu bütüncül bir bakış açısıyla ele almaktadır.

Tanım ve Amaç: Destekten yoksun kalma tazminatı, bir kişinin haksız bir fiil sonucu ölümü nedeniyle, hayattayken onun maddi yardımından faydalanan kişilerin bu destekten mahrum kalmaları sonucu uğradıkları zararın giderilmesidir. Yargı kararlarında tazminatın temel amacı istikrarlı bir şekilde, “destekten yoksun kalanların desteğin ölümünden önceki yaşamlarındaki sosyal ve ekonomik durumlarının korunmasıdır.” (örn: bam-Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 35. Hukuk Dairesi-2022/447-2022/633).

Temel Şart “Eylemli Destek”: Tazminata hükmedilebilmesi için aranan en temel şart, ölen kişi (destek) ile tazminat talep eden (destekten yoksun kalan) arasında hukuki bir bağdan (akrabalık, mirasçılık vb.) ziyade, fiili bir durumun varlığıdır. Kararlarda bu durum, “ölen ile destekten yoksun kalan arasında maddi yönden düzenli ve eylemli bir yardımın varlığı” olarak ifade edilmektedir.

Bağımsız ve Asli Bir Hak: Bu tazminat hakkı, ölenin mirasçılarına kalan bir hak olmayıp, doğrudan doğruya desteğini yitiren kişinin şahsında doğan “asli ve bağımsız” bir haktır. Sigorta Tahkim Komisyonu kararında belirtildiği gibi, bu zarar “mirasçılık sıfatıyla bağlı olmaksızın uğranılabilen bir zarardır.” (sigorta—–2015/İHK.1294-03.06.2016).

Kusurun Rolü: Genel kural, sorumluların kusuru oranında tazminatın talep edilebilmesidir. Ancak, desteğin %100 kusurlu olduğu durumlarda tazminat talep edilip edilemeyeceği konusunda farklı yaklaşımlar mevcuttur. Bazı kararlar, desteğin tam kusurlu olması halinde yakınlarının tazminat talep edemeyeceğini belirtirken (ilkDerece-Ankara 4. Asliye Ticaret Mahkemesi-2021/736-2022/314), bu konu Yargıtay içtihatlarında tartışmalıdır ve somut olayın özelliklerine göre değerlendirilmektedir.

1. Hukuki Dayanak ve Kavramsal Çerçeve

Destekten yoksun kalma tazminatı, 6098 sayılı TBK’nın 53. maddesinde “Ölüm Hâlinde Zararlar” başlığı altında düzenlenmiştir. Maddenin 3. fıkrası, “Ölenin desteğinden yoksun kalan kişilerin bu sebeple uğradıkları kayıplar” ifadesiyle bu zararın tazmin edileceğini hüküm altına almıştır.

Yargı kararları, bu tazminatın amacını salt bir maddi kaybın giderilmesi olarak görmemekte, sosyal bir boyutu olduğunu vurgulamaktadır. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun atıf yapılan bir kararında tazminatın niteliği şöyle açıklanmıştır: “Destekten Yoksun Kalma Tazminatının eylemin karşılığı olan bir ceza olmayıp, ölüm sonucu ölenin yardımından yoksun kalan kimsenin muhtaç duruma düşmesini önlemek ve yaşamının desteğin ölümünden önceki düzeyde tutulması amacına yönelik sosyal karakterde kendine özgü bir tazminat olduğu” hususu vurgulanmıştır. (ilkDerece-Bakırköy 1. Asliye Ticaret Mahkemesi-2019/912-2021/1169)

2. Tazminatın Şartları ve “Destek” Kavramı

Mahkemeler, destekten yoksun kalma tazminatına hükmederken belirli şartların varlığını aramaktadır. Bu şartların en önemlisi, “destek” kavramının içeriğidir. Kararlarda bu kavramın hukuki bir ilişkiden ziyade fiili bir durumu ifade ettiği ısrarla belirtilmektedir: “6098 sayılı TBK 53/3 maddesinde sözü geçen destek kavramı hukuksal bir ilişkiyi değil, eylemli bir durumu hedef tutar ve ne hısımlığa ne de yasanın nafaka hakkındaki hükümlerine dayanır; sadece eylemli ve düzenli olarak geçimini kısmen veya tamamen sağlayacak şekilde yardım eden ve olayların olağan akışına göre eğer ölüm vuku bulmasaydı, az çok yakın bir gelecekte de bu yardımı sağlayacak olan kimse destek sayılır.” (ilkDerece-İstanbul Anadolu 5. Asliye Ticaret Mahkemesi-2022/2-2022/1069)

Bu kapsamda, düzenli ve sürekli yardımın varlığı esastır. Ayrıca bazı kararlarda, destekten yoksun kalanın “devamlı ve gerçek bir ihtiyaç içerisinde bulunması” gerektiği de ek bir şart olarak belirtilmiştir (ilkDerece-Samsun Asliye Ticaret Mahkemesi-2021/1075-2023/639).

Öte yandan, anne ve babanın çocuklarının ölümü nedeniyle açtıkları davalarda, ispat külfeti açısından bir kolaylık sağlanmıştır. Ankara 6. Asliye Ticaret Mahkemesi kararında bu durum, “Anne, babanın çocuğunun haksız fiil ve / veya akde aykırılık sonucu ölmesi nedeniyle açtığı destekten yoksun kalma tazminatı davalarında, çocukların anne – babaya destek olduklarının karine olarak kabulü gerekmektedir” şeklinde ifade edilmiştir.

3. Kusur Durumunun Tazminat Talebine Etkisi

Tazminat talebinin kabul edilip edilmemesinde kusur durumu kritik bir rol oynamaktadır. Sorumluların kısmi kusurlu olduğu durumlarda, kusurları oranında tazminat ödemeleri genel bir kuraldır.

Ancak en tartışmalı konu, ölen desteğin kazanın meydana gelmesinde tam (%100) kusurlu olduğu durumlardır. İncelenen kararlardan Ankara 4. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2022/314 sayılı kararı, bu durumda tazminat talebinin reddedilmesi gerektiği yönündedir. Mahkeme bu görüşünü şu gerekçeye dayandırmıştır: “…destekten yoksun kalma tazminatının yansıma yolu ile doğan bir zarar olduğu, destek tazminatı talep edenlerin kendisine destek sağlayanın hakkından daha fazlasına sahip olamayacağı…” Bu yaklaşım, destekten yoksun kalma hakkını, ölenin kendi uğrayacağı zararı talep etme hakkına bağlı “yansıma bir zarar” olarak kabul etmektedir. Ancak bu görüş, tazminat hakkının “bağımsız ve asli bir hak” olduğu yönündeki yerleşik içtihatlarla çelişki yaratabilmektedir. Nitekim İzmir Bölge Adliye Mahkemesi kararında, bu hakkın “desteğin mirasçısı olarak geride bıraktığı kişilere değil, desteğinden yoksun kalanlarına ait” olduğu ve destek olan kişinin kusurundan etkilenmeyeceği belirtilmiştir. Bu nedenle, desteğin tam kusurlu olduğu hallerde tazminat talebinin akıbeti, Yargıtay’ın güncel içtihatları ve somut olayın koşulları çerçevesinde dikkatle değerlendirilmesi gereken bir husustur.

Sonuç

Yapılan inceleme neticesinde, destekten yoksun kalma tazminatının;

Haksız bir fiil sonucu ölen kişinin fiili ve düzenli yardımlarından mahrum kalanların, ölümden önceki yaşam standartlarını korumayı amaçlayan, sosyal karakterli ve kendine özgü bir tazminat türü olduğu,

Talebin temel şartının, akrabalık gibi hukuki bağlardan ziyade, fiili, düzenli ve sürekli bir yardım ilişkisinin varlığı olduğu,

Bu hakkın, ölenin terekesine dahil olmayan, doğrudan destekten yoksun kalanın şahsında doğan bağımsız bir hak olduğu,

Tazminat talebinin, sorumluların kusuru oranında kabul edildiği, ancak ölen desteğin tam kusurlu olduğu durumlarda tazminat talep edilip edilemeyeceği hususunun yargı kararlarında tartışmalı olduğu ve farklı yorumlara açık olduğu tespit edilmiştir.

Bu nedenle, destekten yoksun kalma tazminatı taleplerinde, fiili destek ilişkisinin somut delillerle ispatlanması ve özellikle kazadaki kusur oranlarının tespiti, davanın sonucu açısından belirleyici olacaktır. bir yazı önerisi.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Destekten yoksun kalma tazminatı davaları, hem maddi hem de manevi boyutları olan, karmaşık hukuki süreçler içeren davalardır. Bu davalarda doğru delillerin toplanması, fiili destek ilişkisinin ispat edilmesi, kusur oranlarının doğru değerlendirilmesi ve güncel Yargıtay içtihatlarının takip edilmesi büyük önem taşır.

Özellikle tazminat hesaplamaları teknik bilgi gerektirmekte olup, küçük bir hata hak kaybına yol açabilir. Ayrıca, desteğin kusuru, sigorta şirketlerinin sorumluluğu ve dava zamanaşımı süreleri gibi konularda yapılan hatalar, tazminatın tamamen reddedilmesine dahi sebep olabilir.

Tuzla’da faaliyet gösteren bir avukat;

Delillerin toplanması ve mahkemeye sunulması konusunda profesyonel destek sağlar,

Kusur oranlarının doğru tespit edilmesi ve itirazların yapılmasında rol oynar,

Sigorta şirketleri ve karşı tarafla müzakerelerde hak kaybını önler,

Güncel Yargıtay ve Bölge Adliye Mahkemesi kararlarını takip ederek davayı en güçlü şekilde yürütür.

Bu nedenle, İstanbul, Tuzla avukat, Pendik avukat, Kartal avukat, Maltepe avukat, Gebze avukat, Aydınlı avukat, Orhanlı avukat, Tepeören avukat, Darıca avukat, Bayramoğlu avukat veya Çayırova avukat, Şekerpınar avukat, Güzelyalı avukat Postane avukat ve Akfırat avukat gibi bölgelerde ya da Tuzla’da ikamet eden veya burada dava açacak kişilerin, alanında deneyimli bir Tuzla avukatından profesyonel destek alması, hem sürecin hızlanması hem de en yüksek tazminat miktarının elde edilmesi açısından son derece önemlidir.

Read More