Açığa Atılan İmzanın Kötüye Kullanılması Suçunun Unsurları Nelerdir?

Giriş

Bu yazı, “açığa atılan imzanın kötüye kullanılması suçunun unsurları nelerdir?” sorusuna yanıt vermek amacıyla, sunulan Yargıtay, Bölge Adliye Mahkemesi ve İlk Derece Mahkemesi kararlarının analiziyle hazırlanmıştır. Yazı, suçun yasal dayanağını, temel unsurlarını, ispat koşullarını ve diğer suç tiplerinden ayrıldığı noktaları, ilgili yargı kararlarından alıntılarla destekleyerek ortaya koymaktadır. Amaç, farklı kararlardaki bilgileri sentezleyerek bütüncül bir bakış açısı sunmaktır.

1. Açığa Atılan İmzanın Kötüye Kullanılması Suçunun Yasal Dayanağı ve Tanımı

İncelenen tüm kararlar, açığa atılan imzanın kötüye kullanılması suçunun yasal dayanağının 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 209. maddesinin 1. fıkrası (TCK 209/1) olduğu konusunda hemfikirdir. Yargı kararlarında suçun tanımı tutarlı bir şekilde şu ifadelerle yapılmaktadır: “Belirli bir tarzda doldurulup kullanılmak üzere kendisine teslim olunan imzalı ve kısmen veya tamamen boş bir kağıdı, verilme nedeninden farklı bir şekilde dolduran kişi…” (Yargıtay 11. Ceza Dairesi, 2021/38005; Ceza Genel Kurulu, 2017/51)

2. Suçun Konusu: İmzalı ve Kısmen veya Tamamen Boş Kâğıt 

Suçun işlenebilmesi için ortada, hukuki bir sonuç doğuracak şekilde doldurulmaya elverişli, üzerinde gerçek bir imza bulunan ancak içeriği kısmen veya tamamen boş olan bir kâğıt bulunmalıdır. Yargıtay Ceza Genel Kurulu bu durumu, “…‘belge’ oluşturmayan, tamamlanmış bir hukuki işlemi ifade etmeyen imzalı ve fakat kısmen veya tamamen boş bir kâğıt” olarak nitelendirmiştir (2016/1347). İmzanın gerçek olması zorunludur; aksi halde belgede sahtecilik suçu gündeme gelir (Ceza Genel Kurulu, 2017/51).

Ancak, Yargıtay 23. Ceza Dairesi’nin bir kararı bu unsura önemli bir sınırlama getirmektedir. Karara göre, mağdur tarafından imzalanan belgenin “boş bir kağıt olmayıp bono olması” durumunda, belgenin unsurları tam olmasa bile, açığa imzanın kötüye kullanılması suçunun unsurları oluşmaz (2015/8932). Bu, suçun konusunun, kambiyo senedi gibi belirli bir hukuki niteliği haiz belgelerden ziyade, içeriği serbestçe doldurulabilecek nitelikteki “boş kâğıtlar” olduğunu göstermektedir.

3. Fail ve Mağdur İlişkisi: Güvene Dayalı Teslim 

Suçun en ayırt edici özelliklerinden biri, imzalı boş kâğıdın faile güvene dayalı olarak teslim edilmesidir. Mağdur, bu kâğıdı faile “belirli bir tarzda doldurulup kullanılmak üzere” kendi rızasıyla vermektedir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun vurguladığı gibi: “Burada imza sahibi suça konu olan imzalı ve kısmen veya tamamen boş bir kâğıdı kendi isteği ile ‘belirli bir tarzda doldurup kullanmak üzere’ faile teslim etmekte ancak fail bunu ‘verilme nedeninden farklı bir şeklide’ doldurmaktadır.” (2016/1347)

Bu güven ilişkisi, suçu TCK m. 209/2’de düzenlenen ve belgenin hukuka aykırı ele geçirilmesi durumunda oluşan belgede sahtecilik suçundan ayırır.

4. Eylem: Anlaşmaya Aykırı Doldurma ve Kullanma 

Failin cezalandırılan eylemi, kendisine duyulan güveni kötüye kullanarak, teslim edilen imzalı boş kâğıdı, taraflar arasındaki anlaşmaya (verilme nedenine) aykırı olarak ve hukuki sonuç doğuracak şekilde doldurmasıdır. Örneğin, “teminat olması için kendisine boş bir şekilde imzalı olarak verilen suça konu senedi” alacak senedi olarak doldurup icra takibi başlatmak (Yargıtay 15. Ceza Dairesi, 2017/13847) veya “işe başlamış göstermek için” alınan boş kâğıdı “alacağım yoktur” şeklinde doldurmak (Yargıtay 11. Ceza Dairesi, 2010/12747) bu suçu oluşturur.

5. Suçun İspatı: Yazılı Delil Zorunluluğu 

İncelenen kararlarda en sık vurgulanan ve suçun ispatı açısından kritik öneme sahip olan husus, anlaşmaya aykırılık iddiasının yazılı delille ispat edilmesi zorunluluğudur. Birden fazla Yargıtay kararı ve İlk Derece Mahkemesi kararı, bu kuralı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun kararlarına dayandırmaktadır. “Açığa atılan imzanın kötüye kullanıldığı yani imzanın üzerinin veriliş amacına aykırı olarak doldurulduğu iddiasının ispatı bakımından da Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun kararı ile ispat sorunu çözümlenmiştir.” (İzmir Bölge Adliye Mahkemesi, 2022/1563) Bu kurala göre, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun izin verdiği istisnai durumlar dışında, iddianın tanık beyanlarıyla ispatı mümkün değildir. Mağdurun, belgenin anlaşmaya aykırı doldurulduğuna dair yazılı bir delil (örneğin bir sözleşme, protokol, mektup vb.) sunamaması durumunda, suçun unsurları oluşmamış kabul edilmekte ve genellikle beraat kararı verilmektedir (Yargıtay 15. Ceza Dairesi, 2014/23223; İlk Derece-İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi, 2017/878).

6. TCK 209/1 ve 209/2 Ayrımı: Belgenin Ele Geçirilme Şekli 

Kararlarda altı çizilen bir diğer önemli ayrım, belgenin faile teslim edilme şekliyle ilgilidir:

TCK 209/1 (Açığa İmzanın Kötüye Kullanılması): Belge, mağdur tarafından faile güvene dayalı olarak ve rızayla teslim edilmiştir. Failin zilyetliği başlangıçta hukuka uygundur.

TCK 209/2 (Belgede Sahtecilik): Fail, imzalı boş kâğıdı hukuka aykırı olarak ele geçirmiş veya elinde bulundurmaktadır. Bu durumda fail, meydana gelen belgenin niteliğine göre (resmî/özel) belgede sahtecilik hükümlerine göre cezalandırılır. Yargıtay Ceza Genel Kurulu bir kararında, imza sahibinin belgeyi teslim ettiği kişinin zilyetlikten vazgeçerek başka birine vermesi halinde, yeni zilyet açısından “esasen kendisine tevdi ve teslim olunmayan kağıdı bertakrip (hukuka aykırı) ele geçirme” durumunun oluşacağını ve eylemin TCK 209/2 kapsamında değerlendirileceğini belirtmiştir (Anayasa Mahkemesi kararında atıf yapılan Yargıtay 21. CD kararı).

Sonuç

Yargı kararlarının bütüncül analizi sonucunda, açığa atılan imzanın kötüye kullanılması suçunun (TCK 209/1) temel unsurları şu şekilde özetlenebilir:

Suçun Konusu: Üzerinde gerçek bir imza bulunan ancak içeriği kısmen veya tamamen boş olan ve “belge” niteliği taşımayan bir kâğıdın varlığı.

Güven İlişkisi: Bu kâğıdın, mağdur tarafından faile belirli bir amaçla kullanılması için rızayla ve güvene dayalı olarak teslim edilmesi.

Anlaşmaya Aykırılık: Failin, bu güveni kötüye kullanarak kâğıdı, taraflar arasındaki anlaşmaya (verilme nedenine) aykırı bir şekilde doldurup hukuki sonuç doğuracak şekilde kullanması.

Bu unsurların yanı sıra, suçun ispatı için en kritik koşul, anlaşmaya aykırılık iddiasının yazılı delillerle kanıtlanması zorunluluğudur. Tanık beyanları kural olarak yeterli görülmemektedir. Son olarak, bu suçun, belgenin hukuka aykırı ele geçirilmesi halinde oluşan belgede sahtecilik suçundan (TCK 209/2) ayrıldığı ve takibinin şikâyete ve uzlaştırmaya tabi olduğu unutulmamalıdır. Bir yazı önerisi.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Taraflar arasında güvene dayalı olarak boş bırakılan bir belgenin, sonradan anlaşmaya aykırı şekilde doldurulması ve kullanılması ciddi hukuki sonuçlar doğurur. Bu gibi durumlarda, belgenin neden ve nasıl verildiğinin ispatı büyük önem taşır. Özellikle senetler, taahhütler veya sözleşmelerle ilgili anlaşmazlıklarda, maddi delillerin sunulması, tanıkların doğru şekilde dinlenmesi ve dava sürecinin usulüne uygun yürütülmesi gerekir.

Bu tür karmaşık hukuki süreçlerde, Tuzla avukat, Pendik avukat, Maltepe avukat, Kartal avukat, Gebze avukat, Aydınlı avukat, Orhanlı avukat, Tepeören avukat, Darıca avukat, Bayramoğlu avukat ve Çayırova avukat bölgelerinde deneyim sahibi bir Tuzla avukatı ile çalışmak, hak kaybı yaşanmaması açısından büyük önem taşır.

Alanında uzman bir Tuzla ceza avukatı ya da borç-alacak davalarında deneyimli bir avukat, belgenin anlaşmaya aykırı şekilde doldurulduğunu ispatlamak için gerekli süreci yürütür, delilleri toplar ve savunmanızı en güçlü biçimde hazırlar.

Bu nedenle, taraflar arasında güven ilişkisine dayalı olarak verilen belgelerde yaşanacak kötüye kullanım durumlarında profesyonel bir avukattan destek almak, hukuki sürecin sağlıklı ilerlemesi açısından elzemdir.

Read More

Yurtdışında yaşayan biri Türkiye’de dava açabilir mi?

Giriş

Bu yazı, “Yurtdışında yaşayan birinin Türkiye’de dava açıp açamayacağı” sorusunu, sunulan Yargıtay, Bölge Adliye Mahkemesi ve İlk Derece Mahkemesi kararları ışığında analiz etmek amacıyla hazırlanmıştır. İncelenen kararlar, bu sorunun yanıtının kesin bir “evet” olduğunu, ancak bu hakkın kullanımının davanın türüne, tarafların vatandaşlık durumuna ve Türkiye ile olan bağlarına göre değişen usul ve yetki kurallarına tabi olduğunu göstermektedir. Yazı, bu konudaki temel yasal dayanakları, yetkili mahkemenin nasıl belirlendiğini, farklı dava türleri için öngörülen özel durumları ve uygulamadaki önemli detayları ortaya koymaktadır.

İncelenen tüm yargı kararları, yurtdışında yaşayan bir kişinin Türkiye’de dava açmasının mümkün olduğu konusunda hemfikirdir. Bu hakkın yasal çerçevesi ve uygulanışına dair temel bulgular şunlardır:

Temel Yasal Dayanak: MÖHUK Madde 41 

Neredeyse tüm kararlarda atıf yapılan temel düzenleme, 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’un (MÖHUK) 41. maddesidir. Bu madde, özellikle yurtdışında yaşayan Türk vatandaşlarının “kişi hâlleri” (nüfus kaydının düzeltilmesi, vesayet, vb.) davaları için bir yetki hiyerarşisi belirlemektedir. Yargıtay 5. Hukuk Dairesi’nin 2023/8479 E. sayılı kararında da vurgulandığı gibi bu kural şu şekildedir:“Türk vatandaşlarının kişi hâllerine ilişkin davaları, yabancı ülke mahkemelerinde açılmadığı veya açılamadığı takdirde Türkiye’de yer itibariyle yetkili mahkemede, bulunmaması hâlinde ilgilinin sâkin olduğu yer, Türkiye’de sâkin değilse Türkiye’deki son yerleşim yeri mahkemesinde, o da bulunmadığı takdirde Ankara, İstanbul veya İzmir mahkemelerinden birinde görülür.”

Genel Yetki ve “Mutad Mesken” Kavramı

 Kişi hâlleri dışındaki davalarda, Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisi, iç hukukun genel yetki kurallarına göre belirlenir (MÖHUK m. 40). Bu noktada, Türkiye’de resmi bir yerleşim yeri olmayan ancak düzenli olarak kaldığı bir adresi (“mutad mesken”) bulunan kişiler için bu adresin bulunduğu yer mahkemesi yetkili olabilmektedir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi’nin 2022/2347 E. sayılı kararı, “Türkiye’de yerleşim yeri bulunmayanlar hakkında genel yetkili mahkeme davalının Türkiye’de mutad meskeninin bulunduğu yer mahkemesidir” diyerek bu ilkeyi açıkça belirtmiştir.

Tanıma ve Tenfiz Davaları 

Yurtdışında yaşayan kişiler, yabancı bir mahkemeden aldıkları kararın Türkiye’de icra edilmesi için “tanıma ve tenfiz” davası açabilirler. Bu, kişinin doğrudan yeni bir dava açması yerine, mevcut bir kararı Türkiye’de geçerli kılmasıdır. MÖHUK’un 51. maddesi uyarınca bu davalarda yetki, kendisine karşı tenfiz istenen kişinin (davalının) Türkiye’deki yerleşim yeri, yoksa sakin olduğu yer, o da yoksa Ankara, İstanbul veya İzmir mahkemelerindedir (Yargıtay 5. Hukuk Dairesi, 2024/10633 E.).

Yabancılar ve Mavi Kartlılar 

Bu hak sadece Türk vatandaşlarına özgü değildir. Mavi Kartlılar Kütüğüne kayıtlı olup Türk vatandaşlığını kaybeden kişiler, “Türk vatandaşlarına tanınan haklardan aynen yararlanmaya devam edecekleri” için dava açma hakkına sahiptir (Yargıtay 20. Hukuk Dairesi, 2020/429 E.). Yabancı uyruklu kişiler de Türkiye’de dava açabilirler, ancak mahkemenin yetkili olması ve bazı durumlarda (uluslararası anlaşmalarla muafiyet yoksa) teminat göstermeleri gerekebilir (İstanbul 7. Asliye Ticaret Mahkemesi, 2022/808 E.).

Farklı Dava Türlerine Göre Değerlendirme

Yurtdışında yaşayan birinin dava açma hakkı genel olarak mevcut olsa da, yetkili mahkemenin belirlenmesi ve uygulanacak özel kurallar davanın konusuna göre farklılık gösterir.

Kişi Hâlleri Davaları (Nüfus, Vesayet vb.): Bu tür davalar, MÖHUK m. 41’in en sık uygulandığı alandır. Kararlar, nüfus kaydının düzeltilmesi (Yargıtay 5. Hukuk Dairesi, 2023/10303 E.) veya kısıtlı adayı için vesayet (Yargıtay 17. Hukuk Dairesi, 2014/19503 E.) gibi davalarda, kişinin Türkiye’deki son yerleşim yeri veya sakin olduğu yerin tespitinin önemini vurgulamaktadır.

Miras Davaları: Miras davalarında yetki, MÖHUK m. 41’den farklı olarak, 43. maddede özel olarak düzenlenmiştir. Yargıtay 20. Hukuk Dairesi’nin 2019/1831 E. sayılı kararında belirtildiği gibi:“Mirasa ilişkin davalar ölenin Türkiye’deki son yerleşim yerindeki mahkemesinde, son yerleşim yerinin Türkiye’de olmaması halinde terekeye dahil malların bulunduğu yer mahkemesinde görülür.” Bu kural, miras bırakanın (muris) Türkiye ile olan bağlantısını esas alır.

Boşanma Davaları: Boşanma davalarında yetki, MÖHUK’un genel düzenlemesinden ziyade Türk Medeni Kanunu’nun 168. maddesine göre belirlenir. Bu maddeye göre yetkili mahkeme, “eşlerden birinin yerleşim yeri veya davadan önce son defa altı aydan beri birlikte oturdukları yer mahkemesidir” (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, 2008/8999 E.).

Haksız Fiil Davaları: İnternet üzerinden kişilik haklarına saldırı gibi haksız fiillerde, davacıya seçimlik bir hak tanınmıştır. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 2015/3017 E. sayılı kararında, zarar görenin (davacının), haksız fiilin işlendiği yer, zararın meydana geldiği yer veya kendi yerleşim yeri mahkemesinde dava açabileceği belirtilmiştir. Bu durum, yurtdışında yaşayan birinin, Türkiye’de zarara uğradığını iddia ederek dava açmasını kolaylaştırır.

İcra ve İflas Hukukuna İlişkin Özel Durumlar: Bazı dava türleri özel usul şartları gerektirebilir. Örneğin, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2019/305 E. sayılı kararına göre, ihalenin feshi davası açan borçlunun “yurt içinde bir adres göstermek koşuluyla” dava açabileceği belirtilmiştir. Bu, kanunun kötü niyetli taleplerin önüne geçmek için getirdiği özel bir zorunluluktur.

Sonuç

İncelenen yargı kararları bütünüyle değerlendirildiğinde, yurtdışında yaşayan bir kişinin Türkiye’de dava açmasının hukuken mümkün olduğu net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Türk hukuku, vatandaşlarının ve belirli koşullar altında yabancıların, yurtdışında ikamet etseler dahi Türkiye’deki mahkemelere erişimini güvence altına almıştır.

Bu hakkın kullanılmasında kilit nokta, yetkili mahkemenin doğru tespit edilmesidir. Bu tespit;

Türk vatandaşlarının kişi hâlleri davalarında MÖHUK m. 41’deki hiyerarşiye,

Miras davalarında MÖHUK m. 43’e,

Boşanma davalarında TMK m. 168’e,

Diğer davalarda ise iç hukukun genel (HMK m. 6, 9) ve özel (HMK m. 10, 16) yetki kurallarına göre yapılmaktadır.

Kişinin Türkiye’deki “son yerleşim yeri”, “sakin olduğu yer” veya “mutad meskeni” gibi bağları, yetkili mahkemenin belirlenmesinde kritik rol oynamaktadır. Bu bağlantıların hiçbiri yoksa, MÖHUK, son çare olarak Ankara, İstanbul veya İzmir mahkemelerini yetkili kılmaktadır. Dolayısıyla, yurtdışında yaşayan bir birey, dava konusuna uygun yasal düzenlemeleri takip ederek Türk mahkemelerinde hak arama imkanına sahiptir. Bir yazı önerisi.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Yurtdışında yaşayan kişilerin Türkiye’de dava açması hukuken mümkündür; ancak bu süreç, davanın türüne göre değişen yetki kuralları, özel usuller ve teknik detaylar içerir. Örneğin, kişi hâlleri davalarında son yerleşim yeri tespiti, miras davalarında terekenin bulunduğu yer, boşanma davalarında eşlerin son birlikte yaşadığı adres gibi kriterler davanın yönünü doğrudan etkiler.

Ayrıca tanıma-tenfiz gibi özel dava türlerinde usul hataları, davanın reddine yol açabilir. Türkiye’de mutad mesken, sakinlik, yerleşim yeri gibi kavramların doğru yorumlanması da uzmanlık gerektirir.

Tüm bu teknik süreçlerde Tuzla’da yer alan uzman bir avukat, davanın doğru mahkemede açılmasını sağlar, gerekli belgeleri eksiksiz hazırlar ve süreci hızlandırır. Özellikle yurtdışında ikamet eden bireyler için bir yerel avukatın desteği, hem zaman kaybını önler hem de hak kaybı riskini en aza indirir. Bu nedenle, İstanbul, Tuzla avukat, Pendik avukat, Maltepe avukat, Kartal avukat, Gebze avukat, Aydınlı avukat ve Orhanlı avukat, Tepeören Avukat, Darıca Avukat, Bayramoğlu avukat, Çayırova avukat gibi yerlerde hukuki sürecin sağlıklı ilerlemesi ve hakların etkin şekilde korunması için Tuzla uzman avukat desteği büyük önem taşır.

Read More

Kira sözleşmesi bitmeden ev sahibi evi satarsa yeni ev sahibi kiracıyı çıkartabilir mi?

Giriş

Bu yazı, “Kira sözleşmesi bitmeden ev sahibi evi satarsa yeni ev sahibi kiracıyı çıkartabilir mi?” sorusuna, sunulan Yargıtay, Bölge Adliye Mahkemesi ve İlk Derece Mahkemesi kararları ışığında kapsamlı bir yanıt sunmak amacıyla hazırlanmıştır. İncelenen kararlar, konunun tek bir “evet” ya da “hayır” cevabı olmadığını, Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) ilgili maddeleri çerçevesinde şekillenen bir genel kural ve bu kuralın önemli istisnaları olduğunu ortaya koymaktadır. Yazı, yeni malikin ve kiracının hak ve yükümlülüklerini, tahliye sürecinin şartlarını ve sözleşmesel unsurların bu sürece etkisini detaylı bir şekilde ele almaktadır

1. Ev sahibi evi satarsa”Satım Kirayı Bozmaz” İlkesi ve Sonuçları (TBK Madde 310)

İncelenen kararların ezici çoğunluğu, TBK’nın 310. maddesini temel almaktadır. Bu madde, “Sözleşmenin kurulmasından sonra kiralanan herhangi bir sebeple el değiştirirse, yeni malik kira sözleşmesinin tarafı olur” hükmüyle, kiracının haklarını koruma altına alır. Bu durumun pratik sonuçları şunlardır:

Yeni Malik Sözleşmeyle Bağlıdır: Yeni ev sahibi, eski sözleşmedeki kira bedeli, süre ve diğer tüm şartlarla bağlıdır (Yargıtay 3. HD, 2023/4843 K.).

Haksız İşgal İddiası Geçersizdir: Kiracı, geçerli bir kira sözleşmesine dayanarak mülkte oturduğundan, yeni malik tarafından “haksız işgalci” olarak nitelendirilemez (Yargıtay 8. HD, 2021/803 K.).

Dava Yolu Değişir: Yeni malik, kiracıyı tahliye etmek için mülkiyet hakkına dayanarak doğrudan “elatmanın önlenmesi” davası açamaz. Bunun yerine, kira hukukundan kaynaklanan tahliye sebeplerine dayanarak (örneğin, ihtiyaç veya temerrüt) dava açmalıdır (Yargıtay 8. HD, 2021/2791 K.).

2. Evin satılması sonrasında İhtiyaç Nedeniyle Tahliye Prosedürü ve Şartları (TBK Madde 351)

Yeni malikin en sık başvurduğu tahliye yolu olan ihtiyaç iddiası, katı usul kurallarına bağlanmıştır.

Sürelere Sıkı Sıkıya Uyma Zorunluluğu: Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi (2017/292 K.) kararında vurgulandığı gibi, “edinmeyi izleyen 1 ay içerisinde bildirimin tebliği zorunlu olup bunun sonradan giderilmesi mümkün değildir.” Bu sürenin kaçırılması, bu yola başvurma hakkını ortadan kaldırır. Dava ise, satın alma tarihinden en erken altı ay sonra açılabilir.

İhtiyacın Niteliği: Yargıtay kararları, ihtiyacın niteliği konusunda oldukça hassastır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu (2021/878 K.), bu konuda standartları belirlemiştir:”Devamlılık arz etmeyen geçici ihtiyaç tahliye nedeni yapılamayacağı gibi henüz doğmamış veya gerçekleşmesi uzun bir süreye bağlı olan ihtiyaç da tahliye sebebi olarak kabul edilemez. Davanın açıldığı tarihte ihtiyaç sebebinin varlığı yeterli olmayıp bu ihtiyacın yargılama sırasında da devam etmesi gerekir.”

İhtiyaç Sahibinin Kapsamı: İhtiyaç, sadece yeni malikin kendisi için değil; eşi, altsoyu (çocukları, torunları), üstsoyu (anne-babası, dedesi) veya kanunen bakmakla yükümlü olduğu kişiler için de ileri sürülebilir. Ancak Yargıtay 3. Hukuk Dairesi (2018/5424 K.) kararında belirtildiği gibi, bir şirketin ihtiyacı, bu kişisel ihtiyaç kapsamına girmez.

3. Sözleşmesel ve Tapu Kaydına Dayalı Korumalar

Tapuya Şerh: Kira sözleşmesi tapuya şerh edilmişse, bu durum kiracıya en güçlü korumayı sağlar. Yargıtay 14. Hukuk Dairesi (2009/10532 K.) kararında belirtildiği gibi, şerh ile kişisel hak, ayni hakka dönüşür ve taşınmazı sonradan devralan herkes bu sözleşmeyle bağlı olur.

Sözleşmedeki Özel Hükümler: Kira sözleşmesinde yer alan özel maddeler de durumu etkileyebilir. Örneğin, Yargıtay 3. Hukuk Dairesi (2017/1757 K.) kararında, sözleşmede yer alan “taşınmazın 3. kişiye satılması durumunda kiracının sözleşme süresince tahliye edilmeyeceği” hükmü nedeniyle yeni malikin kiracıyı çıkaramayacağı belirtilmiştir. Tersine, sözleşmede satış durumunda fesih hakkı tanıyan bir madde varsa, bu da yeni malik lehine bir durum yaratabilir (Yargıtay 8. HD, 2018/8231 K.).

Sonuç

Sunulan yargı kararları ışığında, “Kira sözleşmesi bitmeden ev sahibi evi satarsa yeni ev sahibi kiracıyı çıkartabilir mi?” sorusunun yanıtı şu şekilde özetlenebilir:

Hayır, kural olarak çıkartamaz. Evin satılması kira sözleşmesini sona erdirmez. Türk Borçlar Kanunu’nun 310. maddesi uyarınca, yeni malik mevcut kira sözleşmesinin tarafı olur ve sözleşme şartlarıyla bağlıdır.

Evet, istisnai olarak çıkartabilir. Yeni malik, kendisinin veya kanunda sayılan yakınlarının konut/işyeri ihtiyacının “gerçek, samimi ve zorunlu” olduğunu ispatlarsa, TBK 351. maddedeki yasal sürelere (satın aldıktan sonra 1 ay içinde ihtar, 6 ay sonra dava) uyarak kiracının tahliyesini talep edebilir.

Genel Kural: Kira Sözleşmesi Devam Eder. Evin satılması, kira sözleşmesini otomatik olarak sona erdirmez. Neredeyse tüm kararlarda atıf yapılan Türk Borçlar Kanunu’nun 310. maddesi uyarınca, yeni ev sahibi (yeni malik), mevcut kira sözleşmesinin tarafı haline gelir. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin (2018/364 K.) belirttiği gibi, “kiralananın el değiştirmesi akdi sona erdirmez.” Bu ilke, kiracının temel güvencesidir.

Temel İstisna: Yeni Malikin İhtiyaç Nedeniyle Tahliye Hakkı. Yeni malik, belirli şartlar altında kiracıyı tahliye etme hakkına sahiptir. TBK’nın 351. maddesi, yeni malike bu hakkı tanır. Buna göre yeni malik, “kendisi, eşi, altsoyu, üstsoyu veya kanun gereği bakmakla yükümlü olduğu diğer kişiler için konut veya işyeri gereksinimi sebebiyle kullanma zorunluluğu varsa,” evi satın aldığı tarihten itibaren bir ay içinde durumu kiracıya yazılı olarak bildirmek koşuluyla, altı ay sonra tahliye davası açabilir.

Tahliye Şartı: İhtiyacın “Gerçek, Samimi ve Zorunlu” Olması. Mahkemeler, yeni malikin ihtiyaç iddiasını keyfi olarak kabul etmemektedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun (2021/878 K.) altını çizdiği üzere, tahliye kararı verilebilmesi için “ihtiyacın gerçek, samimi ve zorunlu olduğunun kanıtlanması gerekir.” Geçici veya henüz doğmamış ihtiyaçlar, tahliye için yeterli bir sebep olarak kabul edilmez.

Kiracının Korunmasını Güçlendiren Faktörler. Kiracının durumu, kira sözleşmesinin içeriğine ve tapu sicilindeki duruma göre daha da güçlenebilir. Özellikle kira sözleşmesinin tapuya şerh edilmesi, Yargıtay 14. Hukuk Dairesi’nin (2009/10532 K.) ifadesiyle, hakkı “eşyaya bağlı borç haline” getirir ve yeni maliki her durumda bağlar. Nihayetinde, kiracının durumu büyük ölçüde kanunla korunmakla birlikte, yeni malikin de yasal hakları mevcuttur. Sonucu, büyük oranda yeni malikin ihtiyacının niteliği, yasal prosedürlere uyup uymadığı, kira sözleşmesinin özel hükümleri ve sözleşmenin tapuya şerh edilip edilmediği gibi faktörler belirleyecektir. Bir yazı önerisi.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Kira sözleşmesine konu taşınmazın satılması durumunda kiracının tahliyesiyle ilgili hukuki süreçler, sadece Türk Borçlar Kanunu hükümlerine değil, aynı zamanda Yargıtay içtihatlarına ve özel durumlara da dayanmaktadır. Yukarıda özetlenen kararlar, yeni malikin kiracıyı tahliye edebilmesi için çok sayıda şartın sağlanması gerektiğini, bu şartlardan birinin eksik olması halinde davanın reddedileceğini göstermektedir. Sürelerin kaçırılması, bildirimin usule uygun yapılmaması veya ihtiyacın hukuken kabul edilemez türden olması durumunda davacı yeni malik hak kaybına uğrayabilir; davalı kiracı ise gereksiz bir tahliye baskısı altında kalabilir.

Bu nedenle, İstanbul, Tuzla avukat, Pendik avukat, Maltepe avukat, Kartal avukat, Gebze avukat, Aydınlı avukat ve Orhanlı avukat, Tepeören Avukat, Darıca Avukat, Bayramoğlu avukat, Çayırova avukat gibi yerel mahkeme uygulamaları konusunda deneyimli bir Tuzla avukat ile çalışmak, davanın seyrini doğrudan etkileyebilecek önemli bir avantaj sağlar.

Read More

Yargı Kararları Işığında Ayıplı Üründe Alıcının Hakları Nelerdir?

Giriş

Bu çalışma, satın alınan bir ürünün ayıplı (kusurlu) çıkması durumunda alıcının sahip olduğu hakları ve satıcının ürünü iade almayı reddetmesi halinde başvurabileceği hukuki yolları, sunulan çeşitli mahkeme kararları ışığında analiz etmektedir. Çalışma, Türk Borçlar Kanunu (TBK), Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun (TKHK) ve Türk Ticaret Kanunu (TTK) çerçevesinde alıcının seçimlik haklarını, bu hakları kullanabilmek için yerine getirmesi gereken usuli şartları ve uyuşmazlık çözüm mekanizmalarını inceleyerek bütüncül bir bakış açısı sunmayı amaçlamaktadır.

1. Ayıplı Üründe Alıcının Seçimlik Hakları

Neredeyse tüm kararlarda atıf yapılan Türk Borçlar Kanunu’nun 227. maddesi, ayıplı malla karşılaşan alıcıya dört temel seçimlik hak tanımaktadır. Bu haklar, alıcının içinde bulunduğu duruma en uygun çözümü seçmesine olanak tanır.

Sözleşmeden Dönme: Alıcı, ürünü iade etmeye hazır olduğunu bildirerek sözleşmeyi feshedebilir ve ödediği bedelin iadesini talep edebilir.

Bedelde İndirim İsteme: Alıcı, ürünü elinde tutarak, maldaki ayıp oranında satış bedelinden indirim yapılmasını talep edebilir.

Ücretsiz Onarım İsteme: Alıcı, aşırı bir masraf gerektirmediği sürece, tüm masraflar satıcıya ait olmak üzere ürünün ücretsiz olarak tamir edilmesini isteyebilir.

Ayıpsız Misli ile Değiştirme: İmkan varsa, alıcı ayıplı ürünün aynı veya benzer özelliklerdeki ayıpsız bir yenisiyle değiştirilmesini talep edebilir.

Bu hakların kullanımı konusunda Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin bir kararı önemli bir detaya işaret etmektedir: Bu haklar “inşai nitelikte olup kullanılmakla son bulduğundan bundan rücu edilemez.” Yani tüketici, örneğin değişim talep ettikten sonra keyfi olarak bu talebinden dönerek bedel iadesi isteyemez.

2. Hukuki Sürecin Başlatılması: Ayıp İhbarı Yükümlülüğü

Alıcının yukarıda belirtilen hakları kullanabilmesi için öncelikle ayıbı satıcıya bildirmesi (ihbar etmesi) gerekmektedir. İncelenen kararlar, bu ihbarın süresinde ve usulüne uygun yapılmasının kritik önem taşıdığını göstermektedir.

Ticari Satışlarda Süreler: Alım satım işlemi tacirler arasında ise, TTK madde 23/1-c uyarınca süreler daha katıdır. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesi’nin kararında belirtildiği gibi; “malın ayıplı olduğu teslim sırasında açıkça belli ise alıcının iki gün içinde durumu ihbar etmesi, açıkça belli değilse alıcının malı teslim aldıktan sonra sekiz gün içinde inceletmesi ve aynı süre içerisinde durumu satıcıya ihbar etmesi gerekir.” Gizli ayıplar ise ortaya çıktığı anda derhal bildirilmelidir.

Ticari Satışlarda İhbar Usulü: İstanbul Anadolu 8. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin bir kararı, ticari uyuşmazlıklarda sözleşmeden dönme ihbarının şekil şartına tabi olduğunu vurgular. TTK madde 18 gereği, bu ihbarın noter aracılığıyla, taahhütlü mektupla, telgrafla veya güvenli elektronik imza kullanılarak kayıtlı elektronik posta sistemi ile” yapılması gerekmektedir. Sözlü ihbar yeterli görülmeyebilir.

3. Satıcının İadeyi Reddettiği Durumda Başvurulacak Hukuki Yollar

Satıcının iş birliğine yanaşmaması ve iadeyi kabul etmemesi halinde alıcı, hakkını aramak için yargısal yollara başvurabilir.

Tüketici Hakem Heyeti ve Tüketici Mahkemesi: Alıcı tüketici ise, uyuşmazlığın parasal sınırına göre öncelikle Tüketici Hakem Heyeti’ne başvurabilir. Heyet kararlarının uygulanmaması veya uyuşmazlığın doğrudan mahkemelik olması durumunda Tüketici Mahkemesi’nde dava açılabilir. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin bir kararında olduğu gibi, tüketici “ayıplı malın geri alınarak bedel iadesi istemi” ile dava açabilir.

Asliye Ticaret veya Asliye Hukuk Mahkemesi: Taraflar tacir ise veya uyuşmazlık ticari bir nitelik taşıyorsa görevli mahkeme Asliye Ticaret Mahkemesi’dir. Davalar “satım sözleşmesinden kaynaklanan alacak davası” veya “Tazminat (Ticari Satıma Konu Malın İadesi)” şeklinde açılabilir.

Arabuluculuk: Birçok ticari davada olduğu gibi, dava açmadan önce arabuluculuğa başvurmak bir dava şartıdır.

İcra Takibi ve İtirazın İptali Davası: Alıcı, ödediği bedelin iadesi için doğrudan icra takibi başlatabilir. Satıcının bu takibe itiraz etmesi durumunda, alıcı “itirazın iptali davası” açarak takibin devamını ve alacağının tahsilini sağlayabilir. Bu davalarda mahkeme, alıcının haklı bulunması halinde satıcıyı “inkar tazminatına” mahkum edebilir

4. İspat Yükü ve Bilirkişi Raporlarının Rolü

 İstanbul 8. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin kararında açıkça belirtildiği gibi, satın alınan ürünlerin ayıplı olduğu, ödenen bedelin iadesinin gerektiği hususlarının ise davacı alıcı tarafından ispatlanması gerekmektedir.” Bu ispat sürecinde en önemli delil, mahkemeler tarafından atanan bilirkişilerin hazırladığı raporlardır. Neredeyse tüm kararlarda mahkemelerin hükümlerini bilirkişi raporlarına dayandırdığı görülmektedir. Örneğin, bir kararda “bilirkişi raporunda dava konusu lastiklerin ayıplı olduğu belirtilmiştir” ifadesi, raporun belirleyici rolünü göstermektedir.

Mahkemenin Takdir Yetkisi: Alıcı sözleşmeden dönerek tam bedel iadesi talep etse dahi, mahkeme her zaman bu talebi kabul etmek zorunda değildir. Bakırköy 4. Asliye Ticaret Mahkemesi kararında vurgulandığı üzere, “alıcının, sözleşmeden dönme hakkını kullanması hâlinde, durum bunu haklı göstermiyorsa hâkim, satılanın onarılmasına veya satış bedelinin indirilmesine karar verebilir.” Bu durum, mahkemenin hakkaniyeti gözeterek daha uygun bir çözüme hükmedebileceğini göstermektedir.

Müteselsil Sorumluluk: Tüketiciyi koruyan önemli bir ilke, müteselsil (zincirleme) sorumluluktur. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin bir kararında belirtildiği gibi, imalatçı, üretici, satıcı, bayi, acenta, ithalatçı…ayıplı maldan ve tüketicinin bu maddede yer alan seçimlik haklarından dolayı müteselsilen sorumludur.” Bu, tüketicinin hakkını ararken sadece malı aldığı satıcıya değil, üretim ve dağıtım zincirindeki diğer aktörlere de başvurabilmesini sağlar.

Zararın Kapsamı: Alıcının talebi sadece ödenen bedelle sınırlı kalmayabilir. Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin bir kararında, satımın feshi durumunda satıcının alıcıya ödediği bedeli faiziyle iade etmesinin yanı sıra, ayıplı mal teslim etmesinden doğrudan doğruya tekeffül etmiş olan zararı da ayrıca tazmin etmeye mecbur” olduğu belirtilmiştir. Bu, alıcının uğradığı diğer zararları (örneğin, noter masrafı, kar kaybı vb.) da talep edebileceği anlamına gelir. Bir makale önerisi.

Sonuç

Sunulan yargı kararlarının bütüncül analizi, satın alınan bir ürünün ayıplı çıkması durumunda alıcının kanunlar tarafından güçlü bir şekilde korunduğunu göstermektedir. Alıcı; sözleşmeden dönme, bedel indirimi, ücretsiz onarım veya ürünün değiştirilmesi gibi önemli seçimlik haklara sahiptir.

Ancak bu hakların etkin bir şekilde kullanılabilmesi, belirli usuli yükümlülüklerin yerine getirilmesine bağlıdır. Özellikle ticari satışlarda süresinde ve doğru usulle yapılan ayıp ihbarı, davanın temelini oluşturmaktadır. Satıcının iadeyi kabul etmemesi durumunda alıcı, uyuşmazlığın niteliğine göre Tüketici Hakem Heyeti, Tüketici Mahkemesi veya Ticari Mahkemeler gibi yargısal yollara başvurabilir. Bu süreçte, ayıbın varlığını bilirkişi raporu gibi delillerle ispatlamak, davanın kazanılmasında kilit rol oynamaktadır. Sonuç olarak, yasal prosedürlere dikkat edildiği ve haklılık ispatlandığı sürece, alıcının ayıplı ürün karşısında mağduriyetinin giderilmesi için etkili hukuki mekanizmalar mevcuttur.

Ayıplı Ürün Davalarında Tuzla Avukat Desteği Neden Gerekli?

Ayıplı ürünle karşılaşan alıcı, sahip olduğu seçimlik hakları kullanabilmek için hem yasal sürelere uymalı hem de şekil şartlarına dikkat etmelidir. Özellikle ticari satışlarda yapılan küçük bir ihbar hatası bile dava kaybına yol açabilir.

Yerel mahkeme kararlarında da görüldüğü üzere, satıcının iadeyi reddetmesi halinde izlenecek hukuki yol, uyuşmazlığın niteliğine göre değişiklik göstermektedir. Bu süreçte alıcının hangi merciye başvuracağı, ispat yükünü nasıl yerine getireceği ve hangi delillerle hakkını savunacağı önemlidir.

İstanbul, Tuzla avukat, Pendik avukat, Maltepe avukat, Kartal avukat, Gebze avukat, Aydınlı avukat ve Orhanlı avukat, Tepeören Avukat, Darıca Avukat, Bayramoğlu avukat, Çayırova avukat gibi bölgelerde görülen bu tür davalarda, yerel yargı uygulamalarına hâkim bir Tuzla avukat ile çalışmak; sürecin doğru yönetilmesi, hatalardan kaçınılması ve hak kaybının önlenmesi açısından büyük avantaj sağlar.

Read More

Yaptığı bir açıklama nedeniyle kişi hakkında başlatılan soruşturmanın cezasızlıkla sonuçlanması, ifade özgürlüğü hakkının ihlalini engellemez.

AİHM’e göre Yaptığı bir açıklama nedeniyle kişi hakkında başlatılan soruşturmanın cezasızlıkla sonuçlanması, ifade özgürlüğü hakkının ihlalini engellemez. Çünkü gelecekte benzer bir soruşturmaya uğrama korkusu, kişi üzerinde düşüncelerini açıklama konusunda caydırıcı etki yapar.

İfade özgürlüğüne yönelik adli veya idari soruşturma başlatma ya da başka bir tedbir uygulama şeklinde gerçekleşen bir müdahalenin usul veya esastan ya da fiili durumdan kaynaklanan bir sebepten dolayı takipszilik veya beraat gibi bir kararla cezasızlıkla sonlandırılmış olması, tek başına AİHS’in 10. maddesinin ihlaline engel olmaz. Çünkü doğrudan bir etki doğurmayan, ancak ifade özgürlüğünü kullanan kişi üzerinde gelecekte bir soruşturmaya uğrama, başka bir tedbir veya yaptırıma maruz kalma tehdidi oluşturan ve bu nedenle kişinin davranışlarını ileriye dönük değiştirici veya sınırlayıcı etki doğuran her türlü soruşturma/tedbir müdahale olarak kabul edilmektedir. Zira gelecekte aynı veya benzeri bir müdahalenin yeniden başlatılması ihtimalinin bulunması bile tek başına kişi üzerinde caydırıcı etki (chilling effect) yapar.

Bu nitelikte bir korku veya kaygı nedeniyle kişi bir daha aynı soruşturmaya, engelleyici tedbire veya başka bir yaptırıma maruz kalma riskine girmemek için kendi bilgi ve düşüncelerini ifade etme, yayma konusunda kendisini sınırlamaya veya değiştirmeye zorlayacağı açıktır. Dolayısıyla uygulanan adli/idari soruşturma veya tedbirin sonuçsuz kalması veya verilen cezanın kaldırılmış olması ifade özgürlüğüne yönelik müdahalenin olumsuz sonuçlarını ortadan kaldırmaya ve dahası ifade özgürlüğü hakkının ihlalini engellemeye yeterli olmaz. (Bkz.Altuğ Taner Akçam/Türkiye, 2011, pr.68; Aktan/Türkiye, pr.27-28;Döner ve Diğerleri/Türkiye, 2007, pr.86-89;Gülcü/Türkiye, 2016, pr.99)

İfade Özgürlüğü Hakkı Bireysel Başvurularında Neden Uzman Avukat Desteği Gerekli?

İfade özgürlüğüne yönelik bir müdahaleyi AYM veya AİHM önünde başarıyla ortaya koymak, sadece mağduriyeti anlatmakla sınırlı değildir. Başarılı bir bireysel başvuru için şu unsurlar gereklidir:

Somut olay ile müdahale arasında hukuki bağın kurulması, Soruşturma veya tedbirin birey üzerindeki caydırıcı etkisinin açık biçimde ispatı, AİHM ve AYM içtihatlarına uygun teknik dilekçe hazırlığı, Olayın içeriğiyle örtüşen önceki ihlal kararlarının doğru sunulması

Bu süreç, ciddi hukuki analiz ve deneyim gerektirir. Uzman bir avukat, yalnızca olayın anlatımını değil, olayın ifade özgürlüğü açısından neden ihlal oluşturduğunu hukuk diliyle etkili biçimde açıklar. Nitekim, özellikle ifade özgürlüğü başvurularında başarı şansı, uzman avukatın desteğiyle hazırlanmış bireysel başvurularda çok daha yüksektir. Aksi takdirde, haklı bir şikâyet, teknik eksiklik veya yanlış hukuki değerlendirme nedeniyle reddedilebilir.

Read More

Deniz Alacağı Kavramındaki Tartışmalı Kalemler Ve İçtihat Eğilimleri, Tuzla Avukat

Giriş

Deniz alacağı, deniz ticareti hukukunun temel kavramlarından biri olup, alacaklıya geminin ihtiyati haczini talep etme gibi önemli bir yetki tanıması nedeniyle kritik bir öneme sahiptir. Türk Ticaret Kanunu (TTK), 1999 Cenevre Konvansiyonu’nu esas alarak deniz alacaklarını 1352. maddesinde 22 bent halinde sınırlı sayıda (numerus clausus) saymıştır. Deniz alacağı ifadesi, TTK’nin 1352’nci maddesinin birinci fıkrasının ilâ benlerinde sınırlı sayıda düzenlenmiş yirmi iki alacağı ifade eder. Bu sınırlı sayı ilkesi, hangi taleplerin bu özel korumadan yararlanıp yararlanamayacağı konusunda çeşitli tartışmaları beraberinde getirmektedir.Bu çalışma, Deniz Alacağı Kavramındaki Tartışmalı Kalemler Ve İçtihat Eğilimleri başlığında sağlanan hukuki metinler ışığında, deniz alacağı olup olmadığı en çok tartışılan kalemleri, bu tartışmaların kaynaklandığı kavramsal farklılıkları ve doktrin ile yargısal içtihatların hangi yönde şekillendiğini analiz etmeyi amaçlamaktadır.

Kavramın Çift Anlamlılığı: “Deniz alacağı” terimi, hem gemilerin ihtiyati haczine imkân veren alacakları (1999 Cenevre Konvansiyonu) hem de donatanın sorumluluğunu sınırlandırabileceği alacakları (1976 LLMC) ifade etmek için kullanılmaktadır. Ancak bu iki listedeki alacaklar birbiriyle tam olarak örtüşmemektedir, bu da uygulamada karışıklığa yol açmaktadır.

Parasal Olmayan Deniz Alacakları: Özellikle geminin mülkiyeti ve zilyetliğine ilişkin taleplerin “alacak” olarak nitelendirilmesi, Kıta Avrupası ve Türk hukuk sistematiğinde tartışmalıdır.

Gemi Alacağı ile Deniz Alacağı Ayrımı: Yeni TTK ile bazı alacakların “gemi alacağı” (gemi üzerinde kanuni rehin hakkı veren imtiyazlı alacak) statüsünden çıkarılıp yalnızca “deniz alacağı” olarak düzenlenmesi, özellikle yük ve bagaj hasarlarından doğan alacaklar için önemli bir statü değişikliği yaratmıştır.

Gemi Adamı Alacaklarının Kapsamı: Gemi adamının iş sözleşmesinden doğan her türlü talebinin deniz alacağı sayılıp sayılmayacağı, özellikle haksız fesih tazminatı gibi kalemler açısından en belirgin tartışma alanlarından biridir.

Haksız Fiilden Doğan Zararların Sınırı: Haksız fiilden kaynaklanan alacakların deniz alacağı sayılması kabul edilmekle birlikte, dolaylı zararlar, çevre zararları ve manevi tazminat taleplerinin bu kapsama girip girmediği tartışmalıdır.

1. Deniz Alacağı Kavramsal Farklılıklar ve Uluslararası Sözleşmelerden Kaynaklanan Uyumsuzluk

Deniz alacağı kavramının en temel tartışma kaynağı, farklı amaçlara hizmet eden uluslararası sözleşmelerde farklı içeriklerle tanımlanmasıdır.

İhtiyati Haciz ve Sınırlı Sorumluluk Ayrımı: Deniz alacağı’ terimi, deniz ticareti hukukunda iki farklı anlama sahiptir. Deniz alacağı bir yandan, donatanın sınırlı sorumluluğunu benimseyen sistemlerde, sınırlı sorumluluğun ileri sürülebileceği alacakları ifade eder, diğer yandan gemi haczini mümkün kılan alacaklar olduğunu belirtir. 1976 tarihli Deniz Alacaklarına Karşı Sorumluluğun Sınırlandırılması Hakkında Milletlerarası Konvansiyon ile 1952 tarihli Brüksel Konvansiyonu’nda belirtilen deniz alacakları tümüyle aynı değildir. Bu durum, bir alacağın donatanın sorumluluğunu sınırlandırmaya tabi bir “deniz alacağı” olmasına rağmen, ihtiyati haciz hakkı veren bir “deniz alacağı” olmayabileceği veya tersi bir durumun ortaya çıkabileceği anlamına gelir. Bu ikilik, hukuki öngörülebilirliği azaltan bir faktördür.

2. Gemi Alacağından Deniz Alacağına Statü Değişikliği

“Gemi alacağı” (maritime lien), sahibine gemi üzerinde kanuni bir rehin hakkı tanıyan ve gemi kimin elinde olursa olsun ileri sürülebilen çok güçlü bir haktır. Tüm gemi alacakları aynı zamanda bir deniz alacağıdır. Ancak yeni TTK, eski kanundan farklı olarak bazı alacakların bu imtiyazlı statüsünü kaldırmıştır. Bu durum, özellikle yük alacaklıları için önemli bir hak kaybı anlamına gelmektedir. Bir sözleşme sözleşmesi uyarınca gemide taşınan eşya ve bagaja gelen zararlar nedeniyle oluşan alacaklara ise gemi alacağı hakkı verilmemiş, bu alacaklar sadece deniz alacakları arasına alınmıştır. Ettk m.1235 f.1, b.7 uyarınca yük ve bagaj taşımadan kaynaklanan tazminat alacaklılarına da gemi alacaklısı hakkı tanınmış idi. Yeni TTK düzenlemesiyle gemi alacaklarının sayısı azaltılmış ve uluslararası düzenlemelere paralel olarak, bu istemler gemi alacağı olmaktan çıkarılmıştır. Bu durum, navlun sözleşmesinden kaynaklanan yük hasarı taleplerinin artık sadece bir “deniz alacağı” olduğunu, dolayısıyla gemi alacağının sağladığı güçlü teminattan mahrum kaldığını göstermektedir. Bu değişiklik, doktrinde en çok tartışılan ve eleştirilen konulardan biridir.

3. Gemi Adamı Alacaklarının Sınırlarının Belirlenmesi

TTK m. 1352/1-(a) uyarınca gemi adamlarının iş sözleşmesinden doğan alacakları bir deniz alacağıdır. Ancak “iş sözleşmesinden doğan alacak” ifadesinin neleri kapsadığı en pratik ve tartışmalı konulardandır. Şayet iş sözleşmesine Türk hukukunun uygulandığı tespit edilirse, duruma göre Deniz İş Kanunu veya Türk Borçlar Kanunu’na göre doğacak aylık ücret, fazla mesai ücreti, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı… gibi her türlü alacak düzenleme kapsamına girer. Buna mukabil, Türk Borçlar Kanunu’nun 434’üncü maddesinde düzenlenen fesih tazminatı… maddî ve manevi tazminat taleplerinin gemi alacaklısı hakkı ve deniz alacağı düzenlemelerinin dışında kaldığı kabul edilmelidir. Zira bu alacaklar, doğrudan bir iş görme ediminin ivazı niteliğinde değildir. Keza, iş sözleşmesine gemi adamı lehine kararlaştırılmış olan cezai şart düzenlemeleri de… gemi alacaklısı hakkı ve deniz alacağı kapsamında değerlendirilmemelidir. Bu yoruma göre, doğrudan iş görme ediminin karşılığı olan ücret ve benzeri alacaklar deniz alacağı sayılırken, sözleşmenin haksız feshinden doğan tazminatlar veya cezai şart gibi yan edimler bu kapsamın dışında tutulmaktadır. Bu ayrım, gemi adamlarının hangi alacakları için gemiyi haczettirebileceği konusunda kritik bir filtre görevi görmektedir ve uygulamada sıkça uyuşmazlığa konu olmaktadır.

4 Haksız Fiilden Doğan Alacakların Kapsamı

Geminin işletilmesiyle ilgili haksız fiillerden doğan zararların tazmini talepleri de birer deniz alacağıdır. Ancak, hangi tür zararların bu kapsama gireceği tartışmalıdır. Buradaki zarar kavramı, doğrudan maddi zararları ifade etmektedir. Dolaylı zararlar, çevre zararları ve manevi zaralar bu kapsama girmez. Bu yorum, özellikle büyük deniz kazalarında ortaya çıkan dolaylı ekonomik kayıpların, çevresel rehabilitasyon masraflarının veya manevi tazminat taleplerinin, TTK m. 1352 kapsamındaki deniz alacağı korumasından yararlanamayacağı anlamına gelmektedir. Bu durum, özellikle çevre hukuku ve tazminat hukukunun gelişimiyle birlikte, kanunun lafzının güncel ihtiyaçlara cevap verip vermediği konusunda ciddi bir tartışma yaratmaktadır.

Sonuç

Sağlanan kaynaklar ışığında, “deniz alacağı” kavramının durağan ve net sınırlara sahip olmadığı, aksine dinamik ve tartışmalı bir alan olduğu görülmektedir. Tartışmaların temelinde; Kavramın ihtiyati haciz ve sınırlı sorumluluk bağlamında farklı anlamlar taşıması, Türk hukuk sistematiğine yabancı olan parasal olmayan taleplerin “alacak” olarak nitelendirilmesi, Kanun koyucunun bilinçli tercihiyle bazı alacakların imtiyazlı “gemi alacağı” statüsünün kaldırılarak sadece “deniz alacağı” sayılması, Gemi adamı alacakları ve haksız fiil tazminatları gibi kalemlerin kapsamının dar yorumlanma eğilimi yatmaktadır.

İçtihatların ve doktrinin eğilimi, TTK m. 1352’deki listenin sınırlı sayı (numerus clausus) ilkesi gereğince katı ve dar yorumlanması yönündedir. Özellikle alacağın niteliğinin şüpheli olduğu durumlarda, talebin deniz alacağı kapsamı dışında bırakılmasına yönelik bir eğilim gözlemlenmektedir. Bu durum, bir yandan deniz ticaretindeki kredi ve finansman güvenliğini sağlamayı amaçlarken, diğer yandan bazı hak sahiplerinin alacaklarını teminat altına alma imkanını kısıtlamaktadır. Bu nedenle, bir talebin deniz alacağı niteliği taşıyıp taşımadığı, her somut olayın özelliklerine göre titizlikle değerlendirilmesi gereken, deniz hukukunun en karmaşık ve çekişmeli konularından biri olmaya devam etmektedir. Bir makale önerisi.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Deniz alacağı, gemi üzerinde ihtiyati haciz hakkı tanıması nedeniyle deniz ticareti hukukunda büyük öneme sahiptir. Ancak Türk Ticaret Kanunu’nda sınırlı sayıda düzenlenen bu alacak türünün kapsamı, uygulamada sıkça tartışmalara yol açmaktadır. “Deniz alacağı” kavramı hem ihtiyati hacze konu olabilen hem de donatanın sorumluluğunu sınırlandırabileceği alacakları ifade eder; bu iki kapsam örtüşmediğinden hukuki yorumda dikkatli olunmalıdır. Gemi alacağı ile deniz alacağı arasındaki farklar, yük hasarları ve gemi adamı alacakları gibi alanlarda hak kaybı doğurabilecek statü değişikliklerine yol açabilir. Ayrıca çevre zararları ve manevi tazminat gibi kalemlerin deniz alacağı sayılıp sayılmadığı da tartışmalıdır.

Bu gibi teknik ve yoruma açık konularda hatalı hukuki değerlendirmeler ciddi sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle, deniz hukuku uygulamalarının yoğun olduğu bölgelerde Tuzla avukat, Pendik avukat, Kartal avukat, Gebze avukat, Çayırova avukat, Maltepe avukat, Orhanlı ve Tepeören avukat gibi ticaret hukuku alanında uzman avukatlardan profesyonel destek alınması, hem hak kayıplarını önlemek hem de sürecin TTK’ya uygun şekilde yürütülmesini sağlamak açısından büyük avantaj sağlar.

Read More

Yurt Dışı Bandıralı Bir Gemide Yapılan Tamir ve Bakım Hizmetinden Doğan Alacak İçin Geminin İhtiyati Haczi Mümkün Mü?


Giriş

Yurt Dışı Bandıralı Bir Gemide Yapılan Tamir ve Bakım Hizmetinden Doğan Alacak İçin Geminin İhtiyati Haczi Mümkün Mü? İşte Bu çalışma, yurt dışı bandıralı bir gemiye verilen tamir ve bakım hizmetlerinden kaynaklanan bir alacağın hukuki niteliğini, bu alacağın tahsili amacıyla gemi üzerine ihtiyati haciz konulup konulamayacağını ve bu sürecin şartlarını, sunulan mahkeme kararları ışığında incelemektedir. Deniz ticareti, uluslararası niteliği ve kendine özgü dinamikleri sebebiyle özel hukuki düzenlemelere tabidir. Türkiye’de bu alan, temel olarak 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu (TTK) ile düzenlenmiş olup, gemi alacakları ve bu alacakların teminat altına alınması için öngörülen ihtiyati haciz kurumu, alacaklılar için kritik bir hukuki koruma mekanizması sunmaktadır.

Çalışma, öncelikle tamir-bakım alacağının bir “deniz alacağı” olup olmadığını tespit edecek, ardından bu nitelikteki bir alacak için geminin ihtiyati haczinin mümkün olup olmadığını ana bulgularla ortaya koyacaktır. İnceleme bölümünde ise ihtiyati haciz kurumunun şartları, uygulamadaki farklılıklar, usuli gereklilikler ve mahkemelerin dikkat ettiği kritik noktalar, ilgili kararlardan alıntılarla detaylandırılacaktır. Sonuç bölümünde ise elde edilen tüm bulgular özetlenerek net bir sonuca varılacaktır.

1. Alacağın “Deniz Alacağı” Olarak Nitelendirilmesi

TTK’nın 1352. maddesi, hangi alacakların “deniz alacağı” sayılacağını sınırlı sayıda (numerus clausus) ilkesine göre belirlemiştir. İncelenen kararlar, gemiye verilen tamir, bakım, onarım, malzeme tedariki ve benzeri hizmetlerin bu listede yer aldığını teyit etmektedir. Örneğin, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi bir kararında “6102 sayılı TTK’nın 1352/1-m bendi gereğince geminin yapımı ve onarımına ilişkin alacakların deniz alacağı niteliğinde bulunmasına” (2017/1600 E.) dikkat çekmiştir.

Ancak, her gemiyle ilgili alacağın deniz alacağı sayılmayacağının altı çizilmelidir. Mahkemeler, alacağın kaynağını dikkatle incelemektedir. Örneğin, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi, bir şirket ortağının ortaklık haklarının ihlaline dayanan talebinin TTK m. 1352 kapsamında bir deniz alacağı olmadığına ve bu nedenle gemiye ihtiyati haciz konulamayacağına karar vermiştir (İstanbul BAM 14. HD, 2020/1336 E.). Bu, ihtiyati haciz talebinde bulunmadan önce alacağın TTK m. 1352’deki tanımlardan birine uyduğunun netleştirilmesi gerektiğini göstermektedir.

2. Geminin İhtiyati Haczinin Şartları

İhtiyati haciz kararının alınabilmesi için alacaklının birden fazla koşulu aynı anda sağlaması gerekmektedir.

a) Yaklaşık İspat Kuralı: Alacaklının, alacağının varlığını ve miktarını kesin olarak ispatlaması beklenmez. Mahkemeler için “yaklaşık ispat” yeterlidir. Bu, alacağın varlığına dair hâkimde kuvvetli bir kanaat oluşturacak delillerin sunulması anlamına gelir.

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, alt derece mahkemesinin “alacak miktarının kanı uyandıracak kadar somutlaştırılmaması” gerekçesiyle verdiği ret kararını bozarken, ihtiyati haciz taleplerinde tam bir ispat değil yaklaşık ispatın yeterli olduğu, liman hizmetlerinin bedelsiz verilemeyeceği gözetilerek ihtiyati haciz kararı talebinin kabulüne karar verilmesi gerekirken…” diyerek yaklaşık ispat kuralının önemini vurgulamıştır (2014/9364 E.).

Buna karşın, delillerin yetersiz veya şüpheli bulunması halinde talep reddedilebilir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi, taraflar arasındaki organik bağ ve alacağın muvazaalı olabileceği şüphesi nedeniyle, dosya kapsamındaki belgelerin yaklaşık ispat için yeterli olmadığı” gerekçesiyle verilen ihtiyati haciz kararını kaldırmıştır (İstanbul BAM 13. HD, 2019/699 E.).

b) Teminat Yükümlülüğü: TTK, borçluyu haksız ihtiyati hacizlere karşı korumak amacıyla alacaklıya teminat yatırma zorunluluğu getirmiştir. TTK m. 1363 uyarınca, Deniz alacağını teminat altına almak üzere ihtiyati haciz kararı verilmesini isteyen alacaklının, 10.000 Özel Çekme Hakkı (SDR) tutarında teminat vermesi zorunludur.” Bu husus, Antalya BAM 11. Hukuk Dairesi‘nin (2017/561 E.) ve Sakarya BAM 7. Hukuk Dairesi‘nin (2023/846 E.) kararlarında da açıkça belirtilmiştir.

c) Borçlunun ve Geminin Mülkiyetinin Rolü (TTK m. 1369): Bu, ihtiyati haciz taleplerinde en sık karşılaşılan engelleyici şartlardan biridir. Kural olarak, alacak doğduğunda geminin maliki veya kiracısı sıfatıyla borçtan sorumlu olan kişinin, ihtiyati haciz uygulandığı sırada da geminin maliki olması gerekir.

Adana Bölge Adliye Mahkemesi bu kuralı net bir şekilde uygulamıştır: gemi alacağının doğumundan sonra dava konusu geminin 3.kişiye devir edildiği ve ihtiyati haciz talep tarihi itibariyle dava konusu geminin 3.bir kişiye ait olduğu anlaşıldığından bu kişi hakkında ihtiyati haciz kararı verilmesi mümkün değildir.” (Adana BAM 9. HD, 2022/1530 E.). Benzer şekilde Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, navlun sözleşmesinden doğan alacak için, sözleşmenin tarafı olmayan gemi maliki aleyhine ihtiyati haciz kararı verilemeyeceğine hükmetmiştir (2013/12716 E.). Bu nedenle, ihtiyati haciz talep edilmeden önce geminin güncel mülkiyet durumunun ve borçlu ile olan ilişkisinin tespiti hayati önem taşır.

d) Usuli Şartlar ve Görevli Mahkeme: Deniz ticaretine ilişkin davalar özel uzmanlık gerektirdiğinden, bu davalara bakmakla görevli mahkemeler “Denizcilik İhtisas Mahkemeleri”dir. İhtiyati haciz talepleri de bu mahkemelere yöneltilmelidir (İstanbul 19. ATM, 2019/211 E.). Ayrıca, ihtiyati haciz kararının infazı için kararın verildiği tarihten itibaren üç iş günü içinde icra dairesine başvurulmalı, aksi halde karar kendiliğinden kalkar (İstanbul BAM 4. HD, 2020/11 E.).

3. Geminin İhtiyati Haczinin Sonucu: Seferden Men

Kararlar arasında dikkat çeken bir diğer önemli ayrım, ihtiyati haciz ve seferden men arasındaki ilişkidir. Alacaklı, mahkemeden doğrudan “seferden men” talep edemez; talep “ihtiyati haciz” ile sınırlı olmalıdır. Ancak, mahkeme ihtiyati haciz kararı verdiğinde, bu kararın doğal ve zorunlu bir sonucu olarak icra müdürlüğü gemiyi seferden men ederek muhafaza altına alır. Yargıtay 12. Hukuk Dairesi bu durumu şu şekilde açıklamıştır: ihtiyati haczine karar verilen bütün gemiler, bayrağı ve hangi sicile kayıtlı oldukları dikkate alınmaksızın, icra müdürü tarafından seferden menedilerek muhafaza altına alınır.” ve “Seferden men bir muhafaza işlemi olup, haczin doğal bir sonucudur.” (2016/10721 K.). Bu nedenle alacaklının ayrıca seferden men talep etmesine gerek yoktur.

Sonuç

İncelenen yargı kararları bütünüyle değerlendirildiğinde, aşağıdaki sonuçlara ulaşılmıştır:

Yurt dışı bandıralı bir gemiye verilen tamir, bakım ve onarım gibi hizmetlerden doğan alacak, Türk Ticaret Kanunu m. 1352 uyarınca bir “deniz alacağı”dır. Bu nitelikteki bir deniz alacağını teminat altına almak için alacaklının başvurabileceği temel hukuki yol, TTK m. 1353 uyarınca geminin “ihtiyati haczi”dir. Ancak geminin ihtiyati haczi mutlak bir hak olmayıp, başarısı şu kritik şartların yerine getirilmesine bağlıdır: Alacaklı, alacağının varlığını ve miktarını yaklaşık ispat kuralına uygun delillerle (fatura, sözleşme, imzalı iş emirleri vb.) mahkemeye sunmalıdır. Alacaklı, mahkeme veznesine TTK m. 1363 uyarınca 10.000 SDR karşılığı teminat yatırmalıdır. En kritik şart olarak; alacağın doğduğu sırada borçtan sorumlu olan kişinin (malik, kiracı vb.), ihtiyati haczin uygulandığı esnada da geminin maliki olması gerekmektedir (TTK m. 1369). Geminin el değiştirmesi, ihtiyati hacze engel teşkil edebilir. Başvuru, Denizcilik İhtisas Mahkemesi‘ne yapılmalı ve usuli sürelere (kararın 3 iş günü içinde infazı gibi) riayet edilmelidir.

Tamir ve Bakım Alacağı Bir “Deniz Alacağı”dır: Yurt dışı bandıralı bir gemiye verilen tamir, bakım, onarım veya donatım hizmetlerinden kaynaklanan alacaklar, TTK’nın 1352. maddesi kapsamında “deniz alacağı” olarak kabul edilmektedir. Mahkemeler, bu tür alacakları sıklıkla maddenin (l), (m) veya (e) bentleri altında değerlendirmektedir.

Deniz Alacağı İçin Geminin İhtiyati Haczi Mümkündür: TTK, deniz alacaklarının teminat altına alınması için özel bir geçici hukuki koruma yolu öngörmüştür: geminin ihtiyati haczi. Alacağın bir deniz alacağı olması, tek başına ihtiyati haciz sebebi sayılmaktadır. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi‘nin vurguladığı gibi: “Deniz alacaklarının teminat altına alınması için, geminin sadece ihtiyati haczine karar verilebilir. … Alacağın, 1352 nci maddede sayılan bir deniz alacağı olması, ihtiyati haciz sebebidir.” (Antalya BAM 11. HD, 2017/561 E.)

İhtiyati Haciz Mutlak Bir Hak Olmayıp Belirli Şartlara Bağlıdır: Bir alacağın deniz alacağı olması, ihtiyati haciz için yeterli olsa da, kararın verilebilmesi ve uygulanabilmesi için kanunda belirtilen maddi ve usuli şartların tamamının yerine getirilmesi zorunludur. Bu şartlar arasında; yaklaşık ispat, teminat yatırma, borçlu-malik ilişkisinin tespiti ve yetkili mahkemeye başvuru gibi kritik unsurlar bulunmaktadır. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi, bu durumu net bir şekilde ifade etmiştir: “6102 sayılı TTK’nın 1352. Maddesinin 1.Fıkrasının (l) bendinde ‘Geminin işletilmesi, yönetimi, korunması veya bakımı için sağlanan eşya, malzeme… ve bu amaçlarla verilen hizmetlerin’, (m) bendinde ise ‘Geminin yapımı, yeniden yapımı, onarımı, donatılması ya da geminin niteliğinde değişiklik yapılmasının’, deniz alacağı sayılacağı hükümleri düzenlenmiştir.” (İzmir BAM 14. HD, 2023/1806 E.)

Sonuç olarak, tamir-bakım alacaklısı, yurt dışı bandıralı bir gemiyi Türkiye’de ihtiyaten haczettirme imkanına sahiptir; fakat bu süreç, kanunun aradığı sıkı maddi ve usuli şartlara titizlikle uyulmasını gerektiren, detaylı bir hukuki hazırlık ve takip zorunluluğu getirmektedir.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Yurt dışı bandıralı gemilere verilen tamir ve bakım hizmetlerinden kaynaklanan alacakların tahsili, Türk Ticaret Kanunu’nun 1352 ve devamı maddelerinde düzenlenen karmaşık ve teknik bir sürece tabidir. Özellikle gemiye ihtiyati haciz uygulanabilmesi için hem maddi hem de usuli birçok şartın eksiksiz şekilde yerine getirilmesi gerekir. Bu süreçte yapılacak bir hata, alacağın tahsilini tamamen imkânsız hale getirebilir.

Bu nedenle, Tuzla avukat arayışında olan kişi veya şirketlerin, özellikle deniz ticareti ve gemi alacakları konusunda deneyimli hukukçularla çalışması büyük önem taşır. Tuzla gibi tersaneler bölgesine yakın bir lokasyonda faaliyet gösteren gemi tamir firmalarının, hukuki haklarını koruyabilmeleri için alanında uzman bir Tuzla deniz hukuku avukatı ile süreci yürütmesi tavsiye edilir.

Ayrıca benzer ihtiyati haciz işlemlerinde: İstanbul avukat, Gebze avukat, Yalova avukat, Pendik avukat
desteğiyle yerel mahkemelerde hızlı ve etkin sonuç alınması mümkün olabilir. Gemi alacaklarına ilişkin dava ve ihtiyati haciz işlemlerinde; Borçlunun gemi üzerindeki mülkiyeti, Teminatın doğru hesaplanması, Yaklaşık ispat ilkesine uygun belge sunumu, Görevli ve yetkili mahkemeye zamanında başvuru
gibi tüm detayların uzmanlıkla ele alınması gerekir.

Bu nedenle, Tuzla ve çevresinde deniz ticareti ve gemi ihtiyati haczi alanında uzman bir avukatla çalışmak, hem alacağın güvence altına alınması hem de sürecin sorunsuz ilerlemesi açısından kritik önemdedir. Unutmayın, bir Tuzla gemi alacağı avukatı yardımıyla zamanında alınan bir ihtiyati haciz kararı, alacağınızın tamamını güvence altına alabilir.

Read More

Velayet Davasında Çocuğun İsteği Dikkate Alınır Mı?

Giriş

Bu çalışma, “Velayet davasında çocuğun isteği dikkate alınır mı?” sorusunu, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi ve Bölge Adliye Mahkemesi tarafından verilmiş çeşitli kararlar ışığında yanıtlamak amacıyla hazırlanmıştır. İncelenen tüm yargı kararları, soruyu temel olarak “Evet” şeklinde yanıtlamakta, ancak bu yanıtın mutlak olmadığını ve belirli ilke ve koşullara tabi olduğunu ortaya koymaktadır. Çalışma, çocuğun görüşünün hukuki dayanağını, bu görüşün değerlendirilmesindeki temel ilkeleri, uzman görüşünün rolünü ve mahkemelerin bu konudaki yükümlülüklerini detaylı bir şekilde ele almaktadır.

1. Velayet Davasında Çocuğun Dinlenilmesi Bir Hak ve Yükümlülüktür 

Tüm kararlarda ortak olarak vurgulanan en temel nokta, idrak çağındaki çocuğun kendisini ilgilendiren velayet davalarında dinlenilmesinin hem çocuk için bir hak hem de mahkeme için bir yükümlülük olduğudur. Bu yükümlülüğün kaynağı, iç hukukun bir parçası sayılan uluslararası sözleşmelerdir.

Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi (Madde 12) ve Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi (Madde 3 ve 6), istisnasız tüm kararlarda temel referans noktası olarak gösterilmektedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, bu durumu Anayasa’nın 90. maddesine atıfta bulunarak uluslararası sözleşmelerin öncelikli uygulanması gerektiğini belirtmiştir.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2017/3488 sayılı kararında bu ilke şöyle özetlenmiştir: “Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesinin 3 ve 6. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin 12. maddesi idrak çağındaki çocukların kendilerini ilgilendiren konularda görüşünün alınması ve görüşlerine gereken önemin verilmesini öngörmektedir.”

Çocuğun dinlenilmemesi, bir usul eksikliği ve kararın bozulması için yeterli bir sebep olarak kabul edilmektedir. Yargıtay’ın 2016/22353 sayılı kararında, “ortak çocuk dinlenmeden hüküm tesisi bozmayı gerektirmiştir” denilerek bu yükümlülüğün altı çizilmiştir.

2. Velayet Davasında Temel İlke “Çocuğun Üstün Yararı” Her Zaman Önceliklidir

 Çocuğun isteği önemli bir faktör olmakla birlikte, hiçbir karar bu isteğin tek başına ve mutlak belirleyici olduğunu kabul etmemektedir. Mahkemelerin nihai kararını verirken gözettiği temel ve en önemli ilke, “çocuğun üstün yararı”dır.

Anayasa Mahkemesi kararında, Çocuğun üstün yararının ne olduğuna ilişkin tespit, bu tür davalarda dikkate alınması gereken en önemli unsurdur” ifadesiyle bu ilkenin merkezi rolü vurgulanmıştır.

Çocuğun isteği ile üstün yararının çatıştığı durumlarda, mahkeme üstün yarar lehine karar vermekle yükümlüdür. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin birçok kararında tekrarlandığı gibi: Çocuğun üstün yararı gerektirdiği takdirde, görüşlerinin aksine karar verilmesi de mümkündür.” (Örn: 2015/24504 E., 2017/3575 K.) Bu ilke, çocuğun “bedensel, fikri ve ahlaki bakımdan en iyi şekilde gelişebilmesi” amacını taşır ve ebeveynlerin çıkarlarından önce gelir.

3. Uygulama: İdrak Çağı, Uzman Raporları ve Mahkemenin Değerlendirmesi 

Çocuğun isteğinin dikkate alınması sürecinde “idrak çağı” kavramı ve uzman desteği kritik bir rol oynar.

İdrak Çağı: Mahkemeler, çocuğun görüşlerini oluşturma ve ifade etme yeteneğine sahip olduğu “idrak çağı”nda olup olmadığını değerlendirir. Kararlarda genellikle 8 yaş ve üzeri çocuklar için bu kabulün yapıldığı görülmektedir.

Uzman Raporları: Mahkemeler, çocuğun isteğinin samimiyetini, olası yönlendirmelerden etkilenip etkilenmediğini ve hangi ebeveynin yanında kalmasının çocuğun üstün yararına daha uygun olduğunu tespit etmek için “psikolog, pedagog ve sosyal çalışmacı gibi konusunda uzman bilirkişiler” tarafından hazırlanan sosyal inceleme raporlarına başvurmaktadır. Anayasa Mahkemesi, kararların “bilimsel görüş ve raporlar ile… elde edilen somut, nesnel verilere dayandırılması” gerektiğini belirtir.

Dinleme Yöntemi: Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2018/1072 sayılı kararı, çocuğun dinlenmesinin ille de mahkeme huzurunda olmak zorunda olmadığını, “diğer şahıs ve kurumlar vasıtasıyla da çocuğun fikrinin alınmasının sağlanabileceğini” belirtir. Önemli olan, çocuğun kendisini güvende hissettiği ve görüşünü özgürce ifade edebildiği bir ortamın yaratılmasıdır.

4. İnceleme ve Farklı Perspektifler

Kararlar bütünüyle incelendiğinde, çocuğun isteğinin velayet davalarındaki yerinin statik bir kuraldan ziyade dinamik bir değerlendirme süreci olduğu görülmektedir.

Çocuğun İsteğinin Belirleyici Olduğu Durumlar: Bazı kararlarda, çocuğun net, ısrarlı ve samimi beyanı, uzman raporları ve diğer delillerle de desteklendiğinde, velayet kararında belirleyici olabilmektedir. Örneğin, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi’nin 2017/2654 sayılı kararında, çocuğun annesinin yanında kalmayı kesinlikle istemediğini, kendisini güvende hissetmediğini” beyan etmesi ve bu beyanın uzman raporuyla tutarlı olması, velayetin babaya verilmesinde önemli bir etken olmuştur. Benzer şekilde, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2020/2825 sayılı kararında, çocuğun babasıyla kalma isteğine “önem verilmemesini gerektiren, menfaatine aykırı bir husus bulunmadığı” gerekçesiyle velayetin babaya verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Çocuğun İsteğinin Göz Ardı Edildiği Durumlar: Diğer yandan, çocuğun isteğinin üstün yararına açıkça aykırı olduğu durumlarda mahkemeler bu isteğin aksine karar vermekten çekinmemektedir. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2012/14342 sayılı kararında, çocuğun beyanlarının çelişkili olması ve annenin boşanmaya sebep olan tutumu gibi faktörler nedeniyle, çocuğun isteğine rağmen velayet babaya verilmiştir. Bu, mahkemenin sadece çocuğun beyanına değil, beyanın verildiği koşullara ve çocuğun genel menfaatine odaklandığını göstermektedir.

Kardeşlerin Ayrılmaması İlkesi: Bazı kararlarda, kardeşlerin birbirinden ayrılmaması ilkesi, çocuğun bireysel isteğiyle birlikte değerlendirilen bir diğer önemli faktör olarak öne çıkmaktadır. Mahkemeler, zorunlu bir neden olmadıkça kardeşleri ayırmama eğilimindedir.

Sonuç

İncelenen yargı kararları ışığında, “Velayet davasında çocuğun isteği dikkate alınır mı?” sorusunun yanıtı kesin bir “Evet”tir. Ancak bu, basit bir tercih beyanının ötesinde, hukuki ve psikososyal boyutları olan karmaşık bir değerlendirme sürecini ifade eder.

Özetle:

Dinleme Yükümlülüğü: İdrak çağındaki çocuğun dinlenilmesi, uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış ve mahkemeler için bir zorunluluktur.

Üstün Yarar Önceliği: Çocuğun isteği, tek ve mutlak belirleyici faktör değildir. Nihai karar, her zaman “çocuğun üstün yararı” ilkesine göre verilir.

Kapsamlı Değerlendirme: Mahkeme, kararını verirken çocuğun beyanını; uzman raporlarını, ebeveynlerin sosyal ve ekonomik koşullarını, çocuğun kardeşleriyle ilişkisini ve diğer tüm delilleri bir bütün olarak değerlendirir.

Gerekçeli Karar: Mahkeme, çocuğun isteğine uysun veya uymasın, verdiği kararın çocuğun üstün yararına neden daha uygun olduğunu somut ve yeterli gerekçelerle açıklamakla yükümlüdür.

Sonuç olarak, Türk yargı sistemi, çocuğu velayet davasının pasif bir nesnesi olarak değil, sürece katılması gereken, görüşlerine değer verilen aktif bir birey olarak kabul etmektedir. Ancak bu katılım, çocuğun omuzlarına nihai kararın sorumluluğunu yüklemeden, onun en iyi çıkarlarını koruyacak şekilde dengelenmiştir. Bir yazı önerisi.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gereklidir?

Velayet davaları, sadece duygusal değil aynı zamanda teknik ve hukuki süreçler içerir. İstanul Tuzla, Pendik, Kartal, Maltepe, Gebze, Aydınlı ve Orhanlı gibi bölgelerde açılan davalarda, yerel yargı pratiğine hâkim bir Tuzla avukat ile çalışmak, davanın sonucunu doğrudan etkileyebilir.

Uzman avukat, çocuğun ifadesinin alınması sürecinde usul hatası yapılmamasını sağlar. Yerel tecrübeye sahip İstanbul Pendik avukat, Tepeören Avukat, Orhanlı Avukat, Darıca Avukat, Aydınlı Avukat, Bayramoğlu avukat veya Maltepe avukat, uzman raporlarına nasıl itiraz edileceğini bilir. Kartal avukat ve Gebze avukat desteği, gerekirse istinaf aşamasında dosyanın teknik açıdan güçlü sunulmasını sağlar. Aile hukuku alanında çalışan bir Tuzla boşanma avukatı, davayı başından itibaren doğru yönlendirerek hem zamandan hem de hak kaybından tasarruf edilmesini sağlar.

Read More

Deniz alacağı olup olmadığı konusunda en tartışmalı kalemler nelerdir?

Giriş

Bu yazı, sunulan mahkeme kararları ışığında, bir alacağın 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu (TTK) kapsamında “deniz alacağı” olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceği konusundaki en tartışmalı kalemleri ve bu konulardaki yargısal içtihatları analiz etmek amacıyla hazırlanmıştır. İncelenen kararlar, deniz alacağı tanımının, özellikle TTK’nın 1352. maddesinin yorumlanmasının, uygulamada önemli ihtilaflara yol açtığını göstermektedir. Bu tartışmalar yalnızca alacağın esasını değil, aynı zamanda ihtiyati haciz gibi geçici hukuki koruma tedbirlerinin uygulanabilirliğini ve en önemlisi, davaya bakmakla görevli mahkemenin (genel asliye ticaret mahkemesi mi, yoksa denizcilik ihtisas mahkemesi mi) belirlenmesini doğrudan etkilemektedir.

Deniz Alacağı : Tartışmalı Alacak Kalemleri ve İçtihatlar

Analiz edilen kararlar, belirli alacak kalemlerinin “deniz alacağı” niteliği taşıyıp taşımadığı konusunda yoğun tartışmalar yaşandığını ortaya koymaktadır. Bu kalemler ve ilgili içtihatlar aşağıda tematik olarak gruplandırılmıştır.

1. Hizmet ve Mal Tedarikinden Doğan Alacaklar

Bu kategori, geminin operasyonel faaliyetleri için zorunlu olan ancak hukuki niteliği tartışmaya açık hizmetleri içermektedir.

Gemi Bakım, Onarım ve İnşa Alacakları: Bu kalem, en belirgin tartışma alanlarından biridir. TTK m. 1352/1-m’de “geminin yapımı, yeniden yapımı, onarımı, donatılması” deniz alacağı olarak sayılmasına rağmen, yargı pratiğinde bu tür ilişkilerin

niteliği ağır basmaktadır. İçtihatlar, bu tür uyuşmazlıkların genel mahkemelerin görev alanına girdiği yönünde şekillenmektedir.Alıntı (İstanbul 17. Asliye Ticaret Mahkemesi, 2023/277-2023/497): “…aynı şekilde eser sözleşmesi niteliğindeki gemi yapım onarım sözleşmesinden kaynaklanan alacak ve tazminat davaları bakımından genel ticaret mahkemelerinin görevli olduğu yönünde çok sayıda İstanbul Bölge Adliyesinin vermiş olduğu kararlar bulunmaktadır.” Bu durum, bir alacağın deniz alacağı sayılmasının, davanın esası bakımından denizcilik ihtisas mahkemesini otomatik olarak görevli kılmadığını gösteren önemli bir ayrımdır.

Gemi Yakıtı (Bunker) Alacakları: Gemiye sağlanan yakıt bedeli, sıkça ihtilaf konusu olmaktadır. İlk derece mahkemeleri bu ilişkiyi bazen basit bir satım sözleşmesi olarak görse de, Bölge Adliye Mahkemesi içtihatları, yakıtın geminin “yola elverişliliği” için zorunlu bir unsur olduğunu ve bu nedenle uyuşmazlığın çözümünde deniz ticareti hükümlerinin uygulanması gerektiğini vurgulamaktadır. (İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesi, 2022/536-2022/745): “…uyuşmazlığın çözümünde Deniz Ticareti hükümlerinin de dikkate alınması gerektiği, dolayısıyla iş bu davada Denizcilik İhtisas Mahkemesi’nin görevli olduğu” sonucuna varılmıştır.

Liman ve İskele Hizmet Bedelleri: İskele kullanım hizmetlerinden doğan alacakların niteliği konusunda mahkemeler arasında görüş ayrılıkları yaşanmıştır. Ancak Bölge Adliye Mahkemesi, bu tür alacakların TTK m. 1352/1-n kapsamında açıkça bir deniz alacağı olduğuna hükmederek tartışmayı sonlandırmıştır.(İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 37. Hukuk Dairesi, 2023/776-2023/2836): “TTK’nun 1352/1-l) ‘geminin işletilmesi…’ ve n) ‘Liman, kanal, dok, iskele ve rıhtım….) maddesi hükümleri birlikte değerlendirildiğinde, talep edilen alacağın deniz alacağı olduğu...”

Acentelik, Aracılık (Simsarlık) ve Diğer Hizmetler: Acentelik hizmetlerinden doğan alacakların “gemi alacağı” (TTK m. 1320) niteliğinde olmadığına dair kararlar mevcuttur. Aracılık-simsarlık gibi daha dolaylı hizmetlerin ise deniz alacağı kapsamında görülmeme eğilimi daha yüksektir. Mahkemeler, bir hizmetin deniz alacağı sayılabilmesi için deniz ticaretiyle doğrudan ve esaslı bir bağının bulunması gerektiğini vurgulamaktadır.

2. Taşıma Sözleşmesinden Kaynaklanan İhtilaflar

Demuraj ve Ardiye Ücretleri: Konteynerlerin zamanında iade edilmemesinden kaynaklanan demuraj ve ardiye bedelleri, en sık karşılaşılan ve en istikrarlı şekilde deniz alacağı olarak kabul edilen kalemlerdendir. İçtihatlar, bu tür alacaklardan doğan davaların istisnasız olarak denizcilik ihtisas mahkemelerinde görülmesi gerektiği yönünde birleşmiştir.

Taşıma Sırasındaki Ek Masraflar ve Liman Giderleri: Taşıma sözleşmesi çerçevesinde ortaya çıkan “dokümantasyon ücreti, geçici kabul ücreti, terminal güvenlik hizmeti, tahliye nezaret ücreti” gibi lokal masraflar sıkça tartışma konusu olmaktadır. İçtihatlar, bu masrafların talep edilebilirliğinin makuliyet, ispat ve sözleşme koşullarına bağlı olduğunu göstermektedir. Temel ilke, ana hukuki ilişkinin taşıma sözleşmesi olması halinde, bundan doğan yan masrafların da deniz alacağı ihtilafı kapsamında değerlendirilmesidir.

3. Gemi Adamı Alacakları

Gemi adamı alacakları, kendine özgü kuralları olan ve en karmaşık tartışmaları barındıran bir alandır.

Görevli Mahkeme ve Uygulanacak Hukuk: En temel tartışma, uyuşmazlığa 854 sayılı Deniz İş Kanunu’nun mu, yoksa genel hükümlerin (Türk Borçlar Kanunu) mi uygulanacağıdır. Bu ayrım, geminin tonajı, bayrağı ve çalışan sayısına bağlıdır. Alıntı (Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, 2020/5943-2021/7674): “…gemi yabancı ülke bayrağı taşıyor veya gemi Türk bayraklı olsa dahi yüz grostonalitonluk değilse yada diğer belirtilen istisnai şartları taşımıyor ise bu gemide çalışanlar hakkında Deniz İş Kanunu uygulanamaz.” Bu durumda görevli mahkeme İş Mahkemesi değil, Asliye Hukuk veya Ticaret Mahkemesi olabilmektedir.

Asıl İşveren-Alt İşveren Sorumluluğu: Yargıtay, 4857 sayılı İş Kanunu’ndaki asıl işveren-alt işveren kurumunun Deniz İş Kanunu’na tabi iş ilişkilerinde doğrudan uygulanamayacağına karar vererek önemli bir içtihat birliği sağlamıştır. Bu nedenle, hizmet alımı yapılan şirketin gemi adamı alacaklarından kanunen müteselsil sorumluluğu bulunmamaktadır, ancak muvazaa (danışıklı işlem) iddiası her zaman ileri sürülebilir.

Sonuç

Sunulan yargı kararları ışığında, deniz alacağı olup olmadığı konusundaki en tartışmalı kalemlerin; gemi yapım, onarım ve bakım hizmetlerinden doğan alacaklaracentelik ve aracılık hizmet bedelleri ve gemi adamı alacaklarında sorumluluğun aidiyeti olduğu tespit edilmiştir.

İçtihatlar, bu tartışmaları çözüme kavuştururken aşağıdaki eğilimleri göstermektedir:

Fonksiyonel Yaklaşım: Mahkemeler, bir alacağın listede yer almasından ziyade, alacağın temelindeki hukuki ilişkinin (taşıma, hizmet, eser, iş sözleşmesi vb.) niteliğini ve deniz ticaretiyle olan doğrudan bağını analiz etmektedir.

Görev Ayrımının Netleşmesi: Demuraj, yakıt ve liman hizmetleri gibi doğrudan sefere ve gemi işletmesine ilişkin alacaklar istikrarlı bir şekilde denizcilik ihtisas mahkemelerinin görev alanında görülürken; gemi inşa/onarım gibi eser sözleşmesi niteliği taşıyan veya gemi adamı alacakları gibi özel kanunlara tabi olan uyuşmazlıkların genel mahkemelerde görülmesi yönünde bir eğilim bulunmaktadır.

İçtihatların Belirleyici Rolü: TTK m. 1352’nin genel çerçevesi, uygulamadaki karmaşık ve çeşitli hukuki ilişkileri çözmede tek başına yetersiz kalmakta; Bölge Adliye Mahkemeleri ve Yargıtay kararları, kanundaki boşlukları doldurarak ve tartışmalı alanlarda çizgileri belirleyerek hukuki öngörülebilirliği artırmada kritik bir rol oynamaktadır. Literatür taraması önerisi.

Neden uzman Tuzla avukat desteği gerekli?

Tuzla avukat başta olmak üzere Ambarlı, Pendik, Yalova ve Gebze gibi İstanbul ve çevresindeki liman bölgeleri; gemi inşa, bakım-onarım ve deniz taşımacılığı açısından Türkiye’nin en yoğun ticaret merkezlerindendir. Bu bölgelerde faaliyet gösteren firmalar, günlük işleyişlerinde TTK kapsamındaki “deniz alacağı” rejimiyle doğrudan ilişkili çok sayıda sözleşme ve hukuki süreçle karşılaşmaktadır.

Gemi yapımı, yakıt tedariki, liman hizmetleri, taşıma sözleşmeleri veya gemi adamı alacakları gibi alacak kalemlerinin her biri, ayrı hukuki nitelik taşıyabilir. Alacağın niteliği, hangi mahkemenin görevli olacağını ve ihtiyati haciz gibi koruma tedbirlerinin uygulanabilirliğini doğrudan etkiler. Özellikle deniz alacağı olup olmadığının doğru tespiti, zamanla yarışılan işlemlerde büyük önem taşır.

Bu nedenle İstanbul ve çevresinde faaliyet gösteren denizcilik firmalarının, içtihatlara hâkim, bölgeyi tanıyan ve deniz ticaretine özgü teknik süreçleri bilen bir avukattan destek alması; ticari hakların korunması açısından hayati bir gerekliliktir.

Read More

Yargı Kararları Işığında Gemi Üzerindeki İhtiyati Haczin Kaldırılmasına Yönelik Hukuki Yollar Nelerdir?

Giriş

Gemi üzerindeki ihtiyati haciz, deniz ticareti hukukunda alacaklıya güçlü bir teminat sağlarken, borçlu gemi maliki veya donatanı için ticari faaliyetleri durma noktasına getirebilen ciddi bir hukuki tedbirdir. Bu nedenle, haksız veya usulsüz bir ihtiyati hacizle karşı karşıya kalan borçlunun başvurabileceği hukuki yolların bilinmesi kritik öneme sahiptir. Sunulan çeşitli mahkeme kararları, borçlunun ihtiyati haczi kaldırmak için izleyebileceği farklı stratejileri ve bu yolların başarı şansını etkileyen faktörleri detaylı bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu çalışma Yargı Kararları Işığında Gemi Üzerindeki İhtiyati Haczin Kaldırılmasına Yönelik Hukuki Yollar Nelerdir? sorusuna söz konusu yargı kararlarını sentezleyerek, borçlunun gemisi üzerindeki ihtiyati haczi kaldırmak için hangi hukuki yollara başvurabileceğini kapsamlı, tutarlı ve bilgilendirici bir şekilde analiz etmektedir.

1. İhtiyati Haczin Kaldırılması İçin İhtiyati Hacze İtiraz (İİK m. 265)

Borçlunun en temel hakkı, İcra ve İflas Kanunu’nun (İİK) 265. maddesi uyarınca ihtiyati haciz kararına itiraz etmektir. Bu itiraz, kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde ve belirli sebeplere dayanılarak yapılmalıdır.

İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi’nin (2024/1134 K.) kararında bu hak şöyle ifade edilir: “İİK’nın 265/1.maddesi ‘Borçlu kendisi dinlenmeden verilen ihtiyatî haczin dayandığı sebeplere, mahkemenin yetkisine ve teminata karşı; huzuriyle yapılan hacizlerde haczin tatbiki, aksi hâlde haciz tutanağının kendisine tebliği tarihinden itibaren yedi gün içinde mahkemeye müracaatla itiraz edebilir.’ hükmünü içermektedir.” Ancak, itiraz sebepleri sınırlıdır. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi’nin bir başka kararında (2022/1128 K.) belirtildiği üzere, “kusura ve zararın miktarına ilişkin hususlar itiraz kapsamında dinlenemez.” Bu tür iddialar, esas hakkında açılacak bir davada tartışılmalıdır. İtirazın kabul edilmesi halinde, mahkeme ihtiyati haczi kaldırabilir. İtirazın reddi durumunda ise istinaf kanun yoluna başvurulabilir.

2. Teminat Göstermek Suretiyle Haczin Kaldırılması (TTK m. 1371, İİK m. 266)

Borçlu için en kesin ve hızlı çözümlerden biri, alacağı karşılayacak bir teminat göstermektir. Bu yol, geminin ticari faaliyetlerine devam edebilmesi için kritik öneme sahiptir.

İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi (2023/1537 K.) bu yolu TTK bağlamında şöyle açıklar: “geminin maliki veya borçlu, geminin değerini geçmemek kaydıyla, deniz alacağının tamamı, faizi ve giderler için yeterli teminat göstererek, ihtiyati haczin kaldırılmasını mahkemeden isteyebilir.”

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin (2016/7959 K.) kararında ise önemli bir usuli detaya dikkat çekilir: “takibe başlandıktan sonra bu yetkinin icra mahkemesine geçeceği” vurgulanmıştır. Dolayısıyla, borçlu, talebini takibin hangi aşamada olduğuna göre ya ihtiyati haciz kararını veren mahkemeye ya da icra mahkemesine yöneltmelidir.

3. Görev ve Yetki İtirazı

İhtiyati haciz kararının görevli veya yetkili olmayan bir mahkeme tarafından verilmesi, kararın esasına girilmeksizin kaldırılması için yeterli bir sebeptir.

Görev İtirazı: Adana Bölge Adliye Mahkemesi (2024/588 K.), yabancı bayraklı bir gemide çalışan gemi adamının alacağının İş Mahkemesi’nin görev alanına girdiğini, bu nedenle Asliye Ticaret Mahkemesi tarafından verilen ihtiyati haciz kararının “dava şartı noksanlığı nedeniyle usulden reddine” karar verilmesi gerektiğini belirtmiştir. Benzer şekilde, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi (2022/1556 K.), görevli mahkemenin Asliye Hukuk Mahkemesi olması nedeniyle Asliye Ticaret Mahkemesince verilen haciz kararının kaldırılması gerektiğine hükmetmiştir.

Yetki İtirazı: Yargıtay 11. Hukuk Dairesi (2013/11007 K.), yetkisiz bir mahkeme tarafından verilen ihtiyati haciz kararının, İİK m. 265 uyarınca yapılan itiraz üzerine kaldırılması gerektiğine karar vermiştir.

4. Alacağın “Deniz Alacağı” Olmadığı İddiası

TTK’nın 1353/3. maddesi, bir gemi hakkında ihtiyati haciz kararı verilebilmesini “deniz alacağı” şartına bağlamıştır. Eğer alacak bu nitelikte değilse, haciz kararı haksızdır. İstanbul 19. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin (2022/756 K.) kararında bu durum net bir şekilde ifade edilir: “Takibe konu alacak deniz alacağı niteliğinde bulunmadığından gemilerin 6100 sayılı TTK nın 1353/1. Maddesi gereğince gemilerin ihtiyati haczi mümkün değildir.” Bu gerekçeyle İcra Hukuk Mahkemesi’ne başvurularak ihtiyati haczin ve seferden men kararının kaldırılması mümkündür.

5. Mülkiyet Değişikliği ve Cebri İcra

Geminin mülkiyetinin el değiştirmesi, ihtiyati haczin kaldırılması için karmaşık ancak etkili bir argüman olabilir.

Mülkiyetin Devri: Yargıtay 11. Hukuk Dairesi (2015/8273 K.), TTK m. 1369/1-a uyarınca, deniz alacağı doğduğunda geminin maliki olan kişinin, ihtiyati haczin uygulandığı sırada da malik olması gerektiğini belirtmiş ve mülkiyet devredildiği için ihtiyati haczin kaldırılmasına karar vermiştir.

Cebri İcra Yoluyla İktisap: Geminin yabancı bir ülkede cebri icra yoluyla satılması durumunda, satışın yapıldığı ülke hukukuna göre geminin tüm takyidatlardan (yükümlülüklerden) ari olarak alıcıya geçip geçmediği önem kazanır. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi (2021/1266 K.), Cebelitarık hukukuna göre geminin üzerindeki tüm rehin hakları sona erdiği için ihtiyati haczin kaldırılması gerektiğine hükmetmiştir.

6. Alacaklının Yasal Sürelere Uymaması

İhtiyati haciz, alacaklıya süresiz bir hak tanımaz. Alacaklının belirli usuli işlemleri öngörülen sürelerde yapmaması, ihtiyati haczin kendiliğinden kalkmasına neden olur.

Yargıtay 12. Hukuk Dairesi’nin (2016/2438 K.) kararında İİK m. 264’e atıfla, borçlunun ödeme emrine itiraz etmesi halinde alacaklının, itirazın tebliğinden itibaren yedi gün içinde itirazın kaldırılması veya iptali davası açmak zorunda olduğu belirtilmiştir. Bu sürelere uyulmaması halinde “ihtiyati haciz hükümsüz kalır”. Benzer şekilde, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi (2023/1756 K.), TTK m. 1376’daki bir aylık hak düşürücü süreye dikkat çekmiştir.

7. Tarafların Anlaşması (Sulh)

Uyuşmazlığın mahkeme dışında çözülmesi her zaman bir seçenektir. İstanbul 15. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin (2024/686 K.) kararında, tarafların mahkemeye bir sulh protokolü sunarak anlaştıklarını bildirmeleri üzerine, mahkemenin ihtiyati haciz teminatı olarak alınan teminat mektubunu iade ettiği ve davanın sulh nedeniyle sonuçlandığı görülmektedir. Bu, ihtiyati haczin kaldırılması için en az çekişmeli yoldur.

Sonuç

İncelenen yargı kararları, borçlu gemisi üzerindeki bir ihtiyati haczi kaldırmak için tek bir standart yol olmadığını, aksine duruma özgü birden çok stratejinin bulunduğunu göstermektedir. Borçlu, İİK ve TTK’nın kendisine tanıdığı hakları kullanarak;

İhtiyati Hacze İtiraz: Borçlunun, haczin dayandığı sebeplere, mahkemenin yetkisine veya alacaklının yatırdığı teminata karşı süresi içinde itiraz etmesi en yaygın yoldur.

Teminat Göstermek Suretiyle Haczin Kaldırılması: Borçlu, alacak tutarını, faiz ve masrafları karşılayacak yeterli teminatı (nakit, banka mektubu vb.) mahkemeye veya icra dairesine sunarak gemiyi serbest bırakabilir.

Görev ve Yetki İtirazı: İhtiyati haciz kararını veren mahkemenin görevsiz (örn: Asliye Ticaret Mahkemesi yerine İş Mahkemesi’nin görevli olması) veya yetkisiz olması, haczin kaldırılması için güçlü bir gerekçedir.

Alacağın Niteliğine İlişkin İtirazlar: Hacze konu alacağın Türk Ticaret Kanunu’nda (TTK) tanımlanan bir “deniz alacağı” olmaması durumunda, gemi hakkında ihtiyati haciz kararı verilemeyeceği ileri sürülebilir.

Mülkiyet Değişikliği ve Cebri İcra Argümanı: Geminin mülkiyetinin, deniz alacağı doğduktan sonra fakat ihtiyati haciz uygulanmadan önce değişmesi veya geminin cebri icra yoluyla tüm takyidatlardan ari olarak iktisap edilmesi, haczin kaldırılmasına imkân tanıyabilir.

Alacaklının Yasal Sürelere Uymaması: Alacaklının, ihtiyati haczi takiben yasal süreler içinde (örn: itirazın iptali davası açma süresi) gerekli işlemleri yapmaması, ihtiyati haczin hükümsüz kalmasına yol açar.

Tarafların Anlaşması (Sulh): Tarafların aralarında anlaşarak bir sulh protokolü imzalaması ve bunu mahkemeye sunması, ihtiyati haczin kaldırılması için en pratik yollardan biridir.

Hangi hukuki yolun izleneceği; ihtiyati haczin dayanağı olan alacağın niteliğine, kararı veren mahkemenin doğru belirlenip belirlenmediğine, geminin mülkiyet durumuna ve alacaklının takip işlemlerindeki titizliğine bağlı olarak değişecektir. Bu nedenle, borçlunun karşılaştığı ihtiyati haciz karşısında en doğru stratejiyi belirleyebilmesi için somut olayın tüm detaylarıyla birlikte bir hukuki değerlendirme yapması elzemdir. Kitap önerileri.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Gemiye yönelik ihtiyati hacizler, yalnızca teknik bir icra işlemi değildir; aynı zamanda deniz ticareti, teminat rejimi ve icra hukuku bakımından kapsamlı analiz gerektirir. Tuzla gibi İstanbul’da denizcilik faaliyetlerinin yoğun olduğu bölgelerde, bu süreci doğru yönetmek ancak yerel uygulamalara hâkim, deniz hukuku ve icra hukuku konusunda uzman bir Tuzla avukatı ile mümkündür.

Tuzla’daki uzman bir avukat, ihtiyati haczin dayanağını, uygulanma şekli ve sürecin hangi mahkemede devam edeceği gibi detayları analiz ederek en etkili çözüm yolunu belirleyebilir. Ayrıca Pendik, Kartal, Maltepe, Gebze, Yalova gibi bölgelerde faaliyet gösteren denizcilik firmaları için de, yerel mahkeme pratiğini bilen bir avukat ile çalışmak, geminin gereksiz yere alıkonulmasının önüne geçebilir.


📌 Bu konunun detaylarına ve örnek yargı kararlarına dayalı kapsamlı değerlendirmelere ulaşmak için 2M Hukuk Bürosu’nun ilgili makalelerine göz atabilirsiniz:

Read More