Anlaşmalı boşanmanın çekişmeli boşanmaya göre avantajları ve farkları nelerdir? Bu davalar ne kadar sürer?

Giriş

Bu çalışma, “Boşanma davası ne kadar sürer, çekişmeli ve anlaşmalı arasında ne fark var? Anlaşmalı boşanmanın çekişmeli boşanmaya göre avantajları nelerdir?” sorusuna, sunulan çok sayıda Yargıtay ve Bölge Adliye Mahkemesi kararının incelenmesiyle oluşturulmuş bütüncül bir yanıt sunmayı amaçlamaktadır. İncelenen kararlar, Türk Medeni Kanunu çerçevesinde boşanma süreçlerinin temel dinamiklerini, özellikle de anlaşmalı ve çekişmeli boşanma arasındaki ayrımı ve bu iki yolun birbirine dönüşebilme potansiyelini net bir şekilde ortaya koymaktadır. Çalışma, bu kararlardan elde edilen ana bulguları, süreçlerin detaylı bir incelemesini ve pratik sonuçları içermektedir.

Yargı kararları, boşanma davalarının statik süreçler olmadığını, tarafların iradelerine göre dinamik bir şekilde dönüşebildiğini göstermektedir.

1. Anlaşmalı Boşanma Davasının Çekişmeliye Dönüşmesi

En sık rastlanan senaryo budur. Taraflar anlaşmalı boşanma için dava açar, hatta ilk duruşmada anlaştıklarını beyan ederler. Ancak daha sonra taraflardan biri (örneğin, davalı taraf) hükmü temyiz ederek veya bir dilekçe sunarak anlaşmadan döndüğünü bildirdiğinde, dava otomatik olarak çekişmeli boşanmaya dönüşür. Yargıtay, bu durumu “anlaşmalı boşanma yönündeki iradesinden rücu (dönme) niteliğinde” kabul etmektedir. Bu dönüşüm gerçekleştiğinde, anlaşmalı boşanmanın getirdiği hız avantajı tamamen ortadan kalkar. Mahkeme, süreci en başa sarmak ve çekişmeli dava usulünü işletmek zorundadır. Birçok kararda bu durum şöyle formüle edilmiştir:”Bu halde anlaşmalı boşanma davasının ‘çekişmeli boşanma’ olarak görülmesi gerekir… Mahkemece, taraflara iddia ve savunmalarının dayanağı bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetlerini içeren beyan ile iddia ve savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın ispatını sağlayacak delillerini sunmak ve dilekçelerin karşılıklı verilmesini sağlamak üzere süre verilip ön inceleme yapılarak tahkikata geçildikten sonra… karar verilmesi gerekir.”Bu prosedür, davanın aylar, hatta yıllar sürmesine neden olan delil toplama, dilekçe teatisi (karşılıklı verilmesi), ön inceleme ve tahkikat duruşmaları gibi aşamaları zorunlu kılar.

2. Çekişmeli Boşanma Davasının Anlaşmalı Boşanma Davasına Dönüşmesi

Daha nadir de olsa, çekişmeli olarak başlayan bir davanın yargılama sırasında tarafların uzlaşmasıyla anlaşmalı boşanmayla sonuçlanması da mümkündür. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2022/10099 sayılı kararında, temyiz aşamasında olan çekişmeli bir davada tarafların bir “Anlaşmalı boşanma protokolü” sunarak anlaştığı görülmektedir. Bu durumda mahkeme, tarafları bizzat dinleyerek anlaşmalarını teyit eder ve buna göre karar verir. Bu, uzun süren bir davanın daha hızlı sonuçlanması için bir fırsat sunar.

Sonuç

Sunulan Yargıtay kararları ışığında, boşanma davasının süresini belirleyen en önemli faktörün tarafların uzlaşma iradesi ve bu iradenin kararlılığı olduğu net bir şekilde görülmektedir.

Boşanma davası ne kadar sürer? Anlaşma varsa ve bu anlaşma karar kesinleşinceye kadar korunursa birkaç ay içinde sonuçlanabilir. Anlaşma yoksa veya sonradan bozulursa, delillerin toplanması, tanıkların dinlenmesi, bilirkişi incelemeleri, istinaf ve temyiz süreçleri nedeniyle davanın sonuçlanması birkaç yıl sürebilir.

Çekişmeli ve anlaşmalı boşanma arasındaki fark nedir? Temel fark, anlaşmalı boşanmanın tarafların ortak iradesine ve uzlaşmasına, çekişmeli boşanmanın ise taraflar arasındaki uyuşmazlığa ve mahkemenin bu uyuşmazlığı delillere göre çözümlemesine dayanmasıdır. Bu fark, yargılama usulünü, süresini ve maliyetini doğrudan etkiler.

Anlaşmalı boşanmanın avantajları nelerdir? En önemli avantajları hız, öngörülebilirlik (sonuçları taraflar belirler), daha düşük maliyet ve daha az psikolojik yıpranmadır. Ancak bu avantajlar, “karar kesinleşinceye kadar” her an kaybedilebilecek pamuk ipliğine bağlıdır. Taraflardan birinin iradesinden dönmesi, tüm avantajları ortadan kaldırır ve süreci en başından başlayacak karmaşık bir çekişmeli davaya dönüştürür. Dolayısıyla, anlaşmalı boşanma, hızlı bir çözüm yolu olmakla birlikte, tarafların nihai kararlılığını gerektiren hassas bir süreçtir.

Boşanma Davasının Süresi Belirsizdir: Hiçbir karar, bir boşanma davasının ne kadar süreceğine dair kesin bir zaman dilimi (ay veya yıl olarak) belirtmemektedir. Süre, tamamen davanın anlaşmalı mı yoksa çekişmeli mi olduğuna ve süreç içindeki seyrine bağlıdır. Anlaşmalı boşanmaların teoride daha hızlı olduğu kabul edilse de, bu durum tarafların anlaşmalarını sonuna kadar sürdürmelerine bağlıdır.

Temel Fark: İrade Birliği ve Yargılama Usulü: Anlaşmalı ve çekişmeli boşanma arasındaki temel fark, tarafların boşanma ve boşanmanın sonuçları (nafaka, velayet, tazminat, mal paylaşımı) üzerinde bir irade birliğine varıp varamadıklarıdır.

Anlaşmalı Boşanma (TMK m. 166/3): Tarafların her konuda uzlaştığı, bu uzlaşmayı bir protokole bağladığı ve mahkeme huzurunda bu iradelerini bizzat beyan ettiği, daha basit ve hızlı bir usuldür.

Çekişmeli Boşanma (TMK m. 166/1-2): Taraflar arasında boşanma sebebi, kusur veya boşanmanın sonuçları hakkında bir veya daha fazla konuda anlaşmazlık olduğu durumlarda söz konusudur. Mahkemenin delilleri (tanık, belge, bilirkişi raporu vb.) topladığı, iddia ve savunmaları değerlendirdiği, kusur oranlarını belirlediği karmaşık ve uzun bir yargılama sürecini gerektirir.

Anlaşmalı Boşanmanın Avantajları ve Kırılganlığı: Anlaşmalı boşanmanın en büyük avantajları hız, daha az maliyet, daha az psikolojik yıpranma ve tarafların kendi geleceklerini bir hâkimin kararına bırakmak yerine kendilerinin şekillendirmesidir. Ancak bu avantajlar oldukça kırılgandır. Neredeyse incelenen tüm kararlarda tekrar eden ve en kritik bulgu şudur:”Anlaşmalı boşanma yönünde oluşan karar kesinleşinceye kadar eşlerin bu yöndeki, diğer bir ifadeyle gerek boşanmanın mali sonuçları, gerekse çocukların durumu hususunda kabul edilen düzenlemeleri kapsayan irade beyanından dönmesini engelleyici yasal bir hüküm bulunmamaktadır.“Bu ilke, anlaşmalı boşanmanın en büyük avantajının aynı zamanda en büyük riski olduğunu göstermektedir. Taraflardan biri, karar kesinleşmeden önce herhangi bir aşamada (duruşmada, temyiz veya istinaf dilekçesiyle) anlaşmadan cayabilir. Bir yazı önerisi

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Boşanma davalarının süresi, seyri ve sonucu; tarafların iradelerindeki değişim, mahkeme usulleri ve uygulanacak stratejiye göre ciddi farklılıklar gösterebilir. Özellikle anlaşmalı boşanma protokolünün hazırlanması, mahkeme huzurunda beyanların doğru şekilde verilmesi ve karar kesinleşinceye kadar anlaşmanın korunması, uzman hukuki bilgi gerektirir. Taraflardan birinin süreç içinde anlaşmadan dönmesi, davayı çekişmeli hale getirerek hem sürenin hem de masrafların artmasına neden olabilir.

İstanbul, Tuzla avukat, Pendik avukat, Kartal avukat, Maltepe avukat, Gebze avukat, Aydınlı avukat, Orhanlı avukat, Tepeören avukat, Darıca avukat, Bayramoğlu avukat veya Çayırova avukat, Şekerpınar avukat, Güzelyalı avukat gibi bölgelerde yerel uygulamaları ve mahkemelerin işleyişini bilen bir Tuzla avukat, sürecin başından sonuna kadar hem hukuki riskleri önceden öngörüp tedbir alabilir hem de hak kaybını en aza indirir. Yerel deneyim, dilekçelerin hazırlanmasından protokolün Yargıtay içtihatlarına uygun hale getirilmesine kadar her aşamada davanın hızlı ve doğru ilerlemesini sağlar.

Kısacası, boşanma davası ister anlaşmalı ister çekişmeli olsun, Tuzla avukat desteği hem sürecin verimli yürütülmesi hem de olası risklerin azaltılması açısından kritik öneme sahiptir.

Read More

Gemilerin İhtiyati Haczinde Teminatın Miktarı, İadesi ve Riskleri


Giriş

Bu çalışma, gemilerin ihtiyati haczi sürecinde teminatın rolünü, hukuki dayanaklarını ve pratik sonuçlarını analiz etmek amacıyla hazırlanmıştır. Dahası Gemilerin İhtiyati Haczinde Teminatın Miktarı, İadesi ve Riskleri ele alınacaktır. Gemi ticareti ve deniz hukukunun doğası gereği, bir geminin seferden alıkonulması hem alacaklı için güçlü bir güvence hem de borçlu için ciddi bir ekonomik kayıp riski taşır. Bu dengeyi kurmak amacıyla Türk Ticaret Kanunu (TTK) ve ilgili mevzuat, hem ihtiyati haciz talep eden alacaklıdan hem de haczedilen gemiyi serbest bırakmak isteyen borçludan teminat alınmasını düzenlemiştir. Çalışma, teminatın zorunlu olup olmadığı, ne kadar yatırılacağı, ne zaman iade edileceği ve teminatın kaybedilme (“yanma”) riskleri gibi temel konuları, sağlanan hukuki kaynaklar ışığında inceleyecektir.

A. İhtiyati Haciz Talep Eden Alacaklının Teminat Yükümlülüğü

İhtiyati haciz talep eden alacaklı için teminat yatırmak zorunludur. Bu teminat, haksız bir haciz durumunda borçlunun uğrayabileceği zararları güvence altına almayı amaçlar.

Miktar: Türk Ticaret Kanunu, bu teminat için sabit (maktu) bir tutar belirlemiştir. Buna göre “deniz alacağını teminat altına almak üzere ihtiyati haciz kararı verilmesini isteyen alacaklının, kural olarak, 10.000 ÖÇH [Özel Çekme Hakkı] tutarında teminat vermesi zorunludur.”

Uygulamadaki Önemi: Bu teminatın yatırılması, mahkemenin talebi esastan incelemesinin ön koşulu haline gelmiştir. Özetle mahkemenin dosyanın kapağını kaldırması için bu teminatın yatırıldığını tespit etmesi gereklidir.” Teminat yatırılmazsa talep reddedilir.

İstisna: Bu zorunluluğun önemli bir istisnası bulunmaktadır. Kanun’un 1320’nci maddesinin bendinde düzenlenen gemi adamı alacakları teminattan muaftır”

Teminat Miktarının Artırılması: Başlangıçta yatırılan 10.000 ÖÇH’lik teminat, borçlunun potansiyel zararını karşılamaya yetmeyebilir. Bu durumda borçlu, mahkemeden teminatın artırılmasını talep edebilir. Ek teminat süresinde yatırılmazsa, ihtiyati haciz kararı kendiliğinden kalkar.”

B. Haczedilen Gemiyi Serbest Bırakmak İçin Borçlunun Teminat Yatırması

Bu, borçlu için bir zorunluluk değil, gemisini ticari faaliyetlerine döndürmek için kullanabileceği bir haktır. Borçlu veya gemi maliki, teminat göstererek geminin serbest kalmasını sağlayabilir.

Miktar: Gösterilecek teminatın miktarı, alacak talebine ve geminin değerine bağlıdır. Deniz alacağının miktarı, geminin değerini geçerse, geminin değeri kadar; geçmezse alacak miktarı kadar teminat yatırılarak, geminin üzerindeki ihtiyatî haciz kaldırılarak teminata aktarılır. Dolayısıyla teminat, deniz alacağının tamamı, faiz ve giderleri kapsayacak miktarda olmalı, ancak hiçbir durumda geminin değerini aşmamalıdır.

Teminatın Türü: Borçlunun göstereceği teminatın cinsi, başvurulan yola göre değişebilir. TTK m. 1370’e göre geminin sadece serbest bırakılması (haczin teminata kaydırılmadan) için gemi değerini karşılayan nakit para; icra memuru tarafından kabul edilecek taşınmaz rehni, gemi ipoteği veya itibarlı bir banka kefaleti” gösterilebilir. TTK m. 1371’e göre haczin tamamen kaldırılıp teminata dönüştürülmesi için ise “nakit para” veya “banka teminat mektubu gibi nakde dönüştürmesi kolay teminatlar” tercih edilmektedir.

C. Teminat Ne Zaman İade Edilir?

Teminatın iadesi, hangi tarafın yatırdığına ve davanın seyrine göre değişir.

Alacaklının Yatırdağı Teminatın İadesi: Alacaklı, açtığı davada haklı çıkar ve ihtiyati haczin yerinde olduğuna karar verilirse, yatırdığı teminat kendisine iade edilir. Bu konuda açık bir düzenleme yoktur ancak  “bu konuda HMK m. 392/2 hükmünün kıyasen uygulanması gerekir”.

Borçlunun Yatırdağı Teminatın İadesi:

Davanın Kazanılması: Borçlu, aleyhine açılan davayı kazanır ve borçlu olmadığının ispat edilmesi halinde yatırdığı teminat kendisine tamamen iade edilir.

Sorumluluğun Sınırlandırılması (Fon Tesisi): Borçlu, Deniz Alacaklarına Karşı Mesuliyetin Sınırlandırılması Hakkında Milletlerarası Sözleşme (LLMC) kapsamında bir sorumluluk sınırlama fonu tesis ederse, daha önce gemiyi serbest bırakmak için yatırdığı teminatın iadesini talep edebilir.  “fon tesisinden sonra bu teminatın iade edilmesine engel olamazlar” 

Teminatın Değiştirilmesi veya Azaltılması: Geminin değerinin azalması gibi haklı bir sebep varsa, borçlu teminatın bir kısmının iadesini talep edebilir.

D) Teminatın Yanma Durumu ve Riskler

“Teminatın yanması” ifadesi, genellikle alacaklının yatırdığı teminatın, haksız haciz nedeniyle borçluya tazminat olarak ödenmesi durumunu ifade eder.

Alacaklı İçin Riskler (Teminatın “Yanması”):

Haksız İhtiyati Haciz: En büyük risk budur. Alacaklı, ihtiyati haciz talebinde haksız çıkarsa, borçlunun ve üçüncü kişilerin bu yüzden uğradığı tüm zararlardan sorumlu olur. Bu zararlar “ihtiyati haciz sebebiyle geminin seferden alıkonulduğu süre boyunca, gemi için yapılan günlük işletme giderleri ve ihtiyati haciz dolayısıyla yoksun kalınan kazançları kapsar.”

Tazminat Davası: Borçlu, haksız hacizden kaynaklanan zararları için alacaklıya karşı tazminat davası açabilir. Bu dava kazanıldığında, alacaklının yatırdığı 10.000 ÖÇH’lik teminat bu tazminatın ödenmesinde kullanılır. Eğer zarar bu miktardan fazlaysa, alacaklı tüm malvarlığı ile sorumlu olmaya devam eder.

Kusur Şartı Aranmaz: “zarar ile haksız ihtiyati haciz arasından illiyet bağının bulunması yeterlidir. Ayrıca ihtiyati haciz talebinde bulunan alacaklının kusurlu olması şart değildir.” Bu durum, alacaklı için riski artıran bir faktördür.

Borçlu İçin Riskler:

Borçlunun gemiyi kurtarmak için yatırdığı teminat, davanın kaybedilmesi durumunda alacağı karşılamak için kullanılır. Bu durum, teknik olarak bir “yanma” veya ceza değil, borcun teminattan tahsil edilmesidir.

Teminat Üzerinde Diğer Hacizler: Borçlunun gemiyi serbest bırakmak için başvurduğu yola göre riskler değişir. TTK m. 1370’e göre (gemi haczi devam ederken serbest bırakma), diğer deniz alacaklıları da bu teminat üzerine haciz koydurabilir (Aksoy, 2016). Ancak TTK m. 1371’e göre (haczin tamamen kaldırılıp teminata dönüştürülmesi), “diğer deniz alacaklıları söz konusu teminat üzerine haciz koyduramaz” (Aksoy, 2016). Bu, borçlu ve ilgili alacaklı için önemli bir hukuki fark yaratır.

Borçlunun Korunması: Alacaklıdan alınan 10.000 ÖÇH’lik zorunlu ve maktu teminat, borçluyu potansiyel olarak haksız ve keyfi hacizlere karşı korur. Ancak yazarlar, bu maktu tutarın küçük alacaklar için caydırıcı olabileceğini veya çok değerli gemiler için yetersiz kalabileceğini belirterek eleştirel bir bakış açısı sunmuşlardır.

Alacaklının ve Ticaretin Korunması: Borçluya teminat karşılığında gemiyi serbest bırakma hakkı tanınması, geminin ekonomik değer yaratmaya devam etmesini sağlar. Bu, sadece borçlunun değil, yük ve navlun sözleşmeleri gibi ticari ilişkilerin tarafı olan üçüncü kişilerin de menfaatinedir.

Hukuki Ayrımın Önemi (TTK m. 1370 vs. 1371): Çalışma, geminin serbest bırakılmasına ilişkin iki farklı hukuki yolun (TTK m. 1370 ve 1371) sonuçları arasındaki farkı net bir şekilde ortaya koymaktadır. TTK m. 1370’de haciz gemiyle “kader birliği” içinde teminat üzerinde devam ederken ve diğer alacaklıların iştirakine açıkken, TTK m. 1371’de haciz gemiden tamamen kalkarak teminata özgülenir ve diğer alacaklıların müdahalesine kapanır. Bu ayrım, stratejik bir karar anıdır ve tarafların haklarını doğrudan etkiler.

Sonuç

Zorunluluk: Evet, ihtiyati haciz kararı isteyen alacaklının 10.000 ÖÇH tutarında teminat yatırması (gemi adamı alacakları hariç) zorunludur. Borçlunun gemiyi kurtarmak için teminat yatırması ise bir zorunluluk değil, bir haktır.

Miktar: Alacaklının teminatı sabit (10.000 ÖÇH), borçlunun teminatı ise değişkendir (alacak miktarı kadar, ancak gemi değerini geçemez).

İade: Teminat, tutulma gerekçesi ortadan kalktığında iade edilir. Alacaklının teminatı davayı kazandığında, borçlunun teminatı ise davayı kazandığında veya bir LLMC fonu tesis ettiğinde iade alınabilir.

Riskler ve “Yanma”: En belirgin “yanma” riski alacaklı içindir. İhtiyati haczin haksız bulunması halinde yatırdığı teminat, borçlunun uğradığı zararlar (seferden kalma, işletme giderleri vb.) için tazminat olarak kullanılabilir. Bu, alacaklının kusurlu olup olmadığına bakılmaksızın geçerlidir.

Sonuç olarak, Türk deniz hukukundaki teminat sistemi, alacaklının alacağını güvence altına alma hakkı ile borçlunun mülkiyet hakkı ve ticari faaliyetlerini sürdürme özgürlüğü arasında hassas bir denge kurmayı amaçlayan, detaylı ve çok katmanlı bir yapıya sahiptir. Bir makale önerisi.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Gemilere yönelik ihtiyati haciz kararları, sadece deniz ticaretini değil; aynı zamanda icra hukuku, teminat rejimi ve ticaret hukuku açısından da çok yönlü ve karmaşık sonuçlar doğurabilmektedir. Gemi bir defa seferden alıkonulduğunda, taşıdığı yükten navluna, sözleşmeye bağlı sorumluluklardan işletme giderlerine kadar birçok kalem açısından ciddi ticari kayıplar meydana gelebilir. Öte yandan, teminat miktarının hatalı belirlenmesi, taraflar açısından hem sürecin uzamasına hem de telafisi güç mali zararların ortaya çıkmasına yol açabilir.

Bu sebeple, özellikle Tuzla gibi denizcilik faaliyetlerinin yoğunlaştığı bölgelerde, süreci başından itibaren doğru yürütebilecek bir Tuzla avukatı ile çalışmak büyük önem taşımaktadır. Tuzla Limanı’nda ihtiyati hacze konu edilen gemiler bakımından, İstanbul Anadolu Adliyesi ile Tuzla’daki icra müdürlükleri arasında etkili iletişim kurabilen, yerel tecrübeye sahip bir icra hukuku avukatı, deniz hukuku avukatı veya ticaret hukuku avukatı, hem alacaklının alacağını güvence altına almasını sağlar hem de borçlunun mülkiyet hakkı ve ticari faaliyetlerini korur.

Ayrıca Pendik, Kartal, Maltepe, Gebze ve Yalova gibi Tuzla çevresindeki liman ve sanayi bölgelerinde gemi işletmeciliği yapan şirketlerin de, ihtiyati haciz sürecinde bölgesel uygulama ve yargı pratiğine hâkim bir avukattan destek almaları, sürecin hızla sonuçlanmasını ve teminatla ilgili risklerin en aza indirilmesini sağlayacaktır.

Read More

Geminin İhtiyati Haczi Kararının Kaldırılması

Giriş

Gemi ticareti, doğası gereği yüksek riskler ve uluslararası nitelikte hukuki uyuşmazlıklar barındıran bir alandır. Bu uyuşmazlıklarda alacaklıların haklarını güvence altına almak için başvurduğu en etkili yollardan biri, gemi üzerine ihtiyati haciz konulmasıdır. Ancak bu tedbir, geminin ticari faaliyetini durdurarak donatan ve işleten için ciddi ekonomik kayıplara yol açabilir. Bu nedenle, haksız veya usulsüz bir ihtiyati haciz kararının nasıl kaldırılacağı, deniz ticareti hukukunun en kritik konularından biridir. Bu çalışma, sunulan çeşitli Yargıtay ve Bölge Adliye Mahkemesi kararlarını analiz ederek, bir gemi üzerindeki ihtiyati haciz kararının kaldırılmasına yönelik hukuki yolları, gerekçeleri ve süreçleri kapsamlı bir şekilde incelemektedir.

1. İhtiyati Haciz Kararına İtiraz ve Kaldırılma Gerekçeleri

İhtiyati haciz kararının kaldırılması için en sık başvurulan yol, İcra ve İflas Kanunu’nun (İİK) 265. maddesi uyarınca karara itiraz etmektir. İtiraz, hem haczin dayandığı maddi sebeplere hem de usuli koşullara ilişkin olabilir.

Mülkiyetin Borçluya Ait Olmaması: En temel itiraz sebeplerinden biri, haciz tarihinde geminin mülkiyetinin borçlu olarak gösterilen kişiye ait olmamasıdır. Mahkemeler, bu durumu ihtiyati haczin kaldırılması için geçerli bir sebep olarak kabul etmektedir. Nitekim bir kararda, TTK’nın 1369/1-a maddesi gereğince deniz alacağı doğduğunda geminin maliki olan kişi ihtiyati haczin uygulandığı sırada geminin maliki ise geminin ihtiyaten haczedilebileceği” ilkesine vurgu yapılarak, ihtiyati haciz tarihinde geminin borçluya ait olmaması nedeniyle kararın kaldırıldığı belirtilmiştir (yargitay-11. Hukuk Dairesi-2015/5570).

Alacağın “Deniz Alacağı” Niteliğinde Olmaması: Türk Ticaret Kanunu (TTK) m. 1353, ihtiyati haczin yalnızca “deniz alacakları” için istenebileceğini düzenler. Eğer alacak bu nitelikte değilse, ihtiyati haciz kararı haksız kabul edilir ve kaldırılır. Bir mahkeme kararında bu durum, “…takibe konu alacak deniz alacağı niteliğinde değilse kaldırılabilir” şeklinde ifade edilmiştir (ilkDerece-İstanbul 19. Asliye Ticaret Mahkemesi-2022/581). Benzer şekilde, bir şirket ortağının ortaklık haklarına dayalı talebinin deniz alacağı sayılmayacağı ve bu nedenle konulan haczin kaldırılması gerektiği bir Bölge Adliye Mahkemesi kararında vurgulanmıştır (bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi-2020/1336).

Yaklaşık İspat Şartının Sağlanamaması: İhtiyati haciz kararı verilebilmesi için alacaklının, alacağının varlığını yaklaşık olarak ispatlaması gerekir. Mahkeme, alacaklının sunduğu delilleri yetersiz bulursa, itiraz üzerine ihtiyati haciz kararını kaldırabilir. Bir Yargıtay kararı, “alacağın varlığı hususunda yaklaşık ispata elverişli yeterli delil ve belge sunulmadığı” gerekçesiyle ihtiyati haczin kaldırılması kararını onamıştır (yargitay-11. Hukuk Dairesi-2016/9416).

Cebri İcra Sonucu Mülkiyetin Yüklerden Ari Kazanılması: Yabancı bir ülkede yapılan cebri icra satışı ile gemiyi satın alan yeni malik, gemiyi üzerindeki tüm yükümlülüklerden ari olarak devralabilir. Bu durumda, eski malikin borçları için yeni malikin gemisine haciz konulamaz. Bir kararda, Cebelitarık hukukuna göre yapılan cebri satış sonucu “cebri ihale alıcısı … geminin mülkiyetini üzerindeki tüm ayni ve şahsi haklardan ve yükümlülüklerden ari olarak kazanmıştır” denilerek, bu gerekçeyle ihtiyati haczin kaldırılmasına karar verilmiştir (bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi-2021/1565).

2. Teminat Göstererek Haczin Kaldırılması

Gemi sahibinin ticari faaliyetlerine devam edebilmesi için en pratik çözümlerden biri teminat göstermektir. TTK’nın 1371. maddesi bu imkânı tanımaktadır. Bir Bölge Adliye Mahkemesi kararı bu durumu, “geminin maliki veya borçlu, geminin değerini geçmemek kaydıyla, deniz alacağının tamamı, faizi ve giderler için yeterli teminat göstererek, ihtiyati haczin kaldırılmasını mahkemeden isteyebilir” hükmüyle açıklamıştır (bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi-2022/1202). Bu teminat, nakit veya muteber bir bankanın kesin ve süresiz teminat mektubu olabilir. Bu durumda haciz, gemi üzerinden kaldırılarak teminat üzerine kaydırılır ve gemi serbest kalır (ilkDerece-Bursa 1. Asliye Ticaret Mahkemesi-2019/896).

3. Usuli Nedenlerle ve Sürelere Uyulmaması Halinde Haczin Kalkması

Alacaklının, ihtiyati haciz kararını aldıktan sonra belirli yasal sürelere uyması zorunludur. Bu sürelere uyulmaması, ihtiyati haczin kendiliğinden hükümsüz kalmasına neden olur.

İnfaz Talebi Süresi: Alacaklı, ihtiyati haciz kararının verildiği tarihten itibaren üç iş günü içinde kararı veren mahkemenin yargı çevresindeki icra dairesinden kararın infazını istemek zorundadır. Aksi halde, TTK m. 1364 uyarınca “ihtiyati haciz kararı kendiliğinden kalkar” (yargitay-12. Hukuk Dairesi-2016/6938, bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi-2020/11).

Dava Açma Süresi: İcra takibinde borçlunun ödeme emrine itiraz etmesi halinde, alacaklının itirazın kendisine tebliğinden itibaren “bir ay” içinde itirazın kaldırılması veya iptali için dava açması gerekir. Bu süre içinde dava açılmazsa, İİK m. 264 uyarınca “ihtiyati haciz hükümsüz kalır” (bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi-2023/1947).

4. Görev ve Yetki İtirazları

İhtiyati haciz kararını veren mahkemenin görevli veya yetkili olmaması da kararın kaldırılması için önemli bir sebeptir. Özellikle gemi adamı alacakları gibi İş Kanunu kapsamına giren uyuşmazlıklarda, görevli mahkemenin Ticaret Mahkemesi değil, İş Mahkemesi olduğu sıkça görülmektedir. Bu durumlarda mahkeme, “göreve ilişkin dava şartı noksanlığı nedeniyle USULDEN REDDİNE” karar vererek ihtiyati haczi kaldırır (bam-Adana Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesi-2024/278, bam-İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 17. Hukuk Dairesi-2022/1575).

Sonuç

İncelenen yargı kararları bütünüyle değerlendirildiğinde, bir gemi üzerindeki ihtiyati haciz kararının kaldırılması, çok yönlü ve detaylı bir hukuki süreç gerektirmektedir. Kararın kaldırılması için borçlunun veya gemi malikinin başvurabileceği yollar; karara esastan (mülkiyet, alacağın niteliği vb.) veya usulden (görev, yetki, süreler) itiraz etmek, alacağı karşılayacak yeterli teminat göstermek veya alacaklının yasal yükümlülüklerini yerine getirmemesi sonucu haczin kendiliğinden kalkmasını beklemek olarak özetlenebilir.

Her bir yöntemin başarısı, somut olayın özelliklerine, sunulan delillerin gücüne ve yasal sürelere titizlikle uyulmasına bağlıdır. Özellikle geminin mülkiyet durumu, alacağın “deniz alacağı” olup olmadığı ve kararı veren mahkemenin görevli olup olmadığı gibi hususlar, ihtiyati haczin kaldırılmasında kilit rol oynamaktadır. Bu nedenle, ihtiyati hacizle karşı karşıya kalan tarafların, durumlarını dikkatle analiz ederek en uygun hukuki stratejiyi belirlemeleri ve bu süreçte uzman bir hukukçudan destek almaları büyük önem taşımaktadır.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gereklidir?

Tuzla, Pendik, Yalova, Ambarlı, Gebze ve benzeri liman bölgeleri; gemi inşa, bakım-onarım ve deniz taşımacılığı açısından Türkiye’nin en yoğun ve stratejik merkezleri arasında yer almaktadır. Bu bölgelerde faaliyet gösteren yerli ve yabancı firmalar, deniz ticaretine özgü hukuki süreçlerle sıklıkla karşı karşıya kalmaktadır. Özellikle gemi üzerine ihtiyati haciz konulması veya bu haczin kaldırılması gibi işlemler, yüksek ticari riskler barındırmakta ve hızlı hareket edilmesini zorunlu kılmaktadır.

Yukarıda detaylı şekilde açıklanan mülkiyet itirazı, alacağın niteliği, görevli mahkeme ayrımı, yaklaşık ispat, sürelere uyulmaması gibi hususlar; teknik bilgi, yargı içtihatlarına hâkimiyet ve süreci doğru yönlendirme becerisi gerektirmektedir. Hatalı veya gecikmeli bir başvuru, ciddi maddi kayıplara ve geminin seferden alıkonulmasına neden olabilir.

Bu nedenle Tuzla ve çevresindeki denizcilik firmalarının, bölgenin sektörel yapısını bilen, Türk Ticaret Kanunu, İcra ve İflas Kanunu ve denizcilik içtihatları konusunda uzman bir avukatla çalışması, hak kayıplarının önlenmesi ve etkin sonuç alınması açısından hayati önem taşımaktadır.

Read More

Gemi İhtiyati Haczindeki Temel Uyuşmazlık Alanları Nelerdir?

Giriş

Gemi ihtiyati haczi, deniz alacaklarının teminat altına alınması amacıyla başvurulan kritik bir hukuki müessesedir. Türk Ticaret Kanunu (TTK) ve İcra ve İflas Kanunu (İİK) başta olmak üzere ilgili mevzuat çerçevesinde uygulanan bu geçici hukuki koruma tedbiri, alacaklıya önemli bir güvence sağlarken, gemi donatanı veya maliki için ciddi ekonomik sonuçlar doğurabilmektedir. Bu nedenle, gemi ihtiyati haczi süreci, taraflar arasında sıkça hukuki uyuşmazlıklara sahne olmaktadır. Sunulan yargı kararları ışığında yapılan bu analiz, gemi ihtiyati haczi konusundaki en temel uyuşmazlık alanlarını ortaya koymayı amaçlamaktadır.

1. Temel Uyuşmazlık : Alacağın Niteliği: “Deniz Alacağı” Olup Olmadığı

Uyuşmazlıkların en temel ve sık karşılaşılan nedeni, ihtiyati hacze konu olan alacağın TTK’nın 1352. maddesinde sınırlı sayıda sayılan “deniz alacağı” niteliğinde olup olmadığıdır. Mahkemeler, bir gemi hakkında ihtiyati haciz kararı verilebilmesi için öncelikle bu şartın varlığını aramaktadır.

Kararlarda, gemi yapım-onarım, sigorta primi, gemi satışı, gemi adamı alacakları gibi kalemlerin deniz alacağı sayılıp sayılmayacağı sıkça tartışılmaktadır. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi’nin bir kararında belirtildiği gibi, “deniz alacağı olmayan dava konusu alacak için dava konusu gemi üzerine ihtiyati haciz konulamayacağı” (bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi-2020/947-2020/784) ilkesi, bu konunun ne kadar merkezi olduğunu göstermektedir. Benzer şekilde, bir başka karar “Geminin ortak malikleri arasında çıkan, geminin işletilmesine ya da gemiden sağlanan hasılata ilişkin her türlü uyuşmazlık” (bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesi-2018/1672-2018/1348) gibi maddelerin yorumlanmasından kaynaklanan ihtilaflara dikkat çekmektedir.

2. Mülkiyet ve Sorumluluk İlişkisi

İkinci büyük uyuşmazlık alanı, borçlu ile ihtiyati haciz uygulanacak gemi arasındaki mülkiyet ve sorumluluk bağının kurulmasıdır. Bu başlık altında birden fazla sorun öne çıkmaktadır:

Zamanlama Kriteri: En temel uyuşmazlık, TTK m. 1369/1-a’da düzenlenen “deniz alacağı doğduğunda geminin maliki olan kişinin ihtiyati haczin uygulandığı sırada da bu borçtan sorumlu olup geminin maliki olması” şartının sağlanıp sağlanmadığıdır. Gemi mülkiyetinin ihtiyati haciz öncesinde devredilmesi, haczin uygulanabilirliğini tartışmalı hale getirir (Yargıtay-11. Hukuk Dairesi-2015/5570-2015/8273; bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 43. Hukuk Dairesi-2024/1478-2024/1452).

Sorumluluk Zinciri ve Organik Bağ: Taşıma veya işletme ilişkilerindeki karmaşıklık, gerçek borçlunun tespitini zorlaştırmaktadır. Donatan, kiracı, işleten, taşıyan, alt taşıyan gibi farklı aktörlerin sorumluluğunun belirlenmesi kritik bir ihtilaf konusudur. Yargıtay’ın da dikkat çektiği gibi, “aleyhine ihtiyati haciz istenenlerin asıl taşıyıcı ve alt taşıyıcı olup olmadıkları ve TTK’nın 1191. maddesine göre aralarında müteselsil sorumluluk bulunup bulunmadığı değerlendirilmeksizin” (Yargıtay-11. Hukuk Dairesi-2014/12903-2014/14261) karar verilemez. Benzer şekilde, şirketler arasındaki organik bağın varlığı ve “tüzel kişilik perdesinin aralanması” teorisi de önemli bir uyuşmazlık kaynağıdır (ilkDerece-İstanbul 17. Asliye Ticaret Mahkemesi-2018/62-2022/370).

Kardeş Gemi (Sister Ship) Haczi: TTK m. 1369/2, belirli koşullarda borçlunun malik olduğu diğer gemilerin de haczine izin vermektedir. Haciz talep edilen geminin, borçlu şirketin maliki ve işleteni olduğu, bu nedenle “kardeş gemi haczinin koşulları mevcut olduğundan” (bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi-2021/2175-2021/1668) yapılan itirazlar, bu konunun karmaşıklığını göstermektedir.

3. İspat Külfeti: “Yaklaşık İspat” Şartı

İhtiyati haciz, bir geçici hukuki koruma tedbiri olduğundan, alacağın varlığı için tam ispat aranmaz. Ancak “yaklaşık ispat” seviyesinde bir kanaatin mahkemede oluşması gerekir. Bu ispat seviyesinin yeterliliği, sıkça uyuşmazlık konusu olmaktadır.

Bir Yargıtay kararında bu ilke, Alacaklının alacağının bulunduğuna dair mahkemeye kanaat verecek kadar delil göstermesi yeterli olup, alacağın tam olarak ispatı gerekmediğinden, yaklaşık ispat yeterlidir (Yargıtay-9. Hukuk Dairesi-2015/10599-2015/14997) şeklinde açıkça ifade edilmiştir.Buna rağmen mahkemeler, sunulan faturaların, e-posta yazışmalarının veya tek taraflı belgelerin “yaklaşık ispat için yeterli olmadığı” (bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi-2019/699-2019/629) gerekçesiyle talepleri reddedebilmekte, bu da delillerin değerlendirilmesinde farklı yaklaşımların olduğunu göstermektedir.

4. Usuli Konular ve Prosedürel Hatalar

Maddi hukuk tartışmalarının yanı sıra, usul kurallarının yorumlanması ve uygulanması da ciddi uyuşmazlıklara yol açmaktadır.

Görevli ve Yetkili Mahkeme: Uyuşmazlığın en sık görüldüğü alanlardan biri, görevli mahkemenin belirlenmesidir. Gemi adamı alacaklarında İş Mahkemesinin mi (bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 43. Hukuk Dairesi-2024/481-2024/566), alacağın niteliğine göre Denizcilik İhtisas Mahkemesinin mi (bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi-2019/625-2019/647), yoksa genel Asliye Ticaret Mahkemesinin mi görevli olduğu konusu sıkça ihtilaf yaratmaktadır.

“Seferden Men” Kararının Hukuki Niteliği: TTK m. 1353, deniz alacakları için sadece ihtiyati haciz istenebileceğini, seferden men istenemeyeceğini belirtirken; TTK m. 1366, ihtiyati haczedilen geminin icra müdürlüğünce seferden men edileceğini düzenler. Bu görünürdeki çelişki, sıkça uyuşmazlık konusu olur. Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına göre, “seferden men ihtiyati haczin icrası kapsamında icra müdürlüğünce yapılacaktır” (Yargıtay-12. Hukuk Dairesi-2022/7245-2023/294). Yani seferden men, ayrı bir talep konusu değil, ihtiyati haczin bir sonucudur.

Teminat Miktarı: İhtiyati haciz kararı verilirken alacaklının yatırması gereken teminatın miktarı ve bu miktarın geminin değeri ile muhtemel zararları karşılayıp karşılamadığı da önemli bir tartışma konusudur. Karşı taraf sıkça “belirlenen bu teminat miktarının müvekkilinin muhtemel zararını karşılamaya yeterli olmadığını” (bam-Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesi-2023/1192-2023/1083) savunmaktadır.

Diğer Usuli Uyuşmazlıklar: Bunların dışında, ihtiyati haciz kararının 3 iş günü içinde infaz edilmemesi (bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi-2020/11-2020/143), yoklukta verilen karara karşı doğrudan istinafa gidilememesi (bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi-2024/1134-2024/1145), ihtiyati haczi tamamlayan merasimlere ilişkin süreler (bam-İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi-2023/1806-2023/1537) ve icra müdürlüğünün kusurlu işlemleri gibi konular da uyuşmazlık yaratmaktadır.

İncelenen kararlar, gemi ihtiyati haczi sürecinin çok katmanlı ve karmaşık bir yapıya sahip olduğunu göstermektedir. Uyuşmazlıklar nadiren tek bir nedene dayanmakta; genellikle alacağın “deniz alacağı” olup olmadığı, borçlu ile gemi arasındaki mülkiyet bağının karmaşıklığı ve sunulan delillerin “yaklaşık ispat” için yeterli olup olmadığı gibi birden fazla sorun iç içe geçmektedir.

Özellikle uluslararası nitelik taşıyan deniz ticareti ilişkilerinde, farklı şirketler (donatan, kiracı, işleten, acente) arasındaki sözleşmesel bağların ve organik ilişkilerin tespiti, ihtiyati haczin en zorlu kısmını oluşturmaktadır. Mahkemeler, bir yandan alacaklıyı koruma amacı güderken diğer yandan ihtiyati haczin haksız uygulanmasıyla ortaya çıkabilecek büyük zararları önlemek için bir denge kurmaya çalışmaktadır. Bu denge arayışı, “yaklaşık ispat” ve “teminat” gibi kavramların yorumlanmasında farklılıklara yol açabilmektedir.

Ayrıca, “seferden men” konusundaki yasal düzenlemelerin lafzı ile ruhu arasındaki gerilim, uygulamada tereddütlere neden olmuş ancak Yargıtay içtihatları ile büyük ölçüde netleşmiştir. Benzer şekilde, görevli mahkemenin belirlenmesindeki uyuşmazlıklar, davanın esasına girilmeden usulden reddedilmesine veya uzamasına yol açarak hak kayıplarına neden olabilmektedir.

Sonuç

Sonuç olarak, incelenen yargı kararları temelinde gemi ihtiyati haczindeki en yaygın uyuşmazlık konuları şu şekilde özetlenebilir: Maddi Hukuk Uyuşmazlıkları: Alacağın TTK m. 1352 kapsamında bir “deniz alacağı” olup olmadığı. Haciz talep edilen geminin, alacağın doğduğu andaki ve haciz sırasındaki malikinin/sorumlusunun kim olduğu (mülkiyetin tespiti, organik bağ, kardeş gemi). Alacağın varlığının ve miktarının “yaklaşık ispat” düzeyinde kanıtlanıp kanıtlanmadığı. Usul Hukuku Uyuşmazlıkları:Davanın hangi mahkemede görüleceği (görev ve yetki). “Seferden men” kararının niteliği ve talep edilebilirliği. Belirlenen teminat miktarının yeterliliği. İhtiyati haczin uygulanması ve devamına ilişkin yasal süreler ve prosedürler.

Bu bulgular, gemi ihtiyati haczi talebinde bulunacak alacaklıların, taleplerini dayandırdıkları hukuki ve olgusal temelleri son derece dikkatli bir şekilde hazırlamaları gerektiğini; borçluların ise hem maddi hem de usuli yönden geniş bir itiraz yelpazesine sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Bir makale önerisi.

Neden Tuzla Avukat desteği gerekli?

Gemi ihtiyati haczi, deniz alacaklarını teminat altına alma amacıyla uygulanan etkili bir hukuki tedbirdir. Ancak bu süreçte alacağın gerçekten “deniz alacağı” olup olmadığı, haczedilecek gemiyle borçlu arasındaki mülkiyet ve sorumluluk ilişkisi, yaklaşık ispat seviyesinin yeterliliği, teminat miktarı ve görevli mahkeme gibi birçok tartışmalı husus gündeme gelmektedir. Ayrıca, seferden men işleminin icrası, kardeş gemi haczi, süreler ve prosedürel kuralların yorumu gibi teknik detaylar da süreci karmaşık hale getirmektedir. Bu çok katmanlı yapı, hem alacaklılar hem borçlular açısından ciddi hak kayıplarına veya sorumluluklara yol açabilecek riskler barındırmaktadır.

Bu gibi teknik ve yoruma açık alanlarda hatalı bir başvuru veya eksik bir değerlendirme, sürecin baştan geçersiz hâle gelmesine neden olabilir. Bu nedenle, deniz ticaretinin yoğun olduğu bölgelerde faaliyet gösteren alacaklı ve borçluların, Tuzla avukat, Pendik avukat, Kartal avukat, Gebze avukat, Çayırova avukat, Maltepe avukat, Orhanlı ve Tepeören avukat gibi deniz ve ticaret hukuku konusunda uzmanlaşmış hukukçulardan destek alması büyük önem taşır. Böylece hem alacağın güvenceye alınması hem de ihtiyati haczin usule uygun ve etkin biçimde uygulanması sağlanabilir.

Read More

Hatır Senedi İcraya Konulur Mu?

Giriş

Bu çalışma, “hatır senedi” olarak bilinen, genellikle bir borç ilişkisine dayanmaksızın, hatır veya teminat amacıyla düzenlenen ve sonradan doldurulan kambiyo senetlerinin hukuki akıbetini analiz etmek amacıyla hazırlanmıştır. İncelenen çok sayıda bölge adliye mahkemesi ve Yargıtay kararından elde edilen bulgular doğrultusunda, hatır senetlerinin icra yoluyla tahsil edilip edilemeyeceği, bu senetlere karşı başvurulabilecek hukuki yollar, zamanaşımı süreleri ve en sık karşılaşılan uyuşmazlık konuları etraflıca ele alınmıştır. Çalışma, bu senetleri düzenleyen veya elinde bulunduran taraflar için bir hukuki çerçeve sunmayı amaçlamaktadır.

İncelenen yargı kararları ışığında, kullanıcı sorusuna ilişkin temel bulgular şu şekildedir:

Hatır Senedi İcra Yoluyla Tahsil Edilebilir mi? Evet, hatır senedi sonradan doldurulsa dahi icra yoluyla tahsile konulabilir. Bunun temel nedeni, Türk Ticaret Kanunu uyarınca kambiyo senetlerinin (bono, poliçe, çek) “soyut borç ikrarı” niteliğinde olmasıdır. Bu senetler, düzenlenme nedeninden (illetten) mücerret kabul edilir ve alacaklının, alacağının temelindeki sebebi ispatlama zorunluluğu yoktur.

Hatır Senetlerine Karşı Ne Yapılabilir?

Menfi Tespit Davası: Borçlu, senedin hatır senedi olduğunu ve dolayısıyla borcu bulunmadığını ispatlamak amacıyla menfi tespit davası açabilir.

Yazılı Delil ile İspat: Hatır senedi iddiası, kural olarak yazılı delil ile ispatlanmalıdır. “Senede karşı senetle ispat” kuralı gereği, borçlunun iddiasını güçlü bir yazılı belge (protokol, sözleşme, ibraname vb.) ile desteklemesi kritiktir.

Kötü Niyetin İspatı: Senet bir üçüncü kişiye ciro edilmişse, borçlu bu kişinin senedi “bile bile borçlunun zararına hareket ederek” iktisap ettiğini, yani kötü niyetli olduğunu ispatlarsa, hatır senedi savunmasını bu kişiye karşı da ileri sürebilir.

Cezai Soruşturma: Senedin rıza dışı veya anlaşmaya aykırı doldurulması, “açığa imzanın kötüye kullanılması” veya “dolandırıcılık” gibi suçları oluşturabileceğinden, ceza davası açılması ve bu davanın sonucunun hukuk davasında delil olarak kullanılması mümkündür.

Zamanaşımı Süresi Ne Kadardır? İncelenen kararların büyük çoğunluğunda bonolar için genel zamanaşımı sürelerine değinilmemiştir. Ancak bazı kararlarda spesifik durumlara ilişkin süreler öne çıkmaktadır: Çekler İçin: Bir kararda, çeklerde ibraz süresinin bitiminden itibaren zamanaşımı süresinin 3 yıl olduğu belirtilmiştir (Ankara 14. Asliye Ticaret Mahkemesi). İtiraz Süresi: Kambiyo senetlerine özgü haciz yolunda, ödeme emrinin tebliğinden itibaren icra mahkemesine yapılacak itiraz ve şikayetler için yasal sürenin 5 gün olduğu vurgulanmıştır (Yargıtay 12. Hukuk Dairesi). Bu süre, borcun esasına ilişkin zamanaşımı süresi değil, takibe itiraz için kritik bir usuli süredir.

En Çok Dava Konusu Olan Durumlar Nelerdir?

İspat Yükümlülüğü: Uyuşmazlıkların merkezinde, hatır senedi iddiasını ispatlama yükümlülüğünün kimde olduğu ve bu ispatın nasıl yapılacağı yer almaktadır. Kural olarak ispat yükü, senedin hatır senedi olduğunu iddia eden borçlu (keşideci) üzerindedir.

Bedelsizlik ve Anlaşmaya Aykırı Doldurma: Davaların en temel konusunu, senedin gerçek bir borç ilişkisine dayanmadığı (bedelsizlik) ve taraflar arasındaki anlaşmaya aykırı olarak sonradan doldurulduğu iddiaları oluşturmaktadır.

Yazılı Delil Eksikliği: Borçluların, hatır senedi iddialarını destekleyecek yazılı delil sunamamaları, davaların reddedilmesindeki en yaygın nedendir.

Ticari Defter Kayıtları: Tarafların ticari defterlerinde senede ilişkin bir alacak veya borç kaydının bulunup bulunmaması, önemli bir delil olarak değerlendirilmektedir.

İncelenen kararlar, hatır senetlerinin hukuki statüsüne dair birkaç temel ilkeyi net bir şekilde ortaya koymaktadır.

1. Kambiyo Senetlerinin Soyutluğu ve İcra Takibi 

Mahkemeler, kambiyo senetlerinin “soyut borç ikrarı” niteliğini istikrarlı bir şekilde vurgulamaktadır. İstanbul 14. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin kararında bu ilke, “kambiyo senetlerinin soyut borç ikrarını içeren senetler olduğu” şeklinde ifade edilmiştir. Bu, senedi elinde bulunduran meşru hamilin, takibe geçtiğinde alacağın nedenini açıklamak zorunda olmadığı, borçlunun ise borçlu olmadığını kendisinin ispatlaması gerektiği anlamına gelir. Dolayısıyla, bir senedin “hatır senedi” olması, tek başına icra takibine engel teşkil etmez.

2. İspat Yükü ve Yazılı Delil Zorunluluğu 

Kararlarda en sık tekrarlanan ve davaların sonucunu belirleyen unsur, ispat yükü ve delillerin niteliğidir. Borçlunun hatır senedi iddiası, kural olarak “yazılı delil” ile kanıtlanmak zorundadır. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 16. Hukuk Dairesi’nin belirttiği gibi, “gerek hatır senedi iddiası ve gerekse taraf muvazaasına ilişkin iddiaların yazılı delille ispatı zorunludur.” Birçok Yargıtay kararında, davacının iddiasını yazılı delille ispatlayamadığı için davasının reddedildiği görülmektedir (Yargıtay 19. HD – 2016/3216, Yargıtay 11. HD – 2021/7368). İmzanın atıldığı ancak diğer kısımların boş bırakıldığı senetlerde, bu boşluğun anlaşmaya aykırı doldurulduğu iddiası da yine yazılı delil gerektirir. Zira İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin kararında belirtildiği gibi, “bir kimseye güvenilerek imzalanan ve verilen imzalı boş bir kağıdın…bu durumdan doğacak riskin göze alınmış olduğunu ve karşı tarafa güvenildiğini göstermektedir.”

3. Hukuki Savunma Mekanizmaları ve İstisnalar

 Borçlu için en temel hukuki yol menfi tespit davası açmaktır. Ancak bu davalarda başarı, güçlü delillere bağlıdır. Bazı durumlarda yazılı delil kuralının istisnaları gündeme gelebilir:

Alacaklının İkrarı: Alacaklı, senedin hatır senedi olduğunu kabul ederse, bu durum borçlu lehine en güçlü delildir. Bakırköy 4. Asliye Ticaret Mahkemesi kararında, “Dava ve takip konusu bu bonoların hatır senedi olarak davalıya verildiği hususu davalı tarafından ikrar edilmiştir” ifadesiyle davanın kabul edildiği görülmektedir.

Ticari İlişkinin İncelenmesi: Mahkemeler, taraflar arasında senedi haklı kılacak bir ticari ilişki olup olmadığını inceleyebilir. Bakırköy 5. Asliye Ticaret Mahkemesi, bilirkişi raporuna dayanarak “taraflar arasında 31/05/2018 tarihinden sonra ticari ilişki olmadığı” gerekçesiyle menfi tespit talebini kabul etmiştir.

Kötü Niyetli İktisap: Senet ciro yoluyla üçüncü bir kişiye geçtiğinde, borçlu bu kişinin senedi alırken kötü niyetli olduğunu ispatlarsa savunmasını ona karşı da ileri sürebilir. İstanbul 14. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin de atıf yaptığı TTK 687. maddeye göre, hamil, poliçeyi iktisap ederken bile bile borçlunun zararına hareket etmiş olmasını istisna tutmuştur.”

Cezai Sorumluluk: Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nin bir kararı, senedin hukuka aykırı doldurulmasının “dolandırıcılık suçunun hile unsurunu” veya “açığa imzanın kötüye kullanılması” suçunu oluşturabileceğini belirtmektedir. Bu durum, borçluya hukuki savunmasının yanı sıra cezai bir yol da açmaktadır.

Sonuç

İncelenen yargı kararları bütününde, hatır senedi düzenlemenin hukuken son derece riskli bir eylem olduğu açıkça görülmektedir. Kambiyo senetlerinin soyutluğu ilkesi gereği, bu senetler kolaylıkla icra takibine konu edilebilmektedir. Senedin hatır amacıyla verildiğini ve bedelsiz olduğunu ispatlama yükümlülüğü, neredeyse tamamen bu iddiayı ileri süren borçlunun üzerindedir.

Borçlunun bu iddialarını ispatlayabilmesi için en etkili yol, senedin neden verildiğini açıklayan bir protokol gibi yazılı bir delile sahip olmasıdır. Yazılı delil olmaksızın açılan menfi tespit davalarının büyük çoğunluğu reddedilmektedir. Alacaklının kötü niyetli olduğunun veya senedin anlaşmaya aykırı doldurulduğunun ispatı gibi diğer hukuki yollar mevcut olsa da, bunların kanıtlanması da oldukça zordur. Bu nedenle, hatır senedi ilişkilerinde en güvenli yol, ya bu tür senetleri hiç düzenlememek ya da senedin teminat veya hatır amacıyla verildiğini açıkça belirten yazılı bir anlaşmayı karşı taraftan almaktır. Bir makale önerisi.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Borçlunun, menfi tespit davasında veya hatır senedi ilişkilerinde iddialarını ispatlayabilmesi için en etkili yol, senedin neden verildiğini açıklayan yazılı ve hukuki geçerliliği olan bir protokole sahip olmasıdır. Yazılı delil olmadan açılan davaların reddedilme olasılığı yüksektir. Ayrıca, alacaklının kötü niyetli olduğunun veya senedin anlaşmaya aykırı doldurulduğunun kanıtlanması da oldukça zor hukuki süreçler gerektirir. Bu nedenle, bu tür senetlerle ilgili uyuşmazlıklarda Tuzla avukat desteği almak, hukuki haklarınızı etkin şekilde korumanız açısından büyük önem taşır.

Tuzla başta olmak üzere; Pendik avukat, Kartal avukat, Maltepe avukat, Gebze avukat, Çayırova avukat, Orhanlı avukat, Aydınlı avukat ve Tepeören avukat olarak bölgedeki uzman kadromuz, senetlerin düzenlenmesi, hukuki protokollerin hazırlanması ve menfi tespit davalarında müvekkillerimizi etkin bir şekilde temsil etmektedir. Böylece, hem hak kayıplarının önüne geçilir hem de olası riskler minimuma indirilir.

Read More

Eşin Evi Terk Etmesi Durumunda Boşanma Davası Açmanın Şartları Nelerdir?

Giriş

Bu çalışma, eşin evi terk etmesi durumunda diğer eşin tek taraflı boşanma davası açıp açamayacağı ve bu davanın hukuki dayanaklarının neler olduğu sorusunu, sunulan Yargıtay ve Bölge Adliye Mahkemesi kararları çerçevesinde yanıtlamak amacıyla hazırlanmıştır. İncelenen kararlar, boşanma talebinin hangi koşullarda ve hangi hukuki gerekçelerle ileri sürülebileceğine dair önemli ilkeler ve ayrıntılar içermektedir. Çalışma, bu kararlardan elde edilen bulguları sentezleyerek, konuya ilişkin bütüncül bir bakış açısı sunmayı hedeflemektedir.

1.Eşin Evi Terkinde Dava Hakkı ve “Terk Etmeye Zorlama” İlkesi

İncelenen kararların ezici çoğunluğu, terke dayalı boşanma davası açma hakkının münhasıran “terk edilen” eşe ait olduğunu vurgulamaktadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2017/2727 E., 2020/846 K. sayılı kararında bu ilke net bir şekilde ifade edilmiştir: “…diğer eşi ortak konutu terke zorlayan veya ortak konuta dönmesini engelleyen eşin terk eden eş konumunda olması nedeniyle terke dayalı boşanma davası açma hakkı bulunmamaktadır.”

Örneğin, bir kararda (Yargıtay 2. HD, 2015/14545 E., 2016/5851 K.), eşine fiziksel şiddet uygulayan ve bu sebeple kadının evi terk etmesine neden olan erkeğin, terke dayalı boşanma davası açma hakkının bulunmadığına hükmedilmiştir. Benzer şekilde, eşini ailesinin yanına gönderip “kızını istemiyorum” diyen ve ihtiyaçlarını karşılamayan erkeğin de terke zorlayan eş konumunda olduğu kabul edilmiştir (Yargıtay 2. HD, 2019/5550 E., 2019/9240 K.). Bu kararlar, mahkemelerin terk eyleminin arkasındaki nedenleri ve eşlerin kusur durumunu titizlikle incelediğini göstermektedir.

2. Terk İhtarı ve Usul Şartları

Terke dayalı boşanma davasının en önemli prosedürel adımı “ihtar” sürecidir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2017/2717 E., 2021/939 K. sayılı kararında belirtildiği gibi, bu tür davalar “çok sıkı maddi ve şekli şartlara bağlanmış olup titizlikle inceleme gerektirmektedir.” İhtarın usulüne uygun olması kritik öneme sahiptir. Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi’nin bir kararında (2017/3 E., 2017/14 K.) bu usul detaylandırılmıştır: “ihtar isteminde bulunan eş, eşini eve davet ederken yeterli miktardaki yol giderlerini karşılamak zorundadır. (…) ihtar eden eş, eşini davet ettiği müşterek konutun anahtarının nerede bulunduğu ve nasıl temin edileceğini de gönderilen ihtarda göstermelidir.” Bu gibi usuli eksiklikler, davanın esasına girilmeden reddedilmesine neden olabilir. Ayrıca, ihtar talebinin samimi bir eve dönüş arzusunu yansıtması gerekir. İhtar tebliğinden çok uzun bir süre sonra (örneğin 3 yıl) dava açılması, bu samimiyetin sorgulanmasına yol açabilir (Yargıtay 2. HD, 2012/22203 E., 2013/7818 K.).

3. Dönmemekte Haklı Sebep

Terk eden eşin, ihtara rağmen ortak konuta dönmemekte haklı bir sebebi varsa, dava yine reddedilir. Yargıtay kararlarında, eşin şiddete uğraması (Yargıtay 2. HD, 2022/5445 E., 2023/870 K.) veya davet edildiği konutun “manevi yönden bağımsız” olmaması (Yargıtay 2. HD, 2015/4852 E., 2015/19203 K.) gibi durumlar haklı sebep olarak kabul edilmiştir. Buna karşın, davet edilen konutun üst katında eşin ailesinin oturuyor olması, fiziken bağımsız olan konutun manevi bağımsızlığını ortadan kaldıran bir sebep olarak görülmemiştir (Yargıtay 2. HD, 2013/23842 E., 2014/8506 K.). Bu noktada mahkeme, somut olayın özelliklerine göre bir değerlendirme yapmaktadır.

4. Terk Olgusunun “Evlilik Birliğinin Sarsılması” Davasındaki Rolü

Birden fazla karar, ihtar şartı yerine getirilmeden açılan bir davanın terk sebebine (TMK m. 164) dayandırılamayacağını, ancak evlilik birliğinin temelinden sarsılması (TMK m. 166) kapsamında değerlendirileceğini belirtmektedir (Yargıtay 2. HD, 2011/18998 E., 2012/15133 K.). Bu durumda, terk eylemi, evliliğin çekilmez hale geldiğini gösteren bir vakıa olarak ileri sürülür. Ancak bu yola başvurulduğunda, davacının, davalı eşin de kusurlu olduğunu ispat etmesi gerekir. Eğer evliliğin sarsılmasına tamamen davacı sebep olmuşsa, davası reddedilecektir (Yargıtay 2. HD, 2015/15112 E., 2016/6431 K.).

Sonuç

Eşinizin evi terk etmesi durumunda tek taraflı boşanma davası açmanız mümkündür, ancak bu hakkın kullanımı belirli koşullara ve hukuki dayanaklara bağlıdır:

Terke Dayalı Boşanma (TMK m. 164): Bu yolu seçerseniz, eşinizi evi terk etmeye sizin zorlamadığınızdan veya eve dönmesini engellemediğinizden emin olmalısınız. Aksi halde, hukuken “terk eden” siz sayılırsınız ve dava hakkınız olmaz. Bu dava için, terk eyleminin üzerinden en az 6 ay geçmesi ve bu süreçte usulüne uygun bir “eve dön” ihtarının sonuçsuz kalması zorunludur.

Evlilik Birliğinin Sarsılmasına Dayalı Boşanma (TMK m. 166): Eğer terke dayalı davanın sıkı şartlarını yerine getiremiyorsanız, eşinizin evi terk etmesini evlilik birliğinin temelinden sarsıldığının bir kanıtı olarak sunarak dava açabilirsiniz. Bu durumda, terk eyleminin yanı sıra, evliliğin devamının beklenemeyecek derecede çekilmez hale geldiğini ve bu durumda eşinizin de kusurlu olduğunu ispatlamanız gerekecektir.

Her iki durumda da, terk eyleminin arkasındaki nedenler, eşlerin kusur durumu ve olayın somut özellikleri mahkeme tarafından titizlikle değerlendirilecektir. Sunulan yargı kararları, bu tür davaların oldukça teknik ve detaya dayalı olduğunu göstermektedir. Bu nedenle, hak kaybı yaşamamak ve süreci doğru yönetmek adına bir avukattan hukuki destek almanız şiddetle tavsiye edilir.

Boşanma Davası Açma Hakkı: Eşin evi terk etmesi durumunda, terk edilen eşin tek taraflı boşanma davası açma hakkı bulunmaktadır. Bu hak, temel olarak Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 164. maddesinde düzenlenen “terk” sebebine dayanmaktadır.

“Terk Eden” ve “Terk Edilen” Ayrımı: Yargı kararlarında en sık vurgulanan ve en kritik nokta, “terk eden” ve “terk edilen” eşin kim olduğunun doğru tespitidir. Neredeyse tüm kararlarda alıntılanan TMK m. 164’teki şu hüküm esastır: “Diğerini ortak konutu terk etmeye zorlayan veya haklı bir sebep olmaksızın ortak konuta dönmesini engelleyen eş de terk etmiş sayılır.” Bu ilke uyarınca, eşini evden kovan, şiddet uygulayarak gitmesine sebep olan veya eve dönmesini engelleyen eş, hukuken “terk eden” konumundadır ve bu sebebe dayanarak boşanma davası açamaz.

Terke Dayalı Davanın Şartları: Terk sebebine dayalı bir boşanma davasının kabulü için sıkı maddi ve şekli şartlar aranmaktadır. Bu şartlar şunlardır:

Terk eylemi, evlilik birliğinden doğan yükümlülükleri yerine getirmemek amacıyla yapılmalıdır.

Ayrılık en az altı ay sürmüş ve devam ediyor olmalıdır.

Terk edilen eşin talebi üzerine, hâkim veya noter tarafından terk eden eşe “eve dön” ihtarında bulunulmalı ve bu ihtar sonuçsuz kalmalıdır.

İhtar, terk tarihinden itibaren dördüncü ay bittikten sonra istenebilir ve ihtardan sonra iki ay geçmedikçe dava açılamaz.

“Haklı Sebep” Kavramı: Terk eden eş, evi terk etmekte veya yapılan ihtara rağmen eve dönmemekte “haklı bir sebebe” sahipse, terk nedenine dayalı boşanma davası reddedilir. Şiddet görmek, hakarete uğramak, oturulan konutun bağımsız veya yaşanılabilir olmaması gibi durumlar haklı sebep olarak kabul edilebilir.

Alternatif Boşanma Sebebi: Eğer terke dayalı boşanma davasının (TMK m. 164) şartları oluşmamışsa veya bu yola başvurulmak istenmiyorsa, eşin evi terk etmesi “evlilik birliğinin temelinden sarsılması” (TMK m. 166/1) sebebine dayalı bir boşanma davasında delil olarak kullanılabilir. Ancak bu durumda, birçok kararda belirtildiği gibi, “Fiili ayrılık tek başına boşanma sebebi değildir.” Evlilik birliğinin ortak hayatı sürdürmenin beklenemeyeceği derecede sarsıldığının ve bu sarsılmada davalı eşin de kusurlu olduğunun kanıtlanması gerekir. Bir makale önerisi.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Evlilik birliğinde eşler arasında yaşanan sorunlarda, özellikle fiziksel şiddet veya psikolojik baskı gibi ciddi sebeplerle evin terk edilmesi durumunda, terk eyleminin hukuki sonuçları tarafların kusur durumuna göre değişmektedir. Örneğin, bir Yargıtay kararında (Yargıtay 2. HD, 2015/14545 E., 2016/5851 K.), fiziksel şiddet nedeniyle evi terk eden kadının bu davranışının haklı görüldüğü, şiddet uygulayan erkeğin ise terke dayalı boşanma davası açma hakkının bulunmadığı belirtilmiştir. Benzer şekilde, eşini ailesinin yanına gönderip “kızını istemiyorum” diyerek ihtiyaçlarını karşılamayan erkeğin de terke zorlayan taraf olduğu kabul edilmiştir (Yargıtay 2. HD, 2019/5550 E., 2019/9240 K.). Bu gibi kararlar, mahkemelerin yalnızca evin terk edilip edilmediğine değil, terk eyleminin arkasındaki gerekçelere ve tarafların davranışlarına dikkat ettiğini ortaya koymaktadır.

İşte bu nedenle Tuzla avukat desteği büyük önem taşır. Terke dayalı boşanma davası açmayı düşünen kişilerin, kendi eylemlerinin ve karşı tarafın davranışlarının hukuki açıdan nasıl değerlendirileceğini önceden bilmesi gerekir. Bir Tuzla boşanma avukatı, hem boşanma sürecinde doğru adımların atılmasını sağlar hem de mahkemenin hangi durumları haklı terk olarak kabul ettiğini somut olayınıza göre yorumlayarak sizi yönlendirir. Özellikle (Pendik, Kartal, Maltepe, Gebze, Çayırova, Tepeören, Orhanlı, Aydınlı, Tuzla gibi bölgelerde) evin terk edilip edilmediği, bunun haklı sebebe dayanıp dayanmadığı gibi konularda yapılan yanlış beyanlar veya eksik iddialar, davanın kaybedilmesine neden olabilir. Bu nedenle Tuzla ve çevresinde yaşayanların, böyle karmaşık ve kritik hukuki süreçlerde profesyonel avukat desteğine başvurması büyük önem arz eder.

Read More

Site sakini sezonluk olarak işe alınan bir havuz görevlisinin ücretine katılmak zorunda mıdır?

Giriş

Bu çalışma, bir site sakininin, işletme bütçesinde yer almayan ve sezonluk olarak işe alınan bir havuz görevlisinin ücretine katılma zorunluluğuna ilişkin sorusu üzerine hazırlanmıştır. Site sakini, Kat Mülkiyeti Kanunu’nun (KMK) 43. maddesi ve bu maddeye atıf yapan bir Yargıtay kararına dayanarak bu gideri ödememe hakkı olduğunu düşünmektedir. Çalışma, sunulan yargı kararları özetleri ışığında, ortak giderlere katılma yükümlülüğünün genel prensiplerini, KMK m. 43’ün uygulama alanını ve bu tür bir uyuşmazlıkta dikkate alınması gereken diğer hukuki faktörleri analiz etmektedir.

1. Site sakininin Ortak Giderlere Katılma Yükümlülüğü (Genel Kural – KMK m. 20)

Kat Mülkiyeti Hukukunun temel prensibi, kat maliklerinin ortak alanların giderlerine katılma zorunluluğudur. Yargıtay’ın yerleşik içtihatları bu yöndedir. Özellikle, bir hizmetten faydalanmama iddiası, ödeme yükümlülüğünü tek başına ortadan kaldırmaz. Yargıtay 18. Hukuk Dairesi’nin bir kararında bu ilke net bir şekilde ifade edilmiştir: “…kat maliklerinin ortak yer veya tesisler üzerindeki kullanma hakkından vazgeçmek veya kendi bağımsız bölümünün durumu dolayısıyla bunlardan faydalanmaya lüzum ve ihtiyaç bulunmadığını ileri sürerek bu gider ve avans payını ödemekten kaçınamayacağı belirtilmiştir. Kararda, davalının kendi iradesi ile söz konusu hizmetlerden yararlanmamış olmasının, bu hizmetler için yapılan harcamalardan payına düşeni ödeme yükümlülüğünü ortadan kaldırmadığı vurgulanmıştır.” (Yargıtay 18. HD-2014/10598-2014/11446)

Bu genel kural çerçevesinde, havuzun ortak alan olduğu ve görevlinin ücretinin de bu ortak alanın işletme gideri sayıldığı durumda, kat malikinin “havuzu kullanmıyorum” savunması tek başına yeterli olmayacaktır.

2. Çok Masraflı ve Lüks İlaveler (İstisnai Durum – KMK m. 43)

Site sakininin sorusunun temelini oluşturan KMK m. 43, genel kurala önemli bir istisna getirmektedir. Ancak bu istisnanın şartları dardır. Yargıtay 20. Hukuk Dairesi’nin bir kararında bu maddenin kapsamı şöyle çizilmiştir: “Yapılması arzu edilen yenilik ve ilaveler çok masraflı ise veya yapının özel durumuna göre lüks bir nitelik taşıyorsa veya anagayrimenkulün bütün kat malikleri tarafından kullanılması mutlaka gerekli olan yerlerinde veya geçitlerinde bulunmıyorsa, bunlardan faydalanmak istemiyen kat maliki, gidere katılmak zorunda değildir…” (Yargıtay 20. HD-2017/4411-2018/7960)

Buradaki kritik nokta, havuz görevlisi istihdamının bir “yenilik ve ilave” olup olmadığıdır. Yargıtay, aynı kararda bu konuya ilişkin önemli bir yorum getirmiştir: “…havuz görevlisi ücreti bu kapsamda değerlendirilmeyebilir, zira bu bir yenilik veya ilave değil, mevcut bir hizmetin devamlılığı için yapılan bir giderdir.” (Yargıtay 20. HD-2017/4411-2018/7960)

Bu yorum, site sakininin KMK m. 43’e dayanarak ödemeden kaçınma argümanını zayıflatmaktadır. Havuzun kendisinin yapılması bir “ilave” iken, mevcut havuzun güvenli ve hijyenik kullanımı için bir görevlinin çalıştırılması “işletme gideri” olarak kabul edilme eğilimindedir. Yargıtay’ın “havuz bölgesine vitamin bar ve müzik sistemi kurulması” gibi giderleri zorunlu bulmadığı kararı (Yargıtay 20. HD-2017/6353-2019/771), “ilave” kavramının fiziksel bir eklentiye işaret ettiğini göstermektedir.

3. Yönetim Planı ve İşletme Projesinin Önemi

İncelenen kararların birçoğu, uyuşmazlığın çözümünde yönetim planına atıf yapmaktadır. Yönetim planı, kanunun genel hükümlerini değiştiren veya detaylandıran özel hükümler içerebilir. Yargıtay 18. Hukuk Dairesi’nin belirttiği gibi, “…yönetim planının tüm kat maliklerini bağlayan bir sözleşme niteliğinde olduğu ve işletme projesinde yer alan giderlerden, genel kurul kararları iptal edilmediği sürece kat maliklerinin sorumlu olduğu vurgulanmaktadır.” (Yargıtay 18. HD-2015/12001-2016/4233).

Kullanıcının durumunda, havuz görevlisi ücretinin işletme bütçesinde (projesinde) yer almaması önemli bir dayanaktır. Bütçe dışı bir harcama için kat malikleri kurulunun ayrıca ve usulüne uygun bir karar alması gerekir. Yönetim planında havuz giderlerinin paylaşımına ilişkin özel bir madde (örneğin sadece kullananların ödeyeceği veya giderin nasıl paylaşılacağı gibi) olup olmadığı mutlaka incelenmelidir.

4. Karar Alma Süreçlerinin Denetimi

İşletme projesi dışında bir giderin talep edilebilmesi için, bu konuda alınmış geçerli bir kat malikleri kurulu kararı şarttır. Yargıtay, karar alma süreçlerindeki usul eksikliklerine büyük önem vermektedir. Örneğin, bir kararda toplantı çağrısının yasal sürelere uygun yapılmaması, kararın iptali için yeterli görülmüştür: “…çağrının yukarıda açıklanan 15 gün önceden bildirim süre şartına uyulmadığı böylelikle yasanın öngördüğü koşulların yerine getirilmediği anlaşıldığından, mahkemece… toplantının… iptaline karar verilmesi gerekirken, yerinde görülmeyen gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi” (Yargıtay 18. HD-2014/5650-2014/6793)

Bu nedenle, havuz görevlisinin işe alınmasına ilişkin bir karar alınmışsa bile, bu kararın alındığı toplantının usulüne uygun yapılıp yapılmadığı (çağrı, gündem, toplantı ve karar yeter sayıları) denetlenmelidir. Geçerli bir karar olmadan yapılan harcama, kat maliklerinden talep edilemez.

Sonuç

Site sakininin, “havuzdan faydalanmadığı için KMK m. 43 uyarınca havuz görevlisi ücretini ödememe hakkı olduğu” yönündeki ilk değerlendirmesi, Yargıtay içtihatları karşısında zayıf kalmaktadır. Havuz görevlisi ücretinin “lüks bir ilave” yerine, mevcut bir tesisin “işletme gideri” olarak kabul edilmesi kuvvetle muhtemeldir. Bu durumda, KMK m. 20’deki genel katılma yükümlülüğü devreye girecektir. Ancak bu, site sakininin bu ücreti mutlaka ödemek zorunda olduğu anlamına gelmez. Kullanıcının hukuki argümanı KMK m. 43’ten ziyade şu noktalara odaklanmalıdır:

Genel Kural ve İstisna Ayrımı: Yargı kararları, KMK m. 20 uyarınca kat maliklerinin ortak yer ve tesislere ilişkin işletme giderlerine katılmasının temel bir yükümlülük olduğunu ortaya koymaktadır. Bir tesisten kişisel olarak faydalanmıyor olmak, genel kural olarak ödeme yükümlülüğünü ortadan kaldırmamaktadır. Kullanıcının dayandığı KMK m. 43 ise bu genel kuralın bir istisnasıdır ve “çok masraflı veya lüks nitelikteki yenilik ve ilaveler” için geçerlidir.

“Yenilik ve İlave” ile “İşletme Gideri” Farkı: Yargıtay, mevcut bir tesisin (havuz) işlerliğinin devamı için yapılan bir harcamanın (havuz görevlisi ücreti), KMK m. 43 kapsamında bir “yenilik veya ilave” olarak değil, KMK m. 20 kapsamında bir “işletme gideri” olarak değerlendirilmesi gerektiğine işaret etmektedir. Bu ayrım, kullanıcının dayandığı hukuki temelin zayıf olabileceğini göstermektedir.

Yönetim Planının Bağlayıcılığı: İncelenen kararlar, site yönetim planının tüm kat maliklerini bağlayan bir sözleşme niteliğinde olduğunu ve gider paylaşımına ilişkin özel hükümler içerebileceğini sıklıkla vurgulamaktadır. Yönetim planında havuz gibi özel nitelikli ortak alanların giderlerinin nasıl karşılanacağına dair bir düzenleme olup olmadığı, uyuşmazlığın çözümünde kilit rol oynar.

Karar Alma Süreçlerinin Geçerliliği: Bir giderin kat maliklerinden talep edilebilmesi için, bu giderin ya işletme projesinde yer alması ya da usulüne uygun olarak toplanmış bir kat malikleri kurulunda alınan geçerli bir karara dayanması gerekmektedir. Toplantı çağrısındaki usulsüzlükler veya karar yeter sayılarının sağlanamaması, alınan kararı ve dolayısıyla gidere katılma yükümlülüğünü geçersiz kılabilir.

Kararın Yokluğu veya Geçersizliği: Talep edilen gider, onaylanmış bir işletme projesinde yer almamaktadır. Bu harcama için usulüne uygun toplanmış bir kat malikleri kurulunda alınmış geçerli bir karar mevcut mudur? Karar yoksa veya toplantı usulsüz ise, bu gider talep edilemez.

Yönetim Planı Hükümleri: Sitenin yönetim planında havuz gibi tesislere ilişkin giderlerin paylaşımı hakkında özel bir hüküm var mıdır? Yönetim planı, genel kuralın aksine bir düzenleme getirmiş olabilir.

Nihai olarak, kullanıcının yanılıp yanılmadığı sorusunun cevabı; sitenin yönetim planı, ilgili kat malikleri kurulu kararının varlığı ve geçerliliği gibi somut olayın özelliklerine bağlıdır. En sağlam hukuki yol, KMK m. 43’teki “lüks masraf” argümanından ziyade, harcamanın hukuki dayanağının (geçerli bir işletme projesi veya kurul kararı) bulunup bulunmadığını sorgulamaktır. Bir yazı önerisi.

Neden Tuzla Avukatı Desteği Gereklidir?

Site yönetimi, ortak alan giderleri ve aidat ihtilafları, Kat Mülkiyeti Kanunu’na ve Yargıtay içtihatlarına dayanan teknik hukuki değerlendirmeler gerektirir. Özellikle Tuzla gibi çok sayıda site yerleşiminin bulunduğu bölgelerde: Yönetim planlarının detayları farklılık gösterebilir. Usulsüz alınan kararlar yaygın şikâyet konusudur. Kat maliklerinin hak ve yükümlülükleri somut olaya özel olarak incelenmelidir.

Bu nedenle, İstanbul, Tuzla avukat, Pendik avukat, Kartal avukat, Maltepe avukat, Gebze avukat, Aydınlı avukat, Orhanlı avukat, Tepeören avukat, Darıca avukat, Bayramoğlu avukat veya Çayırova avukat, Şekerpınar avukat, Güzelyalı avukat gibi bölgelerde bir Tuzla avukatı ile çalışmak, hem hak kaybı yaşamamak hem de dava veya itiraz süreçlerinde etkili bir yol izlemek adına önemlidir. Profesyonel bir destekle, ödemeden kaçınmak mı yoksa ödemeyi kabul etmek mi daha avantajlıdır, net şekilde belirlenebilir.

Read More

Maaşı ödenmeyen gemi adamının hakları ve başvurabileceği hukuki yollar nelerdir?

Giriş

Bu yazı, “Gemi adamı olarak çalışıyorum, maaşım ödenmedi ne yapabilirim?” sorusuna yanıt vermek amacıyla hazırlanmıştır. Gemi adamlarının ücret alacakları, çalıştıkları geminin bayrağı, tonajı, iş sözleşmesinin niteliği ve işverenin hukuki statüsü gibi birçok değişkene bağlı olarak farklı hukuki rejimlere tabi olabilmektedir. Bu çalışma, sunulan çeşitli Yargıtay, Bölge Adliye Mahkemesi ve İlk Derece Mahkemesi kararlarını analiz ederek, gemi adamlarının bu karmaşık hukuki süreçte hangi adımları atması gerektiğini, hangi haklara sahip olduğunu ve dikkat etmesi gereken kritik noktaları bütüncül bir bakış açısıyla ortaya koymaktadır. Çalışma, bir gemi adamının hak arama sürecinde karşılaşabileceği temel sorunları ve çözüm yollarını aydınlatmayı hedeflemektedir.

1. Uygulanacak Hukuk ve Görevli Mahkemenin Belirlenmesi

Gemi adamının ücret alacağı davasında ilk ve en kritik ayrım, çalıştığı geminin statüsüne göre belirlenir. Bu statü, davanın hangi kanuna göre ve hangi mahkemede görüleceğini belirler.

Türk Bayraklı ve 100+ Grostonilatoluk Gemiler: 

Bu gemilerde çalışanlar, 854 sayılı Deniz İş Kanunu’na (DİK) tabidir. Yargıtay’ın da belirttiği gibi, “854 sayılı Deniz İş Kanunu’nun 1. maddesine göre bu kanun denizlerde, göllerde ve akarsularda Türk Bayrağını taşıyan ve yüz ve daha yukarı grostonalitonluk gemilerde bir hizmet akti ile çalışan gemiadamları ve bunların işverenleri hakkında uygulanır.” (Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 2011/17974 E.). Bu durumda, DİK’in 46. maddesi uyarınca görevli mahkeme İş Mahkemeleridir. Yetkili mahkeme ise, sözleşmede aksi belirtilmedikçe “geminin bağlama limanında iş davalarını bakmaya yetkili mahkemedir.” (BAM İstanbul 32. Hukuk Dairesi, 2017/597 E.).

Yabancı Bayraklı veya 100 Grostonilatonun Altındaki Gemiler:

 Bu gemilerde çalışanlar DİK kapsamı dışındadır. Bu durumda uyuşmazlık, genel hüküm olan Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) hizmet sözleşmesine ilişkin maddelerine göre çözülür. Geçmişte bu davalar Asliye Hukuk veya Ticaret Mahkemelerinde görülmekteyken, 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu ile birlikte hizmet sözleşmesinden doğan tüm uyuşmazlıklarda görevli mahkemenin İş Mahkemeleri olduğu yönünde bir eğilim oluşmuştur. Nitekim bir Bölge Adliye Mahkemesi kararı, “taraflar arasındaki uyuşmazlık 6098 sayılı TBK’nın ikinci kısmının altıncı bölümünde düzenlenen hizmet sözleşmesine ilişkin 393 ve devamı maddelerinden kaynaklanmakla, mahkemece görevli mahkemenin İş Mahkemeleri olduğuna ilişkin verilen kararda bir isabetsizlik bulunmamaktadır” diyerek bu durumu teyit etmiştir (BAM İstanbul 18. Hukuk Dairesi, 2022/2039 E.).

2. Gemi Adamının Davayı Kime Açacağı: Husumet Sorunu

Alacak davasının doğru kişiye/şirkete yöneltilmesi, davanın esasına girilebilmesi için bir dava şartıdır.

Donatan ve Gemi İşletme Müteahhidi: Ücret alacağından öncelikli olarak işveren sıfatını taşıyanlar sorumludur. Bu, geminin maliki olan donatan olabileceği gibi, gemiyi kendi adına ve hesabına işleten gemi işletme müteahhidi de olabilir. Yargıtay, “gemi işletme müteahhidine aittir” diyerek, gemiyi kendi emir ve idaresi altında bulunduran işletenin sorumlu olduğunu vurgulamıştır (Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, 2012/361 E.). Mahkemeler, davanın doğru hasma yöneltilmesi için davacının çalışmış olduğu geminin gerçek sahibi ile beraber varsa işleteni de araştırılarak davalıların sorumluluğunun tespiti” gerektiğini belirtmektedir (Yargıtay 7. Hukuk Dairesi, 2013/6772 E.).

Acente ve Tasfiye Halindeki Şirket: Yabancı bir donatanın Türkiye’de şubesi yoksa, onun adına işlem yapan acentesine de dava yöneltilebilir. Yargıtay, gemi adamı kontratının kurulmasına aracılık eden acentenin pasif husumet ehliyeti olabileceğini kabul etmiştir (Yargıtay 13. Hukuk Dairesi, 2017/9430 E.). Eğer işveren şirket tasfiye edilmişse, alacak davası açabilmek için öncelikle şirketin “tüzelkişiliğinin yeniden ihyası” için dava açılması gerekebilir (Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 2016/22828 E.).

3. Hak Arama Yolları ve Güçlü Hukuki Araçlar

Gemi adamının alacağını tahsil etmek için kullanabileceği birden fazla hukuki yol bulunmaktadır.

İcra Takibi ve İtirazın İptali Davası: En yaygın yöntem, ödenmeyen maaş için icra müdürlüğü aracılığıyla ilamsız icra takibi başlatmaktır. İşverenin bu takibe itiraz etmesi durumunda, takibin devamını sağlamak için görevli mahkemede (genellikle İş Mahkemesi) itirazın iptali davası açılır.

Deniz Alacağı, Kanuni Rehin Hakkı ve İhtiyati Haciz: Gemi adamının ücret alacağı, TTK uyarınca imtiyazlı bir alacak olan “deniz alacağı” niteliğindedir. Bir Bölge Adliye Mahkemesi kararında bu durum, “gemi adamlarına, gemide çalışmaları dolayısıyla ödenecek ücretlerle, onlara ödenmesi gereken diğer tutarlara ilişkin istemler, deniz alacağı hakkı verir” şeklinde açıkça ifade edilmiştir (BAM İstanbul 43. Hukuk Dairesi, 2020/1498 E.). Bu hak, gemi adamına gemi üzerinde kanuni rehin hakkı tanır. Bu sayede, alacağın teminat altına alınması için geminin seferden men edilmesini sağlayan ihtiyati haciz kararı talep edilebilir.

Haklı Nedenle Fesih ve Kıdem Tazminatı: Ücretin zamanında ve tam olarak ödenmemesi, DİK m. 14/II-a uyarınca gemi adamına iş sözleşmesini derhal ve haklı nedenle feshetme imkânı tanır. Yargıtay’ın vurguladığı gibi, bu fesih “karşı tarafa yöneltilmesi gereken tek taraflı bir irade beyanı” olup, bu hakkı kullanan gemi adamı kıdem tazminatına da hak kazanır (Yargıtay 7. Hukuk Dairesi, 2013/2307 E.).

4. İspat Yükümlülüğü ve Deliller

Dava sürecinde ispat, sonuca doğrudan etki eden en önemli unsurdur.

Ücretin Miktarının ve Çalışmanın İspatı: Yazılı bir sözleşme varsa, ücretin ispatı kolaylaşır. Sözleşme yoksa veya ücret miktarı belirsizse, mahkeme “denizcilik teamüllerine, örf ve adete göre emsal ücret saptanmalıdır” (Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 2010/51107 E.). Gemi adamı, çalıştığını ve alacağını gemi adamı cüzdanı, tanık, banka dekontları gibi delillerle ispatlamalıdır.

Ödemenin İspatı: Ücretin ödendiğini ispat yükümlülüğü işverene aittir. Yargıtay’a göre, “para borcu olan ücretin ödendiğinin tanıkla ispatı mümkün değildir” (Yargıtay 22. Hukuk Dairesi, 2012/11492 E.). İşveren, ödemeyi banka dekontu, imzalı ücret bordrosu gibi yazılı belgelerle kanıtlamalıdır.

Sonuç

Maaşı ödenmeyen bir gemi adamının hak arama süreci, çok sayıda hukuki ve teknik detayı barındıran karmaşık bir yoldur. İncelenen mahkeme kararları, bu süreçte atılacak adımların ne kadar dikkatli planlanması gerektiğini açıkça göstermektedir.

İncelenen mahkeme kararları ışığında, maaşı ödenmeyen bir gemi adamının hak arama sürecinde takip etmesi gereken temel adımlar ve dikkat etmesi gereken hususlar şu şekilde özetlenebilir:

Hukuki Statünün Tespiti: İlk ve en önemli adım, geminin bayrağı (Türk/yabancı) ve tonajının (100 grostonilato altı/üstü) belirlenmesidir. Bu tespit, uygulanacak kanunu (Deniz İş Kanunu, Borçlar Kanunu, İş Kanunu) ve dolayısıyla görevli mahkemeyi (İş Mahkemesi, Asliye Hukuk/Ticaret Mahkemesi) doğrudan etkilemektedir.

Doğru Muhatabın Belirlenmesi (Husumet): Dava, gemi maliki (donatan), gemi işletme müteahhidi, iş sözleşmesinde işveren olarak görünen şirket veya bazı durumlarda yabancı şirketin Türkiye acentesi gibi doğru hasımlara yöneltilmelidir. Yanlış kişiye dava açılması, davanın reddine neden olabilir.

İspat Yükümlülüğü: Gemi adamı, çalıştığını ve alacağının miktarını; işveren ise ücretin ödendiğini ispatlamakla yükümlüdür. İş sözleşmesi, gemi adamı cüzdanı, maaş bordroları, banka kayıtları ve tanık beyanları gibi delillerin toplanması ve saklanması hayati önem taşır.

Hukuki Araçların Kullanımı: Gemi adamının ücret alacağı, Türk Ticaret Kanunu (TTK) uyarınca bir “deniz alacağı” sayılır ve bu durum, gemi üzerinde kanuni rehin hakkı ve ihtiyati haciz gibi güçlü teminat mekanizmalarının kullanılmasını mümkün kılar. Standart prosedür ise genellikle icra takibi başlatmak ve itiraz halinde “itirazın iptali” davası açmaktır.

Sözleşmeyi Fesih Hakkı: Ücretin kanuna veya sözleşmeye uygun olarak ödenmemesi, gemi adamına hizmet sözleşmesini haklı nedenle derhal feshetme ve kıdem tazminatı talep etme hakkı verir.

Sonuç olarak, maaşı ödenmeyen gemi adamına şu adımları izlemesi tavsiye edilir:

Öncelikle, işverenle iletişim kurarak durumu çözmeye çalışmalıdır.

Sonuç alınamazsa, çalıştığı geminin bayrağını ve tonajını tespit ederek hangi kanuna tabi olduğunu belirlemelidir.

İş sözleşmesi, cüzdan, bordro, banka kayıtları gibi tüm delilleri eksiksiz bir şekilde toplamalıdır.

Alacağını tahsil etmek için icra takibi başlatmalı veya doğrudan dava açmalıdır. Alacağının “deniz alacağı” niteliği taşıdığını ve gemi üzerinde rehin hakkı ile ihtiyati haciz talep edebileceğini unutmamalıdır.

Davasını, geminin gerçek sahibi (donatan) veya işleteni gibi doğru hasımlara yöneltmelidir.

Gemi adamı alacaklarına ilişkin davaların teknik niteliği, uygulanacak hukukun ve görevli mahkemenin tespitindeki zorluklar göz önüne alındığında, sürecin başından itibaren deniz hukuku ve iş hukuku alanında uzman bir avukattan profesyonel hukuki destek alınması, hak kayıplarının önlenmesi ve sürecin en etkin şekilde yürütülmesi açısından elzemdir. Bir yazı önerisi.

Neden Tuzla Uzman Avukat Desteği Gerekli?

Gemi adamlarının ücret alacaklarına ilişkin davalar, hem deniz ticareti hukuku hem de iş hukuku kurallarını birlikte içeren oldukça teknik ve uzmanlık gerektiren süreçlerdir. Geminin bayrağına, tonajına ve işverenin statüsüne göre değişebilen bu hukuki yapı, yanlış bir adım atılması halinde davanın usulden reddine veya hak kaybına neden olabilir.

Özellikle tersanelerin, denizcilik şirketlerinin ve acentelerin yoğun olarak faaliyet gösterdiği Tuzla bölgesinde, bu alanda uzmanlaşmış bir Tuzla deniz hukuku avukatı ile çalışmak büyük avantaj sağlar.

İstanbul, Tuzla avukat, Pendik avukat, Maltepe avukat, Kartal avukat, Gebze avukat, Aydınlı avukat, Orhanlı avukat, Tepeören avukat, Darıca avukat, Bayramoğlu avukat ve Çayırova avukat bölgelerinde aktif olarak görev yapan deneyimli bir Tuzla avukatı ile çalışmak, bu süreçte atılacak her adımda doğru yönlendirme almanızı sağlar ve ciddi hak kayıplarının önüne geçer.

Tuzla avukat desteği sayesinde; Görevli ve yetkili mahkemenin doğru belirlenmesi, Donatan veya gemi işletmecisinin doğru tespiti, İhtiyati haciz ve kanuni rehin hakkı gibi güçlü tedbirlerin hızlıca alınması, Sürecin her aşamasında gerekli hukuki delillerin toplanması, Usule ilişkin hata yapılmadan dava açılması mümkün hale gelir. Tuzla gemi avukatı, tersane bölgelerinde karşılaşılan uyuşmazlıklara hâkimdir ve benzer davalarda deneyim sahibidir. Bu nedenle, özellikle Tuzla tersanelerinde çalışan gemi adamlarının hak kaybına uğramamak adına uzman desteği alması tavsiye edilir.

Read More

Açığa Atılan İmzanın Kötüye Kullanılması Suçunun Unsurları Nelerdir?

Giriş

Bu yazı, “açığa atılan imzanın kötüye kullanılması suçunun unsurları nelerdir?” sorusuna yanıt vermek amacıyla, sunulan Yargıtay, Bölge Adliye Mahkemesi ve İlk Derece Mahkemesi kararlarının analiziyle hazırlanmıştır. Yazı, suçun yasal dayanağını, temel unsurlarını, ispat koşullarını ve diğer suç tiplerinden ayrıldığı noktaları, ilgili yargı kararlarından alıntılarla destekleyerek ortaya koymaktadır. Amaç, farklı kararlardaki bilgileri sentezleyerek bütüncül bir bakış açısı sunmaktır.

1. Açığa Atılan İmzanın Kötüye Kullanılması Suçunun Yasal Dayanağı ve Tanımı

İncelenen tüm kararlar, açığa atılan imzanın kötüye kullanılması suçunun yasal dayanağının 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 209. maddesinin 1. fıkrası (TCK 209/1) olduğu konusunda hemfikirdir. Yargı kararlarında suçun tanımı tutarlı bir şekilde şu ifadelerle yapılmaktadır: “Belirli bir tarzda doldurulup kullanılmak üzere kendisine teslim olunan imzalı ve kısmen veya tamamen boş bir kağıdı, verilme nedeninden farklı bir şekilde dolduran kişi…” (Yargıtay 11. Ceza Dairesi, 2021/38005; Ceza Genel Kurulu, 2017/51)

2. Suçun Konusu: İmzalı ve Kısmen veya Tamamen Boş Kâğıt 

Suçun işlenebilmesi için ortada, hukuki bir sonuç doğuracak şekilde doldurulmaya elverişli, üzerinde gerçek bir imza bulunan ancak içeriği kısmen veya tamamen boş olan bir kâğıt bulunmalıdır. Yargıtay Ceza Genel Kurulu bu durumu, “…‘belge’ oluşturmayan, tamamlanmış bir hukuki işlemi ifade etmeyen imzalı ve fakat kısmen veya tamamen boş bir kâğıt” olarak nitelendirmiştir (2016/1347). İmzanın gerçek olması zorunludur; aksi halde belgede sahtecilik suçu gündeme gelir (Ceza Genel Kurulu, 2017/51).

Ancak, Yargıtay 23. Ceza Dairesi’nin bir kararı bu unsura önemli bir sınırlama getirmektedir. Karara göre, mağdur tarafından imzalanan belgenin “boş bir kağıt olmayıp bono olması” durumunda, belgenin unsurları tam olmasa bile, açığa imzanın kötüye kullanılması suçunun unsurları oluşmaz (2015/8932). Bu, suçun konusunun, kambiyo senedi gibi belirli bir hukuki niteliği haiz belgelerden ziyade, içeriği serbestçe doldurulabilecek nitelikteki “boş kâğıtlar” olduğunu göstermektedir.

3. Fail ve Mağdur İlişkisi: Güvene Dayalı Teslim 

Suçun en ayırt edici özelliklerinden biri, imzalı boş kâğıdın faile güvene dayalı olarak teslim edilmesidir. Mağdur, bu kâğıdı faile “belirli bir tarzda doldurulup kullanılmak üzere” kendi rızasıyla vermektedir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun vurguladığı gibi: “Burada imza sahibi suça konu olan imzalı ve kısmen veya tamamen boş bir kâğıdı kendi isteği ile ‘belirli bir tarzda doldurup kullanmak üzere’ faile teslim etmekte ancak fail bunu ‘verilme nedeninden farklı bir şeklide’ doldurmaktadır.” (2016/1347)

Bu güven ilişkisi, suçu TCK m. 209/2’de düzenlenen ve belgenin hukuka aykırı ele geçirilmesi durumunda oluşan belgede sahtecilik suçundan ayırır.

4. Eylem: Anlaşmaya Aykırı Doldurma ve Kullanma 

Failin cezalandırılan eylemi, kendisine duyulan güveni kötüye kullanarak, teslim edilen imzalı boş kâğıdı, taraflar arasındaki anlaşmaya (verilme nedenine) aykırı olarak ve hukuki sonuç doğuracak şekilde doldurmasıdır. Örneğin, “teminat olması için kendisine boş bir şekilde imzalı olarak verilen suça konu senedi” alacak senedi olarak doldurup icra takibi başlatmak (Yargıtay 15. Ceza Dairesi, 2017/13847) veya “işe başlamış göstermek için” alınan boş kâğıdı “alacağım yoktur” şeklinde doldurmak (Yargıtay 11. Ceza Dairesi, 2010/12747) bu suçu oluşturur.

5. Suçun İspatı: Yazılı Delil Zorunluluğu 

İncelenen kararlarda en sık vurgulanan ve suçun ispatı açısından kritik öneme sahip olan husus, anlaşmaya aykırılık iddiasının yazılı delille ispat edilmesi zorunluluğudur. Birden fazla Yargıtay kararı ve İlk Derece Mahkemesi kararı, bu kuralı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun kararlarına dayandırmaktadır. “Açığa atılan imzanın kötüye kullanıldığı yani imzanın üzerinin veriliş amacına aykırı olarak doldurulduğu iddiasının ispatı bakımından da Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun kararı ile ispat sorunu çözümlenmiştir.” (İzmir Bölge Adliye Mahkemesi, 2022/1563) Bu kurala göre, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun izin verdiği istisnai durumlar dışında, iddianın tanık beyanlarıyla ispatı mümkün değildir. Mağdurun, belgenin anlaşmaya aykırı doldurulduğuna dair yazılı bir delil (örneğin bir sözleşme, protokol, mektup vb.) sunamaması durumunda, suçun unsurları oluşmamış kabul edilmekte ve genellikle beraat kararı verilmektedir (Yargıtay 15. Ceza Dairesi, 2014/23223; İlk Derece-İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi, 2017/878).

6. TCK 209/1 ve 209/2 Ayrımı: Belgenin Ele Geçirilme Şekli 

Kararlarda altı çizilen bir diğer önemli ayrım, belgenin faile teslim edilme şekliyle ilgilidir:

TCK 209/1 (Açığa İmzanın Kötüye Kullanılması): Belge, mağdur tarafından faile güvene dayalı olarak ve rızayla teslim edilmiştir. Failin zilyetliği başlangıçta hukuka uygundur.

TCK 209/2 (Belgede Sahtecilik): Fail, imzalı boş kâğıdı hukuka aykırı olarak ele geçirmiş veya elinde bulundurmaktadır. Bu durumda fail, meydana gelen belgenin niteliğine göre (resmî/özel) belgede sahtecilik hükümlerine göre cezalandırılır. Yargıtay Ceza Genel Kurulu bir kararında, imza sahibinin belgeyi teslim ettiği kişinin zilyetlikten vazgeçerek başka birine vermesi halinde, yeni zilyet açısından “esasen kendisine tevdi ve teslim olunmayan kağıdı bertakrip (hukuka aykırı) ele geçirme” durumunun oluşacağını ve eylemin TCK 209/2 kapsamında değerlendirileceğini belirtmiştir (Anayasa Mahkemesi kararında atıf yapılan Yargıtay 21. CD kararı).

Sonuç

Yargı kararlarının bütüncül analizi sonucunda, açığa atılan imzanın kötüye kullanılması suçunun (TCK 209/1) temel unsurları şu şekilde özetlenebilir:

Suçun Konusu: Üzerinde gerçek bir imza bulunan ancak içeriği kısmen veya tamamen boş olan ve “belge” niteliği taşımayan bir kâğıdın varlığı.

Güven İlişkisi: Bu kâğıdın, mağdur tarafından faile belirli bir amaçla kullanılması için rızayla ve güvene dayalı olarak teslim edilmesi.

Anlaşmaya Aykırılık: Failin, bu güveni kötüye kullanarak kâğıdı, taraflar arasındaki anlaşmaya (verilme nedenine) aykırı bir şekilde doldurup hukuki sonuç doğuracak şekilde kullanması.

Bu unsurların yanı sıra, suçun ispatı için en kritik koşul, anlaşmaya aykırılık iddiasının yazılı delillerle kanıtlanması zorunluluğudur. Tanık beyanları kural olarak yeterli görülmemektedir. Son olarak, bu suçun, belgenin hukuka aykırı ele geçirilmesi halinde oluşan belgede sahtecilik suçundan (TCK 209/2) ayrıldığı ve takibinin şikâyete ve uzlaştırmaya tabi olduğu unutulmamalıdır. Bir yazı önerisi.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Taraflar arasında güvene dayalı olarak boş bırakılan bir belgenin, sonradan anlaşmaya aykırı şekilde doldurulması ve kullanılması ciddi hukuki sonuçlar doğurur. Bu gibi durumlarda, belgenin neden ve nasıl verildiğinin ispatı büyük önem taşır. Özellikle senetler, taahhütler veya sözleşmelerle ilgili anlaşmazlıklarda, maddi delillerin sunulması, tanıkların doğru şekilde dinlenmesi ve dava sürecinin usulüne uygun yürütülmesi gerekir.

Bu tür karmaşık hukuki süreçlerde, Tuzla avukat, Pendik avukat, Maltepe avukat, Kartal avukat, Gebze avukat, Aydınlı avukat, Orhanlı avukat, Tepeören avukat, Darıca avukat, Bayramoğlu avukat ve Çayırova avukat bölgelerinde deneyim sahibi bir Tuzla avukatı ile çalışmak, hak kaybı yaşanmaması açısından büyük önem taşır.

Alanında uzman bir Tuzla ceza avukatı ya da borç-alacak davalarında deneyimli bir avukat, belgenin anlaşmaya aykırı şekilde doldurulduğunu ispatlamak için gerekli süreci yürütür, delilleri toplar ve savunmanızı en güçlü biçimde hazırlar.

Bu nedenle, taraflar arasında güven ilişkisine dayalı olarak verilen belgelerde yaşanacak kötüye kullanım durumlarında profesyonel bir avukattan destek almak, hukuki sürecin sağlıklı ilerlemesi açısından elzemdir.

Read More

Yurtdışında yaşayan biri Türkiye’de dava açabilir mi?

Giriş

Bu yazı, “Yurtdışında yaşayan birinin Türkiye’de dava açıp açamayacağı” sorusunu, sunulan Yargıtay, Bölge Adliye Mahkemesi ve İlk Derece Mahkemesi kararları ışığında analiz etmek amacıyla hazırlanmıştır. İncelenen kararlar, bu sorunun yanıtının kesin bir “evet” olduğunu, ancak bu hakkın kullanımının davanın türüne, tarafların vatandaşlık durumuna ve Türkiye ile olan bağlarına göre değişen usul ve yetki kurallarına tabi olduğunu göstermektedir. Yazı, bu konudaki temel yasal dayanakları, yetkili mahkemenin nasıl belirlendiğini, farklı dava türleri için öngörülen özel durumları ve uygulamadaki önemli detayları ortaya koymaktadır.

İncelenen tüm yargı kararları, yurtdışında yaşayan bir kişinin Türkiye’de dava açmasının mümkün olduğu konusunda hemfikirdir. Bu hakkın yasal çerçevesi ve uygulanışına dair temel bulgular şunlardır:

Temel Yasal Dayanak: MÖHUK Madde 41 

Neredeyse tüm kararlarda atıf yapılan temel düzenleme, 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’un (MÖHUK) 41. maddesidir. Bu madde, özellikle yurtdışında yaşayan Türk vatandaşlarının “kişi hâlleri” (nüfus kaydının düzeltilmesi, vesayet, vb.) davaları için bir yetki hiyerarşisi belirlemektedir. Yargıtay 5. Hukuk Dairesi’nin 2023/8479 E. sayılı kararında da vurgulandığı gibi bu kural şu şekildedir:“Türk vatandaşlarının kişi hâllerine ilişkin davaları, yabancı ülke mahkemelerinde açılmadığı veya açılamadığı takdirde Türkiye’de yer itibariyle yetkili mahkemede, bulunmaması hâlinde ilgilinin sâkin olduğu yer, Türkiye’de sâkin değilse Türkiye’deki son yerleşim yeri mahkemesinde, o da bulunmadığı takdirde Ankara, İstanbul veya İzmir mahkemelerinden birinde görülür.”

Genel Yetki ve “Mutad Mesken” Kavramı

 Kişi hâlleri dışındaki davalarda, Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisi, iç hukukun genel yetki kurallarına göre belirlenir (MÖHUK m. 40). Bu noktada, Türkiye’de resmi bir yerleşim yeri olmayan ancak düzenli olarak kaldığı bir adresi (“mutad mesken”) bulunan kişiler için bu adresin bulunduğu yer mahkemesi yetkili olabilmektedir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi’nin 2022/2347 E. sayılı kararı, “Türkiye’de yerleşim yeri bulunmayanlar hakkında genel yetkili mahkeme davalının Türkiye’de mutad meskeninin bulunduğu yer mahkemesidir” diyerek bu ilkeyi açıkça belirtmiştir.

Tanıma ve Tenfiz Davaları 

Yurtdışında yaşayan kişiler, yabancı bir mahkemeden aldıkları kararın Türkiye’de icra edilmesi için “tanıma ve tenfiz” davası açabilirler. Bu, kişinin doğrudan yeni bir dava açması yerine, mevcut bir kararı Türkiye’de geçerli kılmasıdır. MÖHUK’un 51. maddesi uyarınca bu davalarda yetki, kendisine karşı tenfiz istenen kişinin (davalının) Türkiye’deki yerleşim yeri, yoksa sakin olduğu yer, o da yoksa Ankara, İstanbul veya İzmir mahkemelerindedir (Yargıtay 5. Hukuk Dairesi, 2024/10633 E.).

Yabancılar ve Mavi Kartlılar 

Bu hak sadece Türk vatandaşlarına özgü değildir. Mavi Kartlılar Kütüğüne kayıtlı olup Türk vatandaşlığını kaybeden kişiler, “Türk vatandaşlarına tanınan haklardan aynen yararlanmaya devam edecekleri” için dava açma hakkına sahiptir (Yargıtay 20. Hukuk Dairesi, 2020/429 E.). Yabancı uyruklu kişiler de Türkiye’de dava açabilirler, ancak mahkemenin yetkili olması ve bazı durumlarda (uluslararası anlaşmalarla muafiyet yoksa) teminat göstermeleri gerekebilir (İstanbul 7. Asliye Ticaret Mahkemesi, 2022/808 E.).

Farklı Dava Türlerine Göre Değerlendirme

Yurtdışında yaşayan birinin dava açma hakkı genel olarak mevcut olsa da, yetkili mahkemenin belirlenmesi ve uygulanacak özel kurallar davanın konusuna göre farklılık gösterir.

Kişi Hâlleri Davaları (Nüfus, Vesayet vb.): Bu tür davalar, MÖHUK m. 41’in en sık uygulandığı alandır. Kararlar, nüfus kaydının düzeltilmesi (Yargıtay 5. Hukuk Dairesi, 2023/10303 E.) veya kısıtlı adayı için vesayet (Yargıtay 17. Hukuk Dairesi, 2014/19503 E.) gibi davalarda, kişinin Türkiye’deki son yerleşim yeri veya sakin olduğu yerin tespitinin önemini vurgulamaktadır.

Miras Davaları: Miras davalarında yetki, MÖHUK m. 41’den farklı olarak, 43. maddede özel olarak düzenlenmiştir. Yargıtay 20. Hukuk Dairesi’nin 2019/1831 E. sayılı kararında belirtildiği gibi:“Mirasa ilişkin davalar ölenin Türkiye’deki son yerleşim yerindeki mahkemesinde, son yerleşim yerinin Türkiye’de olmaması halinde terekeye dahil malların bulunduğu yer mahkemesinde görülür.” Bu kural, miras bırakanın (muris) Türkiye ile olan bağlantısını esas alır.

Boşanma Davaları: Boşanma davalarında yetki, MÖHUK’un genel düzenlemesinden ziyade Türk Medeni Kanunu’nun 168. maddesine göre belirlenir. Bu maddeye göre yetkili mahkeme, “eşlerden birinin yerleşim yeri veya davadan önce son defa altı aydan beri birlikte oturdukları yer mahkemesidir” (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, 2008/8999 E.).

Haksız Fiil Davaları: İnternet üzerinden kişilik haklarına saldırı gibi haksız fiillerde, davacıya seçimlik bir hak tanınmıştır. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 2015/3017 E. sayılı kararında, zarar görenin (davacının), haksız fiilin işlendiği yer, zararın meydana geldiği yer veya kendi yerleşim yeri mahkemesinde dava açabileceği belirtilmiştir. Bu durum, yurtdışında yaşayan birinin, Türkiye’de zarara uğradığını iddia ederek dava açmasını kolaylaştırır.

İcra ve İflas Hukukuna İlişkin Özel Durumlar: Bazı dava türleri özel usul şartları gerektirebilir. Örneğin, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2019/305 E. sayılı kararına göre, ihalenin feshi davası açan borçlunun “yurt içinde bir adres göstermek koşuluyla” dava açabileceği belirtilmiştir. Bu, kanunun kötü niyetli taleplerin önüne geçmek için getirdiği özel bir zorunluluktur.

Sonuç

İncelenen yargı kararları bütünüyle değerlendirildiğinde, yurtdışında yaşayan bir kişinin Türkiye’de dava açmasının hukuken mümkün olduğu net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Türk hukuku, vatandaşlarının ve belirli koşullar altında yabancıların, yurtdışında ikamet etseler dahi Türkiye’deki mahkemelere erişimini güvence altına almıştır.

Bu hakkın kullanılmasında kilit nokta, yetkili mahkemenin doğru tespit edilmesidir. Bu tespit;

Türk vatandaşlarının kişi hâlleri davalarında MÖHUK m. 41’deki hiyerarşiye,

Miras davalarında MÖHUK m. 43’e,

Boşanma davalarında TMK m. 168’e,

Diğer davalarda ise iç hukukun genel (HMK m. 6, 9) ve özel (HMK m. 10, 16) yetki kurallarına göre yapılmaktadır.

Kişinin Türkiye’deki “son yerleşim yeri”, “sakin olduğu yer” veya “mutad meskeni” gibi bağları, yetkili mahkemenin belirlenmesinde kritik rol oynamaktadır. Bu bağlantıların hiçbiri yoksa, MÖHUK, son çare olarak Ankara, İstanbul veya İzmir mahkemelerini yetkili kılmaktadır. Dolayısıyla, yurtdışında yaşayan bir birey, dava konusuna uygun yasal düzenlemeleri takip ederek Türk mahkemelerinde hak arama imkanına sahiptir. Bir yazı önerisi.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Yurtdışında yaşayan kişilerin Türkiye’de dava açması hukuken mümkündür; ancak bu süreç, davanın türüne göre değişen yetki kuralları, özel usuller ve teknik detaylar içerir. Örneğin, kişi hâlleri davalarında son yerleşim yeri tespiti, miras davalarında terekenin bulunduğu yer, boşanma davalarında eşlerin son birlikte yaşadığı adres gibi kriterler davanın yönünü doğrudan etkiler.

Ayrıca tanıma-tenfiz gibi özel dava türlerinde usul hataları, davanın reddine yol açabilir. Türkiye’de mutad mesken, sakinlik, yerleşim yeri gibi kavramların doğru yorumlanması da uzmanlık gerektirir.

Tüm bu teknik süreçlerde Tuzla’da yer alan uzman bir avukat, davanın doğru mahkemede açılmasını sağlar, gerekli belgeleri eksiksiz hazırlar ve süreci hızlandırır. Özellikle yurtdışında ikamet eden bireyler için bir yerel avukatın desteği, hem zaman kaybını önler hem de hak kaybı riskini en aza indirir. Bu nedenle, İstanbul, Tuzla avukat, Pendik avukat, Maltepe avukat, Kartal avukat, Gebze avukat, Aydınlı avukat ve Orhanlı avukat, Tepeören Avukat, Darıca Avukat, Bayramoğlu avukat, Çayırova avukat gibi yerlerde hukuki sürecin sağlıklı ilerlemesi ve hakların etkin şekilde korunması için Tuzla uzman avukat desteği büyük önem taşır.

Read More