Tahsil Amaçlı Ciro Nedir? – Yargıtay Kararları Işığında Detaylı İnceleme

Tahsil amaçlı ciro, Türk Ticaret Hukuku’nda sıklıkla karşılaşılan ve çoğu zaman temlik cirosuyla karıştırılan bir işlemdir. Bu yazıda, “tahsil amaçlı ciro nedir?”, “temlik cirosundan farkı nedir?”, “tahsil cirosunun sonuçları nelerdir?” gibi sorular, Yargıtay kararları ışığında yanıtlanmakta ve bu konuda dikkat edilmesi gereken hukuki noktalar açıklanmaktadır.

Tahsil Amaçlı Ciro Tanımı ve Amacı

Tahsil amaçlı ciro, senetten doğan hakkın mülkiyetini devretmeksizin, senedi elinde bulunduran kişiye (hamil), ciro eden (ciranta) adına senet bedelini tahsil etme ve buna bağlı işlemleri yapma yetkisi veren bir işlemdir. Yargıtay’ın da belirttiği gibi, “tahsil cirosu senetten doğan hakların devri amacıyla değil bu hakların ciro edenin nam ve hesabına tahsilini sağlamak amacıyla gerekli vekalet ve yetkiyi tesis eden bir işlemdir” (Yargıtay-19. Hukuk Dairesi-2012/9143-2013/5417). Bu ciro ile hamil, cirantanın vekili konumuna gelir.

Hukuki Dayanak ve Şekil Şartı: Bir cironun “açık” tahsil cirosu olarak kabul edilebilmesi için senet üzerinde belirli ibarelerin bulunması zorunludur. Türk Ticaret Kanunu (TTK) uyarınca bu ibareler “’bedeli tahsil içindir’, ‘vekâleten’, ‘kabz içindir’ veya bedelin başkası adına kabul edileceğini belirten bir şerhi ya da sadece vekil etmeyi ifade eden bir kaydı” içermelidir. Bu kayıtların varlığı, cironun tahsil amacını net bir şekilde ortaya koyar.

Temlik Cirosundan Farkı: Mahkeme kararlarında en sık vurgulanan ayrım, tahsil cirosu ile temlik cirosu arasındadır. Eğer ciroda yukarıda belirtilen tahsil ifadeleri yer almıyorsa, cironun “temlik cirosu” olduğu kabul edilir. Yargıtay’a göre, “Ciro imzası yerinde ‘bedeli tahsil içindir’ ‘vekaleten’ ve benzeri gibi ibareler içermeyen ciroların temlik cirosu olduğunun kabulü gerekir” (Yargıtay-19. Hukuk Dairesi-2015/11371-2016/2463). Temlik cirosu, senetten doğan tüm hakları ve senedin mülkiyetini devralana geçirirken, tahsil cirosunda mülkiyet cirantada kalır.

Mülkiyetin Devredilmemesi ve “Vekil Hamil” Sıfatı: Tahsil cirosunun en temel sonucu, mülkiyetin devredilmemesidir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun bir kararında bu durum, “Mülkiyet ciroya rağmen ciro edende kalmıştır” şeklinde ifade edilmiştir (Yargıtay-Hukuk Genel Kurulu-2020/329-2022/1490). Bu nedenle senedi tahsil cirosuyla alan kişi, “vekil hamil” sıfatıyla hareket eder ve senedi cirantanın nam ve hesabına tahsil etmekle yükümlüdür.

Açık ve Örtülü (Gizli) Tahsil Cirosu: Kararlar, tahsil cirosunun “açık” veya “örtülü (gizli)” olabileceğini belirtmektedir. Açık ciro, senet üzerindeki şerhlerle bellidir. Örtülü (gizli) ciro ise, görünüşte temlik cirosu gibi olmasına rağmen taraflar arasındaki iç ilişkide tahsil amacıyla yapıldığına dair bir anlaşmanın bulunduğu durumlardır. Bir kararda, “Gizli tahsil cirosu, sadece senet bedelinin tahsil edilip cirantaya verilmesi hususunda yetki vermek amacıyla yapıldığı taktirde, ciranta senedin maliki ve alacaklısı olarak kalır” denilmektedir (Yargıtay-12. Hukuk Dairesi-2014/19229-2014/27579). Ancak örtülü cironun varlığını iddia eden tarafın bunu yazılı delillerle ispatlaması gerekir.

Hamilin Hak ve Yükümlülükleri: Tahsil cirosu ile senedi devralan “vekil hamil”, senetten doğan tüm hakları kullanabilir. Bu kapsamda, borçlu aleyhine dava açabilir ve icra takibi yapabilir. Hatta bir Yargıtay kararında belirtildiği gibi, vekil hamil “çekin zayi olması nedeniyle iptal davası açma yetkisini haizdir” (Yargıtay-11. Hukuk Dairesi-2015/15123-2017/2747). Ancak vekil hamilin yetkisi sınırlıdır; senedi ancak yeni bir “tahsil cirosu” ile devredebilir (BAM-Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesi-2025/125-2025/113). En önemli yükümlülüğü ise, tahsil ettiği bedeli asıl alacaklı olan cirantaya teslim etmektir.

Borçlunun Durumu ve Def’ilerin İleri Sürülmesi: Tahsil cirosunun en kritik sonuçlarından biri, borçlunun hukuki durumunu etkilemesidir. Mülkiyet cirantada kaldığı için, borçlu, cirantaya karşı ileri sürebileceği kişisel def’ileri (itirazları), senedi tahsil için elinde bulunduran vekil hamile karşı da ileri sürebilir. Nitekim bir mahkeme kararında, “6762 sayılı eTTK 600 gereğince cirantaya karşı ileri sürülebilecek defiler hamile karşı da ileri sürebilir” (İlkDerece-İzmir 4. Asliye Ticaret Mahkemesi-2020/283-2022/644) denilerek bu ilke açıkça ortaya konmuştur. Bu durum, tahsil cirosunu, hamili kişisel def’ilere karşı koruyan temlik cirosundan ayıran temel bir özelliktir.

Sonuç olarak yargı pratiğinde, bir cironun tahsil amaçlı sayılabilmesi için senet üzerinde “bedeli tahsil içindir” veya “vekâleten” gibi açık ifadelerin bulunması kritik bir önem taşımaktadır. Bu tür ifadelerin yokluğunda, cironun mülkiyeti devreden bir “temlik cirosu” olduğu kabul edilmekte ve aksini iddia eden taraf ağır bir ispat yükü altına girmektedir. Bu nedenle, tahsil cirosunun hukuki sonuçlarından faydalanmak isteyen tarafların, bu amacı senet üzerinde açıkça belirtmeleri, olası uyuşmazlıkların önlenmesi açısından büyük önem arz etmektedir. bir makale önerisi.

Neden Uzman Tuzla Avukat Görüşü Gerekli? – Tahsil Amaçlı Ciro Davalarında Profesyonel Destek

Tahsil amaçlı ciro, ilk bakışta basit bir işlem gibi görünse de temlik cirosuyla karıştırılması, senet geçersizliği, icra takibinin iptali, haksız tahsilat gibi ciddi sorunlara yol açabilir. Özellikle çek ve bono tahsili ile ilgili uyuşmazlıklarda, senet hukuku, vekâlet ilişkisi ve Yargıtay kararları doğrultusunda değerlendirme yapılması gerekir. Yanlış atılan bir imza veya eksik cümle, hakkınızın kaybına yol açabilir.

Bu nedenle;

✅ Senet üzerine doğru ciro türünü uygulamak
✅ Vekil hamil sıfatıyla dava/icat takibi başlatmadan önce yasal zemini incelemek
✅ Borçlu tarafın hangi def’ileri ileri sürebileceğini değerlendirmek

için senet ve kambiyo hukuku alanında uzman bir avukattan destek alınması kritik öneme sahiptir. Uzman bir Tuzla avukatı, özellikle ticari yoğunluğun yüksek olduğu Tuzla, Kartal, Pendik gibi bölgelerde, uygulamada sık karşılaşılan hataları önceden tespit ederek, tarafların hukuki güvenliğini sağlar ve riskleri en aza indirir. Bu konuda bir makale önerisi.

Read More

Eski Site Yöneticisinin Karar Defterini Teslim Etmemesinin Hukuki ve Cezai Sonuçları Nelerdir?Site Yönetimi – Avukat Tuzla

Eski site yöneticisinin karar defterini ve ilgili diğer belgeleri yeni yönetime teslim etmemesi, Kat Mülkiyeti Kanunu (KMK) ve ilgili diğer mevzuat hükümlerine aykırılık teşkil eden bir durumdur. Eski site yöneticisinin karar defterini teslim etmemesinin hukuki ve cezai sonuçları vardır. Bu durumda yeni yönetimin başvurabileceği hukuki yollar ve eski yöneticinin karşılaşabileceği sorumluluklar aşağıda özetlenmiştir.

1. Başvurulabilecek Hukuki Yollar

İhtarname Gönderilmesi: Defterlerin iadesi için öncelikle eski yöneticiye noter aracılığıyla ihtarname gönderilmesi gerekir.

Hakimin Müdahalesi İstemli Dava (KMK md. 33): En sık başvurulan yoldur. Yeni yönetici, “siteye ait teslim edilmeyen işletme ve karar defteri ile diğer belgelerin teslimine” yönelik olarak Sulh Hukuk Mahkemesi’ne başvurarak hakimin müdahalesini talep edebilir (Yargıtay 20. Hukuk Dairesi-2017/1054; Yargıtay 20. Hukuk Dairesi-2017/1795; Yargıtay 18. Hukuk Dairesi-2013/14190). Bu şekilde eski yöneticinin yönetim ile ilgili defter, makbuz ve diğer belgeleri yeni atanan yöneticiye teslimden kaçınması halinde, Kat Mülkiyeti Kanununun 33. maddesi uyarınca hakimin müdahalesi istenerek ve hakim kararı ile bu belgelerin teslimi sağlanabilir.

Cumhuriyet Başsavcılığına Suç Duyurusunda Bulunulması: Defterlerin teslim edilmemesi eylemi, Türk Ceza Kanunu kapsamında suç teşkil edebileceğinden (örneğin güveni kötüye kullanma), Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunulabilir. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 2010/2913 sayılı kararında, “zimmetinde bulunan belge ve defterlerin iadesinin Cumhuriyet Başsavcılığına yapılacak şikayetle çözümlenmesi gerektiği” belirtilmektedir.

2. Eski Site Yöneticinin Hukuki Sorumlulukları

Defter ve Belgeleri Teslim Etme Yükümlülüğü: Eski yöneticinin temel hukuki sorumluluğu, görev süresi sonunda yönetimle ilgili tüm defter, makbuz ve belgeleri yeni yöneticiye teslim etmektir. Bu defter ve belgeler yöneticilerin şahsi malları olmayıp, görev süresinin sonunda yeni yönetime teslim edilmesi gerekir.

İdari Para Cezası: Eski yönetici defterlerin teslimine ilişkin dava sonucunda mahkemenin defterlerin teslimine ilişkin verdiği kararına uymak zorundadır. Mahkeme kararına rağmen defterleri teslim etmeyen eski yönetici, KMK’nın 33. maddesi uyarınca idari para cezasına çarptırılabilir. Yargıtay 20. Hukuk Dairesi’nin 2017/3307 sayılı kararında, mahkeme hükmünün “verilen karara uyulmaması halinde KMK’nın 33. maddesinde öngörülen para cezasına çarptırılacaklarının ihtarına,” şeklinde bir ihtar içermesi gerektiği belirtilmiştir.

Tazminat Sorumluluğu: Defterlerin teslim edilmemesi veya usulsüz tutulması nedeniyle site yönetimi bir zarara uğramışsa, eski yönetici bu zararı tazmin etmekle yükümlü olabilir (Yargıtay 20. Hukuk Dairesi-2017/1054; Yargıtay 18. Hukuk Dairesi-2013/17938; Yargıtay 20. Hukuk Dairesi-2018/203).

3. Eski Yöneticinin Cezai Sorumlulukları

Güveni Kötüye Kullanma (TCK md. 155): Eski yöneticinin, kendisine tevdi edilen defterleri teslim etmeyerek devir olgusunu inkar etmesi ve bu durumdan kendisine veya başkasına yarar sağlaması halinde “güveni kötüye kullanma” suçu oluşabilir. Yargıtay 15. Ceza Dairesi’nin 2013/10477 sayılı kararında “Güveni kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için; failin bir malın zilyedi olması, malın iade edilmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere faile rızayla tevdi ve teslim edilmesi, failin kendisine verilen malı, veriliş gayesinin dışında […] tasarrufta bulunması ya da devir olgusunu inkar etmesi şeklinde, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekmektedir” denilmiştir. Ancak ispat yükü önemlidir; sanığın suçu işlediğinin sabit olmaması beraatla sonuçlanabilir. Benzer bir tanım Yargıtay 15. Ceza Dairesi 2012/2188 sayılı kararında da yer almaktadır.

Kooperatiflerde Özel Cezai Yaptırım: Kooperatif yöneticileri için 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun Ek 2. maddesi özel bir düzenleme içerir. Bu maddeye göre, “62 nci maddenin ikinci fıkrası gereği sorumlulukları altında bulunan […] defterleri […] teslim etmeyenler […] üç aydan iki yıla kadar hapis ve elli günden beşyüz güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılırlar” (bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 45. Hukuk Dairesi-2024/1692).

4. Yeni Yöneticinin Yetkisi ve Seçimin Usulüne Uygunluğu

 Davanın kabul edilebilmesi için, defterlerin teslimini talep eden yeni yöneticinin “Kat Mülkiyeti Yasası’nın 34. maddesine göre seçilmiş bir yönetici” olması şarttır (Yargıtay 18. Hukuk Dairesi-2013/801). Aksi halde dava reddedilebilir. Yönetici seçiminin geçerliliği, eski yöneticinin seçildiği kararın iptal edilip edilmediği gibi hususlar da önemlidir (Yargıtay 20. Hukuk Dairesi-2018/4953; Yargıtay 20. Hukuk Dairesi-2017/4871). Yargıtay 20. Hukuk Dairesi 2017/1175 sayılı kararında da “davacının anataşınmaza ilişkin defter ve belgeleri isteme yetkisi olup olmadığının evrak asıllarının dosyaya celbedilerek açıklığa kavuşturulması” gerektiği vurgulanmıştır.

İspat Yükümlülüğü: Davayı açan yeni yönetici, defterlerin teslim edilmediğini ve bu durumun siteye zarar verdiğini somut delillerle ispatlamakla yükümlüdür (Yargıtay 20. Hukuk Dairesi-2017/1054). Delillerin yetersizliği davanın reddine yol açabilir (Yargıtay 20. Hukuk Dairesi-2019/4569).

5. Mahkeme Kararının İçeriği ve İnfazı: Mahkeme kararının açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde, hangi talebe ilişkin ne karar verildiğini net bir şekilde belirtmesi ve infazda sorun yaratmayacak nitelikte olması gerekir (Yargıtay 20. Hukuk Dairesi-2017/3900). Ayrıca, kararda defterlerin teslimi için uygun bir süre verilmesi ve uyulmaması halinde KMK md. 33 uyarınca para cezası uygulanacağının ihtar edilmesi önemlidir (Yargıtay 20. Hukuk Dairesi-2017/2251).

Sonuç

Eski site yöneticisinin karar defterini ve diğer yönetimle ilgili belgeleri yeni yöneticiye teslim etmemesi, yasal bir yükümlülüğün ihlalidir. Bu durumda yeni yönetici, öncelikle ihtarname çekerek, ardından Sulh Hukuk Mahkemesi’nde (veya duruma göre Asliye Hukuk Mahkemesi’nde) “hakimin müdahalesi” veya “defterlerin teslimi” istemli dava açarak hukuki yollara başvurabilir.

Neden Uzman / Tuzla Avukat Görüşü Gereklidir?

Site yönetimi uyuşmazlıkları, özellikle belge teslimi gibi teknik konularda hem Kat Mülkiyeti Kanunu hem de Ceza Kanunu’nun birlikte yorumlanmasını gerektirir. Eski yöneticiye karşı açılacak dava, başvuru süresi, yetkili mahkeme seçimi, ispat yükü gibi konuların yanlış değerlendirilmesi, yeni yönetimin hak kaybına uğramasına yol açabilir. Özellikle İstanbul’un Tuzla, Pendik, Kartal, Maltepe gibi toplu konut projelerinin yoğun olduğu ilçelerinde, site yönetimi avukatı desteği ile sürecin başından itibaren hukuki çerçeve içinde hareket edilmesi önemlidir. Bir uzman avukat, dava açılmadan önce ihtar yazımı, savcılığa şikayet başvurusu, gerektiğinde de mahkeme sürecinin yönetilmesi aşamalarında etkin rol oynayarak süreci hızlandırır ve hakların korunmasını sağlar. Bu konuda makale önerisi.

Read More

Menkul ve Gayrimenkul Satım Sözleşmelerinde Cayma Bedelinin Geçerlilik ve Geri Alınma Şartları

Bu çalışma menkul ve gayrimenkul satım sözleşmelerine ilişkin cayma bedelinin geçerlilik şartları, hangi durumlarda geri alınabileceği ve cayma bedeli ile pey akçesi, kapora, bağlanma bedeli gibi sıkça karıştırılan kavramların ne anlama geldiği sorularına, sunulan çeşitli mahkeme kararları ışığında kapsamlı bir yanıt sunmayı amaçlamaktadır.

1. Menkul, Gayri Menkul Satımlarında Cayma Bedelinin (Cayma Parası) Geçerlilik Şartları:

Açıkça Kararlaştırılmış Olması: Cayma bedelinin en temel geçerlilik şartı, sözleşmede bu hususun açıkça “cayma parası” veya “cayma tazminatı” olarak belirtilmiş olmasıdır. Birçok kararda vurgulandığı üzere, “açıkça cayma tazminatı olduğu şart edilmedikçe kapora, pey akçesi gibi verilen paralar cayma tazminatı olamayacaktır” (Yargitay-19. Hukuk Dairesi-2003/6039E.) TBK Madde 178’e göre, cayma parasının kararlaştırılmış olması taraflara cayma yetkisi verir.

Esas Sözleşmenin Geçerliliği: Cayma bedeli, esas satım sözleşmesine bağlı fer’i (yan) bir borçtur. Bu nedenle, esas sözleşme herhangi bir nedenle (örneğin, taşınmaz satışlarında resmi şekil şartına uyulmaması nedeniyle TMK m. 706, TBK m. 237, Tapu K. m. 26) geçersiz ise, cayma bedeline ilişkin anlaşma da geçersiz olur.

2. Cayma Bedelinin Geri Alınabileceği Durumlar:

Açıkça Cayma Bedeli Olarak Kararlaştırılmamışsa: Eğer ödenen bedel sözleşmede açıkça cayma bedeli olarak belirtilmemişse, genellikle “bağlanma parası (pey akçesi)” olarak kabul edilir ve sözleşme gerçekleşmediğinde veya feshedildiğinde, parayı veren taraf akdi bozmakta haklı olsun olmasın onu veren tarafın istirdada yetkili olur.

Esas Sözleşme Geçersizse: Geçersiz bir sözleşmeye dayanarak ödenen cayma bedeli, sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre geri istenebilir (Yargitay-13. Hukuk Dairesi-2014/14864).

Parayı Alan Taraf Cayarsa: TBK m. 178 uyarınca, “parayı vermiş olan cayarsa verdiğini bırakır; almış olan cayarsa aldığının iki katını geri verir.”

3. Pey Akçesi, Kapora, Bağlanma Bedeli Kavramları:

Pey Akçesi (Bağlanma Parası): TBK m. 177’ye göre, “Sözleşme yapılırken bir kimsenin vermiş olduğu bir miktar para, cayma parası olarak değil sözleşmenin yapıldığına kanıt olarak verilmiş sayılır.” Aksi kararlaştırılmadıkça veya yerel adet olmadıkça esas alacaktan düşülür.

Kapora: Genellikle pey akçesi veya bağlanma parası ile aynı anlamda kullanılır. Kaparo olarak da adlandırılan bu para cayma parası değildir. Bağlanma parası mahiyetindeki kaporanın cayma akçesi olduğu açıkça kararlaştırılmadıkça akdin haklı ya da haksız nedenle feshedilip edilmediğine bakılmaksızın akit bozulmuş ise iadesi gerekir. “

Bağlanma Bedeli: Bu terim de pey akçesi ve kapora ile benzer şekilde, sözleşmenin yapıldığına dair bir güvence ve kanıt olarak verilen, cayma bedeli niteliği taşımayan ödemeyi ifade eder.

Genel Olarak İadeleri: Bu tür ödemeler, sözleşmede açıkça cayma bedeli olarak kararlaştırılmadıkça ve sözleşme ifa edilmediğinde veya geçersiz olduğunda, genellikle sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre iade edilir. Yargıtay’ın yerleşik içtihadına göre, açıkça cayma tazminatı olduğu şart edilmedikçe kaporo, pey akçesi gibi verilen paraların, cayma tazminatı olamayacağından akdi bozmakta haklı olsun olmasın onu veren tarafın istirdada yetkili olduğuna karar verilmektedir.

Sonuç

Mahkeme kararlarının incelenmesinden, cayma bedeli ile pey akçesi/kapora/bağlanma bedeli arasındaki ayrımın temelini, tarafların iradesi ve bu iradenin sözleşmeye açıkça yansıtılması oluşturmaktadır. Türk Borçlar Kanunu’nun 177. ve 178. maddeleri bu ayrımın yasal zeminini oluşturur. TBK m. 177, sözleşme yapılırken verilen paranın, aksi kararlaştırılmadıkça “sözleşmenin yapıldığına kanıt olarak verilmiş sayılacağını” ve bunun “bağlanma parası” (pey akçesi) olduğunu belirtir. TBK m. 178 ise “cayma parası”nı düzenler ve bunun kararlaştırılması halinde taraflara cayma yetkisi verdiğini ifade eder. Dolayısıyla, bir ödemenin cayma bedeli sayılabilmesi için sözleşmede bu yönde açık bir hüküm bulunması kritik öneme sahiptir.

Özellikle gayrimenkul satışlarında, sözleşmenin resmi şekilde (TMK m. 706, TBK m. 237, Tapu K. m. 26) yapılması zorunluluğu ön plana çıkmaktadır. Resmi şekle uyulmadan yapılan sözleşmeler geçersiz olduğundan, bu sözleşmelere dayanılarak kararlaştırılan cayma bedeli de geçersiz sayılmakta ve ödenen bedel sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre geri istenebilmektedir.

Verilen paranın pey akçesi olduğu karine olarak kabul edilirken, bunun bir cayma parası olduğunu iddia eden tarafın (genellikle parayı alan taraf) bu durumu ispatlaması gerekmektedir.

Bakırköy 6. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin (2022/203 E., 2022/1057 K.) kararında, cayma parasını verenin, karşı tarafın kusuru nedeniyle sözleşmeden dönmesi halinde veya cayma bedelinin fahiş olması durumunda hakkaniyet gereği iade veya indirim yapılabileceği belirtilmiştir. Bu, hakkaniyet ilkesinin de dikkate alınabileceğine işaret eder.

Uzman Görüşü / Tuzla Avukat Neden Gerekli?

Menkul ve gayrimenkul satış sözleşmelerinde cayma bedeliyle ilgili hukuki süreçler oldukça teknik ve karmaşıktır. İstanbul’un özellikle Tuzla, Pendik ve Kartal gibi yoğun gayrimenkul hareketliliğinin yaşandığı ilçelerinde, satış işlemlerinde yaşanan anlaşmazlıklar ve cayma bedeli ihtilafları sıkça görülmektedir. Bu bölgelerde piyasa koşulları, sözleşme uygulamaları ve mahkeme içtihatları birbirinden farklılık gösterebilir.

Bu nedenle, Tuzla, Pendik ve Kartal’da bulunan gayrimenkul sahipleri ve alıcıların, cayma bedelinin geçerliliği ve geri alınması gibi konularda uzman bir gayrimenkul hukuku avukatından destek alması hayati önem taşır. Uzman hukukçu, bölgesel piyasa dinamiklerini ve yerel mahkeme kararlarını göz önünde bulundurarak, sözleşme hazırlığı, ihtilaf yönetimi ve dava sürecinde hak kayıplarını önleyebilir. Cayma bedeli ile ilgili bir makale önerisi.

Read More

Karşılıksız Çıkan Çekte Cirantanın Sorumluluğu ve Hakları Nelerdir

Karşılıksız çek, ticari hayatta sıkça karşılaşılan bir sorun olup, bu durumda çeki ciro eden kişilerin (cirantaların) sorumluluklarının ve haklarının neler olduğu önem arz etmektedir. Temel olarak cirantanın, çekin ödenmemesi durumunda çek hamiline karşı sorumludur. Aşağıda karşılıksız çekte cirantanın sorumluluk ve haklarının neler olduğuna değineceğiz.

Cirantanın Temel Borç ve Yükümlülükleri

Ödeme Sorumluluğu: Cirantanın en temel yükümlülüğü, aksi şart edilmedikçe, çekin ödenmemesinden dolayı hamile karşı sorumlu olmasıdır. Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin 2012/8233 E., 2012/15286 K. sayılı kararında belirtildiği üzere, “…hamil davalının kendisinden önceki cirantalara başvurusunda cirantaların çek hamiline karşı sorumlu oldukları” esası geçerlidir.

İmzaların Bağımsızlığı (İstiklali) İlkesi: Cirantanın sorumluluğu, çekteki diğer imzaların geçersiz olmasından etkilenmez. Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin 2015/2841 E., 2015/16765 K. sayılı kararında vurgulandığı gibi, “Bir poliçe, poliçe ile borçlanmayı ehil olmayan kimselerin imzasını, sahte imzaları, mevhum şahısların imzalarını yahut imzalayan veya namlarına imzalanmış olan şahısları herhangi bir sebep dolayısıyla ilzam etmeyen imzaları taşırsa diğer imzaların sıhhatine bu yüzden halel gelmez.” Bu ilke, cirantanın kendi cirosundan dolayı sorumlu olacağını ifade eder.

Silsiledeki Yeri: Ciranta, genellikle kendisinden sonra gelen hamillere karşı sorumludur. Ancak çek hukukunda çekin ödenmemesi nedeniyle müracaat olunabilecek kişiler, çeki elinde bulunduran şahıstan önceki hamiller (cirantalar), lehtar, düzenleyen ve avalistlerdir.

Cirantanın Hakları ve Sorumluluktan Kurtulma Halleri

Rücu Hakkı: Çek bedelini ödeyen ciranta, kendisinden önceki cirantalara, lehtara ve keşideciye rücu etme hakkına sahiptir. Yargıtay 12. Hukuk Dairesi’nin 2009/17525 E., 2009/26017 K. sayılı kararında, lehtarın ödemek zorunda kaldığı bedelin tamamı için keşideciye rücu edebileceği belirtilmiştir.

Hamilin Kötü Niyeti veya Ağır Kusuru: Ciranta, hamilin çeki iktisap ederken kötü niyetli olduğunu veya ağır kusurlu olduğunu ispatlayarak sorumluluktan kurtulabilir. Örneğin hamilin çekin bedelsiz kaldığını bilerek ve ciranta zararına hareket ettiğinin ispatlanması halinde ciranta sorumluluktan kurtulabilir.

İmzanın Sahteliği: Ciranta, çekteki ciro imzasının kendisine ait olmadığını ispatlarsa sorumluluktan kurtulur. Bu, mutlak bir def’i olup, iyi niyetli hamile karşı dahi ileri sürülebilir

Bedelsizlik İddiası ve Temel İlişkiden Doğan Def’iler: Ciranta, çeke dayanak teşkil eden temel ilişkinin geçersizliğini veya çekin bedelsiz kaldığını, ancak bu durumu bilen ve bile bile borçlunun zararına hareket eden hamile karşı ileri sürebilir.

Süresinde İbraz Edilmeme ve Zamanaşımı: Çekin süresinde bankaya ibraz edilmemesi veya zamanaşımına uğraması durumunda cirantanın kambiyo hukukundan doğan sorumluluğu sona erer. Yargıtay 12. Hukuk Dairesi’nin 2015/33523 sayılı kararında, “çekin süresinde muhatap bankaya ibraz edildiği, ibraz günü de gösterilmek suretiyle çekin üzerine yazılmış olan tarihli bir beyanla tespit edilmelidir. Aksi takdirde alacaklı müracaat hakkını kaybeder.” denilmiştir. Zamanaşımına uğramış çek yazılı delil başlangıcı sayılabilir.

İbraz Süresinden Sonra Yapılan Ciro: Çekin ibraz süresi geçtikten sonra yapılan ciro, alacağın temliki hükmünde olup, cirantanın hak ve yükümlülükleri bu çerçevede değerlendirilir (Yargıtay 19. Hukuk Dairesi-2011/7160-2011/8841).

Çekin Yeniden Tedavüle Çıkarılması: Keşideci tarafından lehtar lehine düzenlenen, lehtar tarafından tekrar keşideciye ciro edilen ve keşideci tarafından yeniden tedavüle çıkarılan çeklerde, ilk tedavüldeki lehtar cirantanın sorumluluğu kalmaz.(Yargıtay 12. Hukuk Dairesi-2019/6789-2020/4150; Bakırköy 2. Asliye Ticaret Mahkemesi-2020/960-2021/640).

Şikayet Hakkı (Ceza Hukuku Açısından): Karşılıksız çek düzenleme suçunda şikayet hakkı, çeki tahsil amacıyla bankaya ibraz eden hamil ile “karşılıksızdır” işlemi yapıldıktan sonra çeki elinde bulunduran ve aynı zamanda “karşılıksızdır” işlemi yapılmadan önceki dönemde geçerli ve meşru ciranta olan kişiye aittir (Yargıtay 19. Ceza Dairesi-2018/3072-2018/5874; Yargıtay 19. Ceza Dairesi-2019/18941-2020/6993). Ancak cirantanın cirosu iptal edilmişse şikayet hakkı olmaz. (Yargıtay 7. Ceza Dairesi-2021/20718-2022/8339). Şikayet hakkı, fiilin öğrenildiği tarihten itibaren üç aylık süre içinde kullanılmalıdır (İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 15. Ceza Dairesi-2018/4731-2019/18).

Sonuç olarak karşılıksız çıkan bir çekte cirantanın borç ve yükümlülükleri ile hakları, somut olayın özelliklerine, çekin tedavül geçmişine, ciro silsilesine, tarafların iyi niyet durumlarına ve usuli işlemlerin yerine getirilip getirilmediğine göre değişkenlik göstermektedir. Genel kural olarak ciranta, çek bedelinin ödenmemesinden dolayı hamile karşı sorumludur ve bu sorumluluk “imzaların istiklali” ilkesi gereği kendi cirosuyla sınırlıdır. Ancak cirantanın, çek bedelini ödemesi halinde kendisinden önceki sorumlulara rücu etme hakkı; hamilin kötü niyetini, imzanın sahteliğini, çekin bedelsiz kaldığını veya zamanaşımı gibi durumları ispatlayarak sorumluluktan kurtulma hakkı gibi önemli hakları da bulunmaktadır. Ayrıca, belirli koşullar altında karşılıksız çek düzenleme suçundan dolayı şikayetçi olma hakkı da mevcuttur. Ayrıca bir makale önerisi.

Neden Uzman Görüşü / Avukat Gereklidir?

Karşılıksız çıkan bir çekle karşılaşıldığında, özellikle ciranta sıfatına sahip kişilerin hukuki sorumlulukları ve sahip oldukları haklar, son derece teknik ve detaylı düzenlemelere tabidir. Ciro silsilesi, çekin ibraz süresi, zamanaşımı, temel ilişkiden doğan def’iler, rücu hakkı, imza sahteliği savunması gibi konular, kambiyo senetlerine özgü özel hukuk bilgisi gerektirir. Tuzla başta olmak üzere İstanbul’un hızla gelişen ilçeleri olan Pendik, Kartal, Maltepe, Gebze, Darıca ve Çayırova gibi bölgelerde faaliyet gösteren ticari işletmeler ve bireyler, karşılıksız çek sorunlarıyla sıklıkla karşı karşıya kalmaktadır. Özellikle Tuzla’daki organize sanayi bölgeleri ve ticaret hacmi yüksek firmalar açısından, ciranta sorumluluğu konusunda yanlış hukuki yönlendirmeler, ticari itibar ve mali denge açısından ciddi riskler oluşturabilir.

Read More

Yargıtay Kararları Işığında Beş Yıllık Sürenin Dolmasıyla Kira Tespit Davası Nasıl Açılır?

Beş yıllık sürenin geçmesine dayalı kira tespit davası açabilmenin çeşitli şartları vardır. Aşağıda Yargıtay kararları ışığında beş yıllık sürenin geçmesine dayalı kira tespit davasının açılabilmesinin şartları ve özellikleri başlıklar halinde ele alınmıştır.

Kira Tespiti Davası İçin Geçerli Bir Kira İlişkisinin Varlığı ve Kira Bedelinde Uyuşmazlığın Bulunması

Beş yıllık sürenin geçmesine dayalı kira tespit davasının açılabilmesi için her şeyden önde taraflar arasında geçerli bir kira sözleşmesinin bulunması esastır. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 2017/1535 E.)

Kira bedelinin miktarına ilişkin taraflar arasında bir uyuşmazlık olma ve kira bedelinin dava yoluyla tespiti istenmelidir. Kiracının talep edilen veya daha fazla bir bedeli ödemiş olması dahi davanın reddi için yeterli değildir. (Yargıtay 6. Hukuk Dairesi, 2015/6194 E.)

Hukuki Yararın Bulunması

Bu, tespit davalarının en temel şartlarından biridir ve mahkemece re’sen gözetilir. Davacının, dava açmakta hukuken korunmaya değer, güncel bir yararı olmalıdır (Yargıtay 14. HD, 2011/14698 E.; Yargıtay HGK, 2010/3-119 E.; Yargıtay 3. HD, 2023/5202 E.). Bir tespit davasının kabule şayan olabilmesi için, bu davanın konusunu oluşturan hukuki ilişkinin var olup olmadığının mahkemece hemen tespit edilmesinde davacının menfaatinin bulunması gerekir.

Tespit davası, geleceğe yönelik kira bedelleri için açılmalıdır. Yargıtay 23. Hukuk Dairesi (2016/379 E.) kararında, “dava tarihinden önceki dönemler için eda talebi içermeyen tespit davası açılmasında davacının hukuki yararı bulunmadığı” belirtilmiştir.

Dava Açma Süresi ve Şekline Uyulmuş Olması :

Türk Borçlar Kanunu’nun 345. maddesi ve Yargıtay içtihatlarına göre “yeni dönemin başlangıcından en geç otuz gün önceki bir tarihte açıldığı ya da kiraya veren tarafından bu süre içinde kira bedelinin artırılacağına ilişkin olarak kiracıya yazılı bildirimde bulunulmuş olması” koşuluyla yeni dönemin başından itibaren etkili olur.

Kira sözleşmesinde artış şartı varsa, yeni dönemin kira bedelinin tespiti için dönem bitimine kadar dava açılabilir ve bu durumda ihtar şartı aranmaz (Yargıtay 6. HD, 2014/5693 E.). “Sözleşmede kira artış iradesini yansıtan koşulun varlığı ihtarın hukuksal önemini ortadan kaldırmaktadır.”

Süresinde açılmamışsa, mahkeme davacıya bir sonraki dönem için tespit isteyip istemediğini sormalıdır (Yargıtay 3. HD, 2010/2403 E.; Yargıtay 6. HD, 2014/5706 E.).

Dava, her zaman açılabilir ancak tespitin hangi dönem için geçerli olacağı ihtarname veya dava dilekçesinin tebliğ tarihi ve sözleşme şartlarına bağlıdır (Yargıtay 3. HD, 2010/2403 E.).

Islah yasağının bulunması

“Kira bedelinin tespitine ilişkin talep bölünemez ve kira bedeli davacı tarafından bir seferde açık ve net olarak istenilmesi gerekir.” Bu nedenle, “kira bedelinin tespiti davalarında fazlaya ilişkin haklar saklı tutulamaz ve saklı tutulan bu hakla ilgili olarak ıslah talebinde bulunulamaz.” (Yargıtay HGK, 2017/2792 E.).

Davanın Niteliği ve Mahkemenin Rolü:

Kira tespit davaları bir eda davası olmayıp, tespit davası niteliğindedir (Yargıtay 3. HD, 2008/2091 E.; Yargıtay 6. HD, 2014/4519 E.) Bu davalar kamu düzeni ile ilgilidir ve hakim, “kanun, içtihadı birleştirme kararları ve Yargıtay içtihatları ile belli edilen yöntemlere uygun olarak kira bedelinin tespiti yoluna gitmek zorundadır.” (Yargıtay HGK, 2017/1535 E.; Yargıtay HGK, 2017/3197 E.; Yargıtay HGK, 2017/2792 E.).

Hakim, tespiti istenilen yıla ilişkin kira bedelini “açık, net ve tam olarak belirlenmesi gerekir.” (Yargıtay HGK, 2017/3197 E.).

Birbirini Takip Eden Dönemler:

Bir önceki dönem için kira tespit davası sonuçlanmış olsa bile, sonraki dönem için dava açılabilir. Ancak mahkeme, “bir sonraki dönem için tespit yaparken, bir önceki dönemin tespitine ilişkin mahkeme kararının kesinleşmesinin beklenmesi gerektiği”ni dikkate almalıdır (Yargıtay 3. HD, 2010/14829 E.)

Sonuç olarak özetle;

Kira tespit davası açılabilmesi için geçerli bir kira ilişkisi bulunmalı ve kira bedeline ilişkin taraflar arasında uyuşmazlık mevcut olmalıdır. Davanın açılmasında güncel ve korunmaya değer bir hukuki yararın bulunması, özellikle eda davası imkânının değerlendirilmesi önem taşır. Bu dava, yalnızca hak sahibi olan taraflarca (kiraya veren veya kiracı) açılabilir ve zamanlaması, talep edilen kira döneminin başlangıcından itibaren sonuç doğuracak şekilde yasal sürelere ve sözleşme koşullarına uygun olmalıdır. Dava, geçmişe dönük değil, geleceğe yönelik kira bedelinin tespiti amacıyla açılır. Tüm bu şartlar, bir bütün olarak ele alınmalı ve her somut olayın kendine özgü koşulları çerçevesinde yorumlanmalıdır. Kira tespit davaları, hem usule hem de esasa dair teknik ayrıntılar içeren, dikkatli planlanması gereken davalardır; bu nedenle dava açmadan önce uzman bir hukukçudan profesyonel destek alınması, hak kayıplarını önlemek açısından büyük önem arz eder.

Neden Uzman Görüşü Gerekli?

Kira tespit davaları, teknik detaylar ve süre kuralları nedeniyle hatalı başvuru durumunda hak kayıplarına yol açabilecek davalardır. Ayrıca ıslah yasağı, ihtar süreleri ve talebin açıkça belirtilmesi gibi katı kurallar nedeniyle, dava açmadan önce bir gayrimenkul hukuku avukatından destek alınması büyük önem taşır.

İstanbul, Tuzla, Maltepe, Pendik, Kartal, Gebze, Çayırova ve Darıca gibi bölgelerde taşınmaz sahipleri veya kiracılar, piyasa koşullarına uyumlu kira bedelinin mahkeme eliyle belirlenmesini istediklerinde, yerel emsal kira araştırması ve dilekçe hazırlığı gibi kritik aşamalarda hukuki danışmanlık almalıdır. Bu, yalnızca davanın başarı şansını artırmakla kalmaz, aynı zamanda zaman ve maliyet kayıplarını da önler. Ayrıca bir makale önerisi.

Read More

AİHM’e göre üçüncü kişilerden işkenceyle elde edilen delillerin yargılamada kullanılması, “adaletin açıkça tanınmaması” veya “adaletin reddi/inkarı” anlamına gelir.

Sözleşme’nin 3. maddesinin ihlali suretiyle elde edilen ve yargılamada sanık aleyhine kullanılan deliller, sanık dışında üçüncü bir kişiden elde edilmiş olabilir. Kuşkusuz bu şekilde üçüncü kişiden, 3. maddenin ihlali yoluyla elde edilen hukuka aykırı delillerin sanık aleyhine kullanılmasının yargılamayı adil olmaktan çıkarıp çıkarmayacağı, çözülmesi gereken önemli bir sonundur. AİHM, bu tür durumlarda 3. maddeye aykırı olarak elde edilen delilin yargılamada kullanılamayacağına ilişkin katı yaklaşımını değiştirmemiştir. Zira AİHM, özellikle üçüncü kişiden işkenceyle elde edilen delilin yargılamada kullanılmasının, “adaletin açıkça tanınmaması” veya “adaletin reddi/inkarı” anlamına geleceğine karar vermiştir. Görüldüğü üzere AİHM’in bu kabulü yalnızca 3. maddeye aykırı muamelenin mağdurunun asıl davalı olduğu durumlarda değil, aynı zamanda üçüncü şahıslar söz konusu olduğunda da geçerlidir. (El Haski/Belçika, 2012, pr.85; Othman (Abu Qatada)/Birleşik Krallık, 2012, pr.263 ve 267; Kaçiu ve Kotorri /Arnavutluk, 2013, pr.128) Örneğin, sanık dışında bir tanıktan veya müşterek başka bir sanıktan işkence veya insanlık dışı muamele yoluyla elde edilen belge veya beyan delillerinin sanık aleyhine kullanılması durumunda, hakkaniyete uygun yargılanma hakkı ihlal edilmiş olacaktır.

Read More

Bir davanın iç hukukta belirlenen hedef sürede sonuçlandırılması makul sürede yargılanma hakkı ihlalinin ileri sürülmesine engel teşkil eder mi?

Kuşkusuz, iç hukukta belirlenen hedef süreler, AİHS’in 6. maddesinde güvenceye bağlanan makul sürede yargılama hakkının uygulanması açısından birtakım tereddütlere yol açabilir. Örneğin bir hukuk davasının iç hukukta öngörülen hedef sürede bitirilmiş olması makul sürede yargılanma hakkı ihlalinin ileri sürülebilmesini kesin olarak ortadan kaldıracak mıdır? Diğer bir ifadeyle belirlenen hedef sürede yargılamanın bitirilmesi makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmediği anlamına mı gelecektir? Zira bazı durumlarda bir yargılama hedef süre içinde bitirilmiş olabilir. Ancak, yargılama makamının dosyayı hareketsiz bırakması nedeniyle o dava gereksiz yere uzamış da olabilir. Ya da belirlenen hedef sürenin aşılması durumunda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar verilebilir mi? Öyle ki davanın karmaşıklığı gibi bir durumda yargılamanın belirlenen hedef sürede bitirilmesi imkânsız olabilir. Kanaatimizce iç hukukta belirlenen hedef süreler AİHM’in makul sürenin aşılıp aşılmadığını tespit ederken baktığı kriterleri bertaraf etmez. Bu sürelere uyulması veya uyulmaması otomatik olarak makul sürede yargılanma hakkını ihlal ettiği veya etmediği sonucunu doğurmaz. Bununla birlikte bir yargılamanın belirlenen hedef süre içinde bitirilmesi makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmediği yönünde güçlü bir karinenin oluşmasına katkı sağlayacağı açıktır.

Read More