İşten çıkarılan işçiye imzalatılan “tüm haklarımı aldım” şeklindeki ibraname geçerli midir?

Giriş

Bu çalışma, işverence işten çıkarılan ve “tüm haklarımı aldım” şeklinde bir belge (ibraname) imzalayan işçinin, ödenmemiş ücret, fazla mesai ve ihbar tazminatı alacaklarını talep edip edemeyeceği sorusuna ilişkin Yargıtay kararlarının analizini içermektedir. Analiz, ibranamenin geçerlilik koşulları, Yargıtay’ın 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden önceki ve sonraki uygulamaları, ibranamenin içeriği ile işveren savunması arasındaki çelişkiler ve belgenin ispat gücü gibi temel hukuki meselelere odaklanmaktadır.

Yargıtay kararlarının incelenmesi sonucunda, işçiye imzalatılan ibranamenin geçerliliği ve alacaklara etkisi konusunda belirli temel ilkeler ortaya çıkmaktadır:

İbranamenin Geçerliliği İçin Yasal Şartlar (01.07.2012 Sonrası):

Yargıtay, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 420. maddesinin yürürlüğe girdiği 01.07.2012 tarihinden sonra düzenlenen ibranameler için katı geçerlilik şartları aramaktadır. Bu şartları taşımayan ibranameler “kesin olarak hükümsüz” kabul edilmektedir. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 2015/2005 E., 2016/12513 K. sayılı kararında bu şartlar şöyle sıralanmıştır:

İbra sözleşmesinin yazılı olması, İbra tarihi itibarıyla sözleşmenin sona ermesinden başlayarak en az bir aylık sürenin geçmiş olması, İbra konusu alacağın türünün ve miktarının açıkça belirtilmesi, Ödemenin hak tutarına nazaran noksansız ve banka aracılığıyla yapılması.

İş İlişkisi Devam Ederken Alınan İbranamelerin Geçersizliği:

 Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına göre, işçinin işverene bağımlı olduğu ve iradesinin baskı altında olabileceği kabulüyle, iş ilişkisi devam ederken düzenlenen ibra sözleşmeleri geçersizdir. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 2008/33618 E., 2010/22083 K. sayılı kararında bu durum, “İş ilişkisinin devamı sırasında düzenlenen ibra sözleşmeleri geçerli değildir.” şeklinde açıkça ifade edilmiştir.

Savunma ile Çelişen İbranameler: İbranamede yazılı olan hususlar ile işverenin davadaki savunması arasında çelişki bulunması, ibranamenin geçersizliğine yol açan önemli bir nedendir. Örneğin, işverenin işçinin istifa ettiğini savunmasına rağmen ibranamede kıdem ve ihbar tazminatı ödendiğinin belirtilmesi, Yargıtay tarafından çelişki olarak kabul edilmekte ve ibranamenin itibarsızlaşmasına neden olmaktadır. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 2010/46459 E., 2013/7167 K. sayılı kararında, “İbraname, bu haliyle, davacının istifa ettiğini, dolayısıyla tazminata hak kazanamadığını bildiren davalı savunmasıyla çelişmektedir.” denilerek bu tür belgelere değer verilemeyeceği vurgulanmıştır.

Miktar İçeren ve İçermeyen İbranamelerin Etkisi:

 İbranamede alacak kalemlerinin ve miktarlarının açıkça belirtilip belirtilmemesi, belgenin hukuki niteliğini değiştirmektedir.

Miktar İçermeyen İbranameler: “Tüm haklarımı aldım” gibi genel ifadeler içeren ve alacak kalemlerini tek tek miktar belirterek saymayan ibranamelere Yargıtay şüpheyle yaklaşmaktadır. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 2008/21802 E., 2010/6801 K. sayılı kararında, “Dairemizin yerleşmiş uygulamasına göre ibranamede alacaklar kalem kalem gösterilmelidir.” denilerek bu tür genel ifadelere geçerlilik tanınmasının hatalı olduğu belirtilmiştir.

Miktar İçeren İbranameler: İbranamede belirli bir miktar belirtilmiş ve bu miktar ödenmişse, belge ödenen kısım için “makbuz” hükmünde kabul edilir. İşçi, alacağının daha fazla olduğunu ispatlarsa, ödenen miktar mahsup edilerek bakiye alacağa hükmedilir. Yargıtay 22. Hukuk Dairesi’nin 2013/17628 E., 2014/29790 K. sayılı kararında belirtildiği gibi, “Kısmi ödeme hallerinde ise, ibraya değer verilmemekte ve yapılan ödemenin kısmi, ibra belgesinin makbuz hükmünde olduğu kabul edilmektedir.”

İspat Yükü: İşçilik alacaklarının ödendiğini ispat yükü işverene aittir. İşverenin, sadece imzalı bir ibraname sunması yeterli değildir; aynı zamanda bu ibranamede belirtilen ödemeleri banka dekontu gibi geçerli belgelerle kanıtlaması gerekmektedir. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 2014/35462 E., 2016/6605 K. sayılı kararında, “davacının aldığı ücretlerin ödendiğine dair davalı tarafından makbuz ve belge sunulmadığından ibranamenin geçersiz olduğu” yönündeki mahkeme tespiti bu ilkeyi desteklemektedir.

İnceleme ve Değerlendirme

Örneğin, 7 ay çalışmış işçinin işten çıkarılırken imzaladığı “tüm haklarımı aldım” şeklindeki belge, 2 aylık ücret, fazla mesai ve ihbar tazminatı alacaklarına engel teşkil etmeyecektir. Bu sonuca varılmasının temel nedenleri şunlardır:

TBK Madde 420’ye Aykırılık: Düzenlenen bir ibranamenin TBK’nın 420. maddesindeki şartları taşıması zorunludur. Örnekteki belge, işten çıkarma anında imzalatılmıştır; dolayısıyla “fesih tarihinden itibaren en az bir aylık sürenin geçmiş olması” şartını ihlal etmektedir. Ayrıca, “alacağın türünün ve miktarının açıkça belirtilmesi” ve “ödemenin noksansız ve banka aracılığıyla yapılması” şartlarının da sağlanmadığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle belge, kanunen “kesin olarak hükümsüzdür”.

Belgenin İçeriği: Belge, “tüm haklarımı aldım” şeklinde genel bir ifade içermekte olup, ödenmesi gereken ücret, fazla mesai ve ihbar tazminatı alacaklarını miktar belirterek ayrı ayrı göstermemektedir. Yargıtay’ın yerleşik içtihatları, bu tür miktar içermeyen ve alacak kalemlerini tek tek saymayan belgelere itibar edilmemesi yönündedir.

Ödemenin Yapılmamış Olması: Soruda, ilgili alacakların ödenmediği açıkça belirtilmiştir. İbranamenin geçerli olabilmesi için temel unsur, bir borcun sona erdirilmesidir. Ortada bir ödeme yokken imzalatılan belge, borcu sona erdirmez ve hukuken bir anlam ifade etmez. İşveren, ödeme yaptığını geçerli belgelerle ispatlayamadığı sürece, imzalatılan bu kağıda dayanamaz.

Sonuç

Yargıtay kararları ışığında yapılan değerlendirmeye göre, işçiye işten çıkarılırken imzalatılan ve “tüm haklarımı aldım” şeklinde genel bir ifade içeren belge, işçinin ödenmemiş olan aylık ücret, fazla mesai ve ihbar tazminatı alacaklarını talep etmesine engel teşkil etmez.

Söz konusu belge, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 420. maddesinde aranan zorunlu geçerlilik şartlarını (fesih sonrası en az 1 ay bekleme, alacak türü ve miktarının belirtilmesi, banka yoluyla ödeme) taşımadığı için kesin hükümsüzdür. Ayrıca, Yargıtay’ın istikrarlı uygulamalarına göre, miktar içermeyen, alacak kalemlerini tek tek saymayan, fiili bir ödeme ile desteklenmeyen ve işveren savunmasıyla çelişme potansiyeli taşıyan bu tür belgelere hukuki bir sonuç bağlanamaz. İşçinin ilgili alacakları için dava açması halinde, ispat yükü işverende olacak ve işveren ödeme yaptığını kanıtlayamadığı sürece mahkeme, imzalatılan bu belgeye itibar etmeyerek işçinin alacaklarına hükmedecektir. Bir yazı önerisi.

Tuzla Avukat Desteği Neden Gerekli?

İşten çıkarılan işçiye imzalatılan ibranameler çoğu zaman hak kayıplarına yol açabilmektedir. Yargıtay kararları, bu belgelerin hangi koşullarda geçerli veya geçersiz olduğunu açıkça ortaya koysa da, işçi veya işveren açısından bu koşulların doğru değerlendirilmesi profesyonel bir hukuki destek gerektirir. Yanlış atılan bir adım, işçinin yıllarca emek vererek hak kazandığı ücret, fazla mesai, kıdem ve ihbar tazminatı gibi önemli alacakların kaybedilmesine neden olabilir.

Özellikle İstanbul’un Anadolu Yakası ve çevresinde yaşayanlar için bu süreçte uzman bir avukatla çalışmak kritik öneme sahiptir. Tuzla avukat, Pendik avukat, Kartal avukat, Maltepe avukat, Aydınlı avukat, Orhanlı avukat, Gebze avukat, Çayırova avukat, Tepeören avukat, Darıca avukat ve Bayramoğlu avukat bölgelerinde faaliyet gösteren hukukçular, işçilik alacakları, ibraname geçerliliği ve dava süreçlerinin yönetimi konusunda yerel tecrübeleriyle sürece değer katar.

Bu bölgelerde uzman bir avukatla çalışmak, hem işçilerin hak kayıplarını önlemek hem de işverenlerin olası hukuki risklerini doğru şekilde yönetmek için kritik bir ihtiyaçtır. Profesyonel destek sayesinde, ibranamelerin geçerliliği, ödemelerin ispatı ve dava sürecindeki stratejik adımlar doğru şekilde planlanabilir.

Read More

Hasar farkı bedeli nedir, nasıl alınır?

Giriş

Bu yazı, “hasar farkı bedeli” kavramının ne olduğu ve bu bedelin nasıl talep edilebileceği sorularını, sunulan ilk derece mahkemesi, bölge adliye mahkemesi ve Yargıtay kararları ışığında analiz etmektedir. Analiz edilen kararlar, hasar farkı bedelinin tanımı, ortaya çıkış nedenleri, talep süreci ve yargılama aşamasında dikkat edilen hususlar hakkında kapsamlı bir çerçeve sunmaktadır. Yazı, bu kavramı farklı perspektiflerden ele alarak avukatlar için pratik bir hukuki kaynak oluşturmayı amaçlamaktadır.

1. Hasar Farkı Bedelinin Tanımı ve Kapsamı

İncelenen yargı kararlarında “hasar farkı bedeli” (veya “bakiye hasar bedeli”), bir trafik kazası veya sigorta poliçesi kapsamındaki bir riziko sonucu meydana gelen zararın, sigorta şirketi tarafından ödenen tazminat ile gerçek zarar miktarı arasındaki fark olarak tanımlanmaktadır. Bu farkın ortaya çıkmasının temel nedenleri şunlardır:

Orijinal Parça Yerine Eşdeğer/Yan Sanayi Parça Kullanımı: En sık rastlanan uyuşmazlık konusudur. Sigorta şirketinin, hasar gören aracın onarımında orijinal parça yerine daha ucuz olan eşdeğer, muadil veya yan sanayi parça kullanması durumunda, iki parça arasındaki fiyat farkı hasar farkı bedeli olarak talep edilebilmektedir. Yargı kararları, tam tazmin ilkesi gereği, araç sahibinin onayı olmaksızın eşdeğer parça kullanılamayacağını vurgulamaktadır. Samsun Bölge Adliye Mahkemesi’nin belirttiği gibi, hak sahibinden onay alındığını veya orijinal parçanın temin edilemediğini ispat yükü sigortacıya aittir: “Bu fıkra kapsamında hak sahibinden onay alındığını veya hasar gören parçanın orijinal parça ile değiştirilmesine imkan olmadığını ispat yükü sigortacıya aittir.” (Samsun BAM 3. Hukuk Dairesi, 2023/1606-2024/1941). Yargıtay’ın yerleşik uygulaması da bu yöndedir: …gerçek zararın ancak aracın onarımında tamamen orijinal parçalar kullanılmak suretiyle sağlanacağı, orijinal parçalara göre hasar bedelinin belirlenmesi gerektiği…” (İzmir 1. Asliye Ticaret Mahkemesi, 2020/403-2021/334).

Haksız İskonto Uygulamaları: Sigorta şirketlerinin, özellikle anlaşmalı servisler aracılığıyla, yedek parça ve işçilik bedelleri üzerinden belirli iskontolar uygulayarak ödeme yapması sıkça görülmektedir. Mahkemeler, bu iskontoların sigortalıya yansıtılamayacağına ve gerçek zararın iskontosuz bedel üzerinden hesaplanması gerektiğine hükmetmektedir. Kayseri 2. Asliye Ticaret Mahkemesi kararında bu durum, “orijinal yedek parçalarda ve işçiliklerde ise haksız ve hukuka aykırı bir şekilde iskonto uygulandığını” şeklinde ifade edilmiştir (2023/15-2024/1040).

Eksik Hasar Tespiti ve Düşük İşçilik Ücreti: Sigorta eksperleri tarafından yapılan hasar tespitinin, piyasa rayiçlerinin altında kalması veya işçilik ücretlerinin eksik hesaplanması da hasar farkı bedeli taleplerine yol açmaktadır.

2. Hasar Farkı Bedelinin Talep Süreci

Kararlar, hasar farkı bedelinin tahsili için izlenmesi gereken adımları net bir şekilde ortaya koymaktadır:

Sigorta Şirketine Başvuru: Süreç, zararın tazmini için öncelikle ilgili sigorta şirketine yazılı başvuruda bulunulmasıyla başlar.

Arabuluculuk: Sigorta şirketinin talebi reddetmesi veya eksik ödeme yapması durumunda, dava açmadan önce arabuluculuğa başvurmak dava şartıdır.

Dava Açılması veya Sigorta Tahkim Komisyonu’na Başvuru: Arabuluculuk sürecinde anlaşma sağlanamaması halinde, hak sahibi Asliye Ticaret Mahkemesi’nde dava açabilir veya Sigorta Tahkim Komisyonu’na başvurabilir. Ancak, bu iki yoldan birinde verilen kesin hüküm, diğeri için bağlayıcıdır. İzmir 4. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin bir kararında vurgulandığı üzere, Sigorta Tahkim Komisyonu’nun verdiği kesin bir ret kararı, “kesin hüküm sonucu doğuracağından, zarar gören dava yolu ile de olsa aynı zarara yönelik yeniden talepte bulunamaz. (2022/381-2023/162).

İnceleme ve Değerlendirme

Yargılama sürecinde hasar farkı bedeli taleplerinin akıbetini belirleyen en önemli unsur bilirkişi raporudur. Mahkemeler, gerçek zararın tespiti için neredeyse tüm dosyalarda bilirkişi incelemesine başvurmakta ve hükümlerini büyük ölçüde bu raporlara dayandırmaktadır. Örneğin, İzmir 2. Asliye Ticaret Mahkemesi, bilirkişi raporuyla tespit edilen 20.000,00 TL’lik gerçek zarardan sigortacının ödediği 7.784,52 TL’yi mahsup ederek “bakiye zarar miktarı olarak tespit edilen 12.215,48-TL zararın davalıdan tahsiline” karar vermiştir (2021/499-2022/246).

Taleplerin kabulü için davacının, onarımın fatura gibi belgelerle kanıtlanması önem arz etmektedir. İstanbul Anadolu 2. Asliye Ticaret Mahkemesi, davacının “fatura ve bu fatura doğrultusunda hasar onarım bedelini ödediğini belgelendiremediğinden” davayı reddetmiştir (2022/154-2024/328).

Öte yandan, taleplerin reddedildiği durumlar da mevcuttur. Eğer bilirkişi raporu, sigorta şirketinin yaptığı ödemenin gerçek zararı karşıladığı yönünde olursa dava reddedilmektedir (Ankara 10. Asliye Ticaret Mahkemesi, 2023/191-2023/856). Benzer şekilde, davacı ile sigorta şirketi arasında bir mutabakat veya ibraname imzalanmışsa ve ödenen bedel ile gerçek zarar arasında “fahiş fark” yoksa, sonradan açılan hasar farkı davası reddedilebilmektedir (Ankara 1. Asliye Ticaret Mahkemesi, 2024/460-2025/107).

Sonuç

Yargı kararları ışığında “hasar farkı bedeli”, sigorta şirketinin eksik ödemesi sonucu sigortalının malvarlığında oluşan gerçek zararın tamamlanmasını sağlayan bir tazminat kalemidir. Bu bedelin ortaya çıkışındaki temel nedenler; orijinal parça yerine eşdeğer parça kullanılması, haksız iskontolar ve eksik hasar tespitidir.

Hasar farkı bedelinin başarılı bir şekilde tahsili; sigorta şirketine başvuru, zorunlu arabuluculuk ve nihayetinde dava veya tahkim yoluna gidilmesini içeren usuli adımların doğru takip edilmesine bağlıdır. Yargılama aşamasında ise talebin ispatı için sunulan deliller, özellikle de gerçek zararı piyasa rayiçlerine göre ve iskontosuz olarak hesaplayan, denetime elverişli bir bilirkişi raporu kritik öneme sahiptir. Davacının onarım masraflarını fatura gibi belgelerle kanıtlaması ve sigorta şirketiyle haklarını ortadan kaldıracak bir ibraname imzalamamış olması, davanın seyri açısından belirleyici faktörlerdir. Bir yazı önerisi.

Tuzla’da Avukat Desteği Neden Gerekli?

Hasar farkı bedeli davaları, hem sigorta hukukunun teknik hükümlerini hem de usul hukukunun titizlikle takip edilmesini gerektiren karmaşık süreçlerdir. Bu davalarda, özellikle sigorta şirketlerinin güçlü hukuki kadrolarla hareket ettiği dikkate alındığında, bireysel başvurular çoğu zaman hak kayıplarına yol açabilmektedir.

Tuzla’da uzman bir avukat desteği almanın önemini şu şekilde özetlemek mümkündür:

Hukuki Sürecin Doğru Takibi: Hasar farkı bedeli taleplerinde, sigorta şirketine başvuru, arabuluculuk ve dava/tahkim gibi aşamaların doğru sırayla yürütülmesi zorunludur. Avukat desteği, bu usuli şartların eksiksiz yerine getirilmesini sağlar.

Bilirkişi ve Raporlara İtiraz: Yargılamada en kritik delil bilirkişi raporlarıdır. Tuzla’da yerel mahkemelerde görülen dosyalarda deneyimli bir avukat, raporlardaki eksiklikleri veya sigorta lehine yapılan hesaplamaları zamanında tespit ederek itiraz edebilir.

Hak Kaybının Önlenmesi: Sigorta şirketlerinin uyguladığı haksız iskontolar, eşdeğer parça dayatmaları ve eksik hasar tespitlerine karşı etkili bir hukuki mücadele için uzman avukat desteği gereklidir.

Yerel Tecrübe Avantajı: Tuzla’daki avukatlar, bölgedeki Asliye Ticaret Mahkemeleri’nin uygulamalarını, bilirkişi havuzlarını ve yerleşik yargılama pratiklerini yakından bildikleri için davanın seyrine doğrudan katkı sağlayabilmektedir.

Hızlı ve Stratejik Çözüm: Sigorta Tahkim Komisyonu başvuruları veya dava sürecinde en kısa sürede en yüksek faydayı sağlayacak hukuki stratejiyi belirlemek, profesyonel destek sayesinde mümkündür.

Sonuç olarak, hasar farkı bedeli taleplerinde İstanbul, Tuzla avukat, Pendik avukat, Kartal avukat, Maltepe avukat, Aydınlı avukat, Orhanlı avukat, Gebze avukat, Çayırova avukat, Tepeören avukat, Darıca avukat, Bayramoğlu avukat gibi bölgelerde uzman bir avukat desteği, hem hak kayıplarını önlemek hem de sürecin en verimli şekilde sonuçlanmasını sağlamak açısından kritik bir ihtiyaçtır.

Read More

Apartman/site ortak gider payı nasıl paylaştırılır?

Giriş

Bu çalışma, “Ortak gider payı nasıl paylaştırılır?” sorusuna yanıt olarak, Yargıtay, Danıştay ve Bölge Adliye Mahkemesi kararları temelinde hazırlanmıştır. İncelemeler, ortak giderlerin paylaştırılmasında temel yasal çerçevenin 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu (KMK), özellikle de Kanun’un 20. maddesi olduğunu göstermektedir. Ancak bu genel kuralın, taşınmazın yönetim planı, kat malikleri kurulu kararları ve yapının niteliğine (toplu yapı, alışveriş merkezi, kooperatif vb.) göre önemli farklılıklar gösterebildiği tespit edilmiştir. çalışma, bu farklı senaryoları ve yargı kararlarının bu konudaki yaklaşımını detaylı olarak ele almaktadır.

İncelenen yargı kararları ışığında ortak giderlerin paylaştırılmasına ilişkin temel prensipler şu şekilde özetlenebilir:

Genel Kural (KMK Madde 20): Kat malikleri arasında aksi kararlaştırılmadıkça, ortak giderlerin paylaştırılmasında ikili bir ayrım mevcuttur. Kapıcı, kaloriferci, bahçıvan ve bekçi gibi personel giderleri kat malikleri arasında eşit olarak paylaştırılırken; anagayrimenkulün sigorta primleri, ortak yerlerin bakım, koruma, onarım giderleri ve yönetici aylığı gibi diğer tüm giderler kat maliklerinin arsa payı oranında paylaştırılır.

Sözleşmesel Öncelik (Yönetim Planı): Yönetim planı, kat malikleri arasında bir sözleşme niteliğindedir ve KMK’nın emredici hükümlerine aykırı olmamak kaydıyla gider paylaşımına ilişkin özel düzenlemeler içerebilir. Yönetim planında giderlerin paylaşımına dair özel bir hüküm varsa, KMK Madde 20’deki genel kural yerine bu hüküm uygulanır. Yargıtay 12. Hukuk Dairesi’nin 2013/39753 sayılı kararında bu durum, “aralarında başka türlü bir anlaşma olmadıkça, kat maliklerinden her birinin genel giderlere katılma biçimi belirlenmiştir.” ifadesiyle vurgulanmıştır.

Özel Yapı Türleri İçin Farklı Rejimler:

Toplu Yapılar: Ortak giderler, giderin ilgili olduğu ortak alanın niteliğine göre paylaştırılır. Sadece belirli bir yapının kullanımına tahsis edilmiş ortak alanların giderleri o yapıdaki kat maliklerince, tüm bağımsız bölümlerin ortak kullanımına açık alanların giderleri ise tüm kat maliklerince karşılanır (KMK Madde 72).

Alışveriş Merkezleri (AVM): Özel yönetmelik hükümlerine tabidir. Giderler öncelikle tarafların oy birliğiyle belirlediği usule, bu sağlanamazsa perakende işletmelerin satış alanlarının toplam satış alanına oranı ölçüsünde paylaştırılır.

Kooperatifler: Temel ilke, Kooperatifler Kanunu’nun 23. maddesi uyarınca ortaklar arasındaki “eşitlik”tir. Genel giderler, konutların niteliğine bakılmaksızın ortaklar arasında eşit olarak paylaştırılır.

Sorumluluk: Ortak gider borcundan asıl sorumlu kat malikidir. Ancak KMK Madde 22 uyarınca, bağımsız bölümden kira sözleşmesi veya başka bir sebeple sürekli olarak faydalananlar (örneğin kiracılar), kat maliki ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur.

1. Ortak Giderde Genel Kural: Kat Mülkiyeti Kanunu Madde 20 ve Arsa Payı Oranı

Yargı kararlarının büyük çoğunluğu, ortak gider paylaşımının ana kaynağı olarak KMK Madde 20’yi göstermektedir. Bu madde, kat malikleri arasında özel bir anlaşma (genellikle yönetim planı) bulunmadığı durumlarda uygulanacak varsayılan kuralları belirler. Yargıtay 18. Hukuk Dairesi’nin 2013/11645 E. sayılı kararında bu ayrım net bir şekilde ifade edilmiştir: “kat maliklerinden her biri aralarında başka türlü anlaşma olmadıkça kapıcı, kaloriferci, bahçıvan ve bekçi giderlerine ve bunlar için toplanacak avansa eşit olarak, anataşınmazın sigorta primlerine ve bütün ortak yerlerin bakım, koruma, güçlendirme ve onarım giderleri ile diğer giderlere ve ortak tesislerin işletme giderlerine ve giderler için toplanacak avansa kendi arsa payı oranında katılmakla yükümlüdürler.”

Bu ikili ayrım, Yargıtay tarafından istikrarlı bir şekilde uygulanmaktadır. Örneğin, bir apartman görevlisinin işçilik alacaklarından kat maliklerinin eşit olarak sorumlu olduğuna (Yargıtay 22. HD, 2015/22846 K.), anataşınmazın çatısının onarımından ise tüm kat maliklerinin arsa payı oranında sorumlu olduğuna (Yargıtay 18. HD, 2013/12320 K.) hükmedilmiştir.

2. Ortak Giderde İstisnai Durum: Yönetim Planı ve Kat Malikleri Kurulu Kararlarının Etkisi

KMK Madde 20’nin “aralarında başka türlü anlaşma olmadıkça” ifadesi, yönetim planına ve kat malikleri kurulu kararlarına gider paylaşımını farklı şekilde düzenleme imkânı tanır. Yönetim planı, tüm kat maliklerini bağlayan bir sözleşme olduğundan, buradaki paylaşım usulü kanundaki genel kuralın önüne geçer. Yargıtay 20. Hukuk Dairesi’nin 2018/4859 K. sayılı kararında, yönetim planında yer alan “Kat maliklerinden her biri arsa payları ne olursa olsun; sitenin tüm giderlerine eşit olarak katılırlar.” hükmü gereğince, giderlerin arsa payına göre değil, eşit olarak paylaştırılması gerektiği kabul edilmiştir. Ancak kat malikleri kurulu kararlarının bu konudaki yetkisi sınırlıdır. Alınan kararlar, kanunun emredici hükümlerine ve yönetim planına aykırı olamaz. Yargıtay 20. Hukuk Dairesi’nin 2018/352 K. sayılı kararında, demirbaş giderlerine eşit katılım yönündeki kat malikleri kurulu kararının, KMK Madde 20’ye aykırı olduğu ve bu tür giderlerin arsa payı oranında toplanması gerektiği belirtilmiştir.

3. Özel Durumlar ve Farklı Yapı Türleri

Toplu Yapılar: Danıştay 6. Dairesi’nin 2019/15402 K. sayılı kararında, KMK Madde 72’ye atıf yapılarak, “toplu yapı kapsamındaki belli bir yapıya veya yapıların sadece birkaçındaki kat maliklerinin ortak kullanım ve yararlanmasına tahsis edilmiş ortak yer ve tesislere ilişkin ortak giderlerin, o yapılardaki kat malikleri tarafından” karşılanacağı ilkesi benimsenmiştir. Bu kapsamda, sadece bir bloğa ait sosyal tesis ve havuz giderlerinden yalnızca o bloktaki kat maliklerinin sorumlu tutulması hukuka uygun bulunmuştur.

Alışveriş Merkezleri (AVM): Danıştay 10. Dairesi’nin 2020/3044 K. sayılı kararında belirtildiği üzere, Alışveriş Merkezleri Hakkında Yönetmelik özel hükümler içermektedir. Buna göre, ortak giderler öncelikle tarafların oy birliğiyle belirleyeceği bir usule göre, bu mümkün olmazsa “perakende işletmelerin satış alanlarının alışveriş merkezinin satış alanına oranı ölçüsünde paylaştırılır.”

Kooperatifler: Yargıtay 23. Hukuk Dairesi’nin 2012/5825 K. sayılı kararında, Kooperatifler Kanunu’nun 23. maddesindeki “ortaklar, bu kanunun kabul ettiği esaslar dahilinde hak ve vecibelerde eşittirler” ilkesi gereğince, konutlar arasında tip ve metrekare farkı olsa dahi, genel giderlerin ortaklar arasında eşit olarak paylaştırılması gerektiği vurgulanmıştır.

4. Sorumluluğun Kapsamı ve İspat

Ortak gider borcundan birincil derecede kat maliki sorumludur. Ancak Yargıtay 20. Hukuk Dairesi’nin 2017/9245 K. sayılı kararında KMK Madde 22’ye dikkat çekilerek, kiracının sorumluluğunun da altı çizilmiştir:

“Kat malikinin, 20. madde uyarınca payına düşecek gider ve avans borcundan ve gecikme tazminatından, bağımsız bölümlerin birinde kira akdine, oturma (sükna) hakkına veya başka bir sebebe dayanarak devamlı bir şekilde faydalananlar da müştereken ve müteselsilen sorumludur.”

Ayrıca, ortak gider alacağının ispatı için yönetimce tutulan defterler, işletme projesi, faturalar ve kat malikleri kurulu kararlarının delil niteliği taşıdığı, uyuşmazlık halinde bu belgeler üzerinden bilirkişi incelemesi yaptırılması gerektiği birçok kararda (örn. Yargıtay 18. HD, 2015/10055 K.) belirtilmiştir.

Sonuç

Ortak gider payının nasıl paylaştırılacağı sorusunun yanıtı, tek bir kurala indirgenemeyecek kadar katmanlıdır. Yargı kararları, bu konuda hiyerarşik bir inceleme yapılması gerektiğini ortaya koymaktadır:

Öncelikle, yapının niteliği (AVM, kooperatif, toplu yapı vb.) incelenerek özel bir kanun veya yönetmelik hükmünün uygulanıp uygulanmayacağı tespit edilmelidir.

Özel bir düzenleme yoksa, anagayrimenkulün Yönetim Planı incelenmelidir. Yönetim planındaki paylaşım usulü, kanundaki genel kuraldan önce gelir.

Yönetim planında bir hüküm bulunmuyorsa, kat malikleri kurulunun kanuna ve hukuka uygun olarak aldığı kararlar esas alınır.

Yukarıdaki özel düzenlemelerin hiçbiri mevcut değilse, Kat Mülkiyeti Kanunu’nun 20. maddesindeki genel ve ikili kural (personel giderleri için eşit paylaşım, diğer giderler için arsa payı oranında paylaşım) uygulanır.

Bu nedenle, her bir somut olayda, giderin türü, anagayrimenkulün hukuki statüsü ve kat malikleri arasındaki sözleşmesel düzenlemeler birlikte değerlendirilerek doğru paylaşım oranına ulaşılmalıdır. bir yazı önerisi.

Neden Tuzla’da Avukat Desteği Gerekli?

Ortak giderlerin paylaştırılmasına ilişkin kurallar, ilk bakışta Kat Mülkiyeti Kanunu’nun 20. maddesi ile basit görünebilir. Ancak uygulamada görüldüğü üzere, yönetim planındaki özel düzenlemeler, kat malikleri kurulu kararları, yapının toplu yapı, site, AVM veya kooperatif olup olmaması gibi hususlar paylaşım yöntemini doğrudan değiştirmektedir. Ayrıca Yargıtay ve Danıştay kararları, bu konuda farklı senaryolar için ayrıntılı içtihatlar geliştirmiştir.

Bu nedenle, somut uyuşmazlığın doğru değerlendirilmesi ve hak kaybına uğranmaması için profesyonel hukuki destek alınması büyük önem taşır. Özellikle Tuzla gibi hızlı kentleşen bölgelerde, site ve apartman yönetimlerinin çok sayıda bağımsız bölüme sahip olması, ortak gider paylaşımı uyuşmazlıklarını daha da karmaşık hale getirmektedir.

Bir Tuzla avukatı, hem Kat Mülkiyeti Kanunu hem de güncel yargı kararları ışığında müvekkiline yol göstererek;

Yönetim planının yorumlanması,

Kat malikleri kurulu kararlarının geçerliliği,

Ortak gider alacaklarının tahsili,

Kiracının sorumluluğu,

İtiraz ve dava süreçleri konularında hukuki destek sağlayabilir.

Bu nedenle İstanbul, Tuzla avukat, Pendik avukat, Kartal avukat, Maltepe avukat, Gebze avukat, Aydınlı avukat, Orhanlı avukat, Tepeören avukat, Darıca avukat, Bayramoğlu avukat veya Çayırova avukat gibi bölgelerde avukat desteği almak, apartman ve site yönetimleri için sadece mevcut uyuşmazlıkların çözümünde değil, aynı zamanda gelecekte doğabilecek ihtilafların önlenmesinde de kritik bir rol oynamaktadır.

Read More

Geri Gönderme Merkezinde Tutulan Kişilerin Yakınları Ne Yapabilir?

Giriş 

Bu çalışma, geri gönderme merkezlerinde idari gözetim altında tutulan kişilerin yakınlarının (eş, çocuk, anne, baba vb.) sahip olduğu hakları, bu hakları nasıl kullanabileceklerini ve bu süreçte atmaları gereken adımları, sunulan yargı kararları analizleri ışığında incelemektedir. İncelenen dokümanların büyük bir kısmı, doğrudan GGM’de tutulan kişilerin yakınlarının haklarına odaklanmamaktadır. Bununla birlikte, bazı kararlarda atıf yapılan yasal düzenlemeler ile ceza infaz kurumlarındaki tutuklu ve hükümlülerin ailevi haklarına ilişkin Anayasa Mahkemesi içtihatları, GGM’de tutulan kişilerin yakınlarının haklarına dair önemli bir çerçeve sunmaktadır. Bu çalışma, doğrudan ve dolaylı bulguları bir araya getirerek konuyu aydınlatmayı amaçlamaktadır.

Doğrudan Yasal Hak: 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 59. maddesi, GGM’de tutulan yabancılara yakınları, noteri, yasal temsilcisi ve avukatıyla görüşme imkânı sağlanması gerektiğini açıkça düzenlemektedir. Bu, yakınların ziyaret hakkının yasal bir dayanağı olduğunu göstermektedir.

Hukuki Süreçlere Katılım: Yakınlar, GGM’de tutulan kişi adına hukuki süreçleri başlatma ve takip etme konusunda kritik bir rol oynayabilir. Özellikle sınır dışı etme kararına ve idari gözetim kararına karşı dava açılması için avukat temin edilmesi ve yasal sürelerin (genellikle 7 gün) kaçırılmaması hayati önem taşımaktadır.

Aile Hayatına Saygı Hakkı: Anayasa Mahkemesi’nin, ceza infaz kurumlarındaki tutuklu ve hükümlülerle ilgili verdiği kararlarda, Anayasa’nın 20. maddesiyle güvence altına alınan “aile hayatına saygı hakkı”nı ve devletin bu bağı korumaya yönelik “pozitif yükümlülüğü”nü sıklıkla vurguladığı görülmektedir. Bu ilke, kıyasen GGM’de tutulan kişiler ve aileleri için de geçerlidir.

Çocuğun Üstün Yararı: Özellikle GGM’de tutulan kişinin çocuğu varsa, Anayasa Mahkemesi’nin “çocuğun üstün yararının gözetilmesi” gerektiğine dair içtihadı önemli bir dayanak noktasıdır. İdari makamların ve mahkemelerin, aile bağlarının sürdürülmesinde bu ilkeyi dikkate alma zorunluluğu bulunmaktadır.

Uygulamadaki Sorunlar: Yargı kararları, uygulamada bilgi alma hakkının (avukatın müvekkilinin nerede tutulduğunu öğrenememesi gibi) ve aile üyelerinin birbiriyle görüşme hakkının (aynı merkezde farklı odalarda tutulup görüştürülmeme gibi) ihlal edilebildiğini göstermektedir.

1. Ziyaret ve İletişim Hakkı

 İncelenen dokümanlar arasında en net ve doğrudan bilgiyi sunan, 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’na yapılan atıflardır. Özellikle AYM’nin 2/6/2020 ve 6/10/2022 tarihli kararlarında değinilen Kanun’un 59. maddesi, bu konuda temel yasal çerçeveyi çizmektedir. Maddeye göre, GGM’de tutulan yabancılara şu imkanların sağlanması zorunludur: “…yakınlarına, notere, yasal temsilciye ve avukata erişme ve bunlarla görüşme yapabilme imkanı sağlanmalıdır.” Bu hüküm, GGM’de tutulan kişinin yakınlarının ziyaret hakkının yasal bir güvence altında olduğunu şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya koymaktadır. Bu hakkın engellenmesi veya keyfi olarak kısıtlanması, doğrudan yasa ihlali anlamına gelecektir.

2. Hukuki Süreçlerde Yakınların Rolü

 GGM’de tutulan kişiler, dil engeli, hukuki bilgi eksikliği ve hareket kısıtlılığı gibi nedenlerle haklarını etkin bir şekilde kullanamayabilir. Bu noktada yakınlarının rolü kritikleşmektedir.

Avukat Temini: Yakınlar, derhal bir avukatla anlaşarak hukuki destek sürecini başlatmalıdır. AYM’nin 3/12/2020 tarihli kararında, avukatın müvekkiliyle görüşme ve bilgi alma taleplerinin dahi sürüncemede bırakılabildiği görülmektedir. Bu nedenle ısrarcı bir hukuki takip önemlidir.

Dava Açma: AYM’nin 15/5/2020 tarihli kararında belirtildiği üzere, “Yabancı veya yasal temsilcisi ya da avukatı, sınır dışı etme kararına karşı, kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde idare mahkemesine başvurabilir.” Bu kısa süre, yakınların hızla hareket etmesini zorunlu kılmaktadır. Dava açılması, sınır dışı işlemini dava sonuçlanana kadar otomatik olarak durduracaktır.

Tazminat Davaları: Hukuka aykırı tutulma veya GGM’deki kötü koşullar nedeniyle manevi tazminat talep etme hakkı da mevcuttur. Uyuşmazlık Mahkemesi ve Danıştay kararları (örneğin, 23.11.2020 tarihli Uyuşmazlık Mahkemesi kararı), bu tür davaların adli yargıda görülebileceğini belirtmektedir. Yakınlar, bu davaların açılması ve takibi için de destek olabilirler.

3. Aile Bütünlüğünün Korunması ve Kıyasen Uygulama

 GGM’ler özel bir idari gözetim yeri olsa da, burada tutulan kişilerin temel hakları, özellikle de aile hayatına saygı hakkı, Anayasal güvence altındadır. AYM’nin ceza infaz kurumları bağlamında verdiği birçok karar, bu konuda yol göstericidir. AYM’nin 10/5/2023 ve 2/6/2020 tarihli kararlarında yer alan şu ifade, devletin yükümlülüğünü net bir şekilde ortaya koymaktadır: “Devletin, hükümlü ve tutukluların özellikle yakın derecedeki aile bireyleriyle temasını devam ettirecek önlemleri alması yönünde pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır.” Bu pozitif yükümlülük, GGM’de tutulan ve henüz bir suçtan hüküm giymemiş kişiler için evleviyetle geçerli olmalıdır. Özellikle AYM’nin 10/1/2024 tarihli kararında bahsi geçen, aile üyelerinin aynı merkezde ayrı odalarda tutularak görüştürülmemesi iddiası, bu pozitif yükümlülüğün ihlaline tipik bir örnektir. Benzer şekilde, çocukların varlığı halinde, AYM’nin 19/10/2022 tarihli kararında vurguladığı gibi, “çocuğun üstün yararının gözetilmesi ve aile ilişkilerinin sürdürülmesini sağlayacak şekilde hareket edilmesi devletin pozitif yükümlülüklerinin gereğidir.”

Sonuç 

Geri gönderme merkezinde tutulan kişilerin yakınlarının hakları ve yapabilecekleri, incelenen yargı kararları temelinde şu şekilde özetlenebilir:

Ne Yapabilirler? Yakınlar, GGM’de tutulan kişiyle görüşme ve iletişim kurma hakkına sahiptir. Bu hakkın kullandırılması için ilgili GGM idaresine başvurmalıdırlar. Ayrıca, bir avukat aracılığıyla idari gözetim ve sınır dışı kararlarına karşı hukuki süreçleri başlatabilir ve takip edebilirler. Kötü muamele veya olumsuz koşullar söz konusu ise durumu adli ve idari makamlara bildirebilirler.

Ne Yapmalılar? Yakınlar, vakit kaybetmeden uzman bir avukattan hukuki yardım almalıdır. Sınır dışı kararına karşı 7 günlük dava açma süresi gibi kritik sürelere özellikle dikkat etmelidirler. Ziyaret ve iletişim taleplerini yazılı olarak yapmalı ve olası ret kararlarına karşı hukuki yollara başvurmaya hazırlıklı olmalıdırlar.

Hakları Nelerdir? En temel hakları, 6458 sayılı Kanun’dan doğan ziyaret ve iletişim hakkıdır. Bunun yanı sıra, Anayasa’nın 20. maddesi ve ilgili AYM içtihatları uyarınca “aile hayatına saygı hakkı”nın korunmasını talep etme hakları vardır. Bu hak, devletin aile bağlarını sürdürmek için pozitif önlemler almasını gerektirir ve özellikle çocukların üstün yararı ilkesiyle güçlendirilmiştir. Bir yazı önerisi.

Neden Uzman Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Geri gönderme merkezlerinde tutulan kişilerin yakınlarının sahip olduğu haklar, çoğu zaman teoride açık olsa da uygulamada ciddi zorluklarla karşılaşılabilmektedir. Yedi günlük kısa dava açma süreleri, başvuruların yazılı ve usulüne uygun yapılması zorunluluğu, idari makamların keyfi kısıtlamaları veya bilgi vermemesi gibi durumlar, hak kayıplarına yol açabilir. Bu nedenle, hem sınır dışı ve idari gözetim kararlarına karşı dava açılması hem de ziyaret ve iletişim haklarının etkin şekilde kullanılabilmesi için uzman bir Tuzla avukatının desteği kritik öneme sahiptir. Avukat, hukuki süreci yakından takip ederek yakınların haklarını korur, usul hatalarını önler ve olası kötü muamele veya hak ihlallerinde gerekli başvuruları yapar.

Tuzla Geri Gönderme Merkezi’nin Konumunun Avantajları

Tuzla Geri Gönderme Merkezi’nin İstanbul’un Tuzla ilçesinde bulunması, yakınlar ve avukatlar açısından bazı avantajlar sağlamaktadır. Öncelikle, İstanbul’un büyük ulaşım ağı sayesinde merkeze erişim diğer illerdeki geri gönderme merkezlerine göre daha kolaydır. Ayrıca Tuzla, hem Anadolu Yakası’ndan hem de şehir dışından gelecek aileler için kara yolu ve hava yolu bağlantılarına elverişli bir konumdadır. Bu durum, yakınların ziyaret hakkını daha pratik biçimde kullanabilmesini ve avukatların hukuki işlemleri daha hızlı takip edebilmesini mümkün kılar. Büyükşehirde yer alması nedeniyle, deneyimli göç ve yabancılar hukuku avukatlarına erişim de diğer bölgelere kıyasla çok daha kolaydır.

Read More

Geri Gönderme Merkezlerinde idari gözetim altında tutulan kişilerin, özellikle sağlık hizmetlerine erişimde yaşadıkları sorunlar ve insani olmayan muamele iddiaları karşısında sahip oldukları haklar ve başvurabilecekleri hukuki yollar

Giriş

Bu çalışma, Geri Gönderme Merkezlerinde (GGM) idari gözetim altında tutulan kişilerin, özellikle sağlık hizmetlerine erişimde yaşadıkları sorunlar ve insani olmayan muamele iddiaları karşısında sahip oldukları hakları ve başvurabilecekleri hukuki yolları, sunulan literatür çerçevesinde analiz etmektedir. Çalışma, devletin pozitif yükümlülükleri, tıbbi ihmal kavramı, idarenin sorumluluğu ve mevcut ulusal ile uluslararası başvuru mekanizmalarını ele almaktadır.

1. Geri Gönderme Merkezlerindeki Koşullar ve Sağlık Hakkı

Geri Gönderme Merkezleri, idari gözetim altında tutulan kişilerin temel haklarının güvence altına alınması gereken yerlerdir. Ancak bu merkezlerin fiziki şartların ve sağlık hizmetlerinin yetersizliği dikkat çekmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Asalya v. Türkiye kararı bu konuda emsal teşkil etmektedir. “Başvurucu yedi günlük tutulma süresi içerisinde, Kumkapı Geri Gönderme Merkezi’nin özellikle tekerlekli sandalye kullanıcıları açısından uygun olmadığı, asansör ve tuvalet gibi temel düzenlemelerin dahi yapılmadığını… asansör bulunmadığından ötürü zemin katta bulunan bir odadaki masanın üzerinde yatmak durumunda bırakıldığı ve bu süre zarfında tedavi imkanlarının da sağlanmadığını belirtmiştir.” Bu karar, GGM’lerdeki fiziki altyapı eksikliklerinin ve sağlık hizmeti sunulmamasının temel bir hak ihlali oluşturduğunu göstermektedir. Buna göre merkezde kalabilecek olan engelli ve özel ihtiyaç sahibi bireyler için gerekli fiziki şartlar ve psikososyal ortam sağlanması, özel ihtiyaç sahibi kişilerin (hamile, hasta, çocuk gibi) durumlarına özen gösterilmesi ve ihtiyaçları sağlanması ve bu kişilerin ihtiyaçlarının giderilmesi devletin özel ihtiyaç sahibi kişilere özen gösterme yükümlülüğünün ihlali anlamına geleceğini ortaya koymaktadır.

2. Devletin Yaşam Hakkı ve Sağlık Hizmetleri Kapsamındaki Pozitif Yükümlülükleri

Devletin, egemenlik alanındaki tüm bireylerin yaşam hakkını koruma yönünde pozitif bir yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu yükümlülük, sadece kasıtlı olarak yaşama son vermekten kaçınmayı değil, aynı zamanda yaşamı tehdit eden risklere karşı makul önlemleri almayı da içerir. Sağlık hizmetlerinin düzenlenmesi ve sunulması bu pozitif yükümlülüğün en önemli unsurlarından biridir. Sözleşme’ye taraf devletlerin yaşama hakkı konusundaki pozitif yükümlülüklerinin bir kolunu da sağlık hizmetlerinin sunulması ve kamu sağlığının sağlanması alanı oluşturmaktadır. Taraf devletler kamu veya özel olması fark etmeksizin sağlık kurumlarında hastaların yaşamlarının korunması amacıyla gerekli düzenlemeleri yapmakla ve makul tedbirleri almakla sorumludur. Bu sorumluluk, GGM gibi doğrudan devletin kontrolü ve sorumluluğu altındaki yerlerde daha da belirginleşir.

3. Tıbbi İhmal, İdarenin Sorumluluğu ve Başvuru Yolları

a. Tıbbi İhmal ve Hizmet Kusuru 

Sağlık personelinin gerekli tıbbi müdahaleyi yapmaması, geç yapması veya tedaviden kaçınması tıbbi ihmal olarak kabul edilir. Tedavi için hastaneye gelen hastaya gerekli teşhis ve tedavileri uygulamakla yükümlüdür. Aksi takdirde hem suç işlemiş hem de uğrattığı zararlar neticesinde idare tazmin sorumluluğu altına girmiş olacaktır. GGM’de tutulan bir kişinin sağlık durumunun kötüleşmesine rağmen tedavi edilmemesi, idarenin “hizmet kusuru” işlediğini gösterir ve bu durum tazminat sorumluluğunu doğurur. Hasta Hakları Yönetmeliği de bu durumu güvence altına alır. Yönetmeliğin 42. maddesine göre, hasta hakları ihlal edilen kişinin her türlü dava, şikâyet ve müracaat hakkı mevcuttur.

b. Ulusal Hukuk Yolları GGM’de sağlık hakkı ihlal edilen kişi, çeşitli hukuki yollara başvurabilir:

İdari Yargı (Tam Yargı Davası): Yaşanan tıbbi ihmal ve bunun sonucunda ortaya çıkan akciğer sorunları gibi maddi ve manevi zararların tazmini için sorumlu idareye (Göç İdaresi Başkanlığı, Sağlık Bakanlığı vb.) karşı idare mahkemesinde tam yargı davası açılabilir. İdarenin sağlık hizmetini organize etmedeki kusuru, bu davanın temelini oluşturur.

Cezai Soruşturma (Suç Duyurusu): Görevli doktor ve personelin hastaya müdahale etmeyerek görevlerini ihmal etmeleri veya kötü muamelede bulunmaları nedeniyle Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunulabilir.

Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru: Yukarıdaki idari ve adli yolların tüketilmesine rağmen sonuç alınamaması durumunda, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan “yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı” ile “işkence ve eziyet yasağı”nın ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapılabilir.

Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’na (TİHEK) Başvuru: GGM’deki muamelenin işkence, insanlık dışı veya onur kırıcı muamele yasağını ihlal ettiği iddiasıyla TİHEK’e başvuru yapılabilir. “sağlık ve hasta hakları” konusunun, kuruma yapılan başvurularda en çok ihlal edildiği iddia edilen haklardan biridir ve bu şikayetlerin başında “ceza ve tutukevlerindeki mahkûm ve tutukluların sağlık hakkı ile ilgili talep ve şikâyetleri gelmektedir.

c. Uluslararası Hukuk Yolları (AİHM Başvurusu) İç hukuk yolları tüketildikten sonra, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 3. maddesi (işkence, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele yasağı) ve 2. maddesi (yaşam hakkı) temelinde AİHM’e başvuru yapılabilir. Tedaviden mahrum bırakılma, AİHS’nin 3. maddesi kapsamında bir ihlal teşkil edebilir. Bu konuda  D. v. Birleşik Krallık kararınıda : “Mahkeme, başvurucunun durumundaki hastalara uygun bir tedavinin verilmediği… geri gönderilmesinin, halihazırda oldukça kısa olan yaşam süresini daha da kısaltacağı, fiziksel ve psikolojik acı ve son derece ızdıraplı bir ölümle karşılaşmasına yol açacağı için insanlık dışı muamele teşkil edeceğinden AİHS md.3’e aykırı olacağına hükmetmiştir.” şeklinde ihlale karar verilmiştir. Bu içtihat, sadece sınır dışı edilme durumunda değil, aynı zamanda idari gözetim altındayken maruz kalınan tedavi yoksunluğunun da insanlık dışı muamele seviyesine ulaşabileceğini göstermektedir.

İnceleme ve Değerlendirme

Yapılan değerlendirmeler, GGM’de tutulan ve hastalanan bir bireyin durumunun, basit bir idari eksiklikten öte, temel hakların ihlali anlamına geldiğini net bir şekilde ortaya koymaktadır. Devletin, kontrolü altındaki bireylere karşı artırılmış bir sorumluluğu vardır. Bu sorumluluk, sadece barınma ve beslenme gibi temel ihtiyaçları değil, aynı zamanda “ulaşılabilir en üst düzeyde fiziksel ve ruhsal sağlık standartlarına sahip olma” hakkını da kapsar.

Geri Gönderme Merkezi’nde tutulurken hastalanan ve yeterli tıbbi bakımdan mahrum bırakılan bir kişi, ulusal ve uluslararası hukukta korunan temel haklara sahiptir. Bu hak ihlalleri karşısında başvurulabilecek hukuki yollar şunlardır:

İdari Yargı: İdarenin hizmet kusuruna dayanarak, maruz kalınan maddi (tedavi masrafları, iş gücü kaybı) ve manevi zararların tazmini için tam yargı davası açılması.

Ceza Hukuku: İlgili sağlık personeli ve idari yetkililer hakkında görevi ihmal veya kötü muamele suçlamalarıyla suç duyurusunda bulunulması.

Anayasa Mahkemesi: Diğer iç hukuk yolları tüketildikten sonra, yaşam hakkı ve işkence yasağının ihlali nedeniyle bireysel başvuru yapılması.

AİHM: Tüm iç hukuk yolları tüketildikten sonra, AİHS’nin 2. ve 3. maddelerinin ihlali iddiasıyla AİHM’e başvurulması.

Devletin, GGM gibi kapalı kurumlarda tuttuğu kişilerin sağlığını koruma yönündeki pozitif yükümlülüğü mutlaktır. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi, idarenin hukuki ve mali sorumluluğunu doğuracağı gibi, ilgili kamu görevlilerinin de cezai sorumluluğuna yol açabilecektir. Bir yazı önerisi.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Tuzla Geri Gönderme Merkezi’nde idari gözetim altında tutulan kişilerin yaşadığı hak ihlalleri ve özellikle sağlık hizmetlerine erişim konusundaki sorunlar, uzman bir hukuki destek olmadan çözümlenmesi güç süreçlerdir. İdari yargı, ceza soruşturmaları, Anayasa Mahkemesi bireysel başvurusu ve AİHM başvurusu gibi hukuki yollar karmaşık prosedürler içerir. Bu nedenle, Tuzla’da tecrübeli bir avukat desteği almak, hem başvuruların doğru ve zamanında yapılmasını hem de kişinin haklarının en etkin şekilde korunmasını sağlar. Tuzla avukat desteği, geri gönderme merkezinde tutulan yabancıların maruz kaldığı hak ihlallerine karşı en güçlü yoldur.

Read More

Yabancılar Hakkında Verilen Sınır dışı (deport) ve İdari Gözetim Tedbir Kararı, Süresi ve Karara Karşı Hukuki Yollar

Giriş 

Bu çalışma, 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu (YUKK) çerçevesinde yabancılar hakkında uygulanan idari gözetim tedbirine ilişkin usul ve esasları, sunulan yargı kararları ışığında analiz etmektedir. Çalışma, idari gözetim kararını veren makamı, tedbirin azami süresini, bu karara karşı başvurulabilecek hukuki yolları, itirazları inceleyen yargı merciini ve bu mercilerin karar verme sürelerini derinlemesine incelemektedir. Analiz, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Uyuşmazlık Mahkemesi ve ilk derece mahkemesi kararlarından elde edilen bulgulara dayanmaktadır.

İncelenen yargı kararları doğrultusunda, yabancılar hakkında uygulanan idari gözetim tedbirine ilişkin temel bulgular aşağıda özetlenmiştir:

Kararı Veren Makam: İdari gözetim kararı, YUKK uyarınca Valilik (İl Göç İdaresi Müdürlüğü) tarafından verilir.

İdari Gözetim Süresi: İdari gözetim süresi kural olarak altı ayı geçemez. Ancak, sınır dışı etme işlemlerinin yabancının iş birliği yapmaması veya ülkesiyle ilgili doğru bilgi ya da belgeleri vermemesi gibi nedenlerle tamamlanamaması halinde bu süre en fazla altı ay daha uzatılabilir. Valilik, idari gözetimin devamında zaruret olup olmadığını her ay düzenli olarak değerlendirmekle yükümlüdür.

Karara Karşı Hukuki Yollar: İdari gözetim kararına karşı temel hukuki başvuru yolu, kararın kaldırılması talebiyle Sulh Ceza Hâkimliğine itirazda bulunmaktır. Ayrıca, idari gözetim sona erdikten sonra, haksız tutulma nedeniyle uğranılan zararlar için idari yargıda tam yargı davası açma imkânı bulunmaktadır.

İtirazı İnceleyen Makam: İdari gözetim kararına karşı yapılan itirazları inceleme ve karara bağlama görevi münhasıran Sulh Ceza Hâkimliğine aittir. İdare mahkemelerinin bu konuda bir yetkisi bulunmamaktadır.

İtirazın Sonuçlanma Süresi: Sulh Ceza Hâkimi, yapılan itiraz başvurusunu beş gün içinde sonuçlandırmak zorundadır. Sulh Ceza Hâkimliğinin bu konuda verdiği karar kesindir.

1. Yabancı için İdari Gözetim Kararının Alınması ve Koşulları 

Yargı kararlarına göre, idari gözetim kararı, hakkında sınır dışı etme kararı alınan yabancılar için belirli koşulların varlığı halinde Valilikler tarafından tesis edilen idari bir tedbirdir. Bu koşullar YUKK’un 57. maddesine atıfla şöyle sıralanmıştır:

“Hakkında sınır dışı etme kararı alınanlardan; kaçma ve kaybolma riski bulunan, Türkiye’ye giriş veya çıkış kurallarını ihlal eden, sahte ya da asılsız belge kullanan, kabul edilebilir bir mazereti olmaksızın Türkiye’den çıkmaları için tanınan sürede çıkmayan, kamu düzeni, kamu güvenliği veya kamu sağlığı açısından tehdit oluşturanlar hakkında valilik tarafından idari gözetim kararı alınır.”

Bu karar, idari gözetimin keyfi bir uygulama olmadığını, kanunda sayılan somut gerekçelere dayanması gerektiğini ortaya koymaktadır.

2. Yabanı için verilen İdari Gözetim Süresi ve Denetimi 

İdari gözetim süresi, temel olarak altı ay ile sınırlıdır. Ancak çeşitli kararlarda vurgulandığı üzere, bu süre istisnai durumlarda altı ay daha uzatılarak toplamda bir yılı bulabilmektedir (AYM, 22/11/2022; AYM, 2/6/2020). Sürenin kanuni sınırları aşmaması ve keyfiliğe yol açmaması için kanun koyucu, Valiliğe “idari gözetimin devamında zaruret olup olmadığını her ay düzenli olarak değerlendirme” yükümlülüğü getirmiştir (Danıştay 10. Daire, 2020/5704 E.). Bu aylık değerlendirmeler, tedbirin devamlılığının sürekli olarak denetlenmesini amaçlamaktadır.

3. İdari Gözetim Kararına Karşı Başvuru Yolu: Sulh Ceza Hâkimliği 

İncelenen tüm kararlarda, idari gözetim kararına karşı başvurulacak yargı merciinin Sulh Ceza Hâkimliği olduğu konusunda tam bir fikir birliği bulunmaktadır. 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 57. maddesi uyarınca itiraz mercii olarak münhasıran sulh ceza hâkimliklerinin belirlendiği ifade edilmiştir. Bu bağlamda, idare mahkemelerinin idari gözetim kararının hukuka uygunluğunun denetimi konusunda herhangi bir yetkisi bulunmamaktadır.”

İtiraz süreci şu şekilde işlemektedir:

İdari gözetim altına alınan kişi, yasal temsilcisi veya avukatı Sulh Ceza Hâkimliğine başvurabilir.

Bu başvuru, idari gözetim tedbirinin uygulanmasını durdurmaz.

Sulh Ceza Hâkimi, başvuruyu beş gün içinde karara bağlar ve bu karar kesindir.

İdari gözetim şartlarının ortadan kalktığı veya değiştiği iddiasıyla yeniden Sulh Ceza Hâkimliğine başvurulması mümkündür.

4. Hukuki Yolların Etkililiği ve Tazminat Davaları

 Anayasa Mahkemesi, Sulh Ceza Hâkimliğine itiraz yolunu, idari gözetimin hukukiliğinin denetlenmesi açısından kural olarak “etkili bir başvuru yolu” olarak kabul etmektedir (AYM, 17.12.2024). Ancak, bu yolun somut olayda etkili bir şekilde işletilmemesi, hak ihlaline yol açabilmektedir. Nitekim 21.01.2025 tarihli bir kararında Yüksek Mahkeme, hâkimliğin Göç İdaresi’nin yanıltıcı cevabına dayanarak itirazı esastan incelememesini kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlali olarak görmüştür.

İdari gözetim sona erdikten sonra, hukuka aykırı tutulma nedeniyle maddi ve manevi tazminat talepleri için tam yargı davası açılması gerekmektedir. Anayasa Mahkemesi, bu yolun tüketilmeden yapılan bireysel başvuruları “başvuru yollarının tüketilmemesi” nedeniyle kabul edilemez bulmaktadır (AYM, 15/5/2020; AYM, 14/4/2022). Ancak tazminat davalarının hangi yargı kolunda görüleceği konusunda bir belirsizlik göze çarpmaktadır. Uyuşmazlık Mahkemesi, bu tür davaların adli yargıda görülmesi gerektiğine hükmederken (Uyuşmazlık Mah., 2022/293 E.), Anayasa Mahkemesi bazı kararlarında idari yargıyı işaret etmiştir (AYM, 9/6/2020).

5. İdari Gözetime Alternatif Yükümlülükler ve Görev Uyuşmazlığı 

Yargı kararları, idari gözetime alternatif olarak getirilen “belirli adreste ikamet etme” veya “belirli aralıklarla imza atma” gibi yükümlülüklere karşı görevli yargı yeri konusunda bir tartışma olduğunu göstermektedir. Uyuşmazlık Mahkemesi, bu alternatif yükümlülüklerin idari gözetim kararının devamı niteliğinde olduğunu belirterek, bunlara karşı açılacak davaların da adli yargıda (Sulh Ceza Hâkimliği) görülmesi gerektiğine karar vermiştir (Uyuşmazlık Mah., 2023/625 E.). Ancak karara eklenen karşı oylarda, bu yükümlülüklerin idari işlem niteliğinde olduğu ve görevli yargı yerinin idari mahkemeler olması gerektiği savunulmuştur. Bu durum, uygulamanın bu alanında hukuki bir netliğin henüz tam olarak oluşmadığını göstermektedir.

Sonuç 

Yabancılar hakkında uygulanan idari gözetim tedbiri, 6458 sayılı Kanun’da detaylı olarak düzenlenmiş bir hukuki müessesedir. Kararlar, Valilik (İl Göç İdaresi) tarafından verilmekte, süresi 6+6 ay formülüyle sınırlanmakta ve her ay idare tarafından denetlenmektedir. Tedbire karşı temel ve ivedi başvuru yolu, beş gün içinde kesin karar veren Sulh Ceza Hâkimliğidir. Bu yol, Anayasa Mahkemesi tarafından etkili bir denetim mekanizması olarak görülmektedir. İdari gözetimin sona ermesinin ardından doğan tazminat talepleri için ise tam yargı davası yolu açıktır. Bununla birlikte, idari gözetime alternatif yükümlülükler ve tazminat davalarının görüleceği yargı kolu gibi konularda içtihatlar arasında farklılıklar bulunması, bu alanlarda hukuki öngörülebilirliğin artırılması gerektiğini ortaya koymaktadır. Bir yazı önerisi.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli? /Tuzla Geri Gönderme Merkezi

İdari gözetim kararlarına karşı hukuki süreçlerin etkin şekilde yürütülebilmesi için avukat desteği kritik bir rol oynamaktadır. Özellikle Tuzla Geri Gönderme Merkezi’nin İstanbul’un Tuzla ilçesinde yer alması, avukatlar açısından önemli avantajlar sunmaktadır. İstanbul’un merkezine ve çevre ilçelere ulaşım imkânlarının genişliği sayesinde, Tuzla’da faaliyet gösteren avukatlar hem idari gözetim altındaki yabancılarla hızlı iletişim kurabilmekte hem de Sulh Ceza Hâkimliklerine yapılacak başvuruları kısa sürede takip edebilmektedir.

Tuzla’da avukat desteği almak, gözetim altındaki kişilerin hak kaybı yaşamadan en kısa sürede itiraz başvurularını yapabilmelerine ve hukuki süreçlerinin hızla ilerlemesine yardımcı olur. Ayrıca, bölgeye hâkim avukatların, Tuzla Geri Gönderme Merkezi’nin işleyişine dair pratik tecrübeleri bulunması, sürecin daha etkin ve güvenli bir şekilde yönetilmesini sağlar.

Bu nedenle, İstanbul, Tuzla avukat, Pendik avukat, Kartal avukat, Maltepe avukat, Gebze avukat, Aydınlı avukat, Orhanlı avukat, Tepeören avukat, Darıca avukat, Bayramoğlu avukat veya Çayırova avukat, Şekerpınar avukat, Güzelyalı avukat Postane avukat ve Akfırat avukat gibi bölgelerde Tuzla’da geri gönderme merkezinde idari gözetim altında bulunan yabancıların avukat desteği almaları, hem hak ihlallerinin önlenmesi hem de kanunda öngörülen sürelerin titizlikle takip edilmesi açısından büyük önem taşımaktadır.

Read More

Geri gönderme merkezinde idari gözetim altında tutulan bir yabancı için sınır dışı (deport) işleminin engellenmesi ve idari gözetimin kaldırılmasına yönelik hukuki yollar nelerdir?

Giriş

Türkiye’de yabancıların sınır dışı edilmesi ve bu süreçte idari gözetim altına alınmaları, temel olarak 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu (YUKK) ve ilgili yönetmeliklerle düzenlenmektedir. Literatür, sınır dışı etme kararının ve idari gözetim kararının iki ayrı idari işlem olduğunu, ancak aralarında sıkı bir bağ bulunduğunu ortaya koymaktadır. İdari gözetim, sınır dışı etme kararının uygulanmasını sağlamak amacıyla başvurulan istisnai bir tedbirdir. Dahası bu iki işlem birbirine bağlıdır. Zira sınır dışı etme kararına bağlı olarak yabancılar idari gözetim altına alınabilir; başka bir ifadeyle, yabancı hakkında sınır dışı etme kararı olmaksızın yalın bir idari gözetim kararı alınabilmesi mümkün değildir. Örneğin Tuzla Geri Gönderme Merkezi’nde tutulan bir yabancı için bu iki işleme karşı başvurulabilecek hukuki yolları, sunulan literatür çerçevesinde incelemektedir.

Bu bağlamda sınır dışı işlemini durdurmak ve idari gözetimi sonlandırmak için birbirinden farklı ancak birbiriyle ilişkili iki temel yargısal yol bulunmaktadır. Bunlar; sınır dışı etme kararına karşı İdare Mahkemesi’nde açılacak iptal davası ve idari gözetim kararına karşı Sulh Ceza Hâkimliği’ne yapılacak itirazdır.

1. Sınır Dışı (Deport) İşleminin Engellenmesine Yönelik Hukuki Yollar

Sınır dışı işleminin nihai olarak engellenmesi, hakkında tesis edilen sınır dışı etme kararının hukuka aykırılığının tespiti ile mümkündür. Bu amaçla başvurulacak temel hukuki yol, idari yargıda iptal davası açmaktır.

İdare Mahkemesinde İptal Davası Açılması: YUKK m. 53/3 uyarınca, sınır dışı etme kararına karşı, kararın tebliğinden itibaren 7 gün içinde yetkili idare mahkemesinde iptal davası açılabilir. Bu davanın en önemli sonucu, dava süresince sınır dışı işleminin kendiliğinden durmasıdır. Dolayısıyla sınır dışı etme kararına karşı idare mahkemesine başvuru yapılması halinde yargılama sonuçlanıncaya kadar yabancı sınır dışı edilmez.

Yürütmenin Durdurulması Talebi: Dava açılması sınır dışı işlemini durdursa da, idari gözetim gibi bağlı işlemleri otomatik olarak sona erdirmeyebilir. Bu nedenle, dava dilekçesinde ayrıca yürütmenin durdurulması talep edilebilir. Yürütmenin durdurulması kararı, işlemin hukuka aykırılığına dair güçlü bir karine oluşturur ve idari gözetimin kaldırılması için önemli bir dayanak teşkil eder. Dava açarken yürütmenin durdurulmasının istenilmesi halinde eğer bariz bir hukuka aykırılık varsa yürütmenin durdurulmasına karar verilmesiyle iptal kararı gibi bir etki ortaya çıkacak, yani bu işlemin en baştan beri hiç tesis edilmemiş gibi sonuç doğacak ve sınır dışı işlemine bağlı diğer işlemlerin uygulanması da son bulabilecektir.

Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru: İç hukuk yollarının tüketilmesi veya etkisiz olduğunun anlaşılması durumunda Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) bireysel başvuru yapılabilir. Özellikle geri gönderileceği ülkede kötü muamele riski (non-refoulement ilkesi) bulunan yabancılar için bu yol önem taşır. AYM, tedbir talebini kabul ederek sınır dışı işlemini durdurabilir. Nitekim bir vakada, “İtiraz edence yapılan bireysel başvuru sınır dışı etme işlemini geçici olarak durdurmuştur.

2. Geri Gönderme Merkezindeki İdari Gözetim İşleminin Kaldırılmasına Yönelik Hukuki Yollar

İdari gözetim, kişi özgürlüğünü doğrudan kısıtlayan bir tedbir olduğundan, bu karara karşı özel ve hızlı bir denetim mekanizması öngörülmüştür.

Sulh Ceza Hâkimliğine İtiraz: İdari gözetim kararına veya süresinin uzatılmasına karşı yabancı veya avukatı, Sulh Ceza Hâkimliği’ne başvurabilir. Bu başvuru, idari gözetimin devamı için gerekli olan şartların (kaçma/kaybolma riski, kamu düzeni tehdidi vb.) mevcut olup olmadığını denetler. İdari gözetim kararına karşı yabancı sulh ceza hâkimliğine başvuru yapabilir. Sulh ceza hâkimliğince idari gözetim kararının hukuka uygun olarak alınmadığının tespit edilmesi durumunda idari gözetim kararının kaldırılması kararı verilecektir.

İdari Gözetimin İdare Tarafından Kaldırılması (Aylık Değerlendirmeler): Valilik, idari gözetim altındaki yabancının durumunu her ay düzenli olarak değerlendirmek zorundadır. Bu değerlendirmelerde, gözetimin devamında zaruret olup olmadığı incelenir. İdari gözetim altında bulunan yabancının durumu özgürlükten yoksun bırakılma tedbirinin devamında zaruret olup olmadığı noktasında her ay değerlendirmeye tabi tutulur.” Gözetimin devamında zaruret görülmeyen haller mevzuatta sayılmıştır:

Sınır dışı etme kararının altı ay içinde yerine getirilemeyeceğinin öngörülmesi.

Yabancının, sınır dışı edilemeyecekler (YUKK m. 55) kapsamına girdiğine dair ciddi emarelerin ortaya çıkması.

Kaçma ve kaybolma riskinin ortadan kalkması.

Yabancının gönüllü geri dönüş desteğine başvurması.

Sınır Dışı Etme Kararının İptalinin Sonucu Olarak Gözetimin Sona Ermesi: İdari gözetim, sınır dışı etme kararının bir sonucudur. Dolayısıyla, asıl işlem olan sınır dışı kararının idare mahkemesince iptal edilmesi, bağlı işlem olan idari gözetim kararını da dayanaksız bırakır ve kaldırılmasını zorunlu kılar. İdare mahkemesi tarafından sınır dışı kararının iptaline karar verilmesi hâlinde idari gözetime temel teşkil eden durum ortadan kalkacağı için idari gözetim sona erecektir.” 

İdari Gözetim Süresinin Dolması: İdari gözetim süresi kural olarak 6 aydır. Yabancının iş birliği yapmaması veya ülkesi hakkında doğru bilgi vermemesi gibi nedenlerle bu süre en fazla altı ay daha uzatılabilir. Toplamda bir yılı aşan idari gözetim hukuka aykırıdır ve serbest bırakılmayı gerektirir.

İnceleme ve Değerlendirme

Mevzuat, sınır dışı ve idari gözetime karşı hukuki yolların çift kanallı bir yapı sunduğunu göstermektedir. Sınır dışı kararının esasına yönelik denetim İdare Mahkemesi tarafından yapılırken, kişi özgürlüğünü kısıtlayan idari gözetim tedbirinin hukuka uygunluğu Sulh Ceza Hâkimliği tarafından denetlenmektedir.

Önemli bir detay, idari gözetimin istisnai bir tedbir olduğudur. Her sınır dışı kararı otomatik olarak idari gözetimi gerektirmez. İdari gözetim, her sınır dışı etme kararının otomatik sonucu değildir. İdarenin, YUKK m. 57’de sayılan kaçma riski, sahte belge kullanma, kamu düzeni tehdidi gibi somut gerekçeleri ortaya koyması gerekir. Bu gerekçelerin yokluğu, idari gözetim kararının Sulh Ceza Hâkimliği tarafından kaldırılması için yeterli bir sebeptir.

Ayrıca, idari gözetimin amacı cezalandırma değil, sınır dışı işleminin güvenli bir şekilde uygulanmasını sağlamaktır. İdari gözetim, ülkeye yasadışı yollarla giriş yapmak veya ülkede yasadışı şekilde kalmak gerekçesiyle cezai bir önlem veya bir disiplin yaptırımı olarak uygulanamaz. Bu nedenle, sınır dışı edilme ihtimalinin ortadan kalktığı (örneğin, yabancının sınır dışı edilemeyecek kişilerden olduğunun anlaşılması) durumlarda gözetimin devam ettirilmesi hukuka aykırı hale gelir.

Sonuç

Örneğin Tuzla Geri Gönderme Merkezi’nde tutulan bir yabancı için deport işleminin engellenmesi ve idari gözetimin kaldırılması amacıyla başvurulabilecek hukuki yollar özetle şunlardır:

Sınır Dışı Kararını Hedef Alan Yol: Kararın tebliğinden itibaren 7 gün içinde yetkili İdare Mahkemesi’nde iptal davası açılmalıdır. Bu dava, yargılama sonuna kadar sınır dışı işlemini otomatik olarak durdurur. Mahkemenin davayı kabul ederek sınır dışı kararını iptal etmesi, idari gözetimi de hukuki dayanaktan yoksun bırakarak kaldırılmasını sağlar.

İdari Gözetim Kararını Hedef Alan Yol: Sınır dışı davasından bağımsız olarak veya dava devam ederken, idari gözetim kararının kaldırılması için Sulh Ceza Hâkimliği’ne itiraz edilebilir. Bu itirazda, idari gözetim şartlarının oluşmadığı, sürenin aşıldığı veya gözetimin devamında zaruret kalmadığı gibi hususlar ileri sürülebilir.

İdari Başvuru ve Denetim: Valilik tarafından yapılan aylık periyodik değerlendirmeler takip edilmeli ve idari gözetimin devamı için zaruret bulunmadığına ilişkin dilekçelerle idareye başvurulmalıdır.

Bu yollar, yabancının hem sınır dışı edilme riskine karşı hem de kişi özgürlüğünü kısıtlayan idari gözetime karşı haklarını korumasına olanak tanıyan kapsamlı bir hukuki güvence sistemi oluşturmaktadır. Bir makale önerisi.

Tuzla Avukat Desteği Neden Gerekli? | Tuzla Geri Gönderme Merkezi

Tuzla Geri Gönderme Merkezi’nde idari gözetim altında tutulan ve sınır dışı (deport) kararı verilen yabancılar için hukuki süreçler karmaşık ve kısa süreli başvuru sürelerine tabidir. Bu nedenle Tuzla’da görev yapan deneyimli bir avukatın desteği, hak kaybını önlemek ve süreçleri doğru yönetmek açısından kritik önem taşır.

Sınır dışı kararı, YUKK m. 53/3 uyarınca tebliğden itibaren 7 gün içinde İdare Mahkemesi’nde iptal davası açılmasını gerektirir. Bu dava, yargılama sonuçlanana kadar sınır dışı işlemini durdurur. Ayrıca, dava dilekçesinde yürütmenin durdurulması talep edilmesi, idari gözetim kararının kaldırılması için güçlü bir hukuki dayanak oluşturur.

İdari gözetim kararı ise Sulh Ceza Hâkimliği’ne itiraz yoluyla denetlenir. Hâkim, idari gözetimin devamı için gerekli şartların bulunup bulunmadığını inceleyerek, hukuka aykırı durumlarda gözetim kararını kaldırabilir. Ayrıca valilik tarafından yapılan aylık değerlendirmeler de gözetim süresinin devamına ilişkin önemli bir denetim mekanizmasıdır.

Tuzla’da görev yapan bir avukatın Geri Gönderme Merkezi’ne yakınlığı, dilekçelerin hazırlanması, başvuruların hızlı yapılması ve mahkeme süreçlerinin etkin takibi açısından büyük avantaj sağlar. İstanbul Pendik, Kartal, Maltepe, Gebze ve çevresinde yaşayan yabancılar, Tuzla’daki avukat desteği ile hem sınır dışı riskini azaltabilir hem de kişi özgürlüğünü koruma şansını artırabilir.

Read More

Tuzla Geri Gönderme Merkezi’nde Sınır Dışı (Deport) Kararına ve İdari Gözetime Karşı Hukuki Yollar Nelerdir?

Giriş

Bu çalışma, Tuzla Geri Gönderme Merkezi’nde (GGM) idari gözetim altında tutulan ve hakkında sınır dışı etme (deport) kararı alınan bir yabancının, bu işlemlerin durdurulması veya iptali için başvurabileceği hukuki yolları, sunulan yargı kararları analizleri temelinde incelemektedir. Analiz, iki temel hukuki soruna odaklanmaktadır: birincisi, sınır dışı etme kararının iptali; ikincisi ise idari gözetim kararının kaldırılmasıdır. İncelenen kararlar, 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu (YUKK) çerçevesinde şekillenen başvuru usullerini, yetkili ve görevli mahkemeleri, başvuru sürelerini ve Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru öncesinde tüketilmesi gereken yolları ortaya koymaktadır. Yargı kararlarının bütüncül analizinden elde edilen temel bulgular şunlardır:

Sınır Dışı Kararının Engellenmesi: En temel ve etkili yol, sınır dışı etme kararının tebliğinden itibaren yedi gün içinde yetkili İdare Mahkemesi’nde iptal davası açmaktır. Dava açılması, yargılama sonuçlanıncaya kadar sınır dışı işlemini kendiliğinden durdurmaktadır.

İdari Gözetimin Kaldırılması: İdari gözetim kararının kaldırılması için başvurulacak merci Sulh Ceza Hâkimliği’dir. Bu başvuru idari gözetimi otomatik olarak durdurmaz, ancak hâkimlik başvuruyu beş gün içinde karara bağlar.

Hukuka Aykırı Gözetim İçin Tazminat: İdari gözetimin hukuka aykırı olduğu iddiasıyla maddi ve manevi tazminat talep etmek için, gözetim sona erdikten sonra İdari Yargıda tam yargı davası açılması gerekmektedir.

Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru: Anayasa Mahkemesi’ne başvuru ikincil bir yoldur. Özellikle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlali iddiaları için, Sulh Ceza Hâkimliğine itiraz ve tam yargı davası gibi yolların tüketilmesi zorunludur.

1. Tuzla Geri gönderme merkezi :Sınır Dışı Etme (Deport) Kararına Karşı Hukuki Yollar

Sınır dışı kararının engellenmesi için izlenmesi gereken temel hukuki yol, idari yargıda iptal davası açmaktır.

Dava Açma Süresi ve Yetkili Mahkeme: Çok sayıda karar, bu davanın kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde İdare Mahkemesi’nde açılması gerektiğini vurgulamaktadır (aym-2/2/2022, uyusmazlik-2022/293, ilkDerece-Kocaeli-2022/45). Sürelerin kısa ve hak düşürücü olması nedeniyle titizlikle takip edilmesi kritik öneme sahiptir.

Davanın Sınır Dışı İşlemine Etkisi: İptal davası açılmasının en önemli sonucu, sınır dışı işlemini otomatik olarak durdurmasıdır. YUKK’un 53. maddesine atıf yapan birçok kararda bu durum açıkça belirtilmiştir: “Yabancının rızası saklı kalmak kaydıyla, dava açma süresi içinde veya yargı yoluna başvurulması hâlinde yargılama sonuçlanıncaya kadar yabancı sınır dışı edilmez. (aym-2/2/2022, ilkDerece-İstanbul-2021/383). Bu hüküm, yabancı için hayati bir usuli güvence sağlamaktadır.

Dava Gerekçeleri ve İspat Yükü: Davada, sınır dışı kararının hukuka aykırılığı çeşitli gerekçelerle ileri sürülebilir.

Geri Gönderme Yasağı (Non-refoulement): En temel savunma argümanı, yabancının gönderileceği ülkede işkence, insanlık dışı veya onur kırıcı muameleye maruz kalma riski altında olduğudur (kötü muamele yasağı). Anayasa Mahkemesi, bu iddianın soyut olmaması gerektiğini, başvurucunun “geri gönderileceği ülkede var olduğunu iddia ettiği kötü muamele riskinin ne olduğunu makul şekilde açıklamalı; (varsa) bu iddiayı destekleyen bilgi ve belgeleri sunmalı” gerektiğini belirtmektedir (aym-17/11/2021).

YUKK Madde 55 Kapsamındaki Durumlar: Kanun, ciddi sağlık sorunları, hamilelik, hayati tehlike arz eden hastalıklar için tedavi imkânı bulunmaması gibi durumlarda sınır dışı kararı alınamayacağını düzenlemektedir (ilkDerece-Kocaeli-2022/45, ilkDerece-İstanbul-2021/383). Bu durumların varlığı, kararın iptali için güçlü bir gerekçedir.

Usuli Eksiklikler: Kararın tebliğ sürecindeki usulsüzlükler veya idarenin eksik inceleme yapması gibi usule ilişkin hatalar da iptal sebebi olarak öne sürülebilir (aym-11/7/2023, ilkDerece-İzmir-2020/469).

2. Tuzla Geri Gönderme Merkezi : İdari Gözetim Kararının Kaldırılması ve İlgili Hukuki Yollar

İdari gözetim, bir ceza veya tutuklama olmayıp sınır dışı işlemlerinin yürütülmesi için alınan idari bir tedbirdir. Bu tedbire karşı başvuru yolları adli yargıda düzenlenmiştir.

Sulh Ceza Hâkimliğine İtiraz: İdari gözetim kararının kaldırılması için temel ve doğrudan başvuru yolu Sulh Ceza Hâkimliğine itirazdır. YUKK Madde 57’ye göre, İdari gözetim altına alınan kişi veya yasal temsilcisi ya da avukatı, idari gözetim kararına karşı sulh ceza hâkimine başvurabilir. (uyusmazlik-2022/253, uyusmazlik-2022/293). Bu başvuru idari gözetimi kendiliğinden durdurmaz, ancak hâkimlik dosyayı ivedilikle (beş gün içinde) inceleyerek karar verir ve bu karar kesindir. Ayrıca, gözetim şartlarının ortadan kalktığı veya değiştiği iddiasıyla yeniden başvuru yapmak mümkündür.

Tam Yargı Davası (Tazminat Yolu): Anayasa Mahkemesi kararlarında istikrarlı bir şekilde vurgulandığı üzere, idari gözetimin hukuka aykırı olduğu iddiasıyla uğranılan maddi ve manevi zararların tazmini için tam yargı davası açılması gerekmektedir. Bu dava, kişinin serbest bırakılmasını sağlamaz; amacı, gözetim sona erdikten sonra uğranılan zararın giderilmesidir. AYM, bu yolu tüketmeden yapılan bireysel başvuruları “başvuru yollarının tüketilmemesi” nedeniyle kabul edilemez bulmaktadır. AYM’nin bu konudaki yaklaşımı nettir: “…hukuka aykırı olarak idari bir kararla özgürlüklerinden yoksun bırakılmaları nedeniyle uğradıklarını öne sürdükleri maddi ve manevi zararlarının karşılanması bakımından başarı şansı sunma, yeterli giderim sağlama kapasitesini haiz ve ulaşılabilir olduğu görülen tam yargı davası yolu tüketilmeden yapılan başvuruların incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmadığı sonucuna varmıştır. (aym-29/12/2021, aym-28/1/2021).

Görevli Yargı Yolu Farklılaşması: Genel eğilim, tazminat talepli tam yargı davalarının idari yargıda görülmesi yönünde olsa da, bir Uyuşmazlık Mahkemesi kararında, idari gözetimden kaynaklanan manevi tazminat istemli davalara adli yargı yerinde bakılması gerektiği belirtilmiştir (uyusmazlik-2022/473). Bu durum, tazminat davalarında görevli mahkeme konusunda dikkatli olunması gerektiğini göstermektedir.

Sonuç

Tuzla Geri Gönderme Merkezi’nde tutulan bir yabancı için deport işleminin engellenmesi ve idari gözetimin sonlandırılması amacıyla ikili bir hukuki strateji izlenmelidir:

Sınır dışı kararına karşı, kararın tebliğinden itibaren 7 günlük süre kaçırılmadan İdare Mahkemesi’nde iptal davası açılmalıdır. Bu dava, sınır dışı işlemini yargılama sonuna kadar durduracaktır.

İdari gözetim kararına karşı, derhal Sulh Ceza Hâkimliği’ne itiraz edilerek serbest bırakılma talep edilmelidir.

Bu yollara ek olarak, idari gözetim sona erdikten sonra, hukuka aykırılık iddiasıyla uğranılan zararların tazmini için tam yargı davası açılması, hem olası bir hak kaybını gidermek hem de Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolunu açık tutmak açısından zorunludur. Avukatların, her bir hukuki işlem için öngörülen farklı yargı kollarını, kısa başvuru sürelerini ve Anayasa Mahkemesi’nin “başvuru yollarının tüketilmesi” ilkesine ilişkin katı içtihadını göz önünde bulundurarak hareket etmesi, sürecin başarıyla yönetilmesi için esastır. Bir yazı önerisi.

Tuzla Geri Gönderme Merkezi : Tuzla Avukat Desteği Neden Gerekli?

Tuzla Geri Gönderme Merkezi’nde tutulan yabancılar açısından hukuki süreçlerin etkin şekilde yürütülmesi, hem kısa süreli başvuru sürelerinin kaçırılmaması hem de doğru mercilere doğru usulle başvurulması bakımından kritik öneme sahiptir.

Bu noktada Tuzla’da görev yapan ve yabancılar hukuku alanında uzmanlaşmış bir avukatın desteği ciddi avantajlar sağlar:

Coğrafi Yakınlık Avantajı: Geri Gönderme Merkezi’nin Tuzla’da bulunması, avukatın merkeze hızlıca ulaşabilmesine, müvekkiliyle yüz yüze görüşerek gerekli belgeleri zamanında temin edebilmesine imkân tanır. Bu da özellikle 7 günlük dava açma süresi gibi hak düşürücü sürelerin güvenli şekilde kullanılmasını sağlar.

Yerel Tecrübe: Tuzla’daki mahkemelerde (İdare Mahkemesi, Sulh Ceza Hâkimliği) yürüyen dosyalarda daha önce deneyim sahibi olan bir avukat, hem yerel uygulamaları hem de hâkimliklerin içtihat eğilimlerini bilmesi sayesinde daha stratejik savunma yapabilir.

Hızlı Müdahale İmkânı: İdari gözetim kararının kaldırılması için Sulh Ceza Hâkimliği’ne yapılacak başvurularda, avukatın merkeze yakın olması dilekçelerin hazırlanması, duruşma günlerinde takip ve acil gelişmelere müdahalede büyük kolaylık sağlar.

Anayasa Mahkemesi’ne Başvuru Hazırlığı: Başvuru yollarının tüketilmesi ilkesine dikkat edilmesi gerektiğinden, uzman bir avukat hem idari hem adli yargı süreçlerini eşgüdümlü şekilde yürüterek bireysel başvuru yolunun açık kalmasını sağlar.

Sonuç olarak, Tuzla Geri Gönderme Merkezi’nde idari gözetim altında tutulan yabancılar için, Tuzla’da yerleşik ve yabancılar hukuku alanında uzman bir avukatla çalışmak, ayrıca İstanbul Pendik avukat, Kartal avukat, Maltepe avukat, Gebze avukat, Orhanlı avukat, Tepeören avukat, Darıca avukat, Bayramoğlu avukat veya Çayırova avukat bölgelerinde hem zaman yönetimi hem de hukuki strateji bakımından büyük avantaj sağlamaktadır. Bu destek, sınır dışı edilme riskinin azaltılması ve kişi hürriyeti ile güvenliği hakkının korunması açısından hayati önem taşır.

Read More

Tapuda Muvazaalı İşlemlere Karşı Başvurulabilecek Hukuki Yollar Nelerdir?

Giriş

Bu yazı, “Tapuda muvazaalı işlem yapıldığını düşünüyorum, iptal davası açabilir miyim? Tapudaki muvazaalı işlemlere karşı neler yapılabilir hukuki olarak?” sorusuna yanıt vermek amacıyla hazırlanmıştır. Yazı, sunulan çok sayıda Yargıtay ve ilk derece mahkemesi kararının analiziyle oluşturulmuştur. Amaç, muvazaalı tapu devirleri karşısında bireylerin sahip olduğu hukuki hakları, dava açma koşullarını, ispat yükümlülüklerini, usuli gereklilikleri ve davanın olası sonuçlarını bütüncül bir bakış açısıyla ortaya koymaktır. Çalışma, ana bulgular, bu bulguların detaylı bir incelemesi ve sonuç bölümlerinden oluşmaktadır.

A. Tapuda Muvazaalı İşleme Karşı Dava Açma Koşulları ve Hukuki Yarar

Muvazaa davası açabilmek için temel koşul, davacının bu davayı açmakta hukuki bir yararının bulunmasıdır. Yargıtay, bu hukuki yararı “danışıklı işlemden zarar görme” olarak tanımlamaktadır.

Alacaklılar İçin: Bir alacaklının dava açabilmesi için, borçludan bir alacağının olması ve yapılan muvazaalı devrin bu alacağın tahsilini engelleme amacı taşıması gerekir. Yargıtay 17. Hukuk Dairesi’nin bir kararında bu durum net bir şekilde ifade edilmiştir: “3.kişinin danışıklı işlem ile hakkının zarar gördüğünün benimsenebilmesi için onun danışıklı işlemde bulunandan bir alacağının var olması ve bu alacağın ödenmesinin önlemek amacıyla danışıklı bir işlem yapılması gerekir.” (2016/18256 E., 2019/4779 K.). Önemli bir detay ise, alacaklının bu davayı açmak için icra takibi başlatmış veya aciz belgesi almış olmasının zorunlu olmamasıdır. Bu, TBK md. 19’a dayalı muvazaa davasını, İİK md. 277’deki tasarrufun iptali davasından ayıran en temel farklardan biridir.

Mirasçılar İçin (Muris Muvazaası): Mirasçıların açtığı davalarda durum daha farklıdır. Miras bırakanın (muris), mirasçılarının miras hakkını engellemek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği bir taşınmazı tapuda satış gibi göstermesi “muris muvazaası” olarak kabul edilir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun yerleşik içtihatlarına göre, “saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirascılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.” (2012/492 E., 2012/696 K.).

B. İspat Yükümlülüğü ve Değerlendirilen Deliller

Muvazaa, gizli bir anlaşma olduğu için ispatı genellikle zordur. Bu nedenle Yargıtay, ispat konusunda katı kurallar yerine, hayatın olağan akışına ve somut olayın özelliklerine göre bir değerlendirme yapılmasını benimsemiştir. Mahkemeler muvazaa iddiasını değerlendirirken şu unsurları dikkate alır:

Bedel Farkı: Satış bedeli ile taşınmazın gerçek değeri arasındaki fahiş fark önemli bir karinedir. Ancak tek başına yeterli değildir. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, “…taşınmazın mahkemece tespit edilen değeri ile resmi satış işlemi esnasında gösterilen bedel arasındaki fark gözetilerek muvazaanın varlığının ve davalıların kötü niyetli olduğunun kabul edilmesi de doğru bulunmamıştır. diyerek bu hususu vurgulamıştır (2014/12397 E., 2014/17765 K.).

Taraflar Arasındaki İlişki: Satıcı ile alıcı arasındaki akrabalık, arkadaşlık veya ticari ilişki muvazaa şüphesini güçlendirir.

Alıcının Mali Durumu: Alıcının satış bedelini ödeyecek mali gücünün olmaması kuvvetli bir delildir.

İşlemin Zamanlaması: Devrin, borç doğuran bir olaydan (örn: boşanma davası, icra takibi) hemen sonra yapılması, mal kaçırma kastını gösterebilir.

Muris Muvazaasında Özel Kriterler: Muris muvazaası davalarında Yargıtay, “ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı…” gibi daha geniş bir yelpazede delil değerlendirmesi yapılmasını aramaktadır (HGK, 2012/492 E., 2012/696 K.).

C. Usuli Süreçte Dikkat Edilmesi Gerekenler

Davanın esasına girilebilmesi ve hak kaybı yaşanmaması için usuli kurallara uyum hayati önem taşır:

Taraf Teşkili: Dava, taşınmazın son malikine karşı açılmalıdır. Eğer muvazaalı işlemden sonra taşınmaz birkaç kez daha el değiştirmişse, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin belirttiği gibi dava konusu taşınmazın tüm kayıt malikleri davaya dahil edilerek bir karar verilmesi” gerekir (2020/1222 E., 2021/396 K.). Aksi takdirde karar usulden bozulabilir.

Harçlar: Dava, taşınmazın değeri üzerinden nispi harca tabidir. Harçların eksik yatırılması halinde mahkeme tamamlattırır, tamamlanmazsa dosya işlemden kaldırılabilir (Yargıtay 17. Hukuk Dairesi, 2015/17737 E., 2018/4244 K.).

Görevli Mahkeme: Muvazaa davalarında genel görevli mahkeme Asliye Hukuk Mahkemesi’dir. Ancak, uyuşmazlık aile hukukundan (örn: mal rejiminin tasfiyesi) kaynaklanıyorsa, görevli mahkeme Aile Mahkemesi olabilir (Yargıtay 17. Hukuk Dairesi, 2018/1808 E., 2019/11472 K.).

Zamanaşımı: TBK md. 19’a dayalı mutlak muvazaa davalarında zamanaşımı veya hak düşürücü süre işlemez. Ancak dava, İİK’ya dayalı bir tasarrufun iptali niteliği taşıyorsa, 5 yıllık hak düşürücü süre söz konusu olabilir (HGK, 2017/2249 E., 2021/146 K.).

D. Davanın Olası Sonuçları

Muvazaa ispatlandığında mahkemenin vereceği karar, davanın niteliğine göre değişebilir:

Tapu İptali ve Tescil: En yaygın sonuç, muvazaalı işlemin iptali ile taşınmazın eski malik adına veya davayı açan mirasçılar adına payları oranında tescil edilmesidir.

Haciz ve Satış Hakkı Tanınması: Özellikle alacaklıların açtığı davalarda Yargıtay, pratik bir çözüm olarak tapu iptaline gerek görmeden, alacaklının alacağını tahsil etmesi için bir hak tanınmasını benimsemektedir. Bu durumda, “İİK 283/1 maddesi kıyasen uygulanarak iptal ve tescile gerek olmaksızın davacıya haciz ve satış isteyebilmesi yönünden hüküm kurulması gerekecektir.” (Yargıtay 17. Hukuk Dairesi, 2014/10003 E., 2016/944 K.).

Davanın Tazminata Dönüşmesi: Eğer taşınmaz, dava sırasında iyi niyetli üçüncü bir kişiye devredilmişse, tapu iptali mümkün olmaz. Bu durumda dava, taşınmazın bedelinin muvazaalı işlem yapan davalılardan tahsili için tazminat davasına dönüşür.

4. Sonuç

İncelenen yargı kararları bütünüyle değerlendirildiğinde, tapuda yapılan muvazaalı işlemlere karşı hukuki yolların açık olduğu net bir şekilde görülmektedir. Hak sahipleri, Türk Borçlar Kanunu’nun 19. maddesine dayanarak “tapu iptali ve tescil davası” açabilirler.

Ancak bu sürecin başarısı;

Muvazaa iddiasını somut ve inandırıcı delillerle kanıtlamaya,

Davanın türüne göre (alacaklı, mirasçı vb.) doğru hukuki argümanları geliştirmeye,

Harç, taraf teşkili, görevli mahkeme gibi usuli kurallara harfiyen uymaya bağlıdır.

Dava Açma Hakkı: Evet, tapuda muvazaalı bir işlem yapıldığını düşünen ve bu işlem nedeniyle hakkı zarara uğrayan kişiler, tapu iptali ve tescil davası açma hakkına sahiptir. Bu hak, Yargıtay’ın tüm ilgili daireleri tarafından istikrarlı bir şekilde kabul edilmektedir.

Hukuki Dayanak: Bu tür davaların temel hukuki dayanağı, Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 19. maddesidir. Bu madde, tarafların gerçek iradelerine uymayan ve üçüncü kişileri aldatma amacı taşıyan sözleşmelerin geçersizliğini düzenler.

Davanın Tarafları: Davayı, muvazaalı işlem nedeniyle hakkı zarara uğrayan üçüncü kişiler (alacaklılar, mirasçılar vb.) açabilir. Dava, kural olarak tapuda malik olarak görünen kişiye ve eğer devir zinciri varsa tüm aradaki maliklere karşı açılmalıdır.

İspat Yükümlülüğü: Muvazaa iddiasını ispat yükü, davayı açan tarafa aittir. Muvazaanın varlığı her türlü delille (tanık, banka kayıtları, taraflar arasındaki ilişki, satış bedeli ile gerçek değer arasındaki fark vb.) kanıtlanabilir.

Farklı Muvazaa Türleri: Kararlarda özellikle iki tür muvazaa öne çıkmaktadır: Alacaklıdan mal kaçırma amaçlı muvazaa ve mirasçıdan mal kaçırma amaçlı muvazaa (muris muvazaası). Her iki durumda da dava açılabilir, ancak ispat kriterleri farklılaşabilir.

Usuli Şartlar: Davanın başarısı için usuli kurallara (doğru mahkemede dava açma, harçların eksiksiz ödenmesi, tüm davalıların davaya dahil edilmesi) titizlikle uyulması kritik öneme sahiptir.

Davanın Sonuçları: Dava kabul edilirse sonuç sadece tapunun iptali ve tescili olmayabilir. Mahkeme, duruma göre davacının alacağını tahsil edebilmesi için tapu iptaline gerek olmaksızın taşınmazın haciz ve satışına izin verebilir (İİK md. 283 kıyasen uygulama). Taşınmaz iyi niyetli üçüncü bir kişiye devredilmişse, dava tazminata dönüşebilir.

Muvazaa davaları, ispat zorlukları ve karmaşık usuli prosedürler içermesi nedeniyle dikkatli bir hazırlık gerektirir. Sadece satış bedelinin düşüklüğüne dayanarak açılan bir davanın reddedilme riski yüksektir. Bu nedenle, muvazaalı bir işlemle karşılaştığını düşünen kişilerin, hak kaybı yaşamamak ve süreci doğru yönetmek adına mutlaka alanında uzman bir avukattan hukuki destek alması şiddetle tavsiye edilmektedir. Bir yazı önerisi.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Muvazaa davaları, hem ispat hem de usuli süreçler açısından son derece karmaşıktır. Yanlış taraf teşkili, eksik delil, sürelere uyulmaması veya dava türünün yanlış seçilmesi gibi hatalar, davanın reddine ve telafisi güç hak kayıplarına yol açabilir. Tuzla’da faaliyet gösteren ve bu alanda deneyimli bir avukat, hem dava öncesi hazırlıkta hem de mahkeme sürecinde stratejik adımların doğru atılmasını sağlar. Özellikle İstanbul, Tuzla avukat, Pendik avukat, Kartal avukat, Maltepe avukat, Gebze avukat, Aydınlı avukat, Orhanlı avukat, Tepeören avukat, Darıca avukat, Bayramoğlu avukat veya Çayırova avukat, Şekerpınar avukat, Güzelyalı avukat gibi bölgelerde yerel mahkeme uygulamalarını bilen bir avukatın desteği, davanın başarı şansını artırır ve sürecin en verimli şekilde yönetilmesine katkıda bulunur.

Read More

Adli sicil (sabıka kaydı) nasıl silinir veya temizlenir?

Giriş

Bu çalışma, “Adli sicil (sabıka kaydı) nasıl silinir veya temizlenir?” sorusuna yanıt olarak sunulan Yargıtay ve Danıştay kararlarının analiziyle hazırlanmıştır. Çalışma, adli sicil ve arşiv kayıtlarının silinmesi süreçlerini, bu süreçleri düzenleyen temel mevzuat olan 5352 sayılı Adli Sicil Kanunu çerçevesinde, suçun tarihi, niteliği ve yetkili makamlar gibi kritik unsurları dikkate alarak detaylı bir şekilde incelemektedir.

İncelenen yargı kararları, adli sicil kaydının silinmesi sürecinin tek aşamalı bir işlem olmadığını ortaya koymaktadır. Süreç temel olarak iki ana adımdan oluşmaktadır:

Adli Sicil Kaydının Silinerek Arşiv Kaydına Alınması: Belirli yasal şartların gerçekleşmesiyle, mahkûmiyet bilgileri aktif adli sicil kaydından çıkarılarak arşiv kaydına nakledilir.

Arşiv Kaydının Tamamen Silinmesi: Arşiv kaydına alınan bilgilerin tamamen ortadan kaldırılması ise daha farklı ve uzun sürelere tabi koşullara bağlanmıştır.

Sürecin işleyişi; suçun işlendiği tarih (özellikle 01.06.2005 öncesi ve sonrası ayrımı), suçun niteliği (Anayasa’nın 76. maddesi ve özel kanunlarda sayılan suçlar) ve başvurulacak yetkili makam (Adlî Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü veya mahkemeler) gibi faktörlere göre önemli ölçüde farklılık göstermektedir. Ayrıca, “yasaklanmış hakların geri verilmesi” (memnu hakların iadesi) kurumu, bazı arşiv kayıtlarının silinebilmesi için bir ön koşul olarak karşımıza çıkmaktadır.

1. Adli Sicil Kaydının Silinmesi ve Arşiv Kaydına Alınması

Yargı kararlarında en sık atıf yapılan düzenleme, 5352 sayılı Adli Sicil Kanunu’nun 9. maddesidir. Bu maddeye göre, adli sicildeki bilgiler belirli şartların gerçekleşmesiyle kendiliğinden silinerek arşiv kaydına alınır. Bu işlem için yetkili makam Adlî Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü’dür. Yargıtay 18. Ceza Dairesi’nin 2016/9354 sayılı kararında bu şartlar şöyle özetlenmiştir: “…’cezanın veya güvenlik tedbirinin infazının tamamlanması’, ‘ceza mahkûmiyetini bütün sonuçlarıyla ortadan kaldıran şikayetten vazgeçme veya etkin pişmanlık’, ‘ceza zamanaşımının dolması’ ve ‘genel af’ bulunmaktadır. Bu durumlarda, ‘Adlî Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünce silinerek, arşiv kaydına alınır.'” Bu aşama, kaydın tamamen yok olması anlamına gelmemekte, sadece aktif sicilden pasif bir kayıt olan arşive aktarılmasını ifade etmektedir.

2. Arşiv Kaydının Silinmesi

Arşiv kaydına alınan bilgilerin silinmesi, Kanun’un 12. maddesinde daha sıkı koşullara bağlanmıştır. Bu koşullar, suçun niteliğine göre değişen süreler öngörmektedir. Yargıtay 10. Ceza Dairesi’nin 2018/9412 sayılı kararına göre: “…Anayasanın 76. maddesi ile Türk Ceza Kanunu dışındaki kanunlarda bir hak yoksunluğuna neden olan mahkûmiyetler bakımından kaydın arşive alınma koşullarının oluştuğu tarihten itibaren, yasaklanmış hakların geri verilmesi kararı alınması koşuluyla on beş yıl geçmesiyle veya bu kararın alınması koşulu aranmaksızın otuz yıl geçmesiyle tamamen silinir. Diğer mahkûmiyetler için ise bu süre beş yıldır.” Ayrıca Yargıtay 6. Ceza Dairesi’nin 2013/6535 sayılı kararında belirtildiği gibi, ilgilinin ölümü veya kaydın girildiği tarihten itibaren seksen yıl geçmesi gibi istisnai durumlarda da arşiv kaydı silinebilmektedir.

3. Suç Tarihine ve Niteliğine Göre Farklılaşan Uygulamalar

Kararlarda dikkat çeken en önemli ayrımlardan biri, suçun işlendiği tarihe ve niteliğine göre uygulanan prosedürün değişmesidir.

Suç Tarihi: 5352 sayılı Kanun’un yürürlük tarihi olan 01.06.2005’ten önce işlenen suçlar için Kanun’un Geçici 2. maddesi ve mülga 3682 sayılı Kanun hükümleri uygulanır. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2010/93 sayılı kararına göre, bu tarihten önceki suçlara ilişkin arşiv kayıtlarının silinmesinde yetki mahkemelerdedir. 01.06.2005’ten sonra işlenen suçlarda ise yetki, kural olarak Adlî Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü’ndedir. Yargıtay 18. Ceza Dairesi’nin 2019/579 sayılı kararı bu durumu, “…suç tarihinin 01/06/2005 tarihinden sonrasına ilişkin olması karşısında, hükümlünün talebinin değerlendirilmesi için dilekçenin Adlî Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğüne gönderilmesi gerekir” şeklinde açıklamıştır.

Suçun Niteliği: Yargı kararlarında ısrarla vurgulanan bir diğer husus, bazı suçlara ilişkin kayıtların silinmesinin neredeyse imkânsız olmasıdır. Anayasa’nın 76. maddesinde sayılan (zimmet, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik vb.) ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu gibi özel kanunlarda belirtilen suçlar, affa uğramış olsalar dahi arşiv kaydına alınır ve Kanun’un 12. maddesindeki çok uzun süreli şartlar gerçekleşmedikçe silinmezler. Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nin 2012/13348 sayılı kararında bu durum, “…affa uğramış olsalar bile başta Anayasanın 76. maddesi ile özel kanunlarda sayılan suç ve cezaların ise 5352 sayılı Yasanın 10. maddesine göre istenildiğinde verilmek üzere arşiv kaydına alındığı, aynı Kanunun 12. maddesinde sayılan koşullar dışında silinmesine yasal olarak bulunmadığı” şeklinde ifade edilmiştir.

4. Yasaklanmış Hakların Geri Verilmesi (Memnu Hakların İadesi)

Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay kararlarında değinilen 5352 sayılı Kanun’un 13/A maddesi, “yasaklanmış hakların geri verilmesi” kurumunu düzenlemektedir. Bu, adli sicil kaydının silinmesinden farklı bir hukuki yoldur. Ancak, cezanın infazından sonra üç yıl geçmesi ve kişinin bu sürede iyi halli olması gibi şartlara bağlı olan bu karar, bazı arşiv kayıtlarının (özellikle hak yoksunluğuna neden olanların) silinebilmesi için bir ön koşul niteliği taşımaktadır.

Sonuç

Yargı kararlarının bütüncül analizi, adli sicil kaydının silinmesi sürecinin basit bir idari başvuruyla sonuçlanmadığını; aksine, kanunla belirlenmiş katı, aşamalı ve karmaşık bir prosedür olduğunu göstermektedir. Sürecin temelini 5352 sayılı Adli Sicil Kanunu oluşturmakla birlikte, bir kaydın silinip silinemeyeceği;

Kaydın adli sicilde mi yoksa arşivde mi olduğu,

Suçun 01.06.2005 tarihinden önce mi sonra mı işlendiği,

Suçun niteliğinin Anayasa’nın 76. maddesi veya özel kanunlar kapsamında olup olmadığı

gibi faktörlere bağlı olarak değişmektedir. Özellikle yüz kızartıcı suçlar ve belirli kamu görevlerine engel teşkil eden suçlara ilişkin kayıtların arşivden tamamen silinmesi, çok uzun sürelere ve özel şartlara tabi olup, çoğu zaman yasal olarak mümkün değildir. Bu nedenle her bir vakanın, ilgili kanun maddeleri ve güncel yargı içtihatları ışığında ayrı ayrı değerlendirilmesi zorunludur. Bir yazı önerisi.

Neden Tuzla Uzman Avukat Desteği Gerekli?

Adli sicil kaydının silinmesi veya arşivden tamamen kaldırılması süreci, yalnızca bir dilekçe veya başvuru ile tamamlanabilen basit bir işlem değildir. 5352 sayılı Adli Sicil Kanunu’nun öngördüğü şartlar, suçun tarihi, niteliği ve ilgili hakların iadesi gibi faktörler dikkate alındığında süreç aşamalı, teknik ve hukuki uzmanlık gerektiren bir prosedür haline gelmektedir.

Tuzla’da, özellikle İstanbul’un yoğun nüfus ve iş hacmi nedeniyle, adli sicil başvurularında uygulamada farklılıklar görülebilmektedir. Bu nedenle bölgesel tecrübeye sahip bir avukatın katkısı önemlidir. Tuzla uzman avukatları:

Başvurunun hangi mercilere yapılacağını ve hangi belgelerin eklenmesi gerektiğini net olarak belirler.

Adli sicil kaydının türüne (aktif sicil veya arşiv kaydı) ve suçun niteliğine göre uygulanacak süre ve prosedürleri doğru şekilde uygular.

Yasaklanmış hakların geri verilmesi gibi, ön koşullu veya uzun süreli süreçlerin takibini sağlar ve hak kaybını önler.

Yargı kararları ve mevzuat ışığında, ret riski taşıyan başvurular için önleyici stratejiler geliştirir.

Bu nedenle, adli sicil kaydının silinmesi veya arşivden tamamen kaldırılması sürecinde Tuzla’da deneyimli bir avukattan profesyonel destek almak, hem sürecin doğru yürütülmesini sağlar hem de olası hukuki riskleri minimize eder.

Read More