Yönetim Planı ile Toplu Yapı Geçici Yönetim Kuruluna Profesyonel Servis Şirketiyle 10 yıllık Sözleşme Yapma Yetkisi Verilebilir Mi?

Giriş

Bu çalışma, toplu yapı geçici yönetim kurulu tarafından profesyonel bir servis şirketi ile imzalanan ve toplu yapı yönetimini 10 yıl süreyle devreden bir sözleşmenin hukuki geçerliliğini, toplu yapı temsilciler kurulunun bu sözleşmeyi feshetme imkanlarını ve genel olarak 10 yıllık bağlayıcı yönetim sözleşmelerinin yapılabilirliğini, sunulan yargı kararları ışığında analiz etmektedir. İncelemeler, sözleşmenin geçerliliğinin mutlak olmadığını, başta yönetim planı hükümleri ve Kat Mülkiyeti Kanunu’nun (KMK) emredici kuralları olmak üzere çeşitli koşullara bağlı olduğunu ortaya koymaktadır.

1. Sözleşmenin Geçersizliği ve KMK’ya Aykırılık Yönündeki Kararlar

Yargı kararlarının önemli bir kısmı, kat maliklerinin yönetim hakkının özünü zedeleyen uzun süreli devirlerin geçersizliğine işaret etmektedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, ortak yerlerin kiralanması gibi önemli yönetim işlerinin dahi tüm kat maliklerinin oybirliği gerektirdiğini (KMK m. 45) vurgulamaktadır (Yargıtay HGK, 2017/2002). Benzer şekilde, toplu yapı kat malikleri kurulunun tüm hak ve yetkilerinin 15 yıl gibi uzun bir süre için bir şirkete devredilmesini öngören yönetim planı hükmünün iptal edildiği ve bu kararın kesinleştiği görülmektedir. Yargıtay bu durumu şu şekilde ifade etmiştir: “Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2007/234 E.-1372 K. sayılı kararı ile yönetim planının 17/a maddesi ve geçici maddesinin Toplu Yapı Kat Malikleri Kuruluna verilen yetkilerin 15 yıl süre için …. A.Ş.’ye devrine ilişkin maddeleri Kat Mülkiyeti Yasasına açık aykırılık teşkil ettiğinden iptal edilmiş, bu karar 13.09.2007 tarihinde kesinleşmiştir.” (Yargıtay 18. HD, 2013/10734)

Ayrıca, kat malikleri genel kurulu kararı olmaksızın yönetimin dışarıdan bir şirkete devredilmesi “yok hükmünde” sayılmaktadır (Yargıtay 20. HD, 2017/2560). Kat malikleri tarafından usulüne uygun seçilmemiş bir yönetim tarafından yapılan sözleşmelerin de toplu yapı yönetimi açısından sonuç doğurmayacağı belirtilmiştir (İlkDerece-Ankara 3. ATM, 2020/667).

2. Sözleşmenin Geçerli Olabileceği Haller: Yönetim Planı ve Nitelikli Çoğunluk

Diğer yandan, bazı kararlar bu tür uzun süreli devirlerin belirli koşullar altında geçerli olabileceğini göstermektedir. Temel koşul, bu yetkinin yönetim planından kaynaklanması ve/veya kat malikleri kurulunun nitelikli çoğunlukla karar almasıdır. Bir ilk derece mahkemesi kararında, yönetim planının kurucu kooperatife “on yıl süreyle” geçici yönetim yetkisi vermesi geçerli kabul edilmiştir (İlkDerece-Bakırköy 5. ATM, 2021/899).

Yargıtay, yönetim planında profesyonel yönetici atanmasına ve bu sözleşmenin yönetim planının eki sayılmasına ilişkin hükümlerin, KMK’nın emredici hükümlerine aykırı olmadığına ve mahkemenin bu sözleşmeye müdahale edemeyeceğine karar vermiştir (Yargıtay 18. HD, 2015/11085). Bu tür yönetim planı hükümlerinin değiştirilmesi ise ancak “tüm kat maliklerinin beşte dördünün oyu” ile mümkündür (Yargıtay 18. HD, 2014/5474).

Bazı ilk derece mahkemesi kararları, bu yetki devri için gereken nitelikli çoğunluğu net bir şekilde ortaya koymaktadır: “Ana taşınmaz Yönetim kurulu genel kurulun 4/5 ekseriyeti ile muvafakatini alarak yönetim işlerinin yürütülmesini, düzenleyeceği bir sözleşme ile bir tüzel işletmeciye bırakabilir.” (İlkDerece-İstanbul 16. ATM, 2022/330 ve 2022/706) Bu kararlar, kat maliklerinin iradesinin 4/5 gibi yüksek bir oranla tecelli etmesi halinde, yönetimin uzun süreli olarak profesyonel bir şirkete devredilebileceğini göstermektedir.

3. Geçici Yönetimin Yetkisi ve Sözleşmenin Feshi

Geçici yönetimin yetkileri de sözleşmenin geçerliliğinde kritik bir rol oynamaktadır. KMK m. 73 uyarınca, geçici yönetim en geç toplu yapının bitimini izleyen bir yıl sonrasına kadar devam edebilir ve bu süre her halde ilk yapı ruhsatından itibaren on yılı geçemez. Yönetim planında bu sürenin daha kısa (örneğin 5 yıl) belirlendiği durumlarda, geçici yönetimin bu süreyi aşan bir sözleşme yapma yetkisi bulunmamaktadır (Yargıtay 18. HD, 2015/3827).

Sözleşmenin feshi konusunda ise, toplu yapı temsilciler kurulunun böyle bir sözleşmeyi feshedebileceği anlaşılmaktadır (Yargıtay 3. HD, 2022/7441; Yargıtay 6. HD, 2021/114). Ancak feshin hukuki sonuçları bulunmaktadır. Sözleşme şartlarına uyulmadan yapılan bir fesih “haksız fesih” olarak nitelendirilebilir ve toplu yapı yönetimini cezai şart veya tazminat ödemekle yükümlü kılabilir. Bununla birlikte, fahiş cezai şartların borçlunun “ekonomik mahvına sebep olacağı” gerekçesiyle mahkeme tarafından indirilebileceği de göz önünde bulundurulmalıdır (BAM İstanbul 45. HD, 2021/735).

Önemli bir nokta da, 10 yıllık bir yönetim hakkı tanınmış olsa dahi, kat maliklerinin genel kurul yaparak kendi yöneticilerini seçme hakkının mahkemelerce tanınması ve bu seçimin geçerli kabul edilmesidir (Yargıtay 5. HD, 2021/1188). Bu durum, kat maliklerinin yönetim üzerindeki nihai iradesinin uzun süreli sözleşmelerle tamamen ortadan kaldırılamayacağını göstermektedir.

Sonuç

Toplu yapı geçici yönetim kurulu tarafından profesyonel bir servis şirketi ile yapılan 10 yıllık yönetim devri sözleşmesinin geçerliliği mutlak değildir ve her somut olayın kendi koşulları içinde değerlendirilmelidir.

Geçersizlik Halleri: Sözleşme, yönetim planında açık bir yetki olmaksızın ve kat malikleri kurulunun 4/5 gibi nitelikli çoğunluk kararı alınmadan yapılmışsa, KMK’nın emredici hükümlerine ve kat maliklerinin devredilemez haklarına aykırı olduğu gerekçesiyle geçersiz sayılma veya mahkeme kararıyla iptal edilme riski yüksektir. Geçici yönetimin kendi yasal veya yönetim planındaki görev süresini aşan bir süre için yaptığı sözleşmeler de geçersiz kabul edilebilir.

Geçerlilik Halleri: Sözleşme, yönetim planında açıkça öngörülmüşse veya kat malikleri kurulunun 4/5 çoğunluğunun onayıyla yapılmışsa, geçerli kabul edilme olasılığı yüksektir. Bu durumda sözleşmenin sona erdirilmesi, ancak yönetim planının yine 4/5 çoğunlukla değiştirilmesi veya sözleşmede öngörülen fesih şartlarına uyulması ile mümkün olabilir.

Fesih Hakkı: Toplu yapı temsilciler kurulu, hukuka aykırı bulduğu bir sözleşmenin geçersizliğinin tespiti için dava açabilir veya sözleşme şartlarına uyarak fesih hakkını kullanabilir. Ancak haksız bir feshin hukuki ve mali sorumluluk doğuracağı unutulmamalıdır. Bir yazı önerisi.

Neden Uzman Bir Avukat Desteği Gerekli?

Toplu yapı yönetimi, özellikle İstanbul, Tuzla, Pendik, Kartal, Tepeören ve Gebze gibi yoğun konut projelerinin bulunduğu bölgelerde, teknik ve hukuki yönleri son derece karmaşık bir süreçtir. 10 yıllık profesyonel yönetim sözleşmeleri; Kat Mülkiyeti Kanunu, yönetim planı hükümleri, nitelikli çoğunluk kararları ve geçici yönetim yetkilerinin sınırları açısından ciddi hukuki riskler taşır. Bu tür sözleşmelerin hazırlanması, feshi veya geçersizlik tespiti süreçlerinde toplu yapı ve site yönetimi alanında deneyimli bir avukatın desteği büyük önem taşır.

Bir toplu yapı avukatı, sözleşmenin hem KMK’ya hem de yönetim planına uygun şekilde düzenlenmesini sağlayarak ileride doğabilecek iptal, tazminat veya cezai şart risklerini önler. Aynı zamanda kat malikleri kurulunun haklarının korunması, geçici yönetimin yetkilerinin sınırlandırılması ve fesih işlemlerinin usule uygun biçimde yürütülmesi konusunda da profesyonel hukuki danışmanlık sunar.

Bu nedenle, İstanbul Tuzla, Pendik, Kartal, Tepeören ve Gebze bölgelerinde toplu yapı yönetimi sözleşmeleri ile ilgili işlemlerde, deneyimli bir avukatın hukuki denetimi olmadan hareket edilmemesi hem hukuki hem de mali açıdan büyük önem taşımaktadır.

Read More

Arsa payı karşılığı inşaat sözleşmelerinin feshedilmesi durumunda cezai şart talep edilebilir mi?

Giriş

Bu çalışma, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmelerinin feshedilmesi durumunda cezai şart talep edilip edilemeyeceği sorusunu, sunulan yargı kararları ışığında analiz etmektedir. İncelemeler, konunun tek bir kurala indirgenemeyeceğini; talebin geçerliliğinin sözleşmenin hukuki durumu, feshin niteliği, sözleşmedeki özel hükümler ve tarafların kusur durumu gibi birçok faktöre bağlı olduğunu ortaya koymaktadır. Çalışma, bu faktörleri sistematik bir şekilde ele alarak avukatlar için yol gösterici bir çerçeve sunmayı amaçlamaktadır.

1. Genel Kural: Arsa Payı Karşılığı İnşaat Sözleşmesini Fesih Halinde Cezai Şart Talep Edilememesi

Yargı kararlarında istikrarlı bir şekilde vurgulanan temel ilke, sözleşmenin feshi ile cezai şart talebinin bir arada bulunamayacağıdır. Yargıtay, cezai şartı “müspet (olumlu) zarar” kapsamında değerlendirmektedir. Fesih ise, sözleşmeyi ortadan kaldıran ve tarafları sözleşme öncesi duruma döndürmeyi amaçlayan bir hukuki işlemdir. Bu nedenle, sözleşme feshedildiğinde, tarafların artık sözleşmenin ifa edileceğine dair bir beklentisi kalmaz. Dolayısıyla, ifaya bağlı bir yaptırım olan cezai şartın talep edilmesi çelişkili bulunmaktadır.

Yargıtay 23. Hukuk Dairesi’nin 2013/892 E. sayılı kararında bu durum, “bu tür bir cezanın talep edilebilmesi akdin ayakta bulunmasına bağlıdır” şeklinde ifade edilmiştir. Benzer şekilde, Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 2023/4155 E. sayılı kararında,sözleşmenin feshi istendiğinden müspet zarar kapsamındaki cezai şartın talep edilemeyeceği ilkesi benimsenmiştir. Fesih yolunu seçen tarafın, bu eylemiyle cezai şart talebinden zımnen feragat ettiği kabul edilmektedir (Yargıtay 23. HD, 2013/5174 E.).

2. Cezai Şart Talebini Engelleyen Temel Sebepler

Genel kuralın ötesinde, cezai şart talebini en başından imkansız kılan veya ortadan kaldıran bazı temel durumlar mevcuttur.

a) Sözleşmenin Başlangıçtan İtibaren Geçersizliği: Cezai şart, asıl sözleşmeye bağlı fer’i nitelikte bir borçtur. Dolayısıyla, asıl sözleşme hukuken geçersiz ise, ona bağlı olan cezai şart hükmü de geçersizdir. Yargı kararlarında en sık rastlanan geçersizlik nedeni, paylı mülkiyete tabi taşınmazlarda tüm paydaşların sözleşmeye taraf olmamasıdır. Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin 2012/1006 E. sayılı kararında bu durum net bir şekilde ortaya konmuştur: “…fesihten sözedilebilmesi için yasal olarak geçerli bir sözleşmenin bulunması gerekir… Bu nedenlerle ortada geçerli bir sözleşme olmadığından kararlaştırılan cezai şartın da istenebilir olduğu kabul edilemez.” Bu kural, TMK’nın 692. maddesi gereğince paylı mal üzerinde inşaat gibi önemli tasarrufların oybirliği ile yapılması zorunluluğundan kaynaklanmaktadır (Bkz. Yargıtay 15. HD, 2009/3771 E.; BAM-İzmir 14. HD, 2017/630 E.).

b) Sözleşmeyi Fesheden Taraf Olmak: Yargı kararları, kural olarak sözleşmeyi fesheden tarafın, kendi fesih beyanına dayanarak karşı taraftan cezai şart talep edemeyeceğini kabul etmektedir. Cezai şart, fesihte kusurlu olan tarafa karşı, sözleşmenin ayakta kalmasını isteyen diğer tarafça ileri sürülebilecek bir haktır. Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin 2018/919 E. sayılı kararında bu ilke, “kararlaştırılan cezai şartın istenebilmesi fesheden değil, diğer tarafça talep edilmesi mümkündür” şeklinde kesin bir dille ifade edilmiştir. Bu nedenle, sözleşmeyi tek taraflı olarak fesheden arsa sahibi veya yüklenici, feshin haklılığına bakılmaksızın, bu feshe dayanarak cezai şart isteyemez (Bkz. İlkDerece-Bakırköy 7. ATM, 2011/298 E.).

3. Cezai Şart Talebinin Mümkün Olduğu İstisnai Durumlar

Yukarıda belirtilen genel kural ve engellere rağmen, belirli durumlarda feshe rağmen cezai şart talep edilmesi mümkündür.

a) Sözleşmede Açık Hüküm Bulunması: Bu, en önemli ve en sık karşılaşılan istisnadır. Taraflar, sözleşme serbestisi ilkesi gereğince, sözleşmenin feshedilmesi durumunda dahi cezai şartın ödeneceğini açıkça kararlaştırabilirler. Eğer sözleşmede bu yönde bir hüküm varsa, mahkemeler bu iradeye üstünlük tanımaktadır. Yargıtay 23. Hukuk Dairesi’nin 2012/6542 E. sayılı kararında bu istisna şu şekilde vurgulanmıştır: “Mevcut sözleşmede fesih halinde dahi ceza ödeneceğine dair hüküm bulunmadığından cezai şart isteminin reddi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile kabulüne karar verilmesi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir.” Bu ifade, aksine bir hüküm olsaydı talebin kabul edileceğini göstermektedir. Bu ilke çok sayıda kararda tekrar edilmiştir (Bkz. Yargıtay 6. HD, 2022/3217 E.; Yargıtay 23. HD, 2016/6000 E.; İlkDerece-Bakırköy 2. ATM, 2021/910 E.).

b) Feshin Niteliği: İleriye Etkili Fesih: İnşaatın önemli bir bölümünün tamamlandığı ancak yüklenicinin temerrüdü nedeniyle tamamlanamadığı durumlarda, mahkemeler sözleşmenin “ileriye etkili” feshine karar verebilmektedir. Bu durumda sözleşme, fesih anına kadar geçerliliğini korur. İleriye etkili feshin sonuçları, geriye etkili fesihten farklıdır. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 17. Hukuk Dairesi’nin 2022/1628 E. sayılı kararında bu ayrım net bir şekilde açıklanmıştır: “…ileriye etkili fesihte yüklenici, inşaatı getirebildiği seviyeye göre tapu payı almaya hak kazanmakta, arsa sahibi de geriye etkili feshin aksine, ifaya ekli cezayı ve ifanın gecikmesine bağlı gecikme (kira) tazminatını… yükleniciden isteyebilmektedir.” Dolayısıyla, feshin ileriye etkili olarak kararlaştırıldığı hallerde, ifaya bağlı cezai şart ve gecikme tazminatı talep edilebilir (Bkz. Yargıtay 15. HD, 2010/2090 E.).

4. Dikkate Alınması Gereken Diğer Hususlar

Tarafların Ortak Kusuru: Feshe yol açan olaylarda her iki tarafın da kusurlu olduğu tespit edilirse, taraflar birbirlerinden cezai şart veya müspet zarar talep edemezler. Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 2021/4707 E. sayılı kararına göre, “fesihte taraflar birlikte kusurlu olmaları halinde müspet zarar kapsamında kâr kaybı, gecikme nedenli cezai şart istenmesi… mümkün değildir.

Karşılıklı Fesih (İkale): Taraflar anlaşarak sözleşmeyi sona erdirirlerse (ikale), bu yeni bir sözleşme niteliğindedir. Bu durumda, önceki sözleşmeden kaynaklanan cezai şart gibi hakların talep edilebilmesi için, bu hakların ikale sözleşmesinde açıkça saklı tutulması gerekir (Yargıtay 15. HD, 2018/1410 E.).

Cezai Şartın Kapsamı: Cezai şartın hangi duruma özgü olarak kararlaştırıldığı önemlidir. Örneğin, sadece “inşaata başlanmaması” durumuna özgülenmiş bir ceza, inşaat başladıktan sonraki temerrütler için talep edilemez (Yargıtay 15. HD, 2009/3771 E.).

SONUÇ

Arsa payı karşılığı inşaat sözleşmelerinin feshinde cezai şart talep edilip edilemeyeceği sorusunun yanıtı, sözleşmenin lafzına ve somut olayın koşullarına sıkı sıkıya bağlıdır. Yargı kararları, fesihle birlikte cezai şartın istenemeyeceği yönünde güçlü bir genel kural ortaya koymakla birlikte, bu kuralın önemli istisnaları bulunmaktadır. Özellikle, sözleşmede “fesih halinde dahi cezai şartın ödeneceğine” dair açık bir hükmün varlığı, talebin kabulü için en belirleyici faktördür. Bunun yanı sıra, sözleşmenin baştan itibaren geçerli olması, feshin ileriye etkili olması ve talepte bulunan tarafın feshe kusuruyla sebep olmaması gibi koşullar da talebin sonucunu doğrudan etkilemektedir. Bu nedenle, hukuki uyuşmazlıklarda öncelikle sözleşme metninin dikkatle incelenmesi ve feshin niteliğinin doğru tespit edilmesi esastır. Bir yazı önerisi.

Neden Uzman Avukat Desteği Gerekli?

Arsa payı karşılığı inşaat sözleşmelerinde cezai şart talepleri, fesih durumunda ortaya çıkabilecek hukuki sonuçlarla iç içe geçmiş karmaşık bir alandır. Cezai şartın talep edilip edilemeyeceği; sözleşmenin geçerliliği, feshin ileriye mi yoksa geriye etkili mi olduğu, tarafların kusur oranı ve sözleşmedeki özel hükümler gibi birçok faktörün birlikte değerlendirilmesini gerektirir. Bu nedenle, sürecin hatalı yönetilmesi durumunda ciddi hak kayıpları yaşanabilir. Özellikle İstanbul, Tuzla, Kartal, Pendik, Tepeören, Gebze ve Bayramoğlu gibi bölgelerde yaygın olarak görülen arsa payı karşılığı inşaat projelerinde, sözleşmelerin feshi sonrasında cezai şart veya tazminat taleplerinin eksik veya yanlış ileri sürülmesi hem maddi kayıplara hem de uzun yargı süreçlerine yol açabilir.

Yargıtay kararları da göstermektedir ki; cezai şartın talep edilebilmesi için sözleşmenin niteliğinin, tarafların beyanlarının ve feshe ilişkin hukuki sonuçların doğru şekilde analiz edilmesi gerekir. Bu noktada, sözleşmenin detaylı incelenmesi, hangi hükümlerin geçerli olup olmadığının belirlenmesi, fesih sonrası hakların korunması ve dava stratejisinin doğru kurgulanması yalnızca bu alanda tecrübeli bir inşaat hukuku avukatı tarafından sağlanabilir. Profesyonel bir arsa payı sözleşmeleri avukatı ile çalışmak, hem cezai şart taleplerinin hukuken geçerli şekilde ileri sürülmesini sağlar hem de olası itiraz ve savunmalara karşı en güçlü şekilde konumlanmanıza yardımcı olur. Bu nedenle, İstanbul Tuzla Kartal Pendik Tepeören Gebze Bayramoğlu avukat desteğiyle sürecin başından itibaren hareket etmek, hak kayıplarının önüne geçmek açısından kritik önem taşır.

Read More

Arsa Payı Karşılığı İnşaat Sözleşmesinde Yüklenici ve Arsa Sahibinin Hak ve Yükümlülükleri

Giriş

Arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi, Yargıtay içtihatlarında sıklıkla “iki tipli-karma bir sözleşme” (Yargıtay HGK, 2018/174) ve “karşılıklı hakları ve borçları içeren tam iki yanlı sözleşmelerden” (Yargıtay 15. HD, 2008/6523) biri olarak tanımlanmaktadır. Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenen eser sözleşmesinin kendine özgü bir türü olan bu sözleşme ile bir taraf (yüklenici), diğer tarafın (arsa sahibi) arsası üzerinde finansmanını kendisi sağlayarak bir yapı inşa etme borcu altına girerken; arsa sahibi de bunun karşılığında arsasının belirli bir payının mülkiyetini yükleniciye devretmeyi taahhüt etmektedir. Bu çalışma, sunulan yargı kararları ışığında tarafların temel hak ve yükümlülüklerini analiz etmektedir.

1. Yüklenicinin Yükümlülükleri

Yargı kararları, yüklenicinin en temel borcunu “eseri (binayı) meydana getirmek” olarak tanımlamaktadır (Antalya BAM, 2021/363). Bu borç, salt bir inşaat faaliyeti olmanın ötesinde, nitelikli bir ifayı gerektirir.

Nitelikli İfa ve Teslim Borcu: Yüklenicinin edimini yerine getirmiş sayılabilmesi için inşaatı “sözleşme ve ekleri ile tasdikli proje ve inşaat ruhsatı ile kamu düzeninden olan imar mevzuatı ve bu doğrultuda çıkartılan Deprem Yönetmeliği hükümlerine uygun olarak tamamlayıp, arsa sahiplerine teslim etmesi gerekir” (Yargıtay 23. HD, 2015/925). Bu, yapının sadece fiziken değil, hukuken de arsa sahibinin kullanımına hazır hale getirilmesi anlamına gelir.

İskân Ruhsatı Alma Yükümlülüğü: Yargı kararlarında en çok vurgulanan yükümlülüklerden biri, yapı kullanma izin belgesinin (iskân ruhsatı) alınmasıdır. Yargıtay 15. Hukuk Dairesi, “iskân alınmayan ve/veya iskân alınmaya uygun olmayan bir binanın ekonomik bir değeri bulunmamaktadır” tespitiyle, bu yükümlülüğün edimin esaslı bir unsuru olduğunu belirtmiştir (2020/766 – 2021/65). Birçok kararda, yüklenicinin tapu tesciline hak kazanmasının son koşulu olarak iskân ruhsatının alınması gösterilmiştir.

Finansman, Vergi ve Masraflar: Yüklenici, “finansı sağlayan arsa malikinin taşınmazı üzerine bina yapma işini üstlenmekte”dir (Yargıtay HGK, 2022/709). Bu, inşaatın tüm maliyetinin yüklenici tarafından karşılanacağı anlamına gelir. Ayrıca, Adana 2. Asliye Ticaret Mahkemesi kararında belirtildiği gibi, “vergi borcunu ödeme yükümlülüğü de inşaatın yapımı ve sonrasında da devri kapsamında gerçekleşen ve tamamıyla yükleniciye ait olan bir edimdir” (2021/913 – 2022/605).

2. Arsa Sahibinin Yükümlülükleri

Arsa sahibinin temel borcu, yüklenicinin karşı edimini oluşturan arsa payı devridir. Arsayı Teslim ve Pay Devri: Arsa sahibinin ilk yükümlülüğü, “sözleşmeye uygun koşullarda arsasını yükleniciye teslim etmek”tir. Asli edimi ise, “yüklenici kendisine karşı edimini yerine getirdiğinde de edimi karşılığı yükleniciye bırakılan bağımsız bölümlerin tapusunu ona devretmekle yükümlüdür” (Yargıtay 23. HD, 2015/925). Bu devir borcu, yüklenicinin kendi edimini ifa etmesi koşuluna sıkı sıkıya bağlıdır.

3. Hakların Kullanılması ve Karşılıklılık İlkesi

Sözleşmenin “tam iki tarafa borç yükleyen” niteliği, tarafların haklarını kullanmasında belirleyici bir rol oynar. Türk Borçlar Kanunu’nun 97. maddesi uyarınca, kendi edimini ifa etmeyen taraf, karşı taraftan ifa talep edemez.

Yüklenicinin Hakkı ve Koşulları: Yüklenici, arsa payı tescilini ancak “edimini (eseri meydana getirme ve teslim borcunu) yerine getirme ve teslim borcunu” ile “sözleşme hükümlerindeki iskân koşulu (oturma izni) vs. diğer borçlarını ifa etme” koşuluyla talep edebilir (Yargıtay HGK, 2018/174). Yüklenici edimini ifa ettiği oranda şahsi hak elde eder ve inşaat tamamlanmadan yapılan devirler “avans” niteliğindedir (Yargıtay 3. HD, 2012/13401).

Arsa Sahibinin Savunma Hakkı: Yüklenicinin eksik veya ayıplı ifası karşısında arsa sahibinin en önemli hakkı, tapu devrinden kaçınmaktır. Yargıtay 14. Hukuk Dairesi’nin belirttiği gibi, “yüklenicinin arsa sahibine karşı öncelikli edimini tamamen veya kısmen yerine getirmeden kazanacağı şahsi hakkı üçüncü kişiye temlik etmişse, üçüncü kişi Borçlar Kanununun 81. maddesinden yararlanma hakkı bulunan arsa sahibini ifaya zorlayamaz” (2014/2656 – 2014/6785).

Hakkın Üçüncü Kişilere Devri: Yüklenici, arsa sahibinden olan alacağını (tapu tescil isteme hakkını) üçüncü kişilere devredebilir. Ancak bu devir, alacağın niteliğini değiştirmez. Devralan üçüncü kişi, sadece yüklenicinin haklarına sahip olur ve onun borçlarından kaynaklanan savunmalarla karşılaşır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu bu durumu, “temliki öğrenen arsa sahibi, temlik olmasaydı önceki alacaklıya (yükleniciye) karşı ne tür def’iler ileri sürebilecekse, aynı def’ileri yeni alacaklıya (temlik alan davacıya) karşı da ileri sürebilir” şeklinde formüle etmiştir (Yargıtay 14. HD, 2016/1660).

Sonuç

Yargı kararları, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesini, tarafların edimlerinin birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğu karşılıklı bir sözleşme olarak ele almaktadır. Yüklenicinin temel borcu, finansmanını sağlayarak sözleşme ve mevzuata uygun, eksiksiz ve iskânı alınmış bir yapı inşa edip teslim etmektir. Arsa sahibinin temel borcu ise, bu edimin eksiksiz ifası karşılığında kararlaştırılan arsa payının mülkiyetini devretmektir. Yargı içtihatlarının tutarlı bir şekilde vurguladığı en önemli ilke, yüklenicinin bedele (arsa payına) hak kazanmasının, kendi edimini tam ve gereği gibi ifa etmesi ön koşuluna bağlı olduğudur. Bu ilke, arsa sahibini, edimini yerine getirmeyen bir yükleniciye veya onun haklarını devralan üçüncü kişilere karşı koruyan en temel güvenceyi oluşturmaktadır. Bir yazı önerisi.

Neden Uzman Avukat Desteği Gerekli?

Arsa payı karşılığı inşaat sözleşmeleri, tarafların karşılıklı borç ve yükümlülüklerinin birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğu karma ve teknik sözleşmelerdir. Bu sözleşmelerde yüklenicinin edimini eksiksiz, mevzuata uygun ve iskânı alınmış şekilde yerine getirmesi; arsa sahibinin ise buna karşılık arsa payı devrini gerçekleştirmesi gerekmektedir. Ancak uygulamada; eksik veya ayıplı ifa, iskân alınmaması, temerrüt, gecikme, üçüncü kişilere devredilen haklar veya tapu tescili gibi çok sayıda hukuki uyuşmazlık ortaya çıkabilmektedir. Bu tür durumlarda yapılacak küçük bir usul hatası dahi ciddi hak kayıplarına yol açabilir.

Özellikle İstanbul, Tuzla, Gebze, Kartal, Pendik, Tepeören, Bayramoğlu, Aydınlı ve Orhanlı gibi bölgelerde hızla gelişen gayrimenkul projelerinde, sözleşmenin doğru yorumlanması, tarafların edimlerinin değerlendirilmesi, tapu tescil süreçlerinin yönetimi ve olası ihtilafların önlenmesi açısından profesyonel bir avukat desteği hayati önem taşır.

Yargıtay içtihatları da göstermektedir ki, yüklenicinin hak kazanması için gerekli koşulların oluşup oluşmadığının tespiti, sözleşmeden doğan savunma haklarının ileri sürülmesi, üçüncü kişilere yapılan temliklerin geçerliliği veya arsa sahibinin tapu devrinden kaçınma hakkının kullanılması gibi konular derin hukuk bilgisi ve uzmanlık gerektirir. Bu noktada, alanında tecrübeli bir inşaat hukuku avukatı, sürecin her aşamasında tarafların haklarını koruyacak stratejileri belirleyerek hem dava risklerini azaltır hem de uyuşmazlıkların daha kısa sürede çözülmesini sağlar.

Sonuç olarak, İstanbul Tuzla Gebze Kartal Pendik Tepeören Bayramoğlu Aydınlı Orhanlı avukat desteği ile hareket etmek, bu tür karmaşık sözleşmelerde hukuki güvenceyi sağlamak ve maddi kayıpların önüne geçmek açısından büyük önem taşır.

Read More

Arsa sahibi inşaat sözleşmesini feshederse cezai şartı ödemek zorunda mıdır?

Giriş

Bu çalışma, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmelerinin feshi durumunda cezai şart talep edilip edilemeyeceği ve hangi durumlarda talep edilemeyeceği sorusunu, sunulan literatür kaynakları çerçevesinde analiz etmektedir. Cezai şart, sözleşmeye aykırılık durumunda borçlunun ödemeyi taahhüt ettiği, asıl borca bağlı fer’i nitelikte bir edimdir. Temel amacı, borçluyu (yükleniciyi) sözleşmeye uygun ifaya zorlamak ve alacaklının (arsa sahibinin) olası zararını ispat külfetini ortadan kaldırmaktır. Analiz, özellikle sözleşmenin fesih türünün cezai şart talebi üzerindeki etkisine odaklanmaktadır.

1. Cezai Şartın Hukuki Niteliği ve Fesihle İlişkisi

Arsa payı karşılığı inşaat sözleşmelerinde cezai şart, genellikle yüklenicinin inşaatı zamanında teslim etmemesi (temerrüdü) halinde gündeme gelen bir yaptırımdır. Bu şart, “asıl borca bağlı feri borç olarak doğan, asıl borcun teminatı olarak ortaya çıkmaktadır” Cezai şartın bu fer’i niteliği, fesih durumundaki akıbetini doğrudan etkiler.

Literatürdeki temel ayrım, feshin etkisine göre yapılmaktadır:

Geriye Etkili Fesih (Dönme) Halinde Cezai Şart Talebi

Sözleşmeden dönme, borç ilişkisini geçmişe etkili olarak ortadan kaldırır. Bu durumda, sözleşme hiç kurulmamış gibi kabul edilir. Asıl borç ortadan kalktığı için ona bağlı olan fer’i nitelikteki cezai şart alacağı da sona erer. Akdin ileriye etkili feshinin kabulü halinde, sözleşmede öngörülen cezai şarta hükmedilebilir, aksi takdirde sözleşmenin geriye etkili feshi halinde ise cezai şart istenemez.”

Cezai şart, asıl borca bağlı fer’i nitelikte alacak olduğundan sözleşmeden dönme üzerine borç ilişkisi geçmişe etkili olarak ortadan kalkmakta olup, cezai şart hakkı da geçmişe etkili olarak ortadan kalkar.

Bu kuralın istisnası, tarafların sözleşmede fesih hali için özel bir cezai şart kararlaştırmalarıdır. Sözleşme feshedilirse bu hükme dayanılarak ceza koşulu talep edilemez. Fesih hali için sözleşmede açıkça bir ceza koşulu ya da tazminat öngörülmüş olmadığı takdirde yalnızca menfi zarar talebi mümkündür.

İleriye Etkili Fesih Halinde Cezai Şart Talebi

Yargıtay tarafından özellikle inşaatın önemli ölçüde tamamlandığı durumlarda kabul edilen ileriye etkili fesihte, sözleşme fesih anına kadar geçerliliğini sürdürür ve yalnızca gelecek için sona erer. Bu durumda, fesih tarihine kadar gerçekleşen borca aykırılıklar için kararlaştırılan yaptırımlar geçerliliğini korur.

Sözleşmenin kısmi sona erdirilmesi ya da ileriye etkili feshi halinde, sona erme tarihine kadar sözleşme geçerliliğini sürdüreceğinden, bu ana kadar gerçekleşen gecikme tazminatının talep edilmesi mümkündür. Sözleşmede öngörülen cezai şart ve kira tazminatı sona erme tarihine kadar talep edilebilecektir. Dolayısıyla, inşaatın tesliminde gecikme yaşanmış ve daha sonra sözleşme ileriye etkili olarak feshedilmişse, arsa sahibi temerrüt tarihinden fesih tarihine kadar işlemiş olan cezai şartı talep etme hakkına sahiptir.

2. Cezai Şartın Talep Edilemeyeceği Diğer Durumlar

Fesih türü dışında, cezai şartın talep edilmesini engelleyen başka hukuki durumlar da mevcuttur:

Sözleşmenin Geçersizliği: Cezai şart, geçerli bir asıl borcun varlığına bağlıdır. Arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi, kanunda öngörülen resmi şekle (noterde düzenleme şeklinde) uyulmadan yapılmışsa geçersizdir. Geçersiz bir sözleşmeye dayanılarak cezai şart talep edilemez. Taraflarca kararlaştırılmış olsa dahi geçersiz bir sözleşmede cezai şartin istenmesi mümkün değildir. Sözleşme tamamen geçersiz olduğundan sözleşmede yer alan cezai şart, tazminat gibi alacakların da talep edilmesi mümkün olmayacaktır.

İfa İmkânsızlığı: Borcun ifası, taraflara yüklenemeyecek bir sebeple imkânsız hale gelirse, asıl borç sona erer. Asıl borcun sona ermesiyle birlikte, fer’i nitelikteki cezai şart da talep edilemez. Sözleşmenin imkânsızlık nedeniyle sona erdiği durumda TBK m. 131 gereği cezai şart da sona erecektir. Dolayısıyla ifa imkânsızlığı sebebiyle borç sona erdiğinde sözleşmede yer alıyor olsa da cezai şart da istenemez” demektedir.

İhtirazi Kayıt İleri Sürmeksizin Teslim Alma: Uygulamada en sık karşılaşılan durumlardan biri, arsa sahibinin gecikmeli olarak teslim edilen inşaatı herhangi bir çekince belirtmeksizin kabul etmesidir. Türk Borçlar Kanunu m. 179/2 uyarınca bu durumda arsa sahibi, ifaya eklenen cezai şartı talep etme hakkını kaybeder. İfaya eklenen cezai şart… yapının teslimi anında bir ihtirazi kayıtla saklı tutulmazsa daha sonra talep edilmesi mümkün olmaz. Arsa sahibi ihtirazi kayıt öne sürmeksizin inşaatı teslim almışsa veya cezai şart talep hakkından açıkça vazgeçmiş ise TBK m.179/2 hükmüne göre cezai şart talep hakkı ortadan kalkar.

Kusur Şartı: Doktrinde tartışmalı olmakla birlikte, hâkim görüşe göre cezai şartın talep edilebilmesi için borçlunun (yüklenicinin) temerrüde düşmekte kusurlu olması gerekir. Yüklenici, temerrüde düşmekte kusursuz olduğunu ispatlarsa cezai şart ödemekten kurtulabilir. Ancak taraflar, sözleşmede yüklenicinin kusuru olmasa dahi cezai şart ödeyeceğini kararlaştırabilirler..

Sonuç

Literatür analizine göre, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmelerinin feshi durumunda cezai şart talep edilip edilemeyeceği sorusunun cevabı mutlak değildir ve öncelikle feshin niteliğine bağlıdır:

Geriye Etkili Fesih (Dönme): Kural olarak, sözleşmeyi baştan itibaren ortadan kaldırdığı için cezai şart talep edilemez.

İleriye Etkili Fesih: Sözleşme fesih anına kadar geçerli sayıldığından, fesih tarihine kadar işlemiş olan cezai şart talep edilebilir.

Bu ana kuralın yanında, aşağıdaki hususlar da cezai şart talebini engeller:

Tarafların sözleşmede fesih hali için açıkça bir cezai şart öngörmemiş olması (geriye etkili fesihte).

Sözleşmenin şekil eksikliği gibi bir nedenle baştan itibaren geçersiz olması.

İfanın kusursuz imkânsızlık nedeniyle sona ermesi.

Arsa sahibinin, gecikmeli ifayı ihtirazi kayıt koymadan kabul etmesi.

Sonuç olarak, bir avukatın bu tür bir taleple karşılaştığında öncelikle sözleşmenin feshinin hukuki niteliğini (geriye mi, ileriye mi etkili) tespit etmesi, ardından sözleşmede fesih haline özgü bir cezai şart hükmü olup olmadığını incelemesi ve son olarak talebi engelleyebilecek diğer hukuki durumların (sözleşmenin geçerliliği, ihtirazi kayıt vb.) varlığını araştırması kritik öneme sahiptir. Bir makale önerisi.

Neden Uzman Avukat Desteği Gerekli?

Arsa payı karşılığı inşaat sözleşmelerinde fesih sonrası cezai şart talebi, görünenden çok daha karmaşık ve teknik bir hukuki süreçtir. Feshin geriye etkili mi yoksa ileriye etkili mi olduğu, sözleşmede feshe özgü cezai şart hükmü bulunup bulunmadığı, sözleşmenin geçerliliği, ifa imkânsızlığı, ihtirazi kayıt ve kusur şartı gibi hususlar her davada farklı sonuçlara yol açabilir.

İstanbul, Tuzla, Pendik, Kartal, Tepeören, Orhanlı, Aydınlı, Şifa Mahallesi ve Bayramoğlu gibi bölgelerde yoğun olarak karşılaşılan bu tür inşaat sözleşmesi uyuşmazlıklarında, uzman bir inşaat hukuku ve sözleşme hukuku avukatı desteği alınması, hak kayıplarını önlemek ve doğru stratejiyi belirlemek açısından kritik önemdedir.

Bir avukat, sözleşmenin fesih türünü doğru tespit ederek cezai şartın talep edilip edilemeyeceğini belirler, geçersizlik, ifa imkânsızlığı veya ihtirazi kayıt gibi riskleri analiz eder ve mahkemeye sunulacak talepleri teknik olarak eksiksiz hazırlar. Bu profesyonel yaklaşım, arsa sahibinin hem maddi kaybını en aza indirir hem de dava sürecinde güçlü bir pozisyon sağlar.

Read More

Arsa Payı Karşılığı İnşaat Sözleşmesinde Gecikme Halinde Arsa Sahibi Kira Tazminatı Talep Edebilir mi? Düşük Kira Bedeli İçin Artırım İsteme Hakkı Var mı?

Giriş

Bu çalışma, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmelerinde yüklenicinin inşaatı kararlaştırılan sürede teslim edememesi durumunda arsa sahibinin gecikme nedeniyle kira tazminatı talep etme, sözleşmede belirlenen kira bedelinin düşük kalması halinde artırım isteme ve gecikmeden kaynaklanan diğer zararlarını talep etme haklarını, sunulan Yargıtay ve Bölge Adliye Mahkemesi kararları ışığında analiz etmektedir. Çalışma, bu konudaki yerleşik içtihatları, farklı perspektifleri ve arsa sahibinin ileri sürebileceği taleplerin kapsamını ortaya koymayı amaçlamaktadır.

1. Gecikme Nedeniyle Kira Tazminatı Talep Hakkı

Yargı kararları, yüklenicinin teslim borcunda temerrüde düşmesi halinde arsa sahibinin kira tazminatı talep hakkının sözleşmede açıkça belirtilmemiş olsa dahi kanundan doğduğunu vurgulamaktadır. Bu hak, Borçlar Kanunu’nun borçlu temerrüdüne ilişkin genel hükümlerine dayanmaktadır.

Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin 2008/4993 E., 2009/4456 K. sayılı kararında bu durum, “Yüklenicinin edimini zamanında ifa etmemesi nedeniyle arsa sahibinin gecikmeden kaynaklanan kira tazminatını talep ise kanundan doğan bir haktır” şeklinde net bir şekilde ifade edilmiştir. Benzer şekilde, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2022/448 E., 2023/506 K. sayılı kararı, bu hakkın asgari kapsamını belirlemiştir: “Sözleşmede gecikme tazminatı belirlenmemiş olsa dahi; arsa sahibinin zamanaşımı süresi içinde teslimi gereken tarihten itibaren en az mahalli piyasa rayiçlerine göre belirlenecek aylık rayiç kira seviyesinde saptanacak tazminatı istemesi mümkündür.”

Bu tazminat, inşaatın sözleşmeye uygun ve eksiksiz bir şekilde (genellikle yapı kullanma izin belgesi alınarak) teslim edildiği tarihe kadar talep edilebilir. Ancak, gecikmenin arsa sahibinin kendi kusurundan (örneğin, tapu devri gibi edimlerini yerine getirmemesinden) kaynaklandığı durumlarda, kusurlu olduğu dönem için tazminat talep edilemeyeceği de Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin 2019/2101 E., 2019/3280 K. sayılı kararında belirtilmiştir.

2. Arsa Payı Karşılığı İnşaat Sözleşmesinde Belirlenen Düşük Kira Bedelinin Artırılması

Sözleşmelerde gecikme tazminatı olarak belirlenen maktu bedellerin, enflasyon veya piyasa koşullarındaki değişiklikler nedeniyle zamanla çok düşük kalması sıkça karşılaşılan bir durumdur. Yargıtay, bu konuda hakkaniyet ve dürüstlük kuralını esas alan bir yaklaşım geliştirmiştir.

Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin 2008/4993 E., 2009/4456 K. sayılı kararında bu ilke şu şekilde açıklanmıştır: “Maktu olarak kararlaştırılan kiranın uzun süreli gecikmelerde dahi geçerli olacağının kabul edilmesi yukarıda açıklanan nedenlerle, tarafların sözleşmeden bekledikleri yarar ile iyiniyet kuralları ve hakkaniyete aykırıdır.” Aynı Dairenin 2011/515 E., 2011/7200 K. sayılı kararında ise bu yaklaşımın yerleşik hale geldiği, Dairemizin maktu gecikme tazminatının değiştirilmeksizin uygulanması gerektiğine dair uygulamasından vazgeçilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır” ifadesiyle teyit edilmiştir. Bu kararlar uyarınca, sözleşmedeki maktu tazminat bedeli, mahkeme tarafından belirlenecek makul bir süre (genellikle ilk bir yıl) için geçerli kabul edilmekte, bu süreyi aşan gecikmeler için ise arsa sahibinin talebi üzerine rayiç kira bedeli üzerinden tazminat hesaplanmaktadır. Bazı sözleşmelerde ise bu sorun, baştan “o günkü rayiç bedel karşılığı kira ödeyeceği” (Yargıtay 15. HD, 2018/966 E., 2018/2576 K.) şeklinde hükümlerle çözülmektedir.

3. Arsa Payı Karşılığı İnşaat Sözleşmesinin Gecikmesi Nedeniyle Talep Edilebilecek Diğer Kalemler

Arsa sahibinin talepleri yalnızca kira kaybıyla sınırlı değildir. İncelenen kararlarda öne çıkan diğer talepler şunlardır:

Eksik ve Kusurlu İşler Bedeli: Bu, gecikme tazminatıyla birlikte en sık talep edilen kalemdir. Arsa sahibi, hem kendi bağımsız bölümlerindeki hem de ortak alanlardaki payına düşen eksik ve kusurlu imalatların bedelini yükleniciden talep edebilir (Yargıtay 23. HD, 2016/6932 E., 2017/2028 K.).

Cezai Şart: Sözleşmede gecikme tazminatından ayrı olarak bir cezai şart kararlaştırılmışsa, bu da talep edilebilir. Ancak Yargıtay 23. Hukuk Dairesi’nin 2014/6038 E., 2014/8417 K. sayılı kararına göre, sözleşmede her ikisinin de ayrı ayrı istenebileceğine dair açık bir hüküm yoksa, arsa sahibi cezai şartın tamamını ve bunu aşan kira zararını (gecikme tazminatını) isteyebilir.

Sözleşmenin Feshi ve Seçimlik Haklar: Yüklenicinin temerrüdü, arsa sahibine Borçlar Kanunu’ndan doğan seçimlik haklar tanır. Arsa sahibi, gecikme tazminatı ile birlikte ifayı beklemek yerine, ifadan vazgeçerek müspet zararının tazminini isteyebilir veya sözleşmeyi feshedebilir (Yargıtay 23. HD, 2013/5231 E., 2013/8063 K.).

Faiz: Gecikme tazminatı alacağına, dava veya takip tarihinden itibaren faiz işletilmesi de talep edilebilir. Talebe göre yasal faiz, avans faizi veya reeskont faizi istenebilmektedir (ilkDerece-Konya 4. ATM, 2022/510 E., 2023/355 K.).

Diğer Zararlar: Arsa sahibi, gecikme nedeniyle uğradığı ve ispatlayabildiği tüm zararlarını talep etme hakkına sahiptir. Bunlar arasında düzeltilmesi mümkün olmayan ayıplar nedeniyle oluşan değer kaybı veya sözleşme dışı yapılan masraflar da bulunabilir.

Sonuç

Yargı kararları, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesinde yüklenicinin inşaatı zamanında teslim etmemesi halinde arsa sahibini güçlü bir şekilde korumaktadır. Arsa sahibinin, sözleşmede hüküm olmasa dahi, gecikme süresi boyunca mahrum kaldığı rayiç kira bedelini “gecikme tazminatı” olarak talep etme hakkı yerleşik bir içtihattır. Özellikle, sözleşmede kararlaştırılan düşük ve sabit tazminat bedellerinin uzun süreli gecikmelerde hakkaniyete aykırı olduğu ve mahkeme tarafından rayiç bedele yükseltilebileceği yönündeki kararlar, arsa sahipleri için önemli bir güvence teşkil etmektedir. Gecikme tazminatına ek olarak, eksik ve kusurlu işler bedeli, cezai şart, faiz ve sözleşmenin feshine kadar uzanan geniş bir yelpazede diğer hakların da ileri sürülebilmesi mümkündür.

Neden Uzman Avukat Desteği Gerekli?

Arsa payı karşılığı inşaat sözleşmelerinde gecikme tazminatı, cezai şart, eksik iş bedeli ve sözleşmenin feshi gibi taleplerin doğru şekilde ileri sürülmesi, yalnızca yasal bilgi değil aynı zamanda ciddi bir teknik uzmanlık gerektirir. Bu tür davalarda yapılacak en küçük bir usul hatası bile hak kayıplarına yol açabilir. Özellikle İstanbul, Tuzla, Tepeören, Orhanlı, Aydınlı, Pendik, Bayramoğlu ve Kartal gibi bölgelerde hızla gelişen kentsel dönüşüm ve konut projelerinde, yüklenici ile arsa sahibi arasındaki uyuşmazlıkların boyutu çok daha karmaşık hale gelmektedir.

Yargıtay kararları da göstermektedir ki; kira tazminatının hesaplanması, cezai şart taleplerinin kapsamı, maktu bedellerin rayiç kira düzeyine yükseltilmesi ve sözleşmenin feshi sonrasında tasfiye işlemlerinin yürütülmesi gibi aşamalarda uzman bir arsa payı sözleşmeleri avukatı tarafından profesyonel hukuki destek alınması, davanın sonucunu doğrudan etkileyebilir.

Ayrıca her bir somut olayda, inşaatın gerçekleşme oranı, sözleşmedeki özel hükümler, tarafların kusur durumu ve zamanaşımı süreleri farklılık gösterebilir. Bu nedenle, sürecin en başından itibaren deneyimli bir inşaat hukuku avukatı ile hareket etmek; hakların tam ve eksiksiz kullanılmasını, maddi zararların eksiksiz tazmin edilmesini ve uzun yargı süreçlerinde güçlü bir hukuki strateji izlenmesini sağlar.

Sonuç olarak, İstanbul Tuzla Tepeören Orhanlı Aydınlı Pendik Bayramoğlu Kartal avukat desteği ile bu süreçlerin profesyonelce yürütülmesi, arsa sahiplerinin yatırımını koruması ve haklarını en etkin şekilde kullanabilmesi açısından büyük önem taşımaktadır.

Read More

Arsa Payı Karşılığı İnşaat Sözleşmesinin Feshi Şartları Nelerdir?

Giriş

Bu çalışma, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmelerinin hangi şartlar altında ve ne şekilde feshedilebileceğine ilişkin Yargıtay, Bölge Adliye Mahkemesi ve İlk Derece Mahkemesi kararlarının analizini sunmaktadır. İncelenen kararlar, bu tür sözleşmelerin feshinin tek taraflı irade beyanı ile mümkün olmadığını, feshin ancak tarafların iradelerinin birleşmesi veya haklı sebeplere dayanan bir mahkeme kararı ile gerçekleşebileceğini ortaya koymaktadır. Çalışma, feshin yöntemlerini, fesih için aranan haklı sebepleri ve feshin sonuçlarına ilişkin (geriye etkili ve ileriye etkili fesih) Yüksek Mahkeme’nin benimsediği kriterleri detaylı olarak incelemektedir.

1. Feshin Temel Kuralı: İrade Birliği veya Mahkeme Kararı

İncelenen tüm kararlarda ortak ve en temel ilke, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmelerinin tek taraflı irade beyanı ile feshedilemeyeceğidir. Bu sözleşmelerin karma yapısı (eser ve taşınmaz satış vaadi) ve arsa payı devrini içermesi, fesih için daha sıkı şartlar aranmasına neden olmaktadır. Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin bir kararında bu durum net bir şekilde ifade edilmiştir: “Arsa payı karşılığı inşaat yapım sözleşmeleri tapuda pay devrini de içerdiğinden tek taraflı irade beyanı ile karşı tarafın kabulü olmaksızın, başka bir ifade ile tarafların karşılıklı olarak mutabakatı olmaksızın feshi mümkün değildir. Bu halde fesih ve dönme ancak mahkeme kararı ile yapılabilecek ve hukuki sonuçlarını doğuracaktır.” (Yargıtay 15. HD – 2018/2958 E. – 2019/1737 K.).

Bu kuralın istisnası, tarafların fesih konusunda anlaşmalarıdır. Tarafların iradeleri birleştiğinde, sözleşme mahkeme kararına gerek kalmaksızın sona erer. Bazen bu irade birliği, açık bir fesih sözleşmesiyle olabileceği gibi, tarafların eylemleriyle de ortaya çıkabilir. Örneğin, bir tarafın fesih ihtarnamesine karşılık diğer tarafın feshe bağlı taleplerle (örneğin menfi/müspet zarar, imalat bedeli) dava açması, mahkemelerce “fesih iradelerinin birleşmesi” olarak yorumlanabilmektedir. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi’nin bir kararında bu durum şöyle açıklanmıştır: “…davacı yüklenici şirket, açtığı ilk davadaki kar kaybı, cezai şart alacağı ve iş bedeli istemleri ile sözleşmenin feshini kabul etmiş sayılır. Bu davanın açılmasıyla yüklenici şirket ile iş sahibi kooperatif yönünden sözleşmenin feshi konusunda iradeler birleşmiştir.” (BAM-İzmir 14. HD – 2020/956 E. – 2022/1096 K.).

2. Arsa Payı Karşılığı İnşaat Sözleşmesinin Mahkeme Yoluyla Fesih Sebepleri

Taraflar arasında anlaşma sağlanamadığında, fesih isteyen tarafın mahkemeye başvurarak haklı nedenlerini ispatlaması gerekir. Yargı kararlarında öne çıkan haklı fesih nedenleri şunlardır:

Yüklenicinin Temerrüdü: En sık karşılaşılan fesih sebebidir. Yüklenicinin sözleşmede belirtilen sürede inşaata hiç başlamaması veya inşaatı makul bir seviyeye getirmemesi, arsa sahibi için haklı bir fesih nedeni oluşturur. Yargıtay 6. Hukuk Dairesi, ruhsat alındıktan yaklaşık 23 ay sonra dahi arazinin “boş arsa olduğu, üzerinde herhangi bir inşaat faaliyeti bulunmadığı” tespiti üzerine verilen fesih kararını hukuka uygun bulmuştur (Yargıtay 6. HD – 2024/424 E. – 2025/981 K.). Benzer şekilde, inşaatın sözleşme süresi bitmesine rağmen çok düşük bir seviyede (%3 gibi) kalması da fesih için yeterli görülmüştür (Yargıtay 23. HD – 2014/7459 E. – 2014/8287 K.).

İfa İmkansızlığı ve Hukuka Aykırılık: İnşaatın projeye, imar mevzuatına veya ruhsata aykırı yapılması ve bu aykırılıkların giderilememesi, sözleşmenin ifasını imkânsız hale getirir. Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin onadığı bir kararda, belediyenin “plan ve yönetmeliğe aykırı binanın yasal hale getirilmesine imkan bulunmadığının belirtildiği ve bu nedenle iskan ruhsatı alınmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle sözleşmenin feshinin haklı olduğuna karar verilmiştir (Yargıtay 6. HD – 2022/520 E. – 2023/1722 K.).

3. Feshin Sonuçları ve İnşaat Seviyesinin Önemi

Fesih kararının en önemli sonucu, tasfiyenin nasıl yapılacağıdır. Yargıtay, bu noktada inşaatın fiziki gerçekleşme oranını temel bir kriter olarak kabul etmektedir.

Geriye Etkili Fesih: İnşaat seviyesi %90’ın altında ise kural olarak fesih geriye etkili sonuç doğurur. Bu durumda “sözleşme hiç yapılmamış (yok) farzedilerek hüküm doğuracağından taraflar karşılıklı olarak birbirlerine verdiklerini sebepsiz zenginleşme hükümlerince geri alabilir.” (BAM-İstanbul 15. HD – 2021/2543 E. – 2025/699 K.). Arsa sahibi, yükleniciye devrettiği tapuları geri alır; yüklenici ise yaptığı faydalı ve yasal imalatların bedelini talep edebilir.

İleriye Etkili Fesih: İnşaatın büyük ölçüde tamamlandığı durumlarda geriye etkili fesih, Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesindeki dürüstlük kuralına aykırı bulunabilir. Bu nedenle Yargıtay, bir içtihadı birleştirme kararına da atıfla, belirli bir seviyeye ulaşmış inşaatlarda feshin ileriye etkili olması gerektiğini kabul etmiştir. Bu seviye genellikle %90 olarak kabul edilmektedir. Yargıtay 23. Hukuk Dairesi bir kararında bu kriteri şöyle açıklamıştır: “inşaatın % 90 ve üzeri oranına ulaşması ve ayrıca kalan eksik işlerin de sözleşmede amaçlanan kullanıma engel oluşturmadığının belirlenmesi halinde ileriye etkili fesih koşullarının gerçekleştiği gözetilmeli, bu koşulların gerçekleşmemesi halinde ise sözleşmenin geriye etkili feshi koşullarının oluştuğu sonucuna varılmalıdır.” (Yargıtay 23. HD – 2013/3436 E. – 2013/5497 K.).

Sonuç

Yargı kararları ışığında, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesinin feshi, sıkı şekil ve usul kurallarına bağlanmış bir hukuki süreçtir. Sözleşmenin feshi için tek taraflı bir bildirim yeterli olmayıp, ya tarafların fesih konusunda mutabık kalması ya da fesih isteyen tarafın haklı nedenlerini mahkeme önünde ispatlayarak bir fesih kararı alması zorunludur. Yüklenicinin temerrüdü ve inşaatın yasal hale getirilemeyecek şekilde hukuka aykırı olması, en temel fesih nedenleri olarak öne çıkmaktadır. Feshin sonuçları ise inşaatın tamamlanma oranına göre belirlenmekte; %90 seviyesi, feshin geriye mi yoksa ileriye mi etkili olacağı konusunda kritik bir eşik olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle, fesih sürecinde olan tarafların ve avukatların, öncelikle fesih yöntemini doğru belirlemeleri, ardından inşaatın fiziki ve hukuki durumunu tespit ettirerek taleplerini bu çerçevede şekillendirmeleri büyük önem arz etmektedir. Bir makale önerisi.

Neden Uzman Avukat Desteği Gerekli?

Arsa payı karşılığı inşaat sözleşmelerinin feshi, yalnızca hukuki bilgi gerektiren bir işlem değil, aynı zamanda ciddi hak kayıplarına yol açabilecek karmaşık bir süreçtir. Bu tür sözleşmeler, eser sözleşmesi ile taşınmaz satış vaadi hükümlerini aynı anda barındırdığı için hem borçlar hukuku hem de taşınmaz hukuku açısından titiz bir hukuki değerlendirme gerektirir. Özellikle İstanbul, Tuzla, Tepeören, Aydınlı, Orhanlı, Pendik, Kartal, Gebze, Darıca ve Bayramoğlu gibi hızla gelişen bölgelerde gerçekleştirilen projelerde tarafların karşılaşabileceği riskler çok daha yüksektir. Bu bölgelerdeki arsa payı karşılığı inşaat projelerinde sözleşmenin yanlış feshedilmesi; tapu iptali ve tescil davaları, sebepsiz zenginleşmeden doğan tazminat yükümlülükleri veya yıllar sürebilecek uyuşmazlık süreçleri gibi ciddi sonuçlar doğurabilir.

Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarında da görüldüğü üzere, fesih iradesinin hangi şekilde ve hangi sürelerde açıklanacağı, haklı fesih sebeplerinin nasıl ispatlanacağı ve fesih sonrası yapılacak tasfiye işlemlerinin nasıl yürütüleceği son derece teknik detaylar içermektedir. Bu noktada, inşaatın tamamlanma oranının tespit edilmesi, imalat bedelinin belirlenmesi ve sebepsiz zenginleşme hükümlerine dayalı alacak taleplerinin hazırlanması gibi işlemler yalnızca bu alanda uzmanlaşmış bir inşaat hukuku avukatı tarafından doğru şekilde yönetilebilir.

Özellikle İstanbul’un Tuzla, Pendik, Kartal hattında ya da sanayi ve konut projelerinin yoğunlaştığı Gebze, Darıca, Bayramoğlu ve Tepeören gibi bölgelerde faaliyet gösteren tarafların, haklarını koruyabilmeleri için mutlaka bu alanda tecrübeli bir arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi avukatından profesyonel hukuki danışmanlık almaları önerilir. Uzman bir avukat desteği, sadece mevcut hak ve yükümlülüklerin doğru tespitini sağlamakla kalmaz; aynı zamanda dava stratejisinin etkin şekilde planlanmasına, ileride doğabilecek hukuki uyuşmazlıkların önlenmesine ve yatırımın güvence altına alınmasına da katkı sağlar.

Read More

Arsa Payı Karşılığı İnşaat Sözleşmesinde İnşaata Başlanamaması veya Gecikmesi Halinde Ortaya Çıkan Hukuki Sonuçların Yargı Kararları Işığında İncelenmesi

Giriş

Bu çalışma, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmelerinde yüklenicinin inşaata hiç başlamaması, zamanında başlamaması veya inşaatı kararlaştırılan sürede tamamlayamaması durumlarında arsa sahibinin sahip olduğu hakları ve yüklenicinin karşılaşabileceği hukuki sonuçları, sunulan Yargıtay, Bölge Adliye Mahkemesi ve İlk Derece Mahkemesi kararları temelinde analiz etmektedir. İncelemeler, arsa sahibinin temel olarak iki ana yola başvurabildiğini göstermektedir: sözleşmeyi ayakta tutarak gecikmeden doğan zararlarının tazminini talep etmek veya belirli koşullar altında sözleşmeyi feshetmek.

Yargı kararları incelendiğinde, inşaatın gecikmesi veya hiç başlamaması durumunda ortaya çıkan sonuçlar üç ana başlık altında toplanabilir. Arsa sahibinin hakları, yüklenicinin sorumluluğunu etkileyen haller ve önemli usuli detaylar.

1. Arsa Sahibinin Hakları

İncelenen kararlar, yüklenicinin temerrüdü halinde arsa sahibine çeşitli haklar tanımaktadır. Bu haklar, zararın tazmininden sözleşmenin sona erdirilmesine kadar geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır.

Gecikme Tazminatı Talebi: Yargı kararlarında en sık karşılaşılan sonuç, arsa sahibinin gecikmeden kaynaklanan zararının tazminini talep etme hakkıdır. Bu tazminat genellikle iki şekilde ortaya çıkmaktadır:

Kira Kaybı (Kira Tazminatı): Yüklenicinin inşaatı zamanında teslim etmemesi nedeniyle arsa sahibinin mahrum kaldığı kira gelirinin tazminidir. Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin 2010/3371 E. sayılı kararında, “…31.01.2003 ilâ 30.09.2003 tarihleri arasında geçen dönem için davacıya ait bağımsız bölümlerin kira kaybının bilirkişiden ek rapor alınarak hesaplattırılıp hüküm altına alınması gerekirken…” ifadesiyle bu hak açıkça belirtilmiştir.

Sözleşmesel Ceza (Cezai Şart): Taraflar sözleşmede gecikme durumunda ödenecek sabit bir bedel kararlaştırabilirler. İzmir 4. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2018/249 E. sayılı kararında, sözleşmedeki “…geciken her ay için 7.500,00 USD gecikmenin davalı tarafından arsa sahibine ödeneceği” hükmüne dayanılarak yüklenicinin cezai şart ödemesine karar verilmiştir.

Sözleşmenin Feshi Talebi: Gecikmenin niteliğine veya inşaata hiç başlanmamasına bağlı olarak arsa sahibi sözleşmeyi feshetme hakkına sahiptir.

İnşaata Hiç Başlanmaması veya Tamamlanmasının İmkansız Hale Gelmesi: Yüklenicinin makul sürede inşaata başlamaması veya inşaatın seyrine göre zamanında bitirilemeyeceğinin açıkça anlaşılması, arsa sahibine sözleşmeyi feshetme hakkı verir. Karşıyaka Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2020/206 E. sayılı kararında bu durum, Türk Borçlar Kanunu’na atıfla şöyle açıklanmıştır: “…yüklenicinin işi kararlaştırılan zamanda bitiremeyeceği açıkça anlaşılırsa, işsahibi teslim için belirlenen günü beklemek zorunda olmaksızın sözleşmeden dönebilir (TBK.m.473/1)”. Benzer şekilde, inşaatın çok düşük bir seviyede kalması ve yüklenicinin işi terk etmesi de fesih sebebidir (Yargıtay 23. HD, 2012/6070 E.).

Feshin Niteliği (Geriye veya İleriye Etkili Fesih): Fesih, inşaatın tamamlanma oranına göre geriye veya ileriye etkili olabilir. İnşaatın büyük ölçüde tamamlanmadığı durumlarda genellikle “geriye etkili fesih” kararı verilir. Bu durumda sözleşme baştan itibaren geçersiz sayılır. İstanbul Anadolu 6. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2018/191 E. sayılı kararında belirtildiği gibi, “geriye etkili fesihte sözleşme ortadan kalktığı için cezai şart alacağının istenemeyeceği” gibi sonuçlar doğurur. İnşaatın önemli ölçüde tamamlandığı durumlarda ise “ileriye etkili fesih” gündeme gelebilir ve bu durumda yüklenici yaptığı iş oranında pay alabilirken, arsa sahibi gecikme tazminatı gibi taleplerde bulunabilir (Yargıtay 23. HD, 2015/5466 E.).

2. Yüklenicinin Sorumluluğunu Etkileyen Haller ve Savunmaları

Yüklenicinin gecikmeden kaynaklanan sorumluluğu mutlak değildir. Yargı kararları, gecikmenin nedenlerini dikkatle incelemekte ve bazı durumları yüklenici lehine yorumlamaktadır.

Arsa Sahibinden Kaynaklanan Sebepler: Gecikmenin nedeni arsa sahibinin kendi yükümlülüklerini (örneğin, arsayı inşaata elverişli halde teslim etme) yerine getirmemesi ise, yükleniciye kusur atfedilemez. Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin 2010/1192 E. sayılı kararında, “Arsa teslim edilmeden inşaat yapılamayacağına göre davalı yüklenicinin sözleşme tarihinden itibaren inşaata başlaması beklenemez” denilerek bu ilke vurgulanmıştır.

Haklı Gecikme Nedenleri ve Mücbir Sebepler: Projede yapılan tadilatlar, imar planı değişiklikleri gibi idari işlemlerden kaynaklanan gecikmeler veya pandemi gibi mücbir sebepler, inşaat süresine eklenmesi gereken haklı nedenler olarak kabul edilebilir. Yargıtay 23. Hukuk Dairesi’nin 2017/2074 E. sayılı kararında, “…imar plan tadilatının idari işlemleri için geçen sürenin… inşaat süresine eklenmesi ve buna göre gecikme süresinin tespiti ve tazminatın hesaplanması gerekir” denilmiştir.

Mahsup Talepleri: Yüklenicinin, sözleşme dışı yaptığı fazla imalatların bedelini, arsa sahibinin talep ettiği gecikme tazminatından mahsup etme hakkı bulunabilir (Yargıtay 23. HD, 2015/1640 E.).

3. Önemli Usuli ve Hukuki Detaylar

Zamanaşımı: Gecikme tazminatı taleplerinde zamanaşımı süresi, Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına göre büyük önem taşımaktadır. Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin 2020/2311 E. sayılı kararında bu kritik kural şöyle ifade edilmiştir: “Eser sözleşmesi feshedilmediği sürece arsa sahibi, gecikme tazminatını alarak ifayı bekleyebileceğinden eser teslim edilmediği ve sözleşme ifa ile sonuçlanmadığı sürece teslimi gereken tarih geçmesine rağmen zamanaşımı süresi işlemeye başlamayacaktır. Buna göre, 5 yıllık zamanaşımı süresi, inşaatın fiilen teslim edildiği tarihten itibaren başlar.

Yüklenicinin Hak Kayıpları: İnşaatı süresinde ve usulüne uygun tamamlayamayan yüklenici, sözleşme gereği kendisine düşecek arsa payını veya bağımsız bölümlerin tescilini talep etme hakkını kaybeder. Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 2022/3254 E. sayılı kararında, “…önce kendi edimini yerine getirmeyen yüklenici davalı taraftan bağımsız bölüm tescilini isteyemeyeceği, yüklenicinin tapu iptali ve tescil talebine hak kazanmadığı” belirtilmiştir.

Temerrüt İçin İhtar: Gecikme tazminatı için faiz talep edilebilmesi, genellikle yüklenicinin noter kanalıyla gönderilen bir ihtarname ile temerrüde düşürülmesine bağlıdır. İhtarname tarihinden önceki dönem için temerrüt faizi istenemeyebilir (Yargıtay 23. HD, 2016/899 E.).

İnceleme ve Değerlendirme

İncelenen yargı kararları, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmelerinde “süre” unsurunun kritik önem taşıdığını göstermektedir. Yüklenicinin inşaata zamanında başlamaması veya geciktirmesi, arsa sahibi için tazminat ve fesih gibi güçlü hukuki imkanlar doğurmaktadır. Mahkemeler, gecikme tazminatını hesaplarken genellikle mahrum kalınan kira geliri veya sözleşmede kararlaştırılan cezai şartı esas almaktadır.

Bununla birlikte, mahkemelerin karar verirken mekanik bir yaklaşım sergilemediği, gecikmenin ardındaki nedenleri (kusur analizi) detaylıca araştırdığı görülmektedir. Arsa sahibinin kusuru, idari engeller, projede yapılan değişiklikler ve mücbir sebepler gibi unsurlar, yüklenicinin sorumluluğunu ortadan kaldırabilmekte veya azaltabilmektedir. Özellikle sözleşmenin feshi gibi ağır bir sonuç talep edildiğinde, mahkemeler inşaatın tamamlanma oranını, yüklenicinin niyetini ve tarafların menfaat dengesini dikkatle gözetmektedir.

Sonuç

Arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesinde inşaata başlanamaması veya gecikmesi durumunda arsa sahibinin başvurabileceği hukuki yollar ve sonuçları şunlardır:

Tazminat Talebi: Arsa sahibi, sözleşmeyi ayakta tutarak, gecikilen süre için mahrum kaldığı kira bedelini veya sözleşmede kararlaştırılmışsa gecikme cezasını (cezai şart) talep edebilir.

Sözleşmenin Feshi: İnşaata hiç başlanmaması, işin terk edilmesi veya inşaatın zamanında bitirilemeyeceğinin açıkça anlaşılması gibi durumlarda arsa sahibi sözleşmeyi feshedebilir. Feshin sonuçları (geriye veya ileriye etkili olması), inşaatın tamamlanma seviyesine göre belirlenir.

Yüklenicinin Hak Kaybı: Edimini yerine getirmeyen yüklenici, sözleşme uyarınca kendisine devredilmesi gereken arsa payı veya bağımsız bölümler üzerindeki tescil hakkını kaybeder.

Bu hakların kullanımı, gecikmenin nedenlerine, tarafların kusur durumuna ve sözleşme hükümlerine bağlıdır. Yargı kararları, her somut olayın kendi koşulları içinde değerlendirilmesi gerektiğini ve özellikle sözleşme hükümlerinin uyuşmazlığın çözümünde birincil referans olduğunu ortaya koymaktadır. Bir makale önerisi.

Neden Uzman Avukat Desteği Gerekli?

Arsa payı karşılığı inşaat sözleşmeleri, hem eser sözleşmesinin hem de taşınmaz hukukunun unsurlarını içeren karma ve teknik yapılı sözleşmelerdir. Bu nedenle, özellikle İstanbul, Tuzla, Pendik, Aydınlı, Orhanlı, Tepeören ve Gebze gibi bölgelerde hızla gelişen inşaat projelerinde, hak kaybı yaşanmaması ve sözleşme sürecinin hukuka uygun şekilde yürütülmesi açısından uzman bir avukat desteği hayati önem taşır.

Bu tür uyuşmazlıklarda küçük bir usuli hata bile, sözleşmenin geçersiz sayılmasına veya ciddi maddi kayıplara yol açabilir. Gecikme, inşaata başlanmaması veya sözleşmenin feshi gibi durumlarda; ihtar sürelerinin doğru belirlenmesi, zamanaşımı risklerinin önlenmesi, cezai şart taleplerinin hukuka uygun şekilde hazırlanması ve mahkemeye sunulacak delillerin eksiksiz oluşturulması profesyonel hukuki yardım gerektirir.

Ayrıca mahkemeler karar verirken; inşaatın ilerleme oranı, tarafların kusur oranı, mücbir sebep iddiaları ve sözleşme hükümleri gibi birçok unsuru birlikte değerlendirir. Bu sebeple, her somut olayda doğru hukuki stratejinin belirlenmesi ve sözleşmenin feshi halinde bunun geriye mi yoksa ileriye etkili mi sonuç doğuracağı gibi kritik konuların önceden öngörülmesi yalnızca bu alanda deneyimli bir arsa payı sözleşmeleri avukatı tarafından sağlanabilir.

Sonuç olarak, İstanbul Tuzla Pendik Aydınlı Orhanlı Gebze Tepeören avukat arayışında olan arsa sahiplerinin, sürecin başından itibaren profesyonel destek alması; hem gecikmeden doğan zararlarını eksiksiz talep edebilmesi hem de yüklenicinin olası savunmalarına karşı güçlü bir hukuki konum elde edebilmesi açısından büyük önem taşır.

Read More

Kat malikleri kurulu kararı nasıl iptal ettirilir?

Giriş

Bu çalışma, kat malikleri kurulu kararlarının iptal edilme usul ve esaslarını, sunulan Yargıtay kararları ışığında analiz etmek amacıyla hazırlanmıştır. Çalışma, 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu (KMK) çerçevesinde bir kat malikleri kurulu kararının iptali için kimlerin dava açabileceği, dava açma süreleri, görevli mahkeme, iptal sebepleri ve yargılama sürecinde dikkat edilmesi gereken usuli gereklilikler gibi temel konuları incelemektedir. Analiz, Yargıtay’ın konuya ilişkin yaklaşımını, özellikle usul ve esas yönünden aradığı şartları ortaya koymaktadır.

1. Dava Açma Şartları: Hak Sahibi ve Süreler

Kat malikleri kurulu kararlarının iptali için dava açma hakkı ve süreleri, KMK’nın 5711 sayılı Kanun’la değişik 33. maddesinde açıkça düzenlenmiştir. Yargıtay kararları bu düzenlemeyi titizlikle uygulamaktadır. Buna göre, dava açma hakkı herkese tanınmış bir hak değildir. Yargıtay 18. Hukuk Dairesi’nin 2013/11037 E. sayılı kararında belirtildiği gibi, "kat malikleri kurulunun kararlarının iptalini ancak toplantıya katılıp alınan karar aleyhine oy kullanan kat maliki isteyebilir." Aynı şekilde, 2012/12039 E. sayılı kararda da toplantıya katılıp olumlu oy veren davacının dava açma ehliyetinin bulunmadığına hükmedilmiştir.

Dava açma süreleri ise hak düşürücü niteliktedir. Yargıtay 20. Hukuk Dairesi’nin 2017/3606 E. sayılı kararında bu süreler net bir şekilde ifade edilmiştir: "Kat malikleri kurulunca verilen kararlar aleyhine, kurul toplantısına katılan ancak 32. madde hükmü gereğince aykırı oy kullanan her kat maliki karar tarihinden başlayarak bir ay içinde, toplantıya katılmayan her kat maliki kararı öğrenmesinden başlayarak bir ay içinde ve her halde karar tarihinden başlayarak altı ay içinde anagayrimenkulün bulunduğu yerdeki sulh mahkemesine iptal davası açabilir."

Bu kuralın en önemli istisnası, kararın yok hükmünde veya mutlak butlanla batıl olmasıdır. Yargıtay 18. Hukuk Dairesi’nin 2011/12081 E. sayılı kararında bu durum, "kat malikleri kurulu kararlarının yok veya mutlak butlanla hükümsüz sayıldığı durumlarda süre koşulu aranmaz" şeklinde vurgulanmıştır. Bu nedenle mahkemeler, öncelikle kararın niteliğini (iptal edilebilir mi, yoksa batıl mı) tespit etmelidir.

2. İptal Davasının Konusu: Kat Malikleri Kurulu ve Yönetim Kurulu Kararları Ayrımı

Yargıtay kararlarında dikkat çeken önemli bir ayrım, kat malikleri kurulu kararları ile yönetim kurulu kararları arasındadır. Doğrudan iptal davasına konu edilebilecek olanlar yalnızca kat malikleri kurulu kararlarıdır. Yargıtay 18. Hukuk Dairesi’nin 2010/331 E. sayılı kararına göre, "iptal davasına konu edilmesi mümkün bulunmayan, sitenin yönetim kurulunca alınmış olan yönetim kurulu kararlarının iptaline ilişkin davanın kat malikleri kurulunca incelenip bir sonuca da bağlanmadığı dikkate alınarak" davanın reddedilmesi gerekir. Bu içtihat, yönetim kurulu kararlarının öncelikle bir üst organ olan kat malikleri kurulunun denetimine sunulması gerektiğini, ancak bu kuruldan çıkacak nihai karara karşı yargı yoluna başvurulabileceğini göstermektedir.

3. İptal Sebepleri ve Yargılamada Usul

İptal sebepleri, toplantının usulüne uygun yapılmamasından (çağrı, yeter sayı vb.) veya alınan kararın içeriğinin hukuka aykırı olmasından kaynaklanabilir.

Usuli Aykırılıklar: Yargıtay, toplantı çağrısının usulüne uygun yapılmasını önemsemektedir. Örneğin, olağanüstü toplantılarda KMK m. 29’daki 15 günlük süreye ve çağrı usulüne uyulmaması, Yargıtay 20. Hukuk Dairesi’nin 2018/2570 E. sayılı kararına göre tek başına iptal sebebidir. Benzer şekilde, toplantı yeter sayısının sağlanamaması (Yargıtay 20. HD, 2017/2081 E.) veya vekaletnamelerdeki usulsüzlükler (Yargıtay 18. HD, 2009/11792 E.) de iptal nedenidir.

Esasa İlişkin Aykırılıklar: Kararların kanuna veya yönetim planına aykırı olması temel iptal sebebidir. Yargıtay 20. Hukuk Dairesi’nin 2020/329 E. sayılı kararında, yönetim planında oybirliği aranan bir konuda bu nisap sağlanmadan yapılan işlemin hukuka aykırı olduğu ve kaldırılması gerektiği belirtilmiştir.

Yargılama sırasında mahkemenin eksik inceleme yapmaması kritik öneme sahiptir. Yargıtay, birçok kararında mahkemelerin toplaması gereken delilleri sıralamıştır. Yargıtay 18. Hukuk Dairesi’nin 2015/5270 E. sayılı kararında bu belgeler; "karar defteri... çağrı belgelerinin, hazirun listelerinin ve gündemin, kat malikleri kurulu toplantısında vekil ile temsil edilen kat maliklerinin varsa vekaletnamelerinin... anataşınmazdaki tüm bağımsız bölümleri ve maliklerini gösteren tapu kayıtlarının" getirtilmesi olarak sayılmıştır. Bu deliller toplanmadan verilen kararlar, eksik inceleme nedeniyle bozulmaktadır.

4. Kararın Etkisi ve Hükmün Kapsamı

Bir kat malikleri kurulu kararı, mahkemece iptal edilmediği sürece geçerlidir ve tüm kat maliklerini bağlar (Yargıtay 18. HD, 2012/13753 E.). Mahkemenin vereceği iptal kararı ise kural olarak sadece davacı için değil, tüm kat malikleri için sonuç doğurur. Yargıtay 18. Hukuk Dairesi’nin 2013/17664 E. sayılı kararında, iptal hükmünün "sadece davacı bakımından hüküm doğuracak şekilde hüküm kurulması"nın doğru olmadığı ifade edilmiştir. Ayrıca, mahkemenin görevi kararı iptal etmekle sınırlıdır; iptal kararının yanı sıra "infazda tereddüt oluşturacak şekilde davacının sorumlu olacağı miktarın da belirlenmesi" (Yargıtay 20. HD, 2017/8317 E.) doğru bulunmamıştır.

Sonuç

Yargı kararları ışığında, kat malikleri kurulu kararının iptali süreci sıkı usul ve esas kurallarına bağlanmıştır. Dava açma hakkı, süreleri, görevli mahkeme ve dava konusu edilebilecek kararların niteliği gibi konularda KMK hükümleri ve Yargıtay içtihatları belirleyicidir. Özellikle, yönetim kurulu kararlarına karşı doğrudan dava açılamayacağı ve yok hükmündeki kararlar dışındaki iptal davalarının hak düşürücü sürelere tabi olduğu hususları öne çıkmaktadır. Başarılı bir iptal davası için, usulüne uygun açılmış bir davada, toplantı veya kararın kanuna ve yönetim planına aykırılığının mahkemece talep edilen deliller ışığında somut olarak ispatlanması gerekmektedir.

Neden Uzman Avukat Desteği Gereklidir?

Kat malikleri kurulu kararlarının iptali, yalnızca temel hukuk bilgisiyle çözülebilecek bir mesele değildir; ciddi usuli bilgi, deneyim ve stratejik hukuki destek gerektirir. Bu nedenle hem dava sürecinin eksiksiz ve hatasız yürütülmesi hem de mülkiyet haklarının korunması açısından profesyonel avukat desteği büyük önem taşır. Özellikle İstanbul, Tuzla, Pendik, Kartal, Maltepe, Tepeören ve çevresinde bulunan apartman ve site yönetimlerine ilişkin uyuşmazlıklarda, sürecin yanlış yönetilmesi önemli hak kayıplarına yol açabilir. Bir yazı önerisi.

Bu süreçte;

Kat malikleri kurulu kararlarına karşı iptal davası açılması,

Hak düşürücü sürelerin doğru hesaplanması ve zamanında başvuru yapılması,

Kararların usule veya yönetim planına aykırılığının tespit edilerek delillerle ispatlanması,

Yargıtay içtihatları ve Kat Mülkiyeti Kanunu (KMK) çerçevesinde etkili hukuki savunma stratejisi oluşturulması,

gibi adımların her biri yüksek düzeyde uzmanlık gerektirir.

Bir kat malikleri kurulu avukatı, davanın hukuka uygun şekilde yürütülmesini sağlamak, usuli eksikliklerin davayı olumsuz etkilemesinin önüne geçmek ve hak düşürücü süreler nedeniyle hak kaybı yaşanmasını engellemek açısından kritik rol oynar.

Özellikle İstanbul, Tuzla, Pendik, Kartal, Maltepe ve Tepeören bölgelerinde görev yapan deneyimli avukatlar, kat malikleri kurulu kararlarına karşı açılacak davalarda mülkiyet hakkının korunması, hukuka aykırı kararların iptali ve ortak alanlar, aidat yükümlülükleri veya yönetim kararlarındaki usulsüzlüklerin ortadan kaldırılması için kapsamlı hukuki destek sunar. Böylece yalnızca davacı değil, tüm kat maliklerinin hakları güvence altına alınır.

Read More

Çocuğun velayeti nasıl belirlenir, kişisel ilişki kurulması hakkı nasıl işler?

Giriş

Bu çalışma, çocuğun velayetinin belirlenmesi ve velayet hakkı verilmeyen ebeveyn ile çocuk arasında kişisel ilişki (ziyaret/görüş hakkı) kurulmasının esaslarını, sunulan Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi kararları ışığında analiz etmektedir. Analiz edilen kararlar, velayet ve kişisel ilişki düzenlemelerinde temel ve vazgeçilmez ilkenin “çocuğun üstün yararı” olduğunu tutarlı bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu ilke, çocuğun bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlaki ve toplumsal gelişiminin en iyi şekilde sağlanmasını hedefler ve ebeveynlerin yararları ile çatıştığında çocuğun yararına öncelik tanınmasını gerektirir.

Temel İlke “Çocuğun Üstün Yararı”dır: Tüm kararlarda velayet ve kişisel ilişki düzenlemelerinin merkezinde çocuğun menfaati yer almaktadır. Ebeveynlerin kusur durumu, sosyal ve ekonomik konumları gibi faktörler, ancak çocuğun üstün yararını etkilediği ölçüde dikkate alınır (Yargıtay 2. HD, 2016/16043; 2023/8381).

Velayet Kararında Çok Yönlü Değerlendirme Esastır: Mahkemeler karar verirken; idrak çağındaki çocuğun görüşü, yaşı (özellikle anne bakım ve şefkatine muhtaç olup olmadığı), kardeşlerin birbirinden ayrılmaması, ebeveynlerin yaşam koşulları, velayet görevini fiilen yerine getirme durumları ve uzman (psikolog, pedagog, sosyal çalışmacı) raporları gibi birçok faktörü bütüncül olarak değerlendirmektedir.

Kişisel İlişki (Ziyaret Hakkı) Bir Yükümlülük ve Haktır: Mahkemenin, velayeti bir ebeveyne verirken diğer ebeveyn ile çocuk arasında kişisel ilişki kurması yasal bir zorunluluktur. Bu düzenlemenin yapılmaması bozma sebebidir (Yargıtay 2. HD, 2007/10304; 2010/16249).

Kişisel İlişki Anlamlı ve Uygulanabilir Olmalıdır: Kurulan kişisel ilişki, velayeti olmayan ebeveynin ebeveynlik duygularını tatmin etmeye elverişli, yeterli süreyi kapsayan (yatılı kalma dahil) ve infazda güçlük yaratmayacak şekilde olmalıdır. Refakatçi veya üçüncü bir kişinin gözetimi gibi kısıtlamalar, ancak zorunlu hallerde ve çocuğun üstün yararı gerektirdiğinde uygulanabilir (Yargıtay 2. HD, 2017/6964; 2014/12649).

Kararlar Değişen Koşullara Göre Yeniden Düzenlenebilir: Velayet ve kişisel ilişkiye dair kararlar kesin hüküm teşkil etmez. Çocuğun yaşı, eğitimi, sağlık durumu veya ebeveynlerin koşullarındaki önemli değişiklikler, bu kararların yeniden düzenlenmesi için dava açılmasına olanak tanır (Yargıtay 2. HD, 2016/14596).

A. Velayetin Belirlenmesindeki Kriterler

Yargı kararları, velayet düzenlemesinin salt ebeveynler arası bir çekişme olmadığını, asıl olanın çocuğun geleceği olduğunu vurgulamaktadır. Bu kapsamda mahkemelerin dikkate aldığı temel kriterler şunlardır:

Çocuğun Üstün Yararı İlkesi: Bu ilke, soyut bir kavramdan öte, somut olgularla desteklenmelidir. Yargıtay, bu ilkeyi şu şekilde tanımlamaktadır: “Çocuğun üstün yararını belirlerken; onun bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlaki ve toplumsal gelişiminin sağlanması amacı gözetilir. Ana ve babanın yararları, boşanmadaki kusurları, ahlaki değer yargıları, sosyal konumları gibi durumları, çocuğun üstün yararını etkilemediği ölçüde göz önünde tutulur.” (Yargıtay 2. HD, 2015/23134).

Çocuğun Görüşünün Alınması: Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne de atıf yapılan kararlarda, idrak çağına gelmiş çocuğun kendisini doğrudan ilgilendiren velayet konusunda görüşünün alınması ve bu görüşe önem verilmesi gerektiği belirtilmektedir. Mahkeme, çocuğun beyanına bağlı olmasa da, bu beyanın aksine karar verecekse bunu gerekçelendirmelidir (Yargıtay 2. HD, 2013/2558; 2015/22526).

Kardeşlerin Ayrılmaması: Yargı içtihatlarında, kardeşlerin birlikteliğinin ruhsal gelişimleri üzerindeki olumlu etkisi nedeniyle, üstün yararları aksini gerektirmedikçe kardeşlerin velayetinin aynı ebeveyne verilmesi gerektiği kabul edilmektedir (Yargıtay 2. HD, 2013/9516). Kardeşlerin birbirini görmesini engelleyecek nitelikteki kişisel ilişki düzenlemeleri de hukuka aykırı bulunmaktadır (Yargıtay 2. HD, 2013/11409).

Fiili Durum ve Uzman Raporları: Mahkemeler, çocuğun dava süresince kiminle kaldığı, mevcut düzeninden memnun olup olmadığı gibi fiili durumları ve ebeveynlerin barınma, sosyal ve psikolojik durumlarını değerlendiren uzman raporlarını kararlarında önemli bir delil olarak kullanmaktadır (Yargıtay 2. HD, 2016/10419; 2014/12939).

B. Kişisel İlişki (Ziyaret Hakkı) Hakkının Düzenlenmesi

Kişisel ilişki, sadece velayet sahibi olmayan ebeveynin bir hakkı değil, aynı zamanda çocuğun diğer ebeveyniyle bağını sürdürmesi için gerekli olan ve çocuğun üstün yararına hizmet eden bir kurumdur.

Amacı ve Kapsamı: Kişisel ilişkinin amacı, Yargıtay tarafından “çocuğun fikri ve bedeni gelişiminin sağlanması yanında, annelik ve babalık duygularının da tatminini sağlamaktır.” (Yargıtay 2. HD, 2014/12649) şeklinde ifade edilmiştir. Bu amaca hizmet etmeyen, çok kısa süreli veya kısıtlı düzenlemeler bozma nedeni sayılmaktadır. Kararlarda, özellikle çocuğun yaşının uygun olması halinde yatılı kalmayı da içeren, babalık/annelik duygularını tatmine elverişli ve yeterli süreli bir ilişki kurulması gerektiği vurgulanmaktadır (Yargıtay 2. HD, 2016/9556; 2023/6891).

Refakatsiz ve Doğrudan İlişki Esası: Kişisel ilişkinin, velayet sahibi ebeveynin veya bir başkasının refakati ya da gözetimi altında kurulması istisnai bir durumdur. Yargıtay, bu tür bir düzenlemenin “çocuk ile velayet kendisinde olmayan baba arasındaki bağların güçlendirilmesi amacına aykırı düşeceğini” belirterek, “anne veya annenin belirleyeceği refakatçi eşliğinde” kurulan bir kişisel ilişki hükmünü bozmuş ve bu ifadeyi karardan çıkarmıştır (Yargıtay 2. HD, 2017/6964).

Belirli ve İnfaz Edilebilir Olma Zorunluluğu: Mahkeme kararlarının infazda şüpheye yer vermeyecek şekilde açık ve net olması gerekir. Kişisel ilişkinin hangi gün ve saatlerde başlayıp biteceğinin hükümde açıkça gösterilmesi zorunludur. Yargıtay, “Velayeti anneye bırakılan çocukla davalı arasındaki kişisel ilişkinin hangi günlerde ve ne kadar süreyle tesis edildiğinin karar yerinde gösterilmeyerek yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır.” diyerek bu ilkenin önemini vurgulamıştır (Yargıtay 2. HD, 2007/10304). Kararlarda genellikle hafta sonları, dini ve milli bayramlar, sömestr ve yaz tatilleri için detaylı ve somut takvimler belirlenmektedir (Yargıtay 2. HD, 2023/10193; 2017/4354).

Geleceğe Yönelik Kademeli Düzenleme Yapılamaması: Mahkemeler, mevcut koşullara göre bir karar vermelidir. Gelecekte değişebilecek koşullar varsayılarak şimdiden kademeli (örneğin çocuğun yaşı ilerledikçe artacak şekilde) bir kişisel ilişki düzenlemesi yapılması hukuka uygun bulunmamıştır. Yargıtay, “gelecek yıllardaki koşullar önceden bilinemeyeceğinden, şimdiden müşterek çocuk ile davalı baba arasında kademeli bir şekilde kişisel ilişki düzenlenmiş olması isabetsiz olup, bozmayı gerektirmiştir.” (Yargıtay 2. HD, 2016/14596).

Sonuç

İncelenen yargı kararları, velayet ve kişisel ilişki konularında Türk hukukunun benimsediği yaklaşımın “çocuk merkezli” olduğunu net bir şekilde göstermektedir. Mahkemeler, ebeveynlerin taleplerinden ve aralarındaki çekişmeden ziyade, çocuğun fiziksel, duygusal ve sosyal gelişimini en üst düzeyde güvence altına alacak çözümleri bulmakla yükümlüdür. Bu süreçte, çocuğun yaşına uygun olarak görüşünün alınması, kardeşleriyle bağının korunması ve uzman görüşlerinden faydalanılması, adil ve çocuğun yararına bir karar verilmesinin temel taşlarını oluşturmaktadır. Kişisel ilişki hakkı ise, velayeti alamayan ebeveyn için bir teselli ödülü değil, çocuğun her iki ebeveyniyle de sağlıklı ve düzenli bir ilişki kurma hakkının bir parçası olarak görülmekte ve bu hakkın anlamlı, yeterli ve uygulanabilir bir şekilde tesis edilmesi gerektiği istikrarlı bir şekilde vurgulanmaktadır. Bir yazı önerisi.

Neden Uzman Bir Aile Hukuku Avukatının Desteği Gereklidir?

Velayet ve kişisel ilişki davaları, yalnızca hukuki bilgiyle değil, aynı zamanda psikolojik ve sosyal unsurların hassas değerlendirmesiyle yürütülmesi gereken karmaşık süreçlerdir. Çocuğun üstün yararının doğru şekilde ortaya konulması, delillerin eksiksiz sunulması ve mahkemede etkili savunma yapılabilmesi için bu alanda uzman bir aile hukuku avukatı ile çalışmak büyük önem taşır.

Özellikle İstanbul, Tuzla, Pendik, Kartal, Gebze, Tepeören, İçmeler, Aydınlı, Bayramoğlu ve Şifa Mahallesi gibi bölgelerde görülen velayet ve kişisel ilişki davalarında; yerel mahkeme uygulamalarını ve içtihatları bilen deneyimli bir velayet avukatı sürecin doğru yönetilmesini sağlar. Profesyonel bir Tuzla avukatı veya Gebze aile hukuku avukatı, hem çocuğun üstün yararını gözeten hem de tarafların haklarını koruyan bir yol haritası oluşturur.

Doğru hukuki strateji, çocuğun geleceği üzerinde doğrudan etkili olacağından, bu alanda tecrübeli bir aile hukuku avukatından destek almak hem ebeveynler hem de çocuk açısından en sağlıklı yaklaşım olacaktır.

Read More

Kiracı aidat ödemezse ne olur?

Giriş

Bu çalışma, kiracının kira sözleşmesi kapsamında üstlendiği ortak giderleri (aidat) ödememesi durumunda ortaya çıkan hukuki sonuçları, Yargıtay, Bölge Adliye Mahkemesi ve İlk Derece Mahkemesi kararları ışığında analiz etmektedir. İnceleme, kiracının sorumluluğunun kaynağı, kiraya verenin alacak talebinde bulunabilme koşulları, ödememenin yaptırımları ve Kat Mülkiyeti Kanunu (KMK) ile Türk Borçlar Kanunu (TBK) arasındaki ilişki gibi temel konulara odaklanmaktadır.

Sorumluluğun Temeli Kira Sözleşmesidir: Kiracının aidat ödeme yükümlülüğü, öncelikle taraflar arasında akdedilen kira sözleşmesinin özel şartlarından doğmaktadır. Sözleşmede bu yönde açık bir hüküm bulunması, sorumluluğun birinci dayanağıdır.

Kiraya Verenin Rücu Hakkı Koşula Bağlıdır: Yargıtay’ın istikrar kazanmış içtihatlarına göre, kiraya verenin (ev sahibi), kiracının ödemediği aidat bedelini ondan talep edebilmesi için, öncelikle bu bedeli kendisinin apartman veya site yönetimine ödemiş olması gerekmektedir. Bu ödeme yapılmadan kiracıya karşı başlatılan takip veya açılan dava reddedilmektedir.

Ödememenin Yaptırımları Ağırdır: Kiracının aidat borcunu ödememesi, TBK kapsamında “yan gider” borcunun ihlali sayılmakta ve temerrüt nedeniyle tahliye sebebi oluşturabilmektedir. Ayrıca kiraya veren veya yönetim, icra takibi başlatarak alacağın tahsilini ve gecikme tazminatı talep edebilir.

Kat Mülkiyeti Kanunu’ndan Doğan Sorumluluk: KMK Md. 22 uyarınca kiracı, aidat borcundan dolayı kat maliki ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur. Ancak bu sorumluluk, kiracının ödemekle yükümlü olduğu kira bedeli ile sınırlıdır ve yaptığı ödeme kira borcundan düşülür.

“Aidat” Kavramının Sınırları Vardır: Kiracının sorumluluğu, kiralananın olağan kullanımıyla ilgili giderlerle sınırlıdır. Binanın esaslı onarımına (trafo, asansör sistemi yenilenmesi vb.) ilişkin masraflar, sözleşmede aksi belirtilmedikçe kiracıya yükletilemez.

1. Kiracının Sorumluluğunun Kaynağı ve Kapsamı

Yargı kararları, kiracının aidat sorumluluğunun temelini kira sözleşmesine dayandırmaktadır. Sözleşmenin özel şartlar bölümünde aidatın kiracı tarafından ödeneceğinin kararlaştırılması, bu yükümlülüğün doğması için yeterlidir. Bakırköy 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2022/752 E. sayılı kararında bu durum, “kira sözleşmesinin özel şartlarının düzenlendiği sayfanın 4. Maddesinde ‘Taşınmaza ait olan elektrik, su ve Aidat Giderleri ile çevre temizlik vergisinin taşınmazın kiralandığı andan tahliye ettiği ana kadar ödeme sorumluluğunun davalı kiracı …’ya ait bulunduğu'” şeklinde açıkça ifade edilmiştir.

Ancak bu sorumluluk sınırsız değildir. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 2009/10720 K. sayılı kararı, önemli bir ayrım getirmektedir: “Kat Mülkiyeti Kanunu uyarınca malikin ortak giderlere ilişkin bütün yükümlülüklerinin kiracıya devredildiği kabul edilmemelidir.” Karara göre kiracının sorumluluğu, “kiralananın alelade kullanılması ile ilgili ve kullanımdan doğan giderler” ile sınırlıyken, “esaslı tamir giderleri” kiraya verene aittir. Bu nedenle, aidat adı altında talep edilen bedelin içeriğinin incelenmesi ve büyük onarım masraflarının ayrıştırılması gerekmektedir.

2. Kiraya Verenin Rücu Hakkı: “Önce Öde, Sonra İste” Prensibi

İncelenen kararlarda en tutarlı ve en sık vurgulanan ilke, kiraya verenin rücu hakkının koşula bağlı olmasıdır. Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin birçok kararında (örn: 2009/10087 E., 2014/4046 E., 2015/4067 E.) tekrarlanan temel kural şudur:

“Kiracının ödemesi gereken aidat borcunu kiralayan kendisi ödemek koşuluyla kiracıdan isteyebilir. Kiralayan, aidat borcunu yönetime ödemeden kiracıdan isteyemez.”

Bu kural, kiraya verenin aktif dava ve takip ehliyeti için bir ön şart niteliğindedir. Kiraya veren, yönetime ödeme yaptığını makbuz gibi yazılı delillerle ispat edemediği takdirde, kiracıya karşı talepleri mahkemece reddedilmektedir. Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 2018/1320 K. sayılı kararında, dosyada aidat bedellerinin kiraya veren tarafından ödendiğine dair herhangi bir belgeye rastlanmamıştır. denilerek eksik incelemeyle verilen kararın bozulması gerektiği belirtilmiştir. Bu durum, kiraya verenler için ispat yükümlülüğünün ne denli önemli olduğunu göstermektedir.

3. Ödememenin Hukuki Sonuçları

Temerrüt ve Tahliye: Aidat borcu, TBK Md. 315 ve 341 kapsamında “yan gider” olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle, aidatın ödenmemesi, tıpkı kira bedelinin ödenmemesi gibi temerrüt oluşturur ve tahliye sebebi sayılabilir. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 2018/2523 K. sayılı kararında, “yan gider olan aidat borcunun ödenmemesi de temerrüt nedeniyle tahliyeye esas oluşturur.” denilmiştir. Ancak tahliye için, kiracıya gönderilecek ihtarnamede borcun belirtilmesi, ödeme için makul bir süre verilmesi ve ödenmemesi halinde sözleşmenin feshedileceğinin açıkça yazılması gibi usuli şartların eksiksiz yerine getirilmesi zorunludur. Kiraya verenin aidatı yönetime ödemeden gönderdiği temerrüt ihtarına dayanarak tahliye isteyemeyeceği de Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 2015/6117 K. sayılı kararında vurgulanmıştır.

İcra Takibi ve Tazminatlar: Kiraya veren veya yönetim, ödenmeyen aidat alacağı için kiracıya karşı icra takibi başlatabilir. Kiracının haksız itirazı halinde, itirazın iptali davası açılabilir. Bakırköy 6. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2021/927 K. sayılı kararında belirtildiği gibi, kiracının itirazında haksız bulunması ve alacağın likit (belirli ve hesaplanabilir) olması durumunda, alacak miktarının %20’sinden az olmamak üzere icra inkar tazminatına hükmedilebilir. Ayrıca, ödemede gecikilen günler için kat malikleri kurulu kararında belirtilen oranda gecikme tazminatı da talep edilebilir.

4. Kat Mülkiyeti Kanunu’ndan Doğan Sorumluluk ve Sınırı

Kira sözleşmesinden bağımsız olarak, KMK Md. 22, site/apartman yönetimine doğrudan kiracıya başvurma imkanı tanımaktadır. Yargıtay 18. Hukuk Dairesi’nin 2014/2173 K. sayılı kararında bu durum şöyle açıklanmıştır:

“Kat malikinin, 20 nci madde uyarınca payına düşecek gider ve avans borcundan ve gecikme tazminatından, bağımsız bölümlerin birinde kira akdine… dayananlar da müştereken ve müteselsilen sorumludur.”

Ancak aynı madde, bu sorumluluğa önemli bir sınırlama getirmektedir: “Ancak, kiracının sorumluluğu ödemekle yükümlü olduğu kira miktarı ile sınırlıdır ve yaptığı ödeme kira borcundan düşülür.” Bu hüküm, yönetimin kiracıdan aylık kira bedelini aşan bir aidat borcu talep edemeyeceğini ve kiracının yönetime yaptığı ödemeyi kirasından mahsup edebileceğini güvence altına almaktadır.

5. Usuli Konular: Görevli Mahkeme

Kiracı ile kiraya veren veya yönetim arasındaki aidat alacağından kaynaklanan uyuşmazlıklar, kira ilişkisinden doğan davalar olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle, 6100 sayılı HMK’nın 4. maddesi uyarınca bu tür davalara bakma görevi, dava değerine bakılmaksızın Sulh Hukuk Mahkemesi’ne aittir (İstanbul 14. Asliye Ticaret Mahkemesi 2020/321 K., Yargıtay 20. Hukuk Dairesi 2016/6002 K.).

Sonuç

Kiracının aidat ödememesi, hem kiracı hem de kiraya veren için önemli hukuki sonuçlar doğuran bir durumdur. Yargı kararları bütüncül olarak incelendiğinde şu sonuçlara varılmaktadır:

Kiracının aidat ödeme borcu, kira sözleşmesinde açıkça belirtilmişse geçerlidir ve bu borç, olağan kullanım giderlerini kapsar.

Kiraya verenin, ödenmeyen aidatı kiracıdan talep edebilmesinin mutlak şartı, bu bedeli önce kendisinin yönetime ödemesi ve bu ödemeyi belgelendirmesidir. Bu “rücu” şartı yerine getirilmeden yapılan talepler hukuken sonuçsuz kalmaktadır.

Aidat borcunu ödemeyen kiracı, icra takibi, gecikme tazminatı ve en önemlisi temerrüt nedeniyle taşınmazdan tahliye edilme riskiyle karşı karşıyadır.

Site/apartman yönetimleri, KMK uyarınca doğrudan kiracıya başvurabilse de, bu talep kiracının aylık kira bedeli ile sınırlıdır.

Bu nedenle, tarafların hak kaybına uğramaması için kira sözleşmelerinin aidat yükümlülüğünü açıkça düzenlemesi, kiraya verenlerin rücu hakkını kullanmadan önce ödeme ve ispat şartını yerine getirmesi, kiracıların ise aidat borcunu yan bir yükümlülük olarak görerek zamanında ödemesi büyük önem arz etmektedir. Bir yazı önerisi.

Neden Uzman Avukat Desteği Gereklidir?

Kiracının aidat borcuna ilişkin uyuşmazlıklar, kira sözleşmesindeki özel hükümlerin yorumu, Kat Mülkiyeti Kanunu’ndan doğan müşterek ve müteselsil sorumluluk, rücu hakkının şartları ve tahliye süreçleri gibi çok sayıda teknik detayı barındırmaktadır. Yanlış veya eksik işlem yapılması, hem kiraya veren hem de kiracı açısından ciddi hak kayıplarına yol açabilmektedir.

Bu nedenle, sürecin başından itibaren uzman bir avukattan profesyonel destek alınması büyük önem taşır. Özellikle İstanbul, Tuzla, Pendik, Kartal, Tepeören, Aydınlı, Orhanlı, Bayramoğlu, Çayırova ve Şifa Mahallesi bölgelerinde faaliyet gösteren avukatlar, yerel uygulamaları ve mahkeme içtihatlarını yakından takip ederek en doğru hukuki çözümü sunabilmektedir.

Read More