Toplu Yapı Temsilciler Kuruluna Kat Maliki Olmayan Kişilerin (Kiracı veya 3. Kişi) Seçilmesi Mümkün Müdür?

Giriş

Toplu yaşam alanlarının yönetiminde sıkça karşılaşılan ve hukuki tartışmalara yol açan konulardan biri, toplu yapı temsilciler kuruluna kat maliki olmayan kişilerin seçilip seçilemeyeceğidir. Çalışma toplu yapı yönetiminin önemli bir organı olan “Toplu Yapı Temsilciler Kurulu” üyeliğine, kat maliki sıfatı taşımayan kişilerin seçilip seçilemeyeceği meselesini, sunulan hukuki metinler ve Yargıtay kararları ışığında incelemektedir. Temsilciler Kurulu, bu karmaşık yapıda kat maliklerinin iradesini yansıtan ve önemli yetkilere sahip temsili bir organdır. Çalıma, 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu (KMK) temelinde, Yargıtay’ın konuya ilişkin farklı yaklaşımlarını, Yönetim Planı’nın rolünü, seçilen kişinin yetki sınırlarını ve olası uyuşmazlıkların çözüm yollarını inceleyerek bütüncül bir perspektif sunmayı amaçlamaktadır.

1.Temsilciler Kurulunun Oluşumu ve Yönetim Planının Rolü

Temsilciler Kurulu’nun varlığı ve oluşum şekli, temel olarak toplu yapının “yönetim planına” bağlıdır. KMK, bu konuda emredici bir kural koymak yerine, esnek bir yapı benimsemiştir. Yönetim planında aksi belirtilmediği sürece (yedek hukuk kuralı olarak), kurul, blok yöneticileri ve blok niteliğinde olmayan yapıların temsilcilerinden oluşur. KMK’nın 69. maddesinde toplu yapı kat malikleri kurulunun görevlerinin toplu yapı temsilciler kuruluna verilebileceği düzenlenmiştir. Ada temsilciler kurulunun oluşumu gibi toplu yapı temsilciler kurulunun oluşumu için toplu yapı yönetim planında bu yönde bir düzenleme olması gerekmektedir. Toplu yapı temsilciler kurulu üyelerinin sayısı ve nasıl seçileceği toplu yapının özelliği dikkate alınarak yönetim planında belirtilir.

Kat Maliki Olmayanların “Yönetici” Seçilebilmesi: KMK ve içtihatlar, klasik kat mülkiyeti için geçerli olan KMK m. 34’ün, toplu yapılar için de (KMK m. 74 atfıyla) uygulanacağını açıkça belirtmektedir. Bu madde, kat maliklerinin dışarıdan birini yönetici olarak seçmesine olanak tanır.

Dışarıdan “Temsilci” Seçilebilmesi: En kritik bulgu, dışarıdan yönetici seçme imkanının, temsilci seçimi için de geçerli olabileceğidir. Yönetim planına konulacak özel bir hükümle, temsilciler kurulu üyesinin kat maliki olması şartı aranmayabilir. Bu halde, toplu yapılarda da, yönetim planına konulacak hükümle blokların veya blok niteliğinde olmayan yapıların, kendi aralarından bir kişiyi ya da o kapsamdaki bağımsız bölüm malikleri dışında bir kimseyi yönetici veya temsilci olarak atamaya ilişkin bir takım hükümlere yer verilebileceği gibi, yönetim planında yönetici veya temsilci olma bakımından bazı özel şartların getirilmesi de mümkündür.

Yönetici/Temsilci Ayrımı ve Temsil Yetkisi: Temsilciler Kurulu, varsayılan durumda blok yöneticilerinden oluşur. Blok yöneticisi dışarıdan seçilebildiğine göre, dolaylı yoldan Temsilciler Kurulu’nda kat maliki olmayan bir üye (blok yöneticisi sıfatıyla) bulunabilir. Daha da önemlisi, kanun yönetim planının, blok yöneticisi veya yapı temsilcisi dışında, sadece Temsilciler Kurulu’nda görev yapmak üzere harici bir kişinin seçilmesine de imkan tanıyabileceğini belirtmektedir.

2. Toplu Yapı Temsilciler Kuruluna Dışardan Üye Seçilmesinde Kanunda Yasaklayıcı Bir Hüküm Yoktur? 

KMK’da Temsilciler Kurulu üyesinin mutlaka kat maliki olması gerektiğine dair emredici bir hüküm bulunmamaktadır. Aksine, kanun koyucu, KMK m. 69’da “yönetim planında başka türlü düzenlenmedikçe” ve “nasıl seçileceğinin yönetim planında belirtileceği” gibi ifadelerle bu alanı büyük ölçüde kat maliklerinin iradesine, yani yönetim planına bırakmıştır. Bu esneklik, KMK m. 34’ün dışarıdan yönetici seçimine izin veren ruhuyla ve KMK’nın 74. maddesinin atfıyla birleştiğinde kat maliki olmayan kişilerin de temsilci olarak seçilebilmesinin önünü açmaktadır.

KMK’nın 69/son fıkrasında “Bu yetki, yönetim plânında toplu yapı temsilciler kuruluna verilebilir. Yönetim plânında başka türlü düzenlenmemişse, toplu yapı temsilciler kurulu, blok yapılarda her blokta bulunan bağımsız bölüm maliklerince seçilen blok yöneticileri ve blok niteliğinde olmayan yapıların bağımsız bölüm maliklerince seçilen temsilcilerden oluşur. Toplu yapı temsilciler kurulu üyelerinin sayısı ve nasıl seçileceği toplu yapının özelliği dikkate alınarak yönetim plânında belirtilir. “ şeklinde hüküm bulunmaktadır. Bu madde uyarınca kat maliki olmayan dışarında bir kişinin toplu yapı temsilciler kurulana seçilmesinde bir engel yoktur. Yönetim planında bir engel konulmadıkça dışarıdan kat maliki olmayan bir kişi de toplu yapı temsilciler kuruluna seçilebilir.

3. Temsilciler Meclisine Üye Seçilmesindeki Uyuşmazlıklar ve Çözüm Yolları 

Yönetim Planının Yetersizliği: En büyük uyuşmazlık kaynağı, yönetim planının bu konuda sessiz veya muğlak olmasıdır. Temsilcilerin nasıl seçileceği gibi hususlar hakkında kanun koyucunun herhangi bir düzenleme öngörmemesi toplu yapılarda yönetimin aksamasına yol açabilmektedir. Ancak yönetim planında bu konuda bir açıklama yer almaması durumunda da kanunda dışardan seçilmeye bir engel bulunmadığından yine de dışarıdan temsilci seçilmesi mümkün olacaktır.

Çözüm Yolu: Uyuşmazlıkların çözümünde ilk başvurulacak kaynak Yönetim Planı’dır. Yönetim planı, toplu yapının anayasası niteliğindedir. Planda, temsilcilerin nitelikleri (kat maliki olma şartı, profesyonellik, eğitim vb.) ve seçim usulü açıkça belirtilmişse, bu hükümlere uyulur. Planın yetersiz kaldığı durumlarda ise KMK’nın yedek hukuk kuralları (m. 69, m. 71, 74 ve m. 34’e yapılan atıf) devreye girer ve dışarıdan temsilci seçimi yapılabilir.

Sonuç

İncelen kararlar ve metinler Kat Mülkiyeti Kanunu’nda toplu yapı temsilciler kuruluna kat maliki olmayan bir kişinin seçilmesini doğrudan yasaklayan bir hüküm bulunmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Anahtar rol, toplu yapının “anayasası” olan yönetim planına aittir. Yönetim planında açıkça izin veren bir hüküm bulunması halinde, kat maliki olmayan, hatta tüzel kişi bir profesyonel yönetim şirketi temsilcisinin dahi Temsilciler Kurulu’na üye olarak seçilmesi hukuken mümkündür. Yönetim planının bu konuda sessiz kalması durumunda ise, KMK’nın 69/son fıkrasında “Bu yetki, yönetim plânında toplu yapı temsilciler kuruluna verilebilir. Yönetim plânında başka türlü düzenlenmemişse, toplu yapı temsilciler kurulu, blok yapılarda her blokta bulunan bağımsız bölüm maliklerince seçilen blok yöneticileri ve blok niteliğinde olmayan yapıların bağımsız bölüm maliklerince seçilen temsilcilerden oluşur. Toplu yapı temsilciler kurulu üyelerinin sayısı ve nasıl seçileceği toplu yapının özelliği dikkate alınarak yönetim plânında belirtilir. “ hükmü dikkate alınacak ve bu madde de toplu yapı temsilciler kuruluna dışarıdan üye seçilmesi yasaklayan bir ifade olmadığından dışarıdan temsilci seçimi mümkün olacaktır. Yine konunun KMK’nın genel ve yedek hükümleri (özellikle dışarıdan yönetici seçimine izin veren m. 34) çerçevesinde yorumlanması gerekecek, bu da genellikle dışarıdan seçime kapıyı açık bırakacaktır.

Sunulan kaynaklar temelinde, kanun koyucunun toplu yapı yönetiminde katı kurallar yerine esnekliği ve irade serbestisini ön planda tuttuğu anlaşılmaktadır. Bu yaklaşım, her toplu yapının kendi özgün dinamiklerine ve ihtiyaçlarına uygun bir yönetim modeli oluşturmasına olanak tanıması açısından olumludur. Kat maliki olmayan profesyonellerin (hukukçular, mali müşavirler, gayrimenkul uzmanları vb.) kurula dahil edilmesi, yönetimin kalitesini ve şeffaflığını artırabilir.

Ancak bu esneklik, aynı zamanda potansiyel bir risk taşımaktadır. Yeterince detaylı ve özenli hazırlanmamış bir yönetim planı, metinlerde de belirtildiği gibi, temsil sorunlarına, yetki karmaşasına ve ciddi hukuki uyuşmazlıklara yol açabilir. Dolayısıyla en sağlıklı yol, toplu yapı kurulurken veya sonrasında yönetim planında; Temsilciler Kurulu’nun kimlerden oluşacağı, üye olacak kişilerde aranacak nitelikler (kat maliki olma şartı, belirli bir meslekten olma, tecrübe vb.), seçim usulü ve görev süresi gibi konuların hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde açık ve ayrıntılı olarak düzenlenmesidir. Bu, olası ihtilafları en baştan önlemenin en etkili yoludur. Bir tez önerisi.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Toplu yapılarda Temsilciler Kurulu üyeliğine kat maliki olmayan kişilerin seçilip seçilemeyeceği konusu, Kat Mülkiyeti Kanunu’nun yoruma açık hükümleri, yönetim planlarının çeşitliliği ve Yargıtay kararlarının farklı yaklaşımları nedeniyle hukuki uzmanlık gerektiren teknik bir alandır. Bu konuda atılacak yanlış bir adım, apartman veya site yönetiminde iptal davaları, yetki aşımı iddiaları ve yönetim krizleri gibi ciddi uyuşmazlıklara yol açabilir. Bu nedenle özellikle süreci en baştan doğru kurgulamak, yönetim planlarını revize ederken mevzuata uygun bir çerçeve çizmek için uzman desteği alınması büyük önem taşır.

Tuzla gibi yapılaşmanın hızla arttığı, çok bloklu toplu yapıların yaygın olduğu bir bölgede, KMK hükümlerine hâkim, Yargıtay kararlarını yakından takip eden ve yerel mahkeme uygulamalarını bilen bir Tuzla avukatı ile çalışmak hem hak kayıplarının önüne geçmek hem de süreci hızlı ve sağlıklı yürütmek açısından büyük avantaj sağlar. Aynı şekilde Pendik avukatı, Kartal avukatı, Maltepe avukatı, Aydınlı avukatı, Orhanlı avukatı, Tepeören avukat, Çayırova avukat veya Gebze avukatı desteğiyle çalışmak, yalnızca yasal çerçeveyi korumakla kalmaz, aynı zamanda apartman içi uyumu ve yönetime duyulan güveni artırır.

Profesyonel destek sayesinde temsilciler kurulunun doğru şekilde yapılandırılması, dışarıdan temsilci seçilmesinin hukuki zemine oturtulması ve yönetim planının yasal şekilde güncellenmesi sağlanabilir. Özellikle yönetim planında eksiklik varsa, bu planların ihtilafa yol açmadan yeniden düzenlenmesi için deneyimli bir avukat rehberliği süreci hem yasal hem de pratik açıdan güvenli kılacaktır.

Read More

İhtiyaç Nedeniyle Tahliye Davasının Kazanılabilme Şartları Nelerdir?

Giriş

İhtiyaç nedeniyle tahliye davası, mülk sahibinin veya kanunda sayılan yakınlarının kiradaki taşınmaza konut ya da işyeri olarak gereksinim duyması halinde kiracının tahliyesini sağlamak amacıyla başvurduğu hukuki bir yoldur. İncelenen Yargıtay ve Bölge Adliye Mahkemesi kararları, bu tür bir davanın kazanılmasının basit bir ihtiyaç beyanından çok daha fazlasını gerektirdiğini, hem esasa hem de usule ilişkin bir dizi kritik dinamiğe bağlı olduğunu göstermektedir. Bu çalışma, sunulan yargı kararları ışığında ihtiyaç nedeniyle tahliye davasının kazanılabilmesinin temel şartlarını, ispat yükümlülüklerini ve mahkemelerin değerlendirme kriterlerini ortaya koymayı amaçlamaktadır. Çalışma, davacıların (kiraya verenlerin) başarıya ulaşmak için hangi koşulları yerine getirmesi gerektiğini kapsamlı bir şekilde analiz etmektedir.

1. İhtiyacın Niteliği: “Gerçek, Samimi ve Zorunlu” Olma Şartı

Kararların neredeyse tamamında tekrar eden en temel ilke, tahliye talebine dayanak olan ihtiyacın “gerçek, samimi ve zorunlu” olmasıdır. Yargı, soyut ve geçici talepleri tahliye için yeterli görmemektedir.

Gerçek ve Zorunlu İhtiyaç: Yargıtay’a göre, “Devamlılık arzetmeyen geçici ihtiyaç tahliye nedeni yapılamayacağı gibi henüz doğmamış veya gerçekleşmesi uzun bir süreye bağlı olan ihtiyaç da tahliye sebebi olarak kabul edilemez.” (Örn: Yargıtay 6. H.D. – 2014/13898). Örneğin, davacının emeklilik sonrası başka bir şehre yerleşme niyetinin henüz dava tarihinde gerçekleşmemiş olması, ihtiyacın “doğmamış” kabul edilmesine yol açmıştır (BAM – Antalya 6. H.D. – 2020/462).

Samimiyet: Mahkemeler, ihtiyacın samimiyetini çeşitli unsurlarla değerlendirir. Davacının aynı nitelikte başka boş bir mülkünün bulunması samimiyeti zedeleyebilirken, davacının kendisinin kirada oturuyor olması genellikle samimiyetin en güçlü kanıtı olarak kabul edilir. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 2018/1050 sayılı kararında belirttiği gibi, konut ihtiyacına dayalı davalarda “davacının kirada oturmakta olduğu hususu dosya kapsamı ile sabittir” ve bu durum “ihtiyacın varlığı açısından yeterlidir.”

2. İhtiyacın Sürekliliği Şartı

İhtiyacın sadece dava açıldığı anda mevcut olması yeterli değildir; bu ihtiyacın yargılama süresince de devam etmesi zorunludur. Bu kural, Yargıtay tarafından istikrarlı bir şekilde vurgulanmaktadır: “Davanın açıldığı tarihte ihtiyaç sebebinin varlığı yeterli olmayıp, bu ihtiyacın yargılama sırasında da devam etmesi gerekir.” (Örn: Yargıtay 3. H.D. – 2017/9396).

Yargılama sırasında dava konusu taşınmazın satılması, bu ilkenin en net örneğidir. Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 2010/1784 sayılı kararında, taşınmazın yargılama sırasında satılmasıyla davanın ihtiyaç nedeni de ortadan kalkmıştır. Artık ihtiyaç iddiasının gerçek ve samimi olduğundan söz edilemez. denilerek dava konusuz kaldığı için reddedilmesi gerektiği belirtilmiştir.

3. Dava Hakkına Sahip Kişiler ve İhtiyaç Sahipleri

Kanun, kimlerin ihtiyacı için dava açılabileceğini sınırlamıştır. Bu sınırlamaya uyulmaması, davanın husumet nedeniyle reddine yol açar.

Dava Açabilecek Kişiler: Türk Borçlar Kanunu (TBK) md. 350’ye göre dava hakkı; kiralayanın, kendisinin, eşinin, altsoyu, üstsoyu veya kanun gereği bakmakla yükümlü olduğu diğer kişilerin” ihtiyacı için kullanılabilir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da bu kuralı teyit ederek, “dava hakkı kural olarak kiralayana aittir” ancak “kiralayan durumunda olmayan malikin de bu davaları açabileceği içtihaden kabul edilmiştir” demektedir (HGK – 2007/31).

Sınırlı Sayıdaki İhtiyaç Sahipleri: Bu sınırlama katı bir şekilde uygulanır. Örneğin, bir davada davacının yeğeninin ihtiyacı için dava açması kabul görmemiştir (Yargıtay 6. H.D. – 2010/4516). Benzer şekilde, bir limited şirketin, kendi tüzel kişilik ihtiyacı dışında, şirket ortağının kişisel ihtiyacı için dava açamayacağı belirtilmiştir: “Tüzel kişiliğe sahip limited şirket de ancak kendi ihtiyacı için dava açabilecektir.” (Yargıtay 6. H.D. – 2015/7742).

4. İhtiyaç Nedeniyle Tahliye Davasının Usuli Şartlar ve İspat Yükümlülüğü

Davanın esası kadar, usuli kurallara riayet edilmesi de davanın kazanılması için hayati önem taşır. Sürelerin kaçırılması veya delillerin usulüne uygun sunulmaması, haklı bir ihtiyacın dahi reddedilmesine neden olabilir.

Dava Açma Süreleri: TBK md. 350, dava açma süresini net bir şekilde belirlemiştir: “…belirli süreli sözleşmelerde sürenin sonunda, belirsiz süreli sözleşmelerde … fesih bildirimi için öngörülen sürelere uyularak belirlenecek tarihten başlayarak bir ay içinde açılması gerekir.” (Yargıtay 6. H.D. – 2015/7848). Bu sürelere uyulmaması, davanın esasına girilmeden reddedilmesine yol açar.

Yeni Malik İçin İhtar Zorunluluğu: Yeni malikin TBK md. 351’e dayanarak dava açabilmesi için, “edinme tarihinden başlayarak bir ay içinde durumu kiracıya yazılı olarak bildirmek koşuluyla, kira sözleşmesini altı ay sonra açacağı bir davayla sona erdirebilir.” (BAM – Bursa 4. H.D. – 2022/580). Bir aylık ihtar süresinin kaçırılması bu hakkı ortadan kaldırır.

İspat Yükü ve Deliller: İhtiyacın varlığını ispat yükü davacıdadır. Deliller arasında tanık beyanları, davacının kirada oturduğunu gösteren belgeler, yapılacak işe dair projeler ve özellikle işyeri ihtiyacında taşınmazın uygunluğunu tespit için yapılan keşif ve bilirkişi incelemesi kritik rol oynar. Mahkemenin “ihtiyaca yönelik delillerin toplanarak sonucuna göre davanın esası hakkında bir karar verilmesi” gerektiği, aksi durumun eksik inceleme sayılacağı sıkça vurgulanmıştır (Yargıtay 6. H.D. – 2013/3476).

5. Taşınmazın Niteliği ve Mülkiyet Hakkının Üstünlüğü

Taşınmazın Uygunluğu: İddia edilen ihtiyacın, dava konusu taşınmazın nitelikleri ile uyumlu olması gerekir. Tapuda “konut” olarak kayıtlı bir yerin “mermer atölyesi” olarak kullanılması ihtiyacına dayalı davanın reddedilmesi (Yargıtay 6. H.D. – 2013/5553) bu duruma örnektir. İşyeri ihtiyacında ise kiralananın yapılacak işe uygun ve elverişli olup olmadığı bilirkişi marifetiyle tespit edilmelidir.

Mülkiyet Hakkının Önceliği ve Seçim Hakkı: Davacının başka taşınmazlarının olması, ihtiyacın samimi olmadığı anlamına gelmez. Özellikle bu taşınmazlar dolu ise veya ihtiyaca uygun değilse, malikin mülkiyet hakkına üstünlük tanınır. Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 2007/531 sayılı kararında belirttiği gibi, “davacı malik bu daireler içinde dilediğinde oturmak ve buna bağlı olarak da dilediği kiralananın tahliyesini isteme hakkına sahiptir.”

Sonuç

Kararların bütüncül bir analizi, ihtiyaç nedeniyle tahliye davasının iki temel ayak üzerinde durduğunu göstermektedir: Maddi Şartlar (Esas) ve Şekli Şartlar (Usul). Maddi şartların merkezinde, ihtiyacın “gerçek, samimi, zorunlu ve sürekli” olması yer alırken; şekli şartlar, kanunda öngörülen dava açma ve ihtar sürelerine harfiyen uyulmasını ve davanın doğru kişiye karşı açılmasını kapsamaktadır.

Yargıtay, bir yandan mülkiyet hakkını koruyarak mal sahibinin kendi mülkünde oturma veya iş yapma hakkını tanırken, diğer yandan kiracıyı keyfi tahliye taleplerine karşı korumak için yüksek bir ispat standardı getirmiştir. “Kirada oturmak ihtiyaca karinedir” şeklindeki yerleşik içtihat, davacının ispat yükünü hafifleten önemli bir unsur olarak öne çıkmaktadır. Buna karşın, işyeri ihtiyacına dayalı davalarda ispat külfeti daha ağırdır. Mahkemeler genellikle, mevcut işyeri ile tahliyesi istenen yer arasında bir “mukayeseli keşif” yaparak, yeni yerin mevcut yerden daha üstün veya en azından eşdeğer nitelikte olup olmadığını araştırmaktadır (Yargıtay 6. H.D. – 2013/9381).

Kararlarda dikkat çeken bir diğer husus, mahkemelerin gerekçeli karar yazma yükümlülüğüdür. Anayasa md. 141 ve HMK md. 297’ye atıf yapılan kararlarda, mahkemenin sadece “ihtiyaç vardır” demekle yetinemeyeceği; hangi delillere dayanarak bu sonuca ulaştığını, delilleri nasıl tartıştığını ve hukuki sebebini açıkça belirtmesi gerektiği vurgulanmıştır (Yargıtay 6. H.D. – 2014/5615).

Sonuç olarak, kiraya veren, sadece mülk sahibi olmanın kendisine otomatik bir tahliye hakkı vermediğini bilmelidir. Başarı, ihtiyacın inandırıcılığını somut delillerle ortaya koyma ve yasal prosedürleri eksiksiz tamamlama becerisine bağlıdır. Bir makale önerisi.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

İhtiyaç nedeniyle tahliye davaları, yalnızca bir ihtiyaç beyanıyla açılıp kazanılabilecek davalar değildir. Davanın hem esasa hem de usule ilişkin sıkı şartlara bağlanmış olması, kira hukukunda uzmanlaşmış bir hukukçunun desteğini zorunlu hale getirmektedir. Özellikle dava açma süresi, ihtar şartı, ispat yükü ve yerel mahkeme içtihatlarına uyum gibi birçok teknik detay, süreci kiraya veren açısından karmaşık hale getirebilir.

Bu noktada, Tuzla avukat desteği, sadece dava açmakla sınırlı kalmayan, delil hazırlığından dava stratejisinin belirlenmesine kadar uzanan kritik bir hizmet sunar. Ayrıca mahkeme önünde davayı doğru kişi adına, doğru sürelerde ve eksiksiz evrakla açmak, dava sonucunu doğrudan etkileyen faktörlerdendir.

Tepeören avukat, Çayırova avukat, Pendik avukat, Kartal avukat, Maltepe avukat, Aydınlı avukat, Orhanlı avukat ve Gebze avukat gibi yerel tecrübesi olan hukukçular, özellikle İstanbul Anadolu Adliyesi ve çevresindeki uygulama farklılıklarını bilen, bölgedeki bilirkişi uygulamaları ve içtihatlarla uyumlu şekilde dava yürütme becerisine sahiptir. Bu sayede mülk sahipleri, hem yasal haklarını en güçlü şekilde kullanabilir hem de olası hak kayıplarının önüne geçebilir.

Unutulmamalıdır ki, ihtiyaç nedeniyle tahliye davaları, kiracının tahliyesine karar verilmesi halinde bile belirli süre yeniden kiraya verememe (intifa yasağı) gibi sonuçlar doğurabileceğinden, başından itibaren planlı ve hukuka uygun şekilde yürütülmelidir.

Read More

Gemi Tamir, Servis ve Bakım Alacağını Tahsil Edemeyen Kişi Hangi Hukuki Yollara Başvurabilir?

 Giriş

Bu çalışma, gemi tamir ve bakım hizmeti sunan ancak hizmet bedelini alamayan bir alacaklının, gemi sahibinden bu ücreti tahsil etmek için hangi hukuki yollara başvurabileceği sorusuna yanıt vermek amacıyla hazırlanmıştır. Çalışma, sunulan çeşitli yargı kararlarının sentezlenmesiyle oluşturulmuştur. Amaç, alacaklının izlemesi gereken adımları, dikkat etmesi gereken kritik noktaları ve karşılaşabileceği potansiyel zorlukları ortaya koyarak kapsamlı bir yol haritası sunmaktır.

1. Alacağın Hukuki Niteliği: Deniz Alacağı

İncelenen kararların tamamına yakınında, gemi tamir ve bakımından doğan alacakların hukuki niteliği konusunda tam bir fikir birliği bulunmaktadır. Bu alacaklar, TTK’nın 1352. maddesi kapsamında “deniz alacağı” olarak tanımlanmaktadır.

Yargıtay 20. Hukuk Dairesi (2015/13591 E.) bu durumu net bir şekilde ortaya koyar: 6102 sayılı TTK’nın 1352/1. maddesinde ‘Deniz alacağı; aşağıda sayılan hususların birinden veya birkaçından doğan istem anlamına gelir:’ ve aynı maddenin 1-m bendinde ‘Geminin yapımı, yeniden yapımı, onarımı, donatılması ya da geminin niteliğinde değişiklik yapılması.’ hükümleri mevcuttur.” Bu niteleme, alacaklıya ihtiyati haciz gibi özel koruma mekanizmalarından yararlanma ve uyuşmazlığın özel yetkili bir mahkemede görülmesi gibi önemli avantajlar sağlamaktadır.

2. Görevli Mahkeme: Denizcilik İhtisas Mahkemesi

Alacağın “deniz alacağı” olarak kabul edilmesi, doğrudan görevli mahkeme konusunu gündeme getirmektedir. Çok sayıda karar, bu tür davaların genel mahkemelerde değil, özel yetkili mahkemelerde görülmesi gerektiğini ısrarla belirtmektedir.

İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 37. Hukuk Dairesi (2019/1221 E.), davanın denizcilik ihtisas mahkemesinde görülüp sonuçlandırılması gerekmektedir.” diyerek bu kuralı açıkça ifade etmiştir. Görevsiz bir mahkemede dava açılması durumunda ne olacağını İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesi (2017/746 E.) kararı göstermektedir: “davacının dava dilekçesinin görev nedeniyle reddine, davaya bakmakla mahkememizin görevsizliğine, görevli mahkemelerin Deniz Ticaret davalarına bakmakla görevli İstanbul …Asliye Ticaret Mahkemesi olduğu anlaşılmakla...” Ancak, bazı kararlarda uyuşmazlığın temelinde bir “eser sözleşmesi” olduğu ve bu nedenle genel Asliye Ticaret Mahkemelerinin görevli olabileceğine dair ifadeler de yer almaktadır (ilkDerece-İstanbul 17. Asliye Ticaret Mahkemesi-2018/195 E., ilkDerece-İstanbul 17. Asliye Ticaret Mahkemesi-2019/366 E.). Bu durum, bir çelişki gibi görünse de, kararların genel eğilimi ve TTK’nın özel hükümleri, gemiye yapılan onarım ve bakımdan kaynaklanan alacak davaları için Denizcilik İhtisas Mahkemelerinin görevli olduğu yönündedir.

3. Alacağının Tahsil Edemeyen Kişinin İzleyeceği Hukuki Yollar Nelerdir

a) İcra Takibi ve İtirazın İptali Davası: Kararlarda en sık karşılaşılan yol, öncelikle alacak için ilamsız icra takibi başlatılmasıdır. Borçlu gemi sahibi bu takibe itiraz ederse, takip durur. Bu durumda alacaklının, itirazın haksız olduğunu ispatlamak için itirazın iptali davası açması gerekir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi (2020/457 E.) bu süreci özetler: “Davacı (takip alacaklısı) tarafından davalı (takip borçlusu) aleyhine […] asıl alacağın tahsili için ilâmsız icra takibi başlatıldığı” ve itiraz üzerine “itirazın iptali davası” açıldığı belirtilmiştir.

b) İhtiyati Haciz: Alacağı dava sonuçlanmadan güvence altına almanın en etkili yolu, gemi üzerine ihtiyati haciz konulmasını talep etmektir. Deniz alacaklarında bu talep için ispat kolaylığı sağlanmıştır. Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi (2024/1905 E.)“alacağın deniz alacağı olduğunun ve miktarının yaklaşık ispatı yeterli görülmüştür.” diyerek bu kolaylığı vurgulamaktadır. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi (2016/10499 E.) ve İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi (2018/66 E.) kararları, sunulan teklif formları, sözleşmeler ve faturaların ihtiyati haciz kararı için yeterli delil olarak kabul edilebileceğini göstermektedir. Ancak, ihtiyati haciz talep eden alacaklının teminat yatırma zorunluluğu da bulunmaktadır: deniz alacağını teminat altına almak üzere ihtiyati haciz kararı verilmesi isteyen alacaklının 10.000 özel çekme hakkı tutarında teminat vermesi zorunludur. (Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi-2024/1905 E.)

4. İspat Yükümlülüğü, Deliller ve Muhtemel Savunmalar

Davanın kazanılması, alacağın varlığının ve miktarının şüpheye yer bırakmayacak şekilde ispatlanmasına bağlıdır.

Deliller: İstanbul 17. Asliye Ticaret Mahkemesi (2014/1017 E.) kararında, “gemi çarkçı başısı tarafından imzalanan ‘Yapılan işler ve verilen sarf malzemeleri’ne ait belge gibi belgelerin delil olarak kabul edildiği görülmektedir. Faturalar, sözleşmeler, iş teslim formları, mail yazışmaları ve bilirkişi raporları en temel kanıt araçlarıdır.

Eksik/Ayıplı İş Savunması: Gemi sahibinin en sık başvuracağı savunmalardan biri, yapılan işin eksik veya ayıplı (kusurlu) olduğudur. Bu durumda mahkeme, bilirkişi incelemesi ile durumu tespit eder. İstanbul 17. Asliye Ticaret Mahkemesi (2019/409 E.) kararında, Yapılmayan işlerle ilgili olarak davacının ücrete hak kazandığı iddia edilemeyeceğinden;…bu bedeli davacının talep edemeyeceği kabul edilmiştir.” denilerek, ispatlanamayan veya eksik yapılan iş bedelinin istenemeyeceği belirtilmiştir.

Delil Yetersizliği: Delillerin zayıf olması davanın reddine yol açabilir. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi (2012/4985 E.) kararında, faturaların tebliğ edildiğinin ispat edilememesi ve tamirata ilişkin belgelerin olmaması gibi nedenlerle davanın reddedilmesi, ancak Yargıtay’ın bu kararı delillerin toplanmaması nedeniyle bozması, delil sunmanın ve toplanmasını talep etmenin önemini göstermektedir.

Sonuç

Ödeme yapmayan bir gemi sahibinden tamir ve bakım ücretini tahsil etmek isteyen bir servis sağlayıcının izlemesi gereken hukuki yol haritası, incelenen kararlar ışığında şu adımları içermektedir:

Alacağı Belgelendirme: Yapılan işlere dair sözleşme, faturalar, gemi yetkilisince imzalanmış servis raporları ve diğer tüm yazışmaları eksiksiz bir şekilde bir araya getirin.

İhtiyati Haciz Talebi: Alacağı güvence altına almak için, eldeki belgelerle birlikte görevli Denizcilik İhtisas Mahkemesi’ne başvurarak gemi üzerine ihtiyati haciz konulmasını talep edin. Gerekli teminatı yatırmaya hazır olun.

İcra Takibi Başlatma: Alacağın tahsili için borçlu gemi sahibi aleyhine ilamsız icra takibi başlatın.

İtirazın İptali Davası Açma: Borçlunun icra takibine itiraz etmesi halinde, itirazın tebliğinden itibaren bir yıllık süre içinde, görevli Denizcilik İhtisas Mahkemesi’nde “itirazın iptali” davası açın.

Dava Süreci: Dava sırasında tüm delillerinizi sunun, mahkemenin talep etmesi halinde bilirkişi incelemesi için gerekli masrafları karşılayın ve gemi sahibinin “ayıplı iş” gibi savunmalarına karşı hazırlıklı olun.

Tüm bu süreçlerin teknik detaylar içermesi ve hak kaybına uğramamak adına, deniz ticareti hukuku alanında uzman bir avukattan profesyonel hukuki destek alınması şiddetle tavsiye edilir. Bir yazı önerisi.

Neden Tuzla Uzman Avukat Desteği Gerekli?

Gemi tamir ve bakım hizmetlerinden doğan alacakların tahsili süreci, hem Türk Ticaret Kanunu’nun özel hükümlerine hem de deniz ticareti hukukunun kendine özgü usul ve delil kurallarına tabidir. Bu süreçte, ihtiyati haciz talebinden görevli mahkemeye başvuruya, icra takibi prosedüründen dava delillerinin sunulmasına kadar birçok teknik detay vardır. Herhangi bir aşamada yapılacak küçük bir hata bile, alacağın tamamen kaybedilmesine neden olabilir.

Özellikle Tuzla, Pendik, Kartal, Maltepe, Gebze, Çayırova, Tepeören ve Orhanlı gibi İstanbul ve çevresindeki tersane bölgelerinde faaliyet gösteren gemi bakım firmaları için, alacakların zamanında ve eksiksiz tahsil edilmesi, işletmenin sürdürülebilirliği açısından hayati öneme sahiptir. Bu nedenle Tuzla’da deniz ticareti alanında uzman bir avukattan hukuki destek alınması sadece öneri değil, pratik bir gereklilik hâline gelmiştir.

Alanında deneyimli bir Tuzla avukat, hem ihtiyati haciz sürecini hızla başlatabilir hem de teknik savunmalara karşı gerekli hukuki argümanları güçlü biçimde sunabilir. Böylece hem zaman kaybı önlenir hem de alacağın tahsil edilme olasılığı artar. Bu nedenle, deniz ticareti hukuku konusunda uzmanlaşmış bir hukukçuyla çalışmak, sürecin başarıyla sonuçlanmasında kritik rol oynar.

Read More

Aile konutu şerhinin konulması veya kaldırılmasının şartları nelerdir?

Giriş

Bu çalışma, aile konutu şerhinin hukuki niteliği, tesis edilme şartları, etkileri, başvuru ve kaldırma usullerini, sunulan çok sayıda Yargıtay ve Bölge Adliye Mahkemesi kararını temel alarak detaylı bir şekilde incelemektedir. Bu inceleme ile aile konutu şerhinin konulması veya kaldırılmasının şartları nelerdir sorusuna cevap aranmaktadır. Aile konutu, Türk Medeni Kanunu (TMK) ile koruma altına alınmış, eşlerin ortak yaşamlarını sürdürdükleri ve anılarla dolu merkezi bir yaşam alanıdır. Aile konutu şerhi ise bu korumayı tapu sicilinde alenileştirerek üçüncü kişilere karşı ileri sürülebilir hale getiren önemli bir hukuki mekanizmadır. İncelenen kararlar, bu kurumun uygulanmasına ilişkin temel ilkeleri, mahkemelerin rolünü ve sürecin işleyişini net bir şekilde ortaya koymaktadır.

1. Aile Konutu Şerhi Verilebilmesinin Şartları Nelerdir?

Aile konutu şerhi konulabilmesi için temel şartlar şunlardır:

Resmi Evlilik Birliğinin Varlığı: Şerh, yalnızca resmi olarak evli olan eşler arasındaki konutlar için geçerlidir. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2018/334 sayılı kararında belirtildiği gibi, evliliğin boşanma ile sona ermesi durumunda taşınmazın “aile konutu olma vasfı kalmayacak” ve koruma sona erecektir.

Taşınmazın Aile Konutu Niteliği Taşıması: Şerh konulacak taşınmazın, eşlerin yaşam faaliyetlerini merkezileştirdiği, düzenli olarak ikamet ettikleri yer olması gerekir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun (HGK) 2011/556 sayılı kararında bu durum, “aile konutu eşlerin bütün yaşam faaliyetlerini gerçekleştirdiği, yaşantısına buna göre yön verdiği, acı ve tatlı günleri içinde yaşadığı anılarla dolu bir alan” olarak tanımlanmıştır. Yazlık gibi geçici olarak kullanılan konutlar genellikle bu kapsama girmez (Yargıtay 2. HD, 2003/4352).

Talep: Malik olmayan eşin, şerhin konulması için talepte bulunması gerekir.

2. Aile Konutu Şerhinin Etkisi Nasıl Olur?

Şerhin en temel ve en çok vurgulanan etkisi, hukuki korumayı alenileştirmesidir.

Açıklayıcı (Bildirici) Nitelik: İncelenen kararların neredeyse tamamında vurgulanan en önemli ilke, aile konutu şerhinin “kurucu değil, açıklayıcı” olduğudur. Yani bir konut, tapuya şerh konulduğu için aile konutu olmaz; aile konutu olduğu için tapuya şerh konulabilir. Bu durum, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2015/879 sayılı kararında net bir şekilde ifade edilmiştir: “Sınırlandırma aile konutu şerhi konulduğu için değil, zaten var olduğu için getirilmiştir.” Bu ilke, şerh olmasa dahi konutun TMK m. 194 kapsamındaki korumadan yararlanacağı anlamına gelir.

Tasarruf Yetkisinin Kısıtlanması: Şerhin temel etkisi, malik olan eşin tasarruf yetkisini diğer eşin “açık rızasına” bağlamasıdır. TMK m. 194 uyarınca malik eş, diğer eşin açık rızası olmaksızın aile konutunu satamaz, devredemez, üzerindeki hakları sınırlayamaz (örneğin ipotek tesis edemez) veya kira sözleşmesini feshedemez. Rıza olmadan yapılan işlemler geçersizdir.

Üçüncü Kişilerin İyiniyet İddiasını Ortadan Kaldırması: Şerh tapu siciline işlendiğinde, konutla ilgili işlem yapan üçüncü kişiler (alıcı, banka vb.) konutun aile konutu olduğunu bildikleri veya bilmeleri gerektiği varsayılır. Bu nedenle, tapudaki şerhe rağmen işlem yapan üçüncü kişiler, TMK m. 1023’teki “tapuya güven ilkesinden” yararlanamaz ve iyiniyetli olduklarını iddia edemezler.

Korumadaki Sınırlama: Şerh, malik eşin iradi tasarruflarına karşı bir koruma sağlar. Ancak Anayasa Mahkemesi’nin 22/9/2016 tarihli kararında da atıf yapıldığı üzere, malik eşin borçlarından dolayı yapılan icra takibi sonucu konutun satılmasına engel teşkil etmez.

3. Aile Konutu Şerhi Nasıl Konulur?

İncelenen kararlar, şerhin konulması için iki temel yol olduğunu göstermektedir:

İdari Başvuru Yolu (Tapu Müdürlüğüne): Malik olmayan eş, evlilik cüzdanı ve konutun aile konutu olduğunu gösteren muhtarlıktan alınmış ikametgâh belgesi gibi evraklarla doğrudan ilgili Tapu Sicil Müdürlüğü’ne başvurarak şerhin konulmasını talep edebilir. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2019/1311 sayılı kararında da belirtildiği gibi, bu yolun öncelikli olarak denenmesi beklenir.

Yargı Yolu (Dava Açma):

Taraflar arasında konutun aile konutu olup olmadığı konusunda bir anlaşmazlık varsa,

Tapu Müdürlüğü’nün talebi hukuki veya fiili bir nedenle yerine getirmemesi halinde,

Malik eşin rızası olmaksızın konut devredilmiş veya üzerinde ipotek gibi bir hak tesis edilmişse, malik olmayan eş dava açarak hem bu işlemin iptalini hem de tapuya aile konutu şerhi konulmasını talep edebilir.

4. Aile Konutu Şerhini Hangi Mahkeme Koyar ve Kaldırır?

İncelenen istisnasız tüm kararlarda, aile konutu şerhinin konulması, kaldırılması ve bu konuttan kaynaklanan (örneğin ipoteğin fekki, tapu iptal ve tescil) davalarda görevli mahkemenin Aile Mahkemesi olduğu açıkça belirtilmiştir (Örnek: Yargıtay 2. HD, 2015/26117; 2015/23709; 2016/4565).

5. Aile Konutu Şerhi Nasıl Kaldırılır?

Şerhin kaldırılması, konulmasını gerektiren şartların ortadan kalkmasına bağlıdır ve bu durumlar şunlardır:

Evlilik Birliğinin Sona Ermesi: Boşanma veya eşlerden birinin ölümü ile evlilik birliği sona erdiğinde, taşınmaz “aile konutu” vasfını yitirir ve şerh “yolsuz tescil” haline gelir. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2024/7818 sayılı kararında, “evlilik, boşanma yahut da iptal kararıyla sona ermiş ise taşınmazın aile konutu olma vasfı kalmayacak” ve korumanın sona ereceği belirtilmiştir. Bu durumda, malik olan eş veya mirasçıları, boşanma kararının kesinleşme şerhini veya ölüm belgesini Tapu Müdürlüğü’ne ibraz ederek şerhin terkinini (silinmesini) isteyebilir. Tapu Müdürlüğü’nün işlemi yapmaması halinde, müdürlüğe karşı tespit davası açılabilir (Yargıtay 2. HD, 2008/20347).

Eşlerin Ortak Rızası: Evlilik devam ederken her iki eşin de rızasıyla şerh kaldırılabilir.

Mahkeme Kararı: Evlilik devam ederken şerhin kaldırılmasını gerektiren haklı bir nedenin varlığı halinde (örneğin yeni bir aile konutu edinilmesi), Aile Mahkemesi’ne dava açılarak şerhin kaldırılması talep edilebilir. Ancak Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2015/23709 sayılı kararında vurgulandığı gibi, eşlerden birinin konutu terk etmesi gibi tek taraflı durumlar, şerhin kaldırılması için yeterli bir sebep olarak görülmemektedir.

Cebri İcra Yoluyla Satış: Taşınmazın, malik eşin borcu nedeniyle cebri icra yoluyla satılması halinde, şerh de terkin edilir.

Sonuç

Sunulan yargı kararları, aile konutu kurumunun temel felsefesini ve uygulama prensiplerini tutarlı bir şekilde ortaya koymaktadır. Kararlarda en sık yinelenen ve kurumun özünü oluşturan ilke, şerhin “açıklayıcı” nitelikte olduğudur. Bu, kanun koyucunun korumayı doğrudan konutun “aile konutu” vasfına bağladığını, şerhi ise bu vasfı alenileştiren bir araç olarak gördüğünü göstermektedir. Bu sayede, tapuda şerh olmasa dahi, durumu bilen veya bilmesi gereken kötü niyetli üçüncü kişilere karşı aile konutunun korunması mümkün hale gelmektedir.

Kararlar, Aile Mahkemelerinin bu alandaki merkezi rolünü de teyit etmektedir. Gerek şerhin tesisi, gerek kaldırılması, gerekse şerhe rağmen yapılan geçersiz işlemlerin iptali gibi tüm uyuşmazlıklar Aile Mahkemelerinin görev alanına girmektedir. Bu durum, aile hukukuna özgü hassasiyetlerin ve ilkelerin bu davalarda dikkate alınmasını sağlamaktadır.

Ayrıca, şerhin kaldırılmasına ilişkin kararlar, bu korumanın keyfi olarak sona erdirilemeyeceğini göstermektedir. Evlilik birliği devam ettiği sürece, haklı ve kanıtlanmış bir gerekçe olmaksızın veya diğer eşin rızası bulunmaksızın şerhin kaldırılmasına izin verilmemesi, kurumun amacına hizmet ettiğini kanıtlamaktadır.

Aile konutu şerhi, aile birliğinin ekonomik temelini ve eşlerin barınma hakkını güvence altına alan, modern aile hukukunun en önemli koruma mekanizmalarından biridir. Yargıtay’ın istikrar kazanmış içtihatları, bu kurumun amacına uygun şekilde işlemesi için sağlam bir hukuki zemin oluşturmaktadır. Bir makale önerisi.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Aile konutu şerhi konulması ya da kaldırılması süreci, basit bir idari işlem gibi görünse de, uygulamada çeşitli hukuki uyuşmazlıkları ve hak kayıplarını beraberinde getirebilir. Tapu müdürlüklerinde yaşanabilecek ret durumları, konutun aile konutu olup olmadığına ilişkin ihtilaflar veya rıza alınmadan yapılan işlemlerin iptali gibi konular uzman desteği gerektirir.

Bu nedenle Tuzla avukatı, Aydınlı avukatı, Orhanlı avukatı, Pendik avukatı, Kartal avukatı, Maltepe avukatı ya da Gebze avukatı gibi bölgesel tecrübesi olan bir hukukçudan destek almak; özellikle Aile Mahkemeleri nezdinde yürütülecek dava ve başvurularda büyük avantaj sağlar. Aile konutu hakkının kaybedilmemesi ve doğru bir koruma sağlanabilmesi için aile hukuku alanında uzman bir avukatla çalışılması tavsiye edilir.

Read More

Bina Dış Cephesine Klima Motoru Takılabilmesi İçin Gerekli Oy Oranı Nedir? İzinsiz Klima Motoru Takılırsa Ne Olur?

Giriş

Bina Dış Cephesine Klima Motoru Takılabilmesi İçin Gerekli Oy Oranı Nedir? İzinsiz Klima Motoru Takılırsa Ne Olur? İşte bu çalışma, apartman ve site gibi toplu yaşam alanlarında sıkça karşılaşılan bir sorun olan binaların ortak alanı niteliğindeki dış cephelerine klima motoru takılmasının hukuki boyutunu, sunulan Yargıtay ve diğer derece mahkemesi kararları ışığında analiz etmektedir. Çalışma, bu eylem için izin gerekip gerekmediği, izinsiz montaj durumunda diğer kat maliklerinin hangi yasal haklara sahip olduğu ve yargının bu konudaki tutarlı yaklaşımını ortaya koymayı amaçlamaktadır. Analizler, temel olarak 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu’nun (KMK) ilgili maddelerine ve yerleşik Yargıtay içtihatlarına dayanmaktadır.

1. Klima Motoru Takılması İçin İzin Zorunluluğu ve Yasal Dayanak

Binanın dış cephesine klima motoru takılması, istisnasız olarak tüm kararlarda kat maliklerinin iznine tabi bir eylem olarak değerlendirilmektedir. Bu zorunluluğun temel yasal dayanağı, Kat Mülkiyeti Kanunu’nun 19. maddesidir. Yargıtay’ın neredeyse tüm kararlarında atıf yaptığı bu madde, özellikle 5711 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik sonrası, kuralı net bir şekilde ortaya koymaktadır. Bir Yargıtay kararında “kat maliklerinden biri bütün kat maliklerinin beşte dördünün yazılı rızası olmadıkça anataşınmazın ortak yerlerinde inşaat, onarım, tesis ve değişiklik yaptıramaz.” şeklinde ifade edilmiştir. (Yargıtay 20. Hukuk Dairesi – 2018/4651; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu – 2009/254 ve diğer birçok karar) Bu hüküm uyarınca, binanın dış cephesi “ortak yer” kabul edildiğinden, bu alana yapılacak klima motoru montajı bir “tesis” niteliğindedir ve tüm kat maliklerinin beşte dördünün yazılı muvafakatini gerektirir.

2. Diğer Kat Maliklerinin Hakları ve Başvuru Yolları

Gerekli 4/5 çoğunlukla alınmış bir kat malikleri kurulu kararı veya yazılı rıza olmadan dış cepheye klima motoru takılması durumunda, diğer kat maliklerinin bu duruma itiraz etme ve yasal yollara başvurma hakkı bulunmaktadır. Kat malikleri, Sulh Hukuk Mahkemesi’nde “ortak alana müdahalenin önlenmesi” ve “projeye aykırı imalatın eski hale getirilmesi” talepleriyle dava açabilirler.  Yargıtay, alt mahkemenin davayı reddettiği bir kararı bozarken şu ifadeleri kullanmıştır: “…ortak yere müdahalenin önlenmesi ile klima dış ünitesinin kaldırılmasına karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile davanın reddi yolunda hüküm kurulması doğru görülmemiştir.” (Yargıtay 18. Hukuk Dairesi – 2011/1530) Bu, izinsiz montaj durumunda diğer kat maliklerinin açacağı davanın büyük olasılıkla lehlerine sonuçlanacağını ve mahkemenin klimanın sökülmesine karar vereceğini göstermektedir.

3. Yargıtay’ın Yaklaşımındaki Önemli Ayrımlar (Balkon İçi / Dış Cephe Farkı): 

Yargıtay’ın yerleşik içtihatları, klima motorunun monte edildiği yere göre önemli bir ayrım yapmaktadır. Bu ayrım, uygulamanın en kritik detayını oluşturur:

Bağımsız Bölüm Sınırları İçinde Montaj: Kat maliklerinin, klimayı kendi bağımsız bölümlerinin penceresine veya balkonunun iç kısmına, diğer komşuları rahatsız etmeyecek (gürültü, su akıntısı vb.) şekilde monte etmesine genellikle izin verilmektedir. Bu durumda kat maliklerinin 4/5 rızası aranmamaktadır. “anataşınmazın projesinde yer almamış olsa bile kat maliklerinin klima cihazını kendi bağımsız bölümünün pencere ve balkonuna konulmasına komşularını rahatsız etmemek koşuluyla izin verilmektedir.” (Yargıtay 18. Hukuk Dairesi – 2012/9330)

Ortak Alan Olan Dış Cepheye Montaj: Klima motorunun, balkon demirinin dışı, parapet duvarı veya doğrudan binanın dış duvarı gibi ortak alanlara monte edilmesi ise kesinlikle Kat Mülkiyeti Kanunu’na aykırı kabul edilmekte ve 4/5 yazılı rıza şartına bağlanmaktadır.

4. Yönetim Planının ve Mimari Projenin Önemi: 

Kat Mülkiyeti Kanunu’nun yanı sıra, binanın yönetim planı da bağlayıcıdır. Yönetim planında binanın estetiğini bozacak eklentilere izin verilmeyeceğine dair daha katı hükümler bulunabilir. Ayrıca, yapılan montajın binanın onaylı mimari projesine aykırı olup olmadığı da davalarda önemli bir delildir. “…yapılan müdahaleye ilişkin herhangi bir tadilat projesi yahut kat maliklerinin muvafakat verdiğine ilişkin belgenin dosyaya sunulamadığı” durumlarda davanın kabul edilmesi gerektiği vurgulanmıştır. (Yargıtay 5. Hukuk Dairesi – 2023/4436)

Sonuç

İncelenen yargı kararları ışığında varılan sonuçlar nettir:

İzin Gerekli mi? Evet, binanın ortak alanı sayılan dış duvarına, parapete veya balkon demirlerinin dışına klima motoru takılması için tüm kat maliklerinin beşte dördünün (4/5) yazılı rızası mutlak surette gereklidir.

Diğer Kat Malikleri Ne Yapabilir? Bu rıza alınmadan yapılan bir montaja, herhangi bir kat maliki itiraz edebilir. Sulh Hukuk Mahkemesi’nde açılacak bir dava ile izinsiz takılan klima motorunun sökülerek ortak alanın eski hale getirilmesini talep edebilirler.

Yargıtay’ın Yaklaşımı Nasıldır? Yargıtay, Kat Mülkiyeti Kanunu’nun 19. maddesini çok katı bir şekilde yorumlamaktadır. 4/5 yazılı rıza olmadan ortak dış cepheye yapılan her türlü montajı hukuka aykırı bulmakta ve sökülmesine karar vermektedir. Tek istisna, klimanın kişiye ait balkonun içine veya penceresine, komşuları rahatsız etmeyecek şekilde takılmasıdır.

Sonuç olarak, kat maliklerinin ileride hukuki bir uyuşmazlık ve masrafla karşılaşmamak için, klima motorunu binanın ortak dış cephesine monte etmeden önce mutlaka yönetim planını kontrol etmeleri ve kanunun aradığı 4/5 yazılı rıza şartını sağlamaları elzemdir.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Klima motorunun dış cepheye izinsiz takılması, yalnızca teknik bir konu değil; aynı zamanda ciddi hukuki sorumluluklar doğuran bir kat mülkiyeti uyuşmazlığıdır. Özellikle Tuzla, Pendik, Kartal, Maltepe, Gebze gibi çok katlı yapıların ve toplu sitelerin yoğun olduğu bölgelerde, bu tür uygulamalar sıkça hukuki itilaflara yol açmaktadır. Dolayısıyla bu bölgelerde ortaya çıkan uyuşmazlıkların çözümünde, yerel uygulamalara hâkim ve Kat Mülkiyeti Kanunu’na uzmanlaşmış bir Tuzla avukatı ile çalışmak büyük avantaj sağlar.

Tuzla’da uzman bir avukat, aşağıdaki konularda size doğru yönlendirme yapabilir: Yapılan montajın ortak alan mı yoksa bağımsız bölüm sınırı içinde mi olduğunu tespit ederek süreci hukuki çerçeveye oturtur, Yönetim planındaki sınırlayıcı hükümleri analiz eder ve uygulamaya engel teşkil edip etmediğini değerlendirir, Klima motorunun sökülmesi talepli bir dava açılması ya da böyle bir davaya karşı savunma yapılması durumunda, Yargıtay içtihatları doğrultusunda en güçlü argümanları oluşturur, Projeye aykırılık veya komşuluk hukukuna aykırı müdahale gibi detaylı gerekçelere dayanan dava dilekçelerini hazırlar. Ayrıca Tuzla’daki yerel uygulamaları ve mahkemelerin yaklaşımlarını bilen bir avukat, Sulh Hukuk Mahkemelerinde bu tür davalarda karşılaşılabilecek olası bilinçsiz ret kararlarına karşı gerekli itiraz yollarını zamanında ve etkili bir şekilde kullanabilir. Sonuç olarak, dış cepheye klima motoru takılması gibi küçük görünen bir uygulama, ciddi ve maliyetli yargı süreçlerini beraberinde getirebilir. Bu nedenle, süreci hem malik olarak güvence altına almak hem de dava riskiyle karşı karşıya kalmamak için, Tuzla avukat , Pendik Avukat, Gebze avukat, Aydınlı Avukat, Orhanlı Avukat, Tepeören Avukat, Çayırova Avukat desteği almak önem arz etmektedir.

Read More

Sitenin Bahçesindeki Yeni Peyzaj Düzenlemesi ve Bakım Masraflarını Kim Öder: Kiracı mı Kat Maliki mi?

Giriş

Bu çalışma, bir site veya apartmanın ortak alanı olan bahçede yapılan peyzaj işlemleri ve bakım masraflarının kim tarafından karşılanacağı sorusunu, sunulan çeşitli yargı kararları ışığında analiz etmektedir. İncelenen kararlar, konunun tek bir yanıtı olmadığını; sorumluluğun belirlenmesinde yapılan harcamanın niteliği (yenileme/iyileştirme mi, yoksa rutin bakım mı?), Kat Mülkiyeti Kanunu (KMK) hükümleri, site yönetim planı, kat malikleri kurulu kararları ve taraflar arasındaki kira sözleşmesi gibi birçok faktörün etkili olduğunu göstermektedir. Bu çalışma, bu faktörleri ve mahkemelerin yaklaşımlarını bir araya getirerek soruna bütüncül bir yanıt sunmayı amaçlamaktadır.

A. Yeni Peyzaj Düzenlemesi Masraflarından Kim Sorumludur?

Yeni bir peyzaj düzenlemesi yapmak, mevcut durumu iyileştiren, taşınmaza değer katan ve kalıcı bir değişiklik olduğu için “faydalı yenilik ve ilave” veya “esaslı onarım” olarak kabul edilir. Yargı kararları bu tür masrafların sorumluluğunu net bir şekilde kat malikine yüklemektedir.

Yasal Dayanak: Bu tür harcamalar, “taşınmazın ayni ile ilgili” (Yargıtay-18. HD-2014/19385) ve “iyileştirici tadilatlar” (Yargıtay-20. HD-2017/2405) kapsamında görülür. Kat Mülkiyeti Kanunu’nun 19. maddesi uyarınca “kat malikleri, anagayrimenkulün bakımına ve mimari durumu ile güzelliğini ve sağlamlığını titizlikle korumaya mecburdurlar.” Yeni bir peyzaj düzenlemesi bu “güzelliği koruma ve artırma” yükümlülüğünün bir parçasıdır ve maliyeti kat maliklerine aittir. Kiracının bu tür bir yatırım maliyetine katlanması beklenemez.

B. Mevcut Peyzaj Düzenlemesinin Bakımı Masraflarından Kim Sorumludur?

Mevcut peyzajın sulama, bahçıvan ücreti, budama gibi rutin bakım masrafları, “ortak tesislerin işletme giderleri” veya “yönetime ilişkin giderler” olarak nitelendirilir. Bu konuda sorumluluk daha katmanlıdır:

Asıl Sorumlu: Yasal olarak bu giderlerin de asıl sorumlusu kat malikidir. Site yönetimi, bu giderler için belirlenen aidatı öncelikle kat malikinden talep eder. Nitekim bir kararda “bahçıvan giderleri”nin de kat maliklerinin sorumluluğunda olduğu açıkça belirtilmiştir (Yargıtay-18. HD-2014/20920-2015/9872).

Kiracının Durumu: Kiracı, bu rutin giderlerden doğan aidat borcundan kat maliki ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu tutulabilir. Ancak bu sorumluluk, genellikle ödediği aylık kira bedeliyle sınırlıdır. Kiracı, yönetime yaptığı ödemeyi kira borcundan mahsup etme hakkına sahiptir. Kira sözleşmesinde ortak giderlerin (aidatın) kiracı tarafından ödeneceği kararlaştırılmışsa, kiracı bu bedeli doğrudan yönetime veya mal sahibine ödemekle yükümlü olur.

Ayrımın Önemi: Bir Yargıtay kararı, mahkemenin bu ayrımı netleştirmesi gerektiğini şu sözlerle ifade etmiştir: “…borcun dayanağının aidat borcu olup olmadığı, ortak yerlere ilişkin bakım onarım veya tadilat masraflarını kapsayıp kapsamadığı, söz konusu masrafların bağımsız bölüme yönelik kalıcı masraflardan mı yoksa yalnızca aidat bedellerine mi ilişkin olduğu araştırılıp sonucuna göre hüküm kurulmamış olması doğru görülmemiştir.” (Yargıtay-20. Hukuk Dairesi-2017/2405-2018/2562).

Sonuç

Özetle, incelenen yargı kararlarına göre peyzaj masraflarının sorumluluğu şu şekilde özetlenebilir:

Yeni Peyzaj Düzenlemesi: Ana yapının değerini artıran, kalıcı ve esaslı bir tadilat niteliğinde olduğu için bu masraflardan kesin olarak kat maliki sorumludur. Kiracıdan bu bedel talep edilemez.

Mevcut Peyzajın Bakımı: Bu masraflar, rutin işletme gideri (aidat) kapsamında değerlendirilir. Yasal olarak birincil sorumlu kat malikidir. Ancak kiracı, bu giderlerden doğan aidat borcundan ötürü kat maliki ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu tutulabilir. Kiracının sorumluluğu genellikle aylık kira bedeli ile sınırlıdır ve yaptığı ödemeyi kirasından düşebilir. Kiracı ile kat maliki arasındaki kira sözleşmesi, bu rutin giderlerin kim tarafından ödeneceğini netleştiren en önemli belgedir.getirerek soruna bütüncül bir yanıt sunmayı amaçlamaktadır.

Giderin Niteliğine Göre Sorumluluğun Ayrışması: Kararlar, “yeni peyzaj düzenlemesi” gibi kalıcı ve değer artırıcı harcamalar ile “mevcut peyzajın bakımı” gibi rutin işletme giderleri arasında önemli bir ayrım yapmaktadır.

Kiracının Sınırlı ve Müteselsil Sorumluluğu (KMK Madde 22): Kat Mülkiyeti Kanunu’nun 22. maddesi, kiracıların da belirli koşullarda ortak giderlerden sorumlu olabileceğini düzenler. Kararlar, kiracının sorumluluğunun “müştereken ve müteselsilen” olduğunu, yani yönetimin borcu hem kat malikinden hem de kiracıdan talep edebileceğini belirtir. Ancak bu sorumluluk sınırsız değildir:

Kiracının sorumluluğu genellikle “ödemekle yükümlü olduğu kira miktarı ile sınırlı olup, yaptığı ödeme kira borcundan düşülür.” (Yargıtay-20. Hukuk Dairesi-2017/4243-2018/213). Bu sorumluluk, genellikle “ortak gider aidatı” kapsamındaki rutin işletme masrafları için geçerlidir, taşınmazın aynına ilişkin büyük yenileme ve tadilat masraflarını kapsamaz.

Kira Sözleşmesi ve Yönetim Planının Rolü: Taraflar arasındaki kira sözleşmesi, kiracı ile kat maliki arasındaki iç ilişkiyi düzenler. Sözleşmede peyzaj masraflarının kiracı tarafından ödeneceği belirtilmişse, malik bu bedeli kiracıdan talep edebilir. Ancak bu durum, “kiraya veren ile kiralayan arasındaki bir iç ilişkiden ibarettir” (Yargıtay-18. Hukuk Dairesi-2015/794-2015/14163) ve kat malikinin site yönetimine karşı olan asli sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Benzer şekilde, site yönetim planı da giderlerin paylaşımına ilişkin özel hükümler içerebilir ve tüm kat maliklerini bağlar.

Nihai olarak, bir uyuşmazlık durumunda harcamanın niteliği, Kat Mülkiyeti Kanunu, yönetim planı ve kira sözleşmesi hükümleri bir bütün olarak değerlendirilerek karar verilecektir.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Site veya apartman yönetimiyle yaşanan peyzaj giderleri uyuşmazlıklarında, masrafın niteliği, Kat Mülkiyeti Kanunu, yönetim planı ve kira sözleşmesi birlikte değerlendirilerek sonuçlandırılır. Ancak bu değerlendirme, hukuki bilgi ve tecrübe gerektiren teknik bir süreçtir. Bu nedenle hem kat malikleri hem de kiracılar açısından hak kaybı yaşamamak için bir gayrimenkul hukuku uzmanına danışmak önemlidir.

Tuzla avukat arayışında olanlar için, Kat Mülkiyeti Kanunu’na hâkim bir hukukçunun desteğiyle süreci baştan sağlıklı yönetmek, ileride çıkabilecek dava ve icra sorunlarını önlemek açısından kritik önem taşır. Aynı şekilde Aydınlı avukat, Orhanlı Avukat, Tepeören Avukat, Pendik avukat, Kartal avukat, Maltepe avukat ve Gebze avukat desteği de bölgesel uyuşmazlıklarda etkili bir çözüm sunabilir.

Peyzaj masrafının kiracıya mı yoksa mal sahibine mi ait olduğu gibi karmaşık sorularda; Tuzla kat maliki avukatı, Tuzla kira uyuşmazlığı avukatı, Tuzla site yönetimi avukatı gibi uzmanlık alanlarına sahip bir hukukçudan destek almak, davaya gerek kalmadan çözüm üretmenin en sağlıklı yoludur.

Unutmayın, yanlış yorumlanan bir gider kalemi uzun süren hukuki ihtilaflara neden olabilir. Bu nedenle, Tuzla ve çevresinde gayrimenkul ve kat mülkiyeti konularında uzman bir avukata başvurmanız şiddetle tavsiye edilir.

Read More

Anlaşmalı boşanma davasında nafaka talebinden feragat edilebilir mi, böyle bir feragat geçerli olur mu ve feragat ileride nafaka davası açmaya engel mi?

Bu çalışma anlaşmalı boşanma davaları sırasında tarafların nafaka hakkından feragat edip edemeyeceği, bu feragatin hukuki geçerliliği ve gelecekteki nafaka taleplerine etkisi konusunu, Yargıtay kararları ışığında ele almaktadır. Anlaşmalı boşanma, tarafların boşanma ve boşanmanın mali sonuçları (nafaka, tazminat vb.) üzerinde mutabık kaldığı bir süreçtir. Bu süreçte tarafların yaptığı “feragat” beyanının niteliği ve sonuçları, Yargıtay içtihatlarında farklı boyutlarıyla ele alınmıştır. Çalışma, bu içtihatlardaki ana eğilimleri, farklılıkları ve önemli ayrıntıları ortaya koyarak konuya dair bütüncül bir perspektif sunmayı amaçlamaktadır.

1. Anlaşmalı Boşanmada Nafakadan Feragatin Hukuki Niteliği ve Geri Alınamazlığı

Yargıtay kararlarının büyük bir çoğunluğu, anlaşmalı boşanma sırasında yapılan nafaka feragatini, davayı sona erdiren kesin bir usul işlemi olarak kabul etmektedir. Bu feragat, Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) uyarınca kesin hüküm gibi hukuki sonuçlar doğurur.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi (2014/19891 E. – 2015/4074 K.) kararında, davacının nafaka veya tazminat gibi bir talebimiz yoktur” şeklindeki beyanının “feragat niteliğinde olup feragattan rücu mümkün değildir.” ve bu feragatin o iradenin açıklandığı anda kesin hükmün sonuçlarını doğurduğu” belirtilmiştir. Benzer şekilde, Yargıtay 3. Hukuk Dairesi (2014/5574 E. – 2014/13801 K.) kararında, Davadan feragat neticesinde, feragate konu hak tamamen düşer ve artık bir daha dava konusu yapılamaz” denilerek feragatin geri dönülmez niteliği vurgulanmıştır. Bu baskın görüşe göre, açık bir iradeyle yoksulluk nafakasından vazgeçen taraf, sonradan ekonomik koşulları değişse dahi bu hakkını yeniden talep edemez.

2. Nafakada Feragat Beyanının “Açık ve Kesin Olma” Şartı

Feragatin bu denli kesin sonuçlar doğurması, beyanın niteliği konusunda bir hassasiyeti de beraberinde getirmiştir. Yargıtay, her istemiyorum” beyanını geleceğe yönelik bir feragat olarak yorumlamamaktadır. Feragat iradesi şüpheye yer bırakmamalıdır.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi (2014/1689 E. – 2014/10977 K.) kararında, “Haktan feragat beyanının, kesin ve duraksamaya yer bırakmayacak şekilde açık olması lazımdır.” ilkesi vurgulanmış ve başka bir talebin bulunmadığı” yönündeki genel bir ifadenin, nafaka hakkından “ilanihaye (sonsuza dek) vazgeçildiği anlamına gelmeyeceği belirtilmiştir. Buna karşın, karşı oy yazılarında ise boşanmak istiyorum, başka bir talebim yoktur” gibi kayıt ve şartsız beyanların, boşanmanın eki niteliğindeki nafaka ve tazminatlardan da feragat anlamına geldiği savunulmuştur. Bu durum, feragat metninin hazırlanmasında son derece dikkatli olunması gerektiğini göstermektedir.

3. Nafaka Türlerine Göre Ayrım: Yoksulluk, İştirak ve Tedbir Nafakası

Feragatin sonuçları, talep edilen nafakanın türüne göre farklılık arz eder:

Yoksulluk Nafakası: Eşin kendisi için talep ettiği nafakadır. Yukarıda belirtildiği gibi, açık bir beyanla yoksulluk nafakasından feragat edilmesi halinde, bu feragat genellikle kesin ve bağlayıcıdır.

İştirak Nafakası (Çocuk Nafakası): Bu nafaka, çocuğun hakkıdır ve kamu düzenine ilişkindir. Ebeveynlerden birinin, çocuğun bu hakkından feragat etmesi hukuken mümkün değildir. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2013/22012 E. sayılı kararındaki karşı oyda belirtildiği gibi, Velayet kendisine bırakılan annenin, küçüğün menfaatine aykırı olarak çocuk için tayin edilen nafakadan feragat etme hakkı yoktur.” Bu nedenle, boşanma protokolünde iştirak nafakası istenmediği belirtilse bile, çocuk için ileride nafaka davası açılmasına bir engel yoktur.

Tedbir Nafakası: Dava süresince eşin ve çocukların geçimi için bağlanan geçici bir nafakadır. Feragat beyanı genellikle feragat tarihinden önceki döneme ilişkin tedbir nafakasını kapsar. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi (2012/3490 E. – 2012/22653 K.) kararında belirtildiği gibi, feragat ileriye dönük sonuç doğurmaz ve “sonraki bir tarihte koşulları varsa yeniden tedbir nafakası istenmesi mümkündür.”

4. Nafakada Farklı Perspektifler ve İstisnalar

Baskın görüş feragatin kesinliği yönünde olsa da, bazı Yargıtay kararları farklı bir bakış açısı sunmaktadır:

“Doğmamış Haktan Feragat Edilemez” İlkesi: Bazı kararlarda, yoksulluk nafakası hakkının boşanma kararının kesinleşmesiyle doğduğu, bu nedenle boşanma davası sırasında henüz doğmamış olan bu haktan feragatin geçersiz olduğu savunulmuştur. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi (2012/23009 E. – 2013/1638 K.) kararında bu ilke şu şekilde ifade edilmiştir: …doğmamış bulunan bir haktan feragat mümkün olmadığından, koşulları oluştuğu takdirde, davacının karşı taraftan yoksulluk nafakası talep etmesi mümkündür.” Bu görüş, feragatin kesinliğine önemli bir istisna getirme potansiyeli taşımaktadır.

İrade Bozukluğu Halleri: Feragat beyanı, hata, hile veya tehdit gibi iradeyi sakatlayan bir nedenle yapılmışsa, feragatin iptali istenebilir. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi (2015/23479 E. – 2017/4466 K.) kararında bu durum, “irade bozukluğu hallerinde, feragatin iptali istenebilir (HMK m. 311)” şeklinde ifade edilmiştir.

Anlaşmalı Boşanmanın Çekişmeliye Dönmesi: Anlaşmalı boşanma protokolüyle yapılan feragat, ancak boşanmanın anlaşmalı olarak sonuçlanması halinde geçerlidir. Dava çekişmeliye dönerse, bu protokole dayalı feragat beyanları da geçersiz hale gelir. (Bkz: Yargıtay 2. HD, 2011/2011 E. – 2011/22275 K.)

Sonuç

İncelenen Yargıtay kararları doğrultusunda, anlaşmalı boşanma davasında nafaka talebinden feragat edilip edilemeyeceği sorusuna verilecek yanıt evettir. Ancak bu “evet”in ardında önemli şartlar ve istisnalar bulunmaktadır. Bir eşin, kendi adına olan yoksulluk nafakasından feragat etmesi mümkündür. Bu feragat, irade bozukluğu olmadan, açık ve kesin bir dille yapılmışsa hukuken geçerlidir, geri alınamaz ve ileride yoksulluk nafakası davası açılmasına engel teşkil eder.

Buna karşılık, çocuğun iştirak nafakasından feragat edilemez. Bu yöndeki bir beyan geçersiz olup, çocuğun menfaati gerektirdiğinde her zaman iştirak nafakası davası açılabilir.

Feragat beyanının muğlak olması, “doğmamış haktan feragat edilemeyeceği” ilkesinin benimsenmesi veya feragatin irade bozukluğu altında yapıldığının ispatlanması gibi durumlarda, feragatin bağlayıcılığı ortadan kalkabilir.

Neticede, nafaka feragati son derece ciddi hukuki sonuçları olan bir işlemdir. Tarafların, bu beyanda bulunmadan önce sonuçlarını tam olarak anlaması ve feragat metninin, ileride bir hak kaybına yol açmayacak şekilde özenle hazırlanması kritik öneme sahiptir. Bu konuyla ilgili bir makale önerisi.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Anlaşmalı boşanma protokolünde yer alan nafaka, tazminat veya mal paylaşımı gibi maddi sonuçlar, taraflar açısından ciddi ve geri dönülmez sonuçlar doğurabilir. Özellikle nafaka feragati gibi beyanların, ileride yeniden talepte bulunma hakkını tamamen ortadan kaldırabileceği dikkate alındığında, protokolün eksiksiz ve hukuka uygun şekilde düzenlenmesi hayati önem taşır.

Tuzla avukat desteği almak, bu noktada büyük bir fark yaratır. Çünkü uzman bir aile hukuku avukatı; protokolde kullanılan ifadelerin bağlayıcılığını değerlendirir, feragat beyanlarının geçerliliğini denetler ve tarafların hak kaybına uğramasını önler.

Tuzla avukat, Pendik avukat, Kartal avukat, Maltepe avukat, Aydınlı avukat, Tepeören avukat, Orhanlı Avukat ve çevresinde faaliyet gösteren deneyimli boşanma avukatları, bölgedeki mahkemelerin uygulama alışkanlıklarına hâkimdir. Bu da hem protokolün eksiksiz hazırlanması, hem de ileride doğabilecek olası dava süreçlerinin önceden öngörülmesi açısından büyük avantaj sağlar.

Tarafların “nafaka istemiyorum” gibi kısa ve genel beyanlar nedeniyle yıllar sonra ciddi mağduriyet yaşamamaları için, sürecin başında bir Tuzla boşanma avukatı ile çalışmaları tavsiye edilir. Profesyonel destek almak, sadece mevcut hakları değil, gelecekteki olası hak taleplerini de güvence altına alır.

Read More

Güzellik Hizmeti Mağduriyetleri: Yanık, Kesi, Kalıcı İz veya Hatalı İşlemlerde Geri Ödeme ve Tazminat Hakkı

Giriş

Güzellik merkezlerinde yapılan güzellik hizmeti işlemler bazen istenmeyen sonuçlara yol açabilir. Özellikle tüy alma, lazer epilasyon veya cilt bakımı gibi işlemler sırasında ciltte kesikler, yanıklar ya da kalıcı izler oluşması durumunda mağdur olan kişinin hukuki haklarını bilmesi büyük önem taşır. Bu makalede, güzellik merkezinde işlem yaptırırken cildinde kesi oluşan bir kişinin hangi hukuki yollara başvurabileceği ve ödediği ücretin tazminat olarak geri alınıp alınamayacağı ayrıntılı şekilde ele alınmaktadır.

 Sunulan çok sayıda Yargıtay, Bölge Adliye Mahkemesi kararı analiz edilerek, mağdurun hangi davaları açabileceği, bu davalarda hangi hukuki dayanakları kullanabileceği, ispat yükümlülükleri ve en önemlisi, ödediği işlem bedelini ve diğer zararlarını tazminat olarak talep edip edemeyeceği konuları bütüncül bir yaklaşımla ele alınmıştır.

A) Güzellik Hizmetinde Hukuki İlişkinin Tanımlanması ve Görevli Mahkeme

Yargı kararları, güzellik merkezinde sunulan hizmetin hukuki niteliğini iki ana eksende ele almaktadır. Bu ayrım, davanın hangi mahkemede görüleceği açısından kritik öneme sahiptir.

Eser Sözleşmesi Yaklaşımı: Birçok Yargıtay kararı, estetik amaçlı bu tür işlemleri Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenen “eser sözleşmesi” olarak nitelendirmektedir. Bu yaklaşıma göre güzellik merkezi (yüklenici), belirli bir sonucu (estetik görünüm) taahhüt etmektedir. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin bir kararında bu durum şöyle ifade edilmiştir: “Bu tür durumlar ‘TBK’nın 470 (BK. m. 355) ve devamı maddelerinde düzenlenen eser sözleşmesinden kaynaklanmaktadır’. Bu durumda güzellik merkezi ‘yüklenici’ konumundadır ve ‘yapımını yüklendiği işi, özen borcu gereği olarak fen ve sanat kurallarına, sözleşme hükümlerine, kendisine duyulan güvene ve beklenen amaca uygun şekilde yapmakla ödevlidir.'” (Yargıtay 3. HD, 2015/10634 E.). İşlem sonucunda ciltte kesikler, yanıklar, kalıcı izler oluşması, eserin “ayıplı” (kusurlu) olduğu anlamına gelir.

Tüketici İşlemi Yaklaşımı: Diğer ve daha yaygın olan yaklaşım ise bu ilişkiyi Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun kapsamında bir tüketici işlemi” olarak görmektir. Güzellik merkezi ticari amaçla hizmet sunan bir “sağlayıcı”, işlemi yaptıran kişi ise “tüketici” konumundadır. Nitekim Yargıtay 13. Hukuk Dairesi bir kararında, ‘4077 Sayılı yasanın 23. maddesi, bu kanunun uygulanması ile ilgili her türlü ihtilafa tüketici mahkemelerinde bakılacağını öngörmüştür.'” (Yargıtay 13. HD, 2015/36944 E.) diyerek görevli mahkemenin Tüketici Mahkemesi olduğunu netleştirmiştir.

Bu iki yaklaşım birbiriyle çelişmez. Modern hukuk uygulamasında, taraflardan birinin tüketici olduğu eser sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklara da Tüketici Mahkemeleri bakmaktadır. Bu nedenle, cildinde kesikler oluşan kişi, davasını büyük olasılıkla Tüketici Mahkemesi’nde açmalıdır.

B) Başvurulabilecek Hukuksal Yollar ve Tazminat Çeşitleri

Mağdurun başvurabileceği yollar ve talep edebileceği tazminatlar şunlardır:

Hukuk Davası (Tazminat Talebi): Bu en temel ve yaygın yoldur. Kişi, Tüketici Mahkemesi’ne başvurarak şunları talep edebilir:

İşlem Bedelinin İadesi (Maddi Tazminat): İncelenen kararlar, kusurlu hizmet nedeniyle ödenen bedelin iade edilebileceğini açıkça göstermektedir. Bakırköy 10. Tüketici Mahkemesi’nin bir kararında “davacının davalıya ödenen bedelin iadesi isteminin de kabulü gerektiği” (2021/755 E.) belirtilmiştir. Yargıtay 6. Hukuk Dairesi de “sözleşme bedelinin iadesi” (2021/188 E.) talebini meşru bulmuştur.

Diğer Maddi Tazminatlar: Oluşan kesiklerin tedavisi için yapılan doktor, hastane ve ilaç masrafları gibi tüm giderler bu kapsamda talep edilebilir.

Manevi Tazminat: Ciltteki kesiklerin yol açtığı fiziksel acı, elem, ızdırap, estetik kaygı ve sosyal hayattaki olumsuz etkiler nedeniyle manevi tazminat talep edilebilir. Yargıtay, hatalı ağda sonrası yırtık oluşan bir olayda, “davacının ruh ve beden huzurunun bozulmadığını düşünmek kabil değildir (Yargıtay 13. HD, 2010/13173 E.) diyerek manevi tazminata hükmedilmesi gerektiğini vurgulamıştır.

Ceza Hukuku Yolu (Şikayet): Meydana gelen yaralanma, Türk Ceza Kanunu kapsamında Taksirle Yaralama” suçunu oluşturabilir. Kişi, işlemi yapan personel ve sorumlu yöneticiler hakkında savcılığa şikayette bulunabilir. Ancak ceza hukuku yolu daha meşakkatlidir. Bazı kararlarda, Adli Tıp Kurumu’nun yaralanmayı “herhangi bir tıbbi kusur ya da ihmale izafe edilemeyen klinik tablonun doğal bir seyri olarak nitelendirildiği” (Yargıtay 12. CD, 2019/9780 E.) ve bu nedenle sanıkların beraat ettiği görülmektedir. Buna karşın, başka bir ceza davasında yaralanmanın lazer epilasyon aleti kullanım ve uygulama hatasından kaynaklandığı” (Yargıtay 12. CD, 2016/11766 E.) tespit edilerek sorumlular kusurlu bulunmuştur. Dolayısıyla ceza davasının sonucu, ihmalin net bir şekilde ispatlanıp ispatlanamadığına bağlıdır.

C) Davanın Kazanılmasındaki Kilit Unsurlar

Bir tazminat davasının başarıya ulaşması için aşağıdaki hususların kanıtlanması kritik öneme sahiptir:

Kusurun Varlığı: Davanın temelini, güzellik merkezinin veya çalışanının kusurlu (hatalı, özensiz, ihmalkâr) davrandığının ispatı oluşturur. İşlemin standartlara aykırı yapılması, hijyen kurallarına uyulmaması, yanlış cihaz veya teknik kullanılması gibi durumlar kusur teşkil eder.

Bilirkişi Raporu: Mahkemeler, bu tür teknik konularda karar vermeden önce mutlaka uzman bilirkişi raporu almaktadır. Rapor, genellikle dermatoloji ve güzellik uzmanlarından oluşan bir heyet tarafından hazırlanır. Yargıtay’ın vurguladığı gibi, mahkeme “Güzellik Uzmanı ile Dermatoloji uzmanının da bulunduğu bilirkişi heyeti oluşturularak, taraf, mahkeme ve Yargıtay denetimine açık, ayrıntılı ve gerekçeli rapor tanzim edilmesini” (Yargıtay 13. HD, 2015/5821 E.) istemelidir. Davanın kaderi büyük ölçüde bu rapora bağlıdır.

Aydınlatma Yükümlülüğünün İhlali: Güzellik merkezinin, işlem öncesinde olası riskler ve komplikasyonlar hakkında müşteriyi bilgilendirmesi ve “aydınlatılmış onam” alması bir zorunluluktur. Yargıtay bu hususu şöyle belirtir: “...uygulama öncesi muhtemelen hasıl olabilecek sonuç ve komplikasyonlar hakkında iş sahibini bilgilendirmesi bir zorunluluktur.” (Yargıtay 3. HD, 2015/10634 E.). Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi, merkezin sorumluluğunu ağırlaştıran bir faktördür.

Sonuç

Güzellik merkezinde bir işlem sırasında cildinde kesikler, yanıklar veya kalıcı izler oluşan kişi, çok yönlü hukuki haklara sahiptir. İncelenen yargı kararları, bu kişinin Tüketici Mahkemesi’ne başvurarak hem ödediği işlem bedelinin iadesini hem de tedavi masrafları gibi diğer maddi zararlarını ve çektiği acı için manevi tazminat talep edebileceğini net bir şekilde ortaya koymaktadır.

Bu sürecin başarısı, güzellik merkezinin kusurlu hizmet verdiğinin, özellikle de alanında uzman bilirkişilerden alınacak raporlarla ispatlanmasına bağlıdır. Merkezin işlem öncesi riskler hakkında yeterli bilgilendirme yapmamış olması da davacının elini güçlendirecektir. Olayın niteliğine göre taksirle yaralama suçundan dolayı ayrıca bir ceza şikayetinde bulunmak da mümkündür. Sonuç olarak, hukuki süreç doğru adımlarla yönetildiği takdirde, mağdurun uğradığı zararın tazmin edilmesi ve ödediği ücreti geri alması kuvvetle muhtemeldir.

Neden Uzman Tuzla Avukat Desteği Gereklidir?

Güzellik merkezinde hatalı işlem sonucu oluşan yanık, kesik, iz gibi zararlarda tazminat süreci, teknik bilgi, sağlık hukuku bilgisi ve Yargıtay kararlarının yorumlanmasını gerektirir. Dava sürecinde bilirkişi raporları, tanık beyanları, hastane belgeleri ve sözleşme incelenmesi gibi birçok detay önem kazanır.

Bu nedenle mağdurların, Tuzla avukat, Pendik avukat, Kartal avukat, Maltepe avukat, Gebze avukat, Tepeören avukat, Orhanlı avukat, Aydınlı avukat ve Çayırova avukat gibi bölgesel ve tüketici hukuku alanında deneyimli avukatlardan destek alması, hem maddi hem de manevi hak kayıplarının önüne geçmek açısından çok önemlidir.

Uzman bir Tuzla avukat; hangi mahkemede dava açılacağını, nasıl delil toplanması gerektiğini, hangi Yargıtay kararlarının örnek gösterilebileceğini bilir ve tazminat miktarının artırılması için stratejik katkı sağlar.

Read More

Anlaşmalı boşanma protokolünde velayet hakkından feragat edilir mi, ederse ileride dava açabilir mi?

Bu çalışmada Anlaşmalı boşanma protokolünde velayet hakkından feragat edilir mi, ederse ileride dava açabilir mi? anlaşmalı boşanma sürecinde taraflardan birinin velayet hakkından feragat etmesinin hukuki geçerliliğini ve bu feragatin gelecekte velayet davası açma hakkına etkisini analiz etmek amacıyla hazırlanmıştır. Sunulan Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi kararları ışığında, velayet hakkının niteliği, bu haktan feragatin mümkün olup olmadığı ve en önemlisi, çocuğun üstün yararı ilkesinin bu sürece nasıl yön verdiği incelenmiştir.

A. Anlaşmalı Boşanma Protokolünde Velayet Düzenlemesi ve “Feragat” Kavramı

Anlaşmalı boşanma protokolünde taraflar, müşterek çocuğun velayetinin kimde kalacağı konusunda bir düzenleme yapabilirler. Yargıtay kararlarında bu durum, sıklıkla bir tarafın velayet talebinden feragat etmesi” olarak nitelendirilmektedir. Örneğin, bir kararda tarafların protokol ile kadının velayet… taleplerinden feragat ettiğini” bildirebileceği ve mahkemenin bu beyanı “feragat niteliğinde” kabul edeceği belirtilmiştir (Yargıtay 2. HD, 2018/6126). Bu, pratikte velayetin anlaşma yoluyla diğer eşe bırakılmasının mümkün olduğunu göstermektedir.

Ancak, bu “feragat” kavramı, velayet hakkının temel niteliğiyle çelişiyor gibi görünebilir. Nitekim Anayasa Mahkemesi, velayetin temel bir hak olduğunu ve devredilemeyeceğini vurgulamıştır: Velayet, kişiye sıkı sıkıya bağlı bir hak niteliğindedir. Bu nedenle başkasına devredilemez, miras yoluyla geçmez ve bu haktan vazgeçilemez. Bu hak başkasına devredilemediği gibi bu haktan feragat da edilememektedir.” (AYM, 2010/119)

Bu iki farklı yaklaşım, “feragat” kelimesinin kullanımındaki ayrımdan kaynaklanmaktadır. Anayasa Mahkemesi, velayet hakkının kendisinden soyut bir vazgeçmenin imkansızlığını belirtirken; Yargıtay, boşanma anındaki somut duruma ilişkin olarak velayetin kullanımının diğer ebeveyne bırakılması yönündeki irade beyanını “feragat” olarak adlandırmaktadır. Hatta daha güncel bir Yargıtay kararı, bu kavramsal karmaşayı ortadan kaldıracak şekilde, velayetin kamu düzenine ilişkin olması nedeniyle feragat beyanının anlamsız olduğunu ve mahkemenin her durumda çocuğun yararını gözeterek karar vereceğini belirtmiştir (Yargıtay 2. HD, 2024/4464).

B. Velayetten Feragat Edilse Dahi İleride Dava Açma Hakkı

İncelenen kararların tamamında ortak olan en net bulgu, anlaşmalı boşanma protokolü ile yapılan velayet düzenlemesinin kesin ve geri dönülemez olmadığıdır. Velayet hakkından feragat eden veya velayetin diğer eşe bırakılmasını kabul eden taraf, ileride belirli şartların oluşması halinde velayetin değiştirilmesi için dava açma hakkını kaybetmez. Bu hakkın kullanılabilmesi için temel koşul, çocuğun üstün yararı ve durum ve koşullarda esaslı bir değişiklik olmasıdır. Yargıtay, bu durumu şu şekilde özetlemektedir: “boşanma kararının kesinleşmesinden sonra durum ve koşullarda velayet sahibinin değiştirilmesini gerektirecek bir değişiklik husule geldiği kanıtlanamadığı gibi, küçüğün menfaatinin de böyle bir değişikliği gerektirdiğine ilişkin bir sebep de ortaya konulamamıştır” (Yargıtay 2. HD, 2009/2481). Bu ifade, koşulların değiştiği ve çocuğun menfaatinin gerektirdiği kanıtlandığı takdirde velayet davası açılabileceğini ve başarılı olabileceğini göstermektedir. Nitekim bir başka kararda, velayeti alan babanın görevini ihmal etmesi ve çocuğun anneyle yaşamak istemesi gibi nedenlerle velayetin annenin talebi üzerine değiştirilmesine hükmedilmiştir (Yargıtay 2. HD, 2011/17064).

Belirleyici İlke: Çocuğun Üstün Yararı: Tarafların anlaşması ne yönde olursa olsun, hakim bu anlaşmayı çocuğun menfaatine uygun bulmak zorundadır. Yargıtay’ın da vurguladığı gibi, “Velâyet kamu düzenine ilişkin olup, re’sen araştırma ilkesi geçerlidir. Bu nedenle yargılama sırasında meydana gelen gelişmelerin dahi göz önünde tutulması gerekir.” (Yargıtay 2. HD, 2023/5735). Bu ilke, mahkemenin sadece tarafların beyanlarıyla bağlı kalmayıp, gerekirse sosyal inceleme raporları, uzman görüşleri ve çocuğun idrak yaşındaysa beyanını alarak en doğru kararı vermesini gerektirir.

Feragat”in Hukuki Anlamı: Protokoldeki feragat” ifadesi, velayet hakkının kökünden yok edilmesi değil, o anki koşullar altında velayetin kullanımının diğer ebeveyne bırakılmasına rıza göstermek anlamına gelir. Bu rıza, mutlak ve süresiz değildir. Velayeti devralan ebeveynin görevini ihmal etmesi, çocuğun fiziksel veya ruhsal gelişiminin tehlikeye girmesi gibi yeni durumlar, eski anlaşmayı geçersiz kılar ve mahkemenin müdahalesini zorunlu hale getirir.

Dava Açma Şartları: İleride açılacak bir velayetin değiştirilmesi davasının başarılı olması için, sadece ebeveynin fikrini değiştirmiş olması yeterli değildir. Boşanma kararının kesinleşmesinden sonra ortaya çıkan, velayet sahibinin görevini gereği gibi yapamadığını veya çocuğun menfaatinin değişikliği gerektirdiğini gösteren somut ve ciddi olguların delilleriyle birlikte mahkemeye sunulması gerekir.

Sonuç

Anlaşmalı boşanma protokolünde bir taraf, velayetin diğer tarafa bırakılmasını kabul edebilir. Bu durum, Yargıtay içtihatlarında zaman zaman “velayetten feragat” olarak adlandırılsa da, bu, velayet hakkından mutlak ve geri dönülemez bir şekilde vazgeçildiği anlamına gelmez. Velayet kamu düzenine ilişkin olduğundan, tarafların anlaşması her zaman hakimin onayına ve çocuğun üstün yararı ilkesine tabidir.

Evet, velayetin diğer eşe bırakılmasını kabul eden taraf ileride dava açabilir. Bu feragat, gelecekte dava açma hakkını ortadan kaldırmaz. Ancak bu davanın kabulü için; boşanma sonrası koşullarda çocuğun menfaatini etkileyen ciddi ve esaslı bir değişiklik yaşandığının (örneğin velayet sahibi ebeveynin ihmali, çocuğun istismarı, sağlık veya eğitim koşullarındaki olumsuzluklar vb.) somut delillerle ispatlanması zorunludur. Mahkeme, her durumda çocuğun güncel yararını gözeterek yeni bir velayet düzenlemesi yapma yetkisine sahiptir. Bir makale önerisi.

Velayet Hakkında Feragat ve İleride Dava Açma Durumu Neden Uzman Tuzla Avukat Desteği Gerektirir?

Boşanma sürecinde, özellikle anlaşmalı boşanma protokolünde velayet hakkının nasıl düzenleneceği önemli bir konudur. Taraflar, velayetin diğer ebeveyne bırakılmasını kabul edebilir, ancak bu durum velayet hakkından mutlak ve geri dönülemez bir feragat anlamına gelmez. Bu nedenle, velayet konusunda yapılacak anlaşmaların hukuki geçerliliği ve olası ilerideki hak talepleri uzman bir avukat desteğiyle doğru şekilde değerlendirilmelidir. Aksi takdirde, çocuğun menfaati tehlikeye girebilir veya taraflar ileride haklarını kaybedebilir.

Tuzla avukat, Orhanlı avukat, Aydınlı avukat, Tepeören avukat, Gebze avukat, Çayırova avukat ve Şekerpınar avukat arayışında olan kişiler için, yerel hukuk bilgisi ve bölge adliyelerinde edinilmiş tecrübe kritik bir avantaj sağlar. Her mahkemenin işleyişi ve uygulamaları farklı olabileceğinden, bölgesel dinamikleri bilen ve aile hukuku alanında uzmanlaşmış bir avukatla çalışmak, sürecin doğru yönetilmesini sağlar.

İşte bu noktada, alanında uzman bir avukat ile çalışmak, olası hukuki riskleri önceden tespit edip, en uygun stratejiyi belirlemede kritik rol oynar. Ayrıca, velayetle ilgili olası değişikliklerde, yeni durumların nasıl değerlendirilmesi gerektiği ve hangi koşullarda dava açılabileceği konusunda doğru yönlendirme almanızı sağlar. Bu sayede, hem çocuk hem de taraflar açısından en doğru ve hukuka uygun kararlar alınabilir.

Read More

Boşanma Davasında Daha Önce Affedilen Davranışlar Kusur Olarak İleri Sürülür mü?

Bu çalışmada, Boşanma davasında daha önce affedilen davranışların kusur olarak ileri sürülüp sürülemeyeceği” sorusunu, sunulan Yargıtay 2. Hukuk Dairesi kararları ışığında incelenecektir. Türk Medeni Kanunu uyarınca boşanma davalarında “kusur” kavramı, evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına neden olan olayların değerlendirilmesinde ve boşanmanın mali sonuçlarının (tazminat, nafaka vb.) belirlenmesinde merkezi bir rol oynamaktadır. İncelenen kararlar, Yargıtay’ın bu konudaki yerleşik ve tutarlı içtihadını ortaya koymakta, “af” veya “hoşgörü” olgusunun hukuki sonuçlarını detaylandırmaktadır.

1. Temel Kural Boşanma Davasında Affedilen veya Hoş Görülen Davranışlar Kusur Olarak Yüklenemez

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, istikrarlı bir şekilde, eşlerin evlilik birliği devam ederken sergiledikleri affedici veya hoşgörülü tutumun, boşanma davasında aleyhlerine kullanılamayacağını vurgulamaktadır. Bu ilke, birçok kararda şu şekilde formüle edilmiştir: “Affedilen ya da hoşgörüyle karşılanan davranışlar boşanma davasında diğer tarafa kusur olarak yüklenemez ve buna dayanılarak boşanma kararı verilmez.” (Yargıtay 2. HD, 2015/8160 E., 2015/22652 K.) Bu kural, evlilik birliğini sürdürme çabasının ve tarafların barışma iradesinin korunması amacını taşır. Eşlerin, sorunları aşarak birliğe devam etme kararı almaları, geçmişteki olayları hukuken “etkisizhale getirmektedir.

2. Affın veya Hoşgörünün Göstergeleri

Mahkemeler, affın varlığını veya hoşgörünün gösterildiğini çeşitli somut durumlardan yola çıkarak tespit etmektedir. İncelenen kararlara göre affın en yaygın göstergeleri şunlardır:

-Kusurlu davranıştan sonra tarafların barışarak birlikte yaşamaya devam etmeleri.

-Daha önce açılmış bir boşanma davasından feragat edilmesi.

-Tarafların kusurlu davranışın gerçekleşmesinden sonra uzun bir süre evlilik birliğini devam ettirmeleri.

-Dava açıldıktan sonra dahi olsa tarafların bir araya gelip evlilik birliğini sürdürmeleri (cinsel birliktelik yaşanması dahil).

Örneğin, bir kararda “davalı kadına kusur olarak yüklenen davranışlardan sonra, taraflarca evlilik birliğinin devam ettirildiği; böylece bu kusurlu davranışlarının davacı koca tarafından affedildiği, en azından hoşgörü ile karşılandığı anlaşılmaktadır” (Yargıtay 2. HD, 2009/17411 E., 2010/21061 K.) denilerek, birlikte yaşamaya devam etme olgusu af için yeterli görülmüştür.

3. Kuralın Hukuki Sonuçları

Affedilmiş olayların kusur olarak kabul edilmemesi, davanın esası ve sonuçları üzerinde doğrudan etkilidir:

Davanın Reddi: Eğer davacının dayandığı tüm kusur iddiaları, davalı tarafından affedilmiş veya hoş görülmüş olaylardan ibaretse ve yeni bir kusurlu davranış ispatlanamamışsa, boşanma davasının reddedilmesi gerekmektedir.

Tazminat Taleplerinin Etkilenmesi: Kusur, maddi ve manevi tazminat taleplerinin temelini oluşturur. Affedilmiş davranışlar nedeniyle bir eş kusurlu bulunamazsa, diğer eşin tazminat talepleri de dayanaksız kalacaktır. Nitekim bir kararda, “davalı erkeğin kusurlu davranışı ispatlanamamıştır. Bu nedenle davalı erkek aleyhine maddi ve manevi tazminata hükmedilemez. (Yargıtay 2. HD, 2016/15574 E., 2018/2038 K.) denilerek bu bağlantı net bir şekilde kurulmuştur.

Yargıtay kararları genel bir ilke ortaya koysa da, bu ilkenin uygulanışında dikkate alınması gereken önemli detaylar ve farklı perspektifler mevcuttur.

4. Affedilen Olaylardan Sonra Yeni Kusurlu Davranışların Varlığı

Af veya hoşgörü, gelecekteki kusurlu davranışlar için bir “açık çek” niteliği taşımaz. Affın kapsamı, yalnızca affedilen veya hoş görülen olaylarla sınırlıdır. Eğer bu olaylardan sonra evlilik birliğini temelinden sarsan yeni bir kusurlu davranış meydana gelirse, bu yeni davranış boşanma davasında pekâlâ kusur olarak ileri sürülebilir. Birçok kararda bu husus şu ifadeyle vurgulanmıştır: Tarafların bir araya gelmesinden sonra ise tarafların boşanmayı gerektirir herhangi bir kusurlu davranışı kanıtlanamamıştır. (Yargıtay 2. HD, 2016/16616 E., 2018/5060 K.) Bu ifade, “eğer kanıtlansaydı durum farklı olurdu” imasını taşımaktadır. Dolayısıyla, davada belirleyici olan, affedilen olaylardan sonra taraflara yüklenebilecek yeni ve ispatlanmış bir kusurun olup olmadığıdır.

5. Affın Kapsamı: Her Davranış Affedilir mi?

Yargıtay kararlarında fiziksel şiddet, sadakatsizlik, hakaret gibi ağır kusurlar dahi, sonrasında evlilik birliğinin devam etmesi halinde af kapsamında değerlendirilmiştir. Örneğin, sadakatsizlik vakasından dört yıl sonra açılan bir davada Yargıtay, “erkeğin kadına kusur olarak atfedilen vakıayı affettiği en azından hoşgörü ile karşıladığının kabulü gerektiği ve kadına kusur olarak yüklenemeyeceği” (Yargıtay 2. HD, 2020/3214 E., 2020/5462 K.) sonucuna varmıştır. Bununla birlikte, bir kararda (Yargıtay 2. HD, 2024/3464 E., 2025/538 K.) affedilen davranışların kusur olarak sayılmamasına rağmen, davalının diğer kusurlu davranışları nedeniyle “yine de tam kusurlu” kabul edilebildiği görülmektedir. Bu, affın yalnızca belirli olayları kapsadığını, diğer kusurların varlığını ortadan kaldırmadığını gösteren önemli bir ayrıntıdır.

Sonuç

Sunulan Yargıtay 2. Hukuk Dairesi kararlarının analizi sonucunda, “boşanma davasında daha önce affedilen davranışların kusur olarak ileri sürülemeyeceği” konusunda yerleşik ve güçlü bir içtihat bulunduğu net bir şekilde görülmektedir. Eşlerin barışarak evlilik birliğini devam ettirmeleri, daha önce açılan bir davadan feragat etmeleri veya kusurlu davranışa rağmen birlikte yaşamayı sürdürmeleri, hukuken “af” veya “hoşgörü” olarak kabul edilmekte ve bu olayların boşanma davasında kusur olarak değerlendirilmesini engellemektedir.

Bununla birlikte, bu kural mutlak değildir. Kuralın en önemli istisnası, affedilen olaylardan sonra evlilik birliğini temelinden sarsan yeni ve ispatlanmış kusurlu davranışların ortaya çıkmasıdır. Böyle bir durumda, bu yeni olaylar boşanma sebebi ve kusur belirlemesinde esas alınabilir. Sonuç olarak, her dava kendi özel koşulları içinde değerlendirilmeli; affın varlığı, kapsamı ve affedilen olaylardan sonra yeni kusurların işlenip işlenmediği dikkatlice incelenmelidir. Bir makale önerisi.

Neden Uzman Tuzla Avukat Desteği Gereklidir?

Boşanma süreci, yalnızca duygusal bir ayrılıkla sınırlı olmayıp, maddi ve hukuki açıdan da ciddi sonuçlar doğuran bir süreçtir. Özellikle kusur, nafaka, tazminat gibi önemli konularda doğru adımlar atılmadığında, geri dönüşü zor hak kayıpları yaşanabilir. Bu nedenle, boşanma davası sürecinde uzman bir avukat desteği almak, haklarınızı korumak açısından büyük önem taşır.

Tuzla avukat, Orhanlı avukat, Aydınlı avukat, Tepeören avukat, Gebze avukat, Çayırova avukat ve Şekerpınar avukat arayışında olan kişiler için, yerel hukuk bilgisi ve bölge adliyelerinde edinilmiş tecrübe kritik bir avantaj sağlar. Her mahkemenin işleyişi ve hakimlerin uygulamaları farklı olabileceğinden, bölgesel dinamikleri bilen ve aile hukuku alanında uzmanlaşmış bir avukatla çalışmak, sürecin sağlıklı yönetilmesini sağlar.

Affedilen Davranışlar ve Hukuki Strateji: Uzman Avukatın Rolü

Boşanma davasında daha önce affedilen ya da hoşgörü ile karşılanan davranışların kusur olarak ileri sürülemeyeceği, Yargıtay kararlarıyla netleşmiş bir ilkedir. Ancak bu kuralın uygulanması dava dosyasının içeriğine, delillere ve olayların zamanlamasına bağlı olarak farklılık gösterebilir. İşte bu noktada, bölgenizde faaliyet gösteren bir Tuzla boşanma avukatı veya Gebze aile hukuku avukatı, hukuki analiz yaparak en uygun stratejiyi belirleyebilir.

Read More