AİHM’e göre Yaptığı bir açıklama nedeniyle kişi hakkında başlatılan soruşturmanın cezasızlıkla sonuçlanması, ifade özgürlüğü hakkının ihlalini engellemez. Çünkü gelecekte benzer bir soruşturmaya uğrama korkusu, kişi üzerinde düşüncelerini açıklama konusunda caydırıcı etki yapar.
İfade özgürlüğüne yönelik adli veya idari soruşturma başlatma ya da başka bir tedbir uygulama şeklinde gerçekleşen bir müdahalenin usul veya esastan ya da fiili durumdan kaynaklanan bir sebepten dolayı takipszilik veya beraat gibi bir kararla cezasızlıkla sonlandırılmış olması, tek başına AİHS’in 10. maddesinin ihlaline engel olmaz. Çünkü doğrudan bir etki doğurmayan, ancak ifade özgürlüğünü kullanan kişi üzerinde gelecekte bir soruşturmaya uğrama, başka bir tedbir veya yaptırıma maruz kalma tehdidi oluşturan ve bu nedenle kişinin davranışlarını ileriye dönük değiştirici veya sınırlayıcı etki doğuran her türlü soruşturma/tedbir müdahale olarak kabul edilmektedir. Zira gelecekte aynı veya benzeri bir müdahalenin yeniden başlatılması ihtimalinin bulunması bile tek başına kişi üzerinde caydırıcı etki(chilling effect) yapar.
Bu nitelikte bir korku veya kaygı nedeniyle kişi bir daha aynı soruşturmaya, engelleyici tedbire veya başka bir yaptırıma maruz kalma riskine girmemek için kendi bilgi ve düşüncelerini ifade etme, yayma konusunda kendisini sınırlamaya veya değiştirmeye zorlayacağı açıktır. Dolayısıyla uygulanan adli/idari soruşturma veya tedbirin sonuçsuz kalması veya verilen cezanın kaldırılmış olması ifade özgürlüğüne yönelik müdahalenin olumsuz sonuçlarını ortadan kaldırmaya ve dahası ifade özgürlüğü hakkının ihlalini engellemeye yeterli olmaz. (Bkz.Altuğ Taner Akçam/Türkiye, 2011, pr.68; Aktan/Türkiye, pr.27-28;Döner ve Diğerleri/Türkiye, 2007, pr.86-89;Gülcü/Türkiye, 2016, pr.99) Kitap önerisi.
Neden Bireysel Başvuru Konusunda Uzman Avukat Desteği Gerekli?
İfade özgürlüğüne yönelik adli veya idari soruşturmaların cezasızlıkla sonuçlanması dahi AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) içtihadına göre ihlal sayılabilmektedir. Çünkü birey, gelecekte benzer bir soruşturmaya uğrama korkusu nedeniyle düşüncelerini açıklamaktan caydırılabilir. Bu nedenle hem AYM (Anayasa Mahkemesi) bireysel başvurularında hem de AİHM başvurularında sürecin uzman bir avukattarafından takip edilmesi hayati önem taşır.
Bireysel başvuru süreci, başvuru süresinin kaçırılmaması, gerekçelerin hukuka uygun hazırlanması ve içtihatlara dayalı güçlü bir savunma yapılmasını gerektirir. Özellikle İstanbul’da bulunan ve hak ihlalleriyle karşılaşan kişiler için, AYM veya AİHM’e bireysel başvuru yaparken uzman avukat desteği almak hak kayıplarını önler ve başvurunun kabul edilme ihtimalini artırır.
Unutulmamalıdır ki, ifade özgürlüğü ihlalleri sadece verilen cezalarla değil, açılan soruşturmaların yarattığı “caydırıcı etki” (chilling effect) ile de ortaya çıkar. Bu nedenle bireysel başvurunun, alanında uzman bir avukat aracılığıyla yapılması, hem AYM hem de AİHM nezdinde en etkili şekilde hak arama sürecinin yürütülmesini sağlar.
AİHM: Bir gazetecinin gizli bilgileri ifşa ettiği için mahkûm edilmesi, gazetecileri kamuyu ilgilendiren konularda halkı bilgilendirmekten caydırabilir. Ve basın artık “kamu bekçisi” olarak hayati rolünü oynayamayabilir ve basının doğru ve güvenilir bilgi sağlaması etkilenebilir.
Devlet faaliyetlerinin ve kararlarının gizli veya gizli olmaları nedeniyle demokratik veya yargısal denetimden kaçtığı durumlarda basın özgürlüğü daha da büyük önem kazanır. Bir gazetecinin gizli veya gizli olarak kabul edilen bilgileri ifşa ettiği için mahkûm edilmesi, medyada çalışanları kamuyu ilgilendiren konularda kamuoyunu bilgilendirmekten caydırabilir. Sonuç olarak, basın artık “kamu bekçisi”, “kamunun bekçi köpeği” (watchdog) olarak hayati rolünü oynayamayabilir ve basının doğru ve güvenilir bilgi sağlama yeteneği olumsuz etkilenebilir (bkz. Stoll/İsviçre, 2007, pr.110; Goodwin / Birleşik Krallık, 1996, pr.39).
AİHM’e göre haber çabuk bozulan, eskiyen bir üründür ve haberin yayınlanmasını kısa süreliğine de olsa engellemek, onu tüm değerinden ve yararından yoksun bırakabilir. Dolayısıyla bir habere yönelik müdahale ancak güçlü ve zorlayıcı sebeplerin varlığına bağlıdır.
Basının, demokrasinin işleyişinde ifa ettiği önem, basın özgürlüğüne yönelik müdahalelerin daha hassas ve daha sıkı denetlenmesini gerektirir. Çünkü haber çok çabuk eskiyen ve bozulan bir üründür. Bu nedenle çok kısa süreliğine de olsa habere yönelik haksız bir müdahale yoluyla haberin yayınlanmasını geciktirmek veya engellemek o haberin tazeliğinin kaybolmasına, öneminin ve yararının azalmasına sebebiyet vereceği açıktır. Bu doğrultuda AİHM, halkın öğrenmeye hakkı olduğu haberlere erişimin sınırlanması veya yasaklanması sonucunu doğuran her tedbirin gerekliliği için güçlü ve zorlayıcı sebeplerin ortaya konulmasını aramaktadır. (Bkz. Observer ve Guardıan/Birleşik Krallık, 1991, pr.59-60; Tımes Newspapers Ltd/Birleşik Krallık, No. 1 ve 2, 2009, pr.41)Bir kitap önerisi.
Neden Uzman Avukat Desteği Gerekli?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları, gazetecilerin kamuyu ilgilendiren konularda bilgi paylaşmasını engelleyen yaptırımların, basının “kamu bekçisi” (watchdog) rolünü zayıflatabileceğini ortaya koymaktadır (Stoll/İsviçre, 2007; Goodwin/Birleşik Krallık, 1996). Basın özgürlüğü, demokrasinin işleyişinde kritik öneme sahiptir ve haberler çabuk eskiyen ürünler olduğu için kısa süreli müdahaleler bile bilginin değerini azaltabilir (Observer ve Guardian/Birleşik Krallık, 1991; Times Newspapers Ltd/Birleşik Krallık, 2009).
İstanbul ve Tuzla’da bireysel başvuru yapmak isteyen kişiler için AİHM süreçleri oldukça teknik ve karmaşıktır. Uzman avukat desteği, başvurunun doğru ve etkili şekilde hazırlanmasını sağlar, haberin engellenmesi veya geciktirilmesi gibi ihlaller karşısında hakların korunmasını sağlar ve mahkeme kararlarının uygulanmasını takip eder.
Böylece bireysel başvuru hakları hem teorik hem de pratik düzeyde güvence altına alınır; vatandaşlar, AYM ve AİHM önünde haklarını etkin biçimde savunabilirler. İstanbul ve Tuzla’da deneyimli bir avukat, sürecin karmaşıklığını yönetmek ve hukuki hataları önlemek için kritik bir rol oynar.
Mahkemeye başvuru hakkı, mahkeme kararlarının gereğinin yerine getirilmesini de kapsar. Kesinleşmiş bir mahkeme kararının gereğinin yerine getirilmemesi mahkemeye başvuru hakkını ihlal eder.
Mahkemeye başvuru hakkı, nihai ve bağlayıcı hale gelmiş yargısal kararların yerine getirilmesini de kapsar. Çünkü nihai ve bağlayıcı bir yargı kararının gereğinin yerine getirilmesi zorunluluğu Sözleşme’nin 6/1. fıkrasında değinilen “yargılamanın” bütünleyici ve ayrılmaz bir parçasıdır. AİHM’e göre, mahkemeye başvuru hakkının, sadece bir mahkemeye erişim ve yargılamanın yürütülmesi ile ilgili olarak yorumlanması ve yargılama sonucu verilen kararın uygulanmasının kapsam dışı tutulması, Sözleşmeci Devletlerin Sözleşmeyi onaylarken saygı göstermeyi ve uymayı taahhüt ettikleri hukukun üstünlüğü ilkesiyle bağdaşmayan durumlara yol açması muhtemeldir. Bu doğrultuda kişinin medeni hakları açısından sonucu belirleyici olan bir davada verilen nihai kararın, o kişinin aleyhine olacak şekilde yerine getirilmemesi, Sözleşme’nin 6/1. fıkrasında korunan “mahkemeye başvuru hakkını” işlevsiz hale dönüştürmektedir. Dahası nihai mahkeme kararının yerine getirilmesi zorunluluğu, mahkemeye başvuru hakkının sadece soyut ve teorik planda değil aynı zamanda pratikte de etkili kılmanın açık bir göstergesini oluşturmaktadır. Dolayısıyla Sözleşme’nin 6/1. fıkrası, mahkemeden alınan kararın yerine getirilmesine yönelik meşru bir beklentiyi net olarak korumaktadır. (Hornsby/Yunanistan, 1997, 38-42; Bourdov /Rusya, 2002, pr.33-38; Kravchenko/Rusya, 2009; Marini/Arnavutluk, 2007, pr.22; Apostol/Gürcistan, 2007, pr.54. )
Devlet, kendi aleyhine verilen kararın gereğinin yerine getirilmesi için lehine karar verilen kişiye ekstra külfetler yükleyemez. Yine devlet kendi kurumları aleyhine verilen kesinleşmiş bir mahkeme kararındaki borcunu ifa etmemek için ekonomik güçsüzlüğünü veya diğer kaynak yokluğunu mazeret olarak ileri süremez. Yani devlet mali imkansızlığa veya kaynak yetersizliğine dayanamaz. Böyle bir mazeret kaçınılmaz olarak mahkemeye başvuru hakkını ihlal eder. (Immobiliare Saffi / İtalya [BD], 1999, pr.74; Bourdov /Rusya, 2002, pr.35) Adil yarıglanma hakkında kitap önerisi.
Neden Uzman Avukat Desteği Gerekli?
Mahkemeye başvuru hakkı, sadece dava açmakla sınırlı olmayıp, nihai ve bağlayıcı mahkeme kararlarının uygulanmasını da kapsar. Aksi takdirde, kişinin medeni haklarını doğrudan etkileyen bir kararın yerine getirilmemesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 6/1. maddesi kapsamında korunan “mahkemeye başvuru hakkını” ihlal eder. Hornsby/Yunanistan (1997), Bourdov/Rusya (2002) ve diğer AİHM kararları, bu hakkın pratikte etkin olmasının önemini ortaya koymaktadır.
Devlet, kendi aleyhine verilen kararın uygulanmasını geciktirmek için ekonomik güçsüzlük veya kaynak yetersizliği gibi mazeretler ileri süremez; böyle bir durum doğrudan mahkemeye başvuru hakkının ihlali anlamına gelir (Immobiliare Saffi/İtalya, 1999; Bourdov/Rusya, 2002).
İşte bu nedenle, İstanbul ve Tuzla’da bireysel başvuru yapmak isteyenlerin, Anayasa Mahkemesi (AYM) ve AİHM süreçlerinde deneyimli uzman avukatlardan destek alması büyük önem taşır. Uzman avukatlar, başvuru süreçlerini doğru ve zamanında yönetir, mahkeme kararlarının uygulanmasını takip eder ve müvekkilin haklarının etkin bir şekilde korunmasını sağlar. Böylece bireysel başvuru hakları hem teorik hem de pratik düzeyde güvence altına alınmış olur.
Haksız fiilden doğan tazminat davalarında aynı konuda görülen ceza davasının “bekletici mesele” yapılmasının “makul sürede yargılanma hakkı” üzerindeki etkisi nedir?
İç hukuk uygulamamızda sıkça rastlandığı üzere haksız fiilden doğan tazminat davaları, aynı konuda görülen ceza davasının sonuçlanmasına kadar bekletilmektedir. Bu konuda AİHM, iç hukukta hukuk mahkemesinin, ceza mahkemesinin nihai kararıyla bağlı olmadığı halde ceza davasının sonuçlanmasının “bekletici mesele” yapılmasını eleştirmektedir. Dahası AİHM, ceza davasının sonuçlanmasının beklenmesini makul süre aşımını engelleyen geçerli bir mazeret olarak kabul etmemektedir. (bkz.Mustafa Türkoğlu/Türkiye, 2006, pr.40)Bir kitap önerisi.
Haksız fiilden doğan tazminat davasının ceza davası beklenerek sürüncemede bırakılması, AİHM içtihadına göre makul sürede yargılanma hakkının ihlaline yol açabilmektedir. Ancak bu ihlalin bireysel başvuruya konu edilmesi, oldukça teknik bilgi ve doğru strateji gerektirir.
Bireysel başvuru sürecinde; hangi tarihten itibaren makul sürenin aşıldığının tespiti, ceza davası ile hukuk davası arasındaki ilişkinin açıklanması, bekletici mesele yapılmasının gerekliliği ile ihlal arasındaki bağın kurulması zorunludur. Bu noktada uzman avukat desteği olmadan yapılacak başvurularda hak kaybı yaşanması oldukça muhtemeldir.
Uzman avukat desteğinin gerekli olmasının başlıca sebepleri şunlardır:
Süre hesaplaması: Makul sürenin hangi aşamada aşıldığının tespiti ve başvurunun 30 gün içinde yapılması hayati önem taşır.
Delil ve belgelerin sunulması: Mahkeme dosyaları, duruşma tutanakları ve karar örnekleri başvuruya eksiksiz eklenmelidir.
İhlalin hukuki temellendirilmesi: Bekletici mesele uygulamasının neden “makul sürede yargılanma hakkı” ihlaline yol açtığı, AİHM içtihatlarıyla desteklenmelidir.
Başvurunun kabul edilebilirliği: Teknik hata veya eksiklikler, ihlalin esasına girilmeden başvurunun reddedilmesine sebep olabilir.
Bu nedenle, bireysel başvurunun uzman avukat desteğiyle hazırlanması hem kabul edilebilirliği artırmakta hem de ihlalin güçlü bir şekilde ortaya konulmasını sağlamaktadır. Böylelikle başvurucunun gerçekten yaşadığı ihlalin telafi edilme olasılığı da yükselmektedir.
Üçüncü kişilerden işkenceyle elde edilen delillerin yargılamada kullanılması mümkün müdür? AİHM’e göre üçüncü kişilerden işkenceyle elde edilen delillerin yargılamada kullanılması, “adaletin açıkça tanınmaması” veya “adaletin reddi/inkarı” anlamına gelir.
Sözleşme’nin 3. maddesinin ihlali suretiyle elde edilen ve yargılamada sanık aleyhine kullanılan deliller, sanık dışında üçüncü bir kişiden elde edilmiş olabilir. Kuşkusuz bu şekilde üçüncü kişiden, 3. maddenin ihlali yoluyla elde edilen hukuka aykırı delillerin sanık aleyhine kullanılmasının yargılamayı adil olmaktan çıkarıp çıkarmayacağı, çözülmesi gereken önemli bir sonundur. AİHM, bu tür durumlarda 3. maddeye aykırı olarak elde edilen delilin yargılamada kullanılamayacağına ilişkin katı yaklaşımını değiştirmemiştir. Zira AİHM, özellikle üçüncü kişiden işkenceyle elde edilen delilin yargılamada kullanılmasının, “adaletin açıkça tanınmaması” veya “adaletin reddi/inkarı” anlamına geleceğine karar vermiştir. Görüldüğü üzere AİHM’in bu kabulü yalnızca 3. maddeye aykırı muamelenin mağdurunun asıl davalı olduğu durumlarda değil, aynı zamanda üçüncü şahıslar söz konusu olduğunda da geçerlidir. (El Haski/Belçika, 2012, pr.85; Othman (Abu Qatada)/Birleşik Krallık, 2012, pr.263 ve 267; Kaçiu ve Kotorri /Arnavutluk, 2013, pr.128) Örneğin, sanık dışında bir tanıktan veya müşterek başka bir sanıktan işkence veya insanlık dışı muamele yoluyla elde edilen belge veya beyan delillerinin sanık aleyhine kullanılması durumunda, hakkaniyete uygun yargılanma hakkı ihlal edilmiş olacaktır. Bir kitap önerisi.
Üçüncü kişilerden işkence veya kötü muamele yoluyla elde edilen delillerin yargılamada kullanılması, AİHM içtihadına göre doğrudan “adaletin inkârı” anlamına gelir. Ancak bu tür iddiaların bireysel başvuruya konu edilmesi, hem iç hukuk yollarının tüketilmesi hem de başvurunun kabul edilebilirlik şartlarına uygun şekilde hazırlanması bakımından oldukça teknik bir süreçtir.
Bireysel başvuru sürecinde, özellikle hangi delillerin işkence veya insanlık dışı muameleyle elde edildiğinin ortaya konulması, bu delillerin sanık aleyhine nasıl kullanıldığının ispatı ve ihlalin adil yargılanma hakkıyla bağlantısının kurulması kritik öneme sahiptir. Yanlış strateji veya eksik belge sunulması, başvurunun esasa hiç girilmeden reddedilmesine yol açabilir.
Bu noktada uzman avukat desteği alınmasının temel sebepleri şunlardır:
Usul kurallarına hâkimiyet: AYM ve AİHM başvurularında süreler, şekil şartları ve delil sunma yöntemleri katıdır. Küçük bir hata hak kaybına neden olabilir.
İhlalin hukuki temellendirilmesi: İşkenceyle elde edilen delillerin kullanımının hangi sözleşme ve anayasa maddelerine aykırı olduğu, güçlü bir hukuki çerçeveyle ortaya konulmalıdır.
Somut olayla bağlantı kurma: İhlalin sadece soyut bir iddia değil, başvurucunun davasında nasıl sonuç doğurduğu somutlaştırılmalıdır.
Başarılı örneklerden yararlanma: AİHM’in El Haski, Othman, Kaçiu kararları gibi içtihatların başvuruyla doğru ilişkilendirilmesi, ihlalin kabul edilme ihtimalini artırır.
Sonuç olarak, işkenceyle elde edilen delillerin kullanıldığı bir yargılamada bireysel başvuru yapmak ciddi bir uzmanlık gerektirir. Uzman avukat desteği, hem başvurunun kabul edilebilirliğini hem de ihlalin etkili bir şekilde ortaya konulmasını sağlayarak hak kaybı yaşanmasının önüne geçer.
Adil yargılanma hakkının ihlali, bireysel başvuru yoluyla ileri sürülebilmesi için yargılamasının sona ermiş olması şart mıdır? İstisnası var mıdır? Adil yargılanma hakkının ihlali şikayetinin bireysel başvuru yoluyla ileri sürülebilmesi için yargılamanın sona ermiş olması şarttır. Ancak “makul sürede yargılanma hakkı”, “mahkemeye başvuru hakkı” ve “masumiyet karinesi” şikayetleri bu şartın üç istisnasını oluşturur.
Adil yargılanma hakkının ihlali nedeniyle bireysel başvuru yapabilmek için davanın sona ermiş olması gerekir. Ancak, “makul sürede yargılanma hakkı”, “mahkemeye başvuru hakkı” ve “masumiyet karinesi” bu kuralın üç istisnasını oluşturur.
Kural olarak, suç isnadı altında bulunan veya medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlığın tarafı bir kişinin AİHM veya AYM nezdinde bireysel başvuru yoluyla adil yargılanma hakkının düzenlendiği Sözleşme’nin 6. maddesi korumasından faydalanabilmesi için yargılamasının sona ermiş olması ve yargılama sonucunda verilen kararın kesinleşmiş olması gerekir. Yargılamanın devam ediyor olması halinde ilgili kişinin mağdur sıfatıyla bireyse başvurusunun kabulü söz konusu olmayacaktır.
Uyuşmazlığın esası hakkın karar verilmiş olması şartının temel mantığı, ulusal devlete bahse konu ihlali telafi etme imkanının tanınmasıdır. Çünkü AİHM, 6. maddenin ihlal edilip edilmediğini incelerken ulusal hukuk düzeyinde yargılamanın bütününü dikkate almaktadır. Zira yargılamanın belli bir aşamasında ihmal edilen bir hususun, sonraki aşamalarda telafi edilme ihtimali her zaman imkân dahilindedir.
Yargılamanın sona ermiş olması şartı bünyesinde üç istisna barındırmaktadır.
Birinci istisna makul sürede yargılanma hakkının ihlali şikayetidir. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini kişi, davanın nihai kararla sonuçlanmasını beklemeden AİHM veya AYM nezdinde bireysel başvuruda bulunabilecektir. Çünkü burada devam eden bir ihlal söz konusudur. Dahası AİHM, devam eden makul süre aşımı şikayetleri için, başvuru tarihinde iç hukuk yollarının tüketilmiş olmasını aramamaktadır. (Neumeister/Avusturya, 1968, pr.17-20) Böyle bir istisnanın varlığı, daha çok makul sürede yargılanma hakkı ihlalinin, nihai kararın türü ve niteliği ile bağlantılı olmamasıyla ilgilidir. Zira nihai karar, makul süre şikayetinde bulunan tarafın lehinde de olsa, bu hakkın ihlalini engellemeyecektir. Hatta devlet, makul süre aşımına konu dava normal süresinde bitirilmiş de olsaydı sonucun değişmeyeceğini ileri sürerek sorumluluktan kurtulamayacaktır. Davadan aynı kararın çıkacağı savunması devlet açısından haklı bir gerekçe olarak kabul edilemeyecektir. (H./Birleşik Krallık, 1987, pr.81)
İkinci istisnamahkemeye başvuru hakkının ihlali şikayetidir. Zira mahkemeye başvuru hakkının ihlali özünde bir yargılamanın engellenmesini içerir. Henüz başlamayan bir yargılamanın doğal olarak sonuçlanması da imkân dahilinde olmayacaktır.
Üçüncü istisnaise masumiyet karinesinin ihlali şikayetine ilişkindir. Masumiyet karinesi ihlali şikayetlerinde de uyuşmazlığın esası hakkında bir karar verilmesi zorunlu bir unsur değildir. Bir kitap önerisi.
Neden Bireysel Başvuru İçin Uzman Avukat Desteği Gerekli?
Bireysel başvuru, hem Anayasa Mahkemesi (AYM) hem de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) açısından son derece teknik bir başvuru yoludur. Yalnızca hak ihlali iddiasını dile getirmek yeterli değildir; bu ihlalin hangi somut olaydan kaynaklandığı, hangi anayasal veya sözleşmesel güvenceyle bağlantılı olduğu ve bu konuda iç hukuk yollarının nasıl tüketildiği ayrıntılı şekilde ortaya konulmalıdır.
Özellikle başvuruların kabul edilebilirliği aşaması, bireysel başvurunun en kritik noktasıdır. Mahkemeler öncelikle başvurunun süresinde yapılıp yapılmadığını, gerekli tüm belgelerin eksiksiz sunulup sunulmadığını, başvurucunun mağdur sıfatının bulunup bulunmadığını ve iddia edilen ihlalin gerçekten bireysel başvuru kapsamına girip girmediğini inceler. Bu aşamada yapılacak en küçük hata, ihlalin esasına hiç girilmeden başvurunun reddedilmesine neden olur.
Bireysel başvurularda sıkça karşılaşılan sorunlardan bazıları şunlardır:
Sürelerin yanlış hesaplanması: AYM’ye yapılacak başvurularda kararın kesinleşmesinden itibaren 30 gün içinde başvuru zorunludur. Bu süre yanlış hesaplandığında hak düşer.
Yanlış hakka dayanılması: Adil yargılanma hakkı, mülkiyet hakkı, özel hayatın gizliliği gibi haklar doğru şekilde ilişkilendirilmediğinde başvuru reddedilebilir.
Delillerin ve belgelerin eksik sunulması: Özellikle mahkeme kararları ve ilgili evrakların tam ve usule uygun şekilde dosyaya eklenmesi gerekir.
İhlalin somut olayla bağlantısının kurulamayışı: Genel şikâyet niteliğinde başvurular kabul edilmez; ihlalin somut ve ikna edici şekilde ortaya konulması gerekir.
Bu nedenlerle, bireysel başvurunun hazırlanması sürecinde uzman bir avukat desteği almak hak kaybını önlemek açısından zorunluluk haline gelmektedir. Alanında deneyimli bir avukat, hem başvurunun kabul edilebilirlik kriterlerine uygunluğunu sağlayacak hem de ihlalin etkili bir şekilde ortaya konulmasına katkıda bulunacaktır. Böylece başvurucunun, gerçekten yaşadığı ihlalin Anayasa Mahkemesi veya AİHM tarafından incelenmesi ve giderilmesi ihtimali artacaktır.
Bu çalışma, Geri Gönderme Merkezlerinde (GGM) idari gözetim altında tutulan kişilerin, özellikle sağlık hizmetlerine erişimde yaşadıkları sorunlar ve insani olmayan muamele iddiaları karşısında sahip oldukları hakları ve başvurabilecekleri hukuki yolları, sunulan literatür çerçevesinde analiz etmektedir. Çalışma, devletin pozitif yükümlülükleri, tıbbi ihmal kavramı, idarenin sorumluluğu ve mevcut ulusal ile uluslararası başvuru mekanizmalarını ele almaktadır.
1. Geri Gönderme Merkezlerindeki Koşullar ve Sağlık Hakkı
Geri Gönderme Merkezleri, idari gözetim altında tutulan kişilerin temel haklarının güvence altına alınması gereken yerlerdir. Ancak bu merkezlerin fiziki şartların ve sağlık hizmetlerinin yetersizliği dikkat çekmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Asalya v. Türkiye kararı bu konuda emsal teşkil etmektedir. “Başvurucu yedi günlük tutulma süresi içerisinde, Kumkapı Geri Gönderme Merkezi’nin özellikle tekerlekli sandalye kullanıcıları açısından uygun olmadığı, asansör ve tuvalet gibi temel düzenlemelerin dahi yapılmadığını… asansör bulunmadığından ötürü zemin katta bulunan bir odadaki masanın üzerinde yatmak durumunda bırakıldığı ve bu süre zarfında tedavi imkanlarının da sağlanmadığını belirtmiştir.” Bu karar, GGM’lerdeki fiziki altyapı eksikliklerinin ve sağlık hizmeti sunulmamasının temel bir hak ihlali oluşturduğunu göstermektedir. Buna göre merkezde kalabilecek olan engelli ve özel ihtiyaç sahibi bireyler için gerekli fiziki şartlar ve psikososyal ortam sağlanması, özel ihtiyaç sahibi kişilerin (hamile, hasta, çocuk gibi) durumlarına özen gösterilmesi ve ihtiyaçları sağlanması ve bu kişilerin ihtiyaçlarının giderilmesi devletin özel ihtiyaç sahibi kişilere özen gösterme yükümlülüğünün ihlali anlamına geleceğini ortaya koymaktadır.
2. Devletin Yaşam Hakkı ve Sağlık Hizmetleri Kapsamındaki Pozitif Yükümlülükleri
Devletin, egemenlik alanındaki tüm bireylerin yaşam hakkını koruma yönünde pozitif bir yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu yükümlülük, sadece kasıtlı olarak yaşama son vermekten kaçınmayı değil, aynı zamanda yaşamı tehdit eden risklere karşı makul önlemleri almayı da içerir. Sağlık hizmetlerinin düzenlenmesi ve sunulması bu pozitif yükümlülüğün en önemli unsurlarından biridir. Sözleşme’ye taraf devletlerin yaşama hakkı konusundaki pozitif yükümlülüklerinin bir kolunu da sağlık hizmetlerinin sunulması ve kamu sağlığının sağlanması alanı oluşturmaktadır. Taraf devletler kamu veya özel olması fark etmeksizin sağlık kurumlarında hastaların yaşamlarının korunması amacıyla gerekli düzenlemeleri yapmakla ve makul tedbirleri almakla sorumludur. Bu sorumluluk, GGM gibi doğrudan devletin kontrolü ve sorumluluğu altındaki yerlerde daha da belirginleşir.
3. Tıbbi İhmal, İdarenin Sorumluluğu ve Başvuru Yolları
a. Tıbbi İhmal ve Hizmet Kusuru
Sağlık personelinin gerekli tıbbi müdahaleyi yapmaması, geç yapması veya tedaviden kaçınması tıbbi ihmal olarak kabul edilir. Tedavi için hastaneye gelen hastaya gerekli teşhis ve tedavileri uygulamakla yükümlüdür. Aksi takdirde hem suç işlemiş hem de uğrattığı zararlar neticesinde idare tazmin sorumluluğu altına girmiş olacaktır. GGM’de tutulan bir kişinin sağlık durumunun kötüleşmesine rağmen tedavi edilmemesi, idarenin “hizmet kusuru” işlediğini gösterir ve bu durum tazminat sorumluluğunu doğurur. Hasta Hakları Yönetmeliği de bu durumu güvence altına alır. Yönetmeliğin 42. maddesine göre, hasta hakları ihlal edilen kişinin her türlü dava, şikâyet ve müracaat hakkı mevcuttur.
b. Ulusal Hukuk Yolları GGM’de sağlık hakkı ihlal edilen kişi, çeşitli hukuki yollara başvurabilir:
İdari Yargı (Tam Yargı Davası): Yaşanan tıbbi ihmal ve bunun sonucunda ortaya çıkan akciğer sorunları gibi maddi ve manevi zararların tazmini için sorumlu idareye (Göç İdaresi Başkanlığı, Sağlık Bakanlığı vb.) karşı idare mahkemesinde tam yargı davası açılabilir. İdarenin sağlık hizmetini organize etmedeki kusuru, bu davanın temelini oluşturur.
Cezai Soruşturma (Suç Duyurusu): Görevli doktor ve personelin hastaya müdahale etmeyerek görevlerini ihmal etmeleri veya kötü muamelede bulunmaları nedeniyle Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunulabilir.
Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru: Yukarıdaki idari ve adli yolların tüketilmesine rağmen sonuç alınamaması durumunda, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan “yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı” ile “işkence ve eziyet yasağı”nın ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapılabilir.
Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’na (TİHEK) Başvuru: GGM’deki muamelenin işkence, insanlık dışı veya onur kırıcı muamele yasağını ihlal ettiği iddiasıyla TİHEK’e başvuru yapılabilir. “sağlık ve hasta hakları” konusunun, kuruma yapılan başvurularda en çok ihlal edildiği iddia edilen haklardan biridir ve bu şikayetlerin başında “ceza ve tutukevlerindeki mahkûm ve tutukluların sağlık hakkı ile ilgili talep ve şikâyetleri gelmektedir.
c. Uluslararası Hukuk Yolları (AİHM Başvurusu) İç hukuk yolları tüketildikten sonra, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 3. maddesi (işkence, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele yasağı) ve 2. maddesi (yaşam hakkı) temelinde AİHM’e başvuru yapılabilir. Tedaviden mahrum bırakılma, AİHS’nin 3. maddesi kapsamında bir ihlal teşkil edebilir. Bu konuda D. v. Birleşik Krallık kararınıda : “Mahkeme, başvurucunun durumundaki hastalara uygun bir tedavinin verilmediği… geri gönderilmesinin, halihazırda oldukça kısa olan yaşam süresini daha da kısaltacağı, fiziksel ve psikolojik acı ve son derece ızdıraplı bir ölümle karşılaşmasına yol açacağı için insanlık dışı muamele teşkil edeceğinden AİHS md.3’e aykırı olacağına hükmetmiştir.” şeklinde ihlale karar verilmiştir. Bu içtihat, sadece sınır dışı edilme durumunda değil, aynı zamanda idari gözetim altındayken maruz kalınan tedavi yoksunluğunun da insanlık dışı muamele seviyesine ulaşabileceğini göstermektedir.
İnceleme ve Değerlendirme
Yapılan değerlendirmeler, GGM’de tutulan ve hastalanan bir bireyin durumunun, basit bir idari eksiklikten öte, temel hakların ihlali anlamına geldiğini net bir şekilde ortaya koymaktadır. Devletin, kontrolü altındaki bireylere karşı artırılmış bir sorumluluğu vardır. Bu sorumluluk, sadece barınma ve beslenme gibi temel ihtiyaçları değil, aynı zamanda “ulaşılabilir en üst düzeyde fiziksel ve ruhsal sağlık standartlarına sahip olma” hakkını da kapsar.
Geri Gönderme Merkezi’nde tutulurken hastalanan ve yeterli tıbbi bakımdan mahrum bırakılan bir kişi, ulusal ve uluslararası hukukta korunan temel haklara sahiptir. Bu hak ihlalleri karşısında başvurulabilecek hukuki yollar şunlardır:
İdari Yargı: İdarenin hizmet kusuruna dayanarak, maruz kalınan maddi (tedavi masrafları, iş gücü kaybı) ve manevi zararların tazmini için tam yargı davası açılması.
Ceza Hukuku: İlgili sağlık personeli ve idari yetkililer hakkında görevi ihmal veya kötü muamele suçlamalarıyla suç duyurusunda bulunulması.
Anayasa Mahkemesi: Diğer iç hukuk yolları tüketildikten sonra, yaşam hakkı ve işkence yasağının ihlali nedeniyle bireysel başvuru yapılması.
AİHM: Tüm iç hukuk yolları tüketildikten sonra, AİHS’nin 2. ve 3. maddelerinin ihlali iddiasıyla AİHM’e başvurulması.
Devletin, GGM gibi kapalı kurumlarda tuttuğu kişilerin sağlığını koruma yönündeki pozitif yükümlülüğü mutlaktır. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi, idarenin hukuki ve mali sorumluluğunu doğuracağı gibi, ilgili kamu görevlilerinin de cezai sorumluluğuna yol açabilecektir. Bir yazı önerisi.
Tuzla Geri Gönderme Merkezi’nde idari gözetim altında tutulan kişilerin yaşadığı hak ihlalleri ve özellikle sağlık hizmetlerine erişim konusundaki sorunlar, uzman bir hukuki destek olmadan çözümlenmesi güç süreçlerdir. İdari yargı, ceza soruşturmaları, Anayasa Mahkemesi bireysel başvurusu ve AİHM başvurusu gibi hukuki yollar karmaşık prosedürler içerir. Bu nedenle, Tuzla’da tecrübeli bir avukat desteği almak, hem başvuruların doğru ve zamanında yapılmasını hem de kişinin haklarının en etkin şekilde korunmasını sağlar. Tuzla avukat desteği, geri gönderme merkezinde tutulan yabancıların maruz kaldığı hak ihlallerine karşı en güçlü yoldur.
AİHM’e göre Yaptığı bir açıklama nedeniyle kişi hakkında başlatılan soruşturmanın cezasızlıkla sonuçlanması, ifade özgürlüğü hakkının ihlalini engellemez. Çünkü gelecekte benzer bir soruşturmaya uğrama korkusu, kişi üzerinde düşüncelerini açıklama konusunda caydırıcı etki yapar.
İfade özgürlüğüne yönelik adli veya idari soruşturma başlatma ya da başka bir tedbir uygulama şeklinde gerçekleşen bir müdahalenin usul veya esastan ya da fiili durumdan kaynaklanan bir sebepten dolayı takipszilik veya beraat gibi bir kararla cezasızlıkla sonlandırılmış olması, tek başına AİHS’in 10. maddesinin ihlaline engel olmaz. Çünkü doğrudan bir etki doğurmayan, ancak ifade özgürlüğünü kullanan kişi üzerinde gelecekte bir soruşturmaya uğrama, başka bir tedbir veya yaptırıma maruz kalma tehdidi oluşturan ve bu nedenle kişinin davranışlarını ileriye dönük değiştirici veya sınırlayıcı etki doğuran her türlü soruşturma/tedbir müdahale olarak kabul edilmektedir. Zira gelecekte aynı veya benzeri bir müdahalenin yeniden başlatılması ihtimalinin bulunması bile tek başına kişi üzerinde caydırıcı etki(chilling effect) yapar.
Bu nitelikte bir korku veya kaygı nedeniyle kişi bir daha aynı soruşturmaya, engelleyici tedbire veya başka bir yaptırıma maruz kalma riskine girmemek için kendi bilgi ve düşüncelerini ifade etme, yayma konusunda kendisini sınırlamaya veya değiştirmeye zorlayacağı açıktır. Dolayısıyla uygulanan adli/idari soruşturma veya tedbirin sonuçsuz kalması veya verilen cezanın kaldırılmış olması ifade özgürlüğüne yönelik müdahalenin olumsuz sonuçlarını ortadan kaldırmaya ve dahası ifade özgürlüğü hakkının ihlalini engellemeye yeterli olmaz. (Bkz.Altuğ Taner Akçam/Türkiye, 2011, pr.68; Aktan/Türkiye, pr.27-28;Döner ve Diğerleri/Türkiye, 2007, pr.86-89;Gülcü/Türkiye, 2016, pr.99)
İfade özgürlüğüne yönelik bir müdahaleyi AYM veya AİHM önünde başarıyla ortaya koymak, sadece mağduriyeti anlatmakla sınırlı değildir. Başarılı bir bireysel başvuru için şu unsurlar gereklidir:
Somut olay ile müdahale arasında hukuki bağın kurulması, Soruşturma veya tedbirin birey üzerindeki caydırıcı etkisinin açık biçimde ispatı, AİHM ve AYM içtihatlarına uygun teknik dilekçe hazırlığı, Olayın içeriğiyle örtüşen önceki ihlal kararlarının doğru sunulması
Bu süreç, ciddi hukuki analiz ve deneyim gerektirir. Uzman bir avukat, yalnızca olayın anlatımını değil, olayın ifade özgürlüğü açısından neden ihlal oluşturduğunu hukuk diliyle etkili biçimde açıklar. Nitekim, özellikle ifade özgürlüğü başvurularında başarı şansı, uzman avukatın desteğiyle hazırlanmış bireysel başvurularda çok daha yüksektir. Aksi takdirde, haklı bir şikâyet, teknik eksiklik veya yanlış hukuki değerlendirme nedeniyle reddedilebilir.
Gerekçeli karar, nihai mahkeme kararının arka planını gösteren bir ayna vazifesi görür. Çünkü gerekçe adaletin düzgün bir şekilde yerine getirildiğini görünür kılar. Dahası gerekçe, yargılamada keyfiliği önler ve kararın denetimini mümkün kılar.
Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma hakkının tartışmasız bir gereğidir. Çünkü gerekçe adaletin düzgün bir şekilde yerine getirildiğini görünür kılar. AİHM de gerekçeli karar hakkını Sözleşme’nin 6/1. fıkrasında düzenlenen hakkaniyete uygun yargılanma hakkının zımni unsurları arasında kabul etmekte ve mahkemelerin kararlarını gerekçeli olarak vermeleri gerektiğini özellikle vurgulamaktadır.(Ruiz Torija/İstanya, 1994, pr.29; Higgins ve Diğerleri/France, 1998, pr.42)
Gerekçeli karar hakkında geçen “gerekçe” ifadesini uyuşmazlığın çözümü olarak ortaya konulan nihai kararın arka planını gösteren bir ayna olarak nitelendirebiliriz. Dahası gerekçe hem taraflar açısından hem de kamu açısından kararın meydana geliş sürecine ışık tutar. Çünkü ideal bir gerekçe uyuşmazlığın ve uyuşmazlığa konu olguların ne şekilde nitelendirildiğini, verilen kararın hangi nedenlere ve hangi düzenlemelere dayandığını gösterir. Uyuşmazlığa konu maddi olgular ile verilen karar arasında mantıksal bağlantıyı akla, hukuka ve dosya içeriğine uygun olarak kuran hukuki değerlendirmeleri içerir. Gerekçe taraflara iddialarının dinlendiğini gösterir. Bu özellikleri taşıyan bir gerekçe o kararın daha adil olmasını sağlar. Kararın adil olması da dava taraflarını ve kamuyu tatmin eder. Bunların yanında gerekçe, yargılamada keyfiliği önler ve kararın denetimini mümkün kılar. (Suominen / Finlandiya, 2003, pr.36‑37)
Diğer taraftan bir gerekçede genel ve basmakalıp ifadelerin yer alması, varılan neticenin hukuki/yasal dayanaklarının gösterilmemesi, maddi olgular ile karar arasında nedensellik bağlantısının kurulmaması, sunulan delillerin hangi gerekçelerle kabul edilmediğinin belirtilmemesi gibi hallerde gerçek, yeterli ve tatmin edici bir gerekçesinin varlığından bahsedilemez. (Buzescu/Romanya, 2005, pr.67; Ruiz Torija/İstanya, 1994, pr.30)
Gerekçesiz veya yetersiz gerekçeli mahkeme kararları, hem Anayasa Mahkemesi (AYM) hem de AİHM önünde bireysel başvuruya konu olabilecek ciddi bir hak ihlali oluşturur. Ancak bu tür başvuruların başarıya ulaşabilmesi için: İhlalin açık biçimde tespit edilmesi, AİHM ve AYM içtihatlarına uygun hukuki bir yapı kurulması, Dosyadaki eksikliklerin ve çelişkilerin etkili şekilde ortaya konulması gerekir.
Bu da ancak bireysel başvuru konusunda deneyimli bir avukatın profesyonel desteğiyle mümkündür. Aksi hâlde başvuru, şekli eksiklikler veya yetersiz gerekçelendirme nedeniyle reddedilebilir.
Uzman avukat; Hak ihlaline konu kararı teknik yönden analiz eder, Delil ve gerekçe ilişkisini kurarak başvuruyu yapılandırır, Gerekçesizliğin ne şekilde adil yargılanma hakkını zedelediğini etkili biçimde sunar. Bu nedenle, özellikle gerekçeli karar hakkına yönelik ihlallerde bireysel başvuru yapmadan önce, alanında uzman bir avukatla çalışmak, başvurunun kabul edilebilirliği ve başarısı açısından kritik öneme sahiptir.
Mahkeme harcına ilişkin adli yardım talebinin yalnızca kişinin avukatla temsil edildiği gerekçesiyle reddedilmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin güvence altına aldığı mahkemeye erişim hakkının ihlali anlamına gelir. Bu tür bir değerlendirme, adil yargılanma hakkının özünü zedelemekte ve kişilerin ekonomik durumları araştırılmadan yapılmaktadır.
Adli yardım taleplerinin, başvurucunun bir avukatla temsil edilmesi nedeniyle reddedilmesi, genellikle şu varsayıma dayanmaktadır: “Avukatı olan bir kişi mali durumu elverişli kişidir.” Ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) bu varsayımı hukuki olarak geçerli görmemekte, yalnızca avukatla temsil edilmenin başvurucunun ödeme gücüne karine oluşturamayacağını açıkça belirtmektedir. Bu bağlamda, AİHM içtihatlarına göre, kişilerin mali durumu değerlendirilmeden yapılan her red kararı, mahkemeye erişim hakkını ihlal eder.
Gerçek yaşamda, bir kişi tanıdığı bir avukattan hatır için yardım alabilir, akrabalık nedeniyle ücret ödemeden vekalet verebilir ya da avukatlık ücretinin davanın sonucuna göre ve yalnızca davanın sonunda ödenmesini kararlaştırmış olabilir. Bu gibi durumlarda kişinin avukatla temsil ediliyor olması, mali olanaklara sahip olduğu anlamına gelmez. Dolayısıyla mahkemelerin, sırf vekil aracılığıyla başvuru yapıldığı gerekçesiyle adli yardım talebini reddetmesi, kişi hak ve özgürlüklerine aykırı düşmektedir.
Bu husus, AİHM’in Mehmet ve Suna Yiğit/Türkiye (2007), Kaba/Türkiye (2011) ve Bakan/Türkiye (2007) kararlarında açıkça vurgulanmıştır. İlgili davalarda, mahkemeye erişim hakkı, sadece avukatla temsil gerekçesiyle adli yardımın reddedilmesi nedeniyle ihlal edilmiş kabul edilmiştir.
Bireysel başvuru, Anayasa Mahkemesi ya da AİHM nezdinde hak arama sürecinin en hassas aşamalarından biridir. Bu süreçte;
Başvurunun kabul edilebilirliğine ilişkin teknik kriterler,
Önceki içtihatlarla uyumlu bir hukuki argümantasyon,
Delil ve olayların etkin sunumu
gibi konular uzmanlık gerektiren hassas başlıklardır. Eksik veya hatalı yapılan başvurular, şekli nedenlerle reddedilme riski taşır ve kişinin hak arama süreci ciddi şekilde zarar görür.
Özellikle adli yardım, makul süre, ifade özgürlüğü, mülkiyet hakkı ve adil yargılanma hakkı gibi karmaşık hukuki alanlarda, uzman bir avukatın yönlendirmesi olmadan yapılan bireysel başvurular genellikle başarısızlıkla sonuçlanmaktadır. Çünkü AİHM ve Anayasa Mahkemesi, yalnızca mağduriyet değil, hukuki değerlendirme ve dayanakların açıkça ortaya konulmasını da şart koşar. Bu nedenle, bireysel başvuruların hukuki gerekçelerle desteklenmesi, delillerin etkili sunulması ve önceki içtihatlarla uyumlu bir şekilde hazırlanması için alanında uzman bir avukatın desteği vazgeçilmezdir.