TOKİ sosyal konut başvurusunda, başvuru yapılan ilçeden (Tuzla) farklı bir ilçede (Arnavutköy) rıza dışı konut tahsis edilmesi halinde başvurulabilecek hukuki yollar nelerdir?

Giriş

Bu çalışma, Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ) tarafından yürütülen bir sosyal konut projesine belirli bir yer için (örneğin Tuzla ilçesi) başvuru yapan, ancak kura sonucunda rızası dışında başka bir ilçede (örneğin Arnavutköy) bir konut tahsis edilen bir hak sahibinin başvurabileceği hukuki yolları ve mevcut yargı kararları ışığında uygulamanın nasıl şekillendiğini analiz etmek amacıyla hazırlanmıştır. İnceleme, sunulan yargı kararı özetleri temel alınarak yapılmıştır.

1. TOKİ Uyuşmazlığın Hukuki Niteliği ve Yargıtay’ın Bakış Açısı

Yargıtay kararları, konuyu genellikle bir sözleşme ihlali veya kötü ifa olarak ele almaktadır. Davacının “vaat edilen bölgede inşa edilen dairelerden olmadığını” iddia etmesi, mahkemeler tarafından ciddiyetle incelenmesi gereken bir husus olarak görülmektedir. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin 2017/9980 E. ve 2018/2719 K. sayılı kararında belirttiği üzere, mahkemenin “davacı dilekçesindeki talepleri arasında yer alan 1. etaptan yer verilmesi gerekirken 12. etaptan yer verildiği iddiası üzerinde hiç durulmamıştır” gerekçesiyle yerel mahkeme kararını bozması, bu tür iddiaların esastan incelenmesi gerektiğini göstermektedir.

Yargıtay, bu tür davalarda mahkemelerin izlemesi gereken yol haritasını net bir şekilde çizmiştir. Birden fazla kararda (örn: Yargıtay 13. HD, 2016/7522 E., 2017/8332 K.) şu ifade tekrar edilmektedir:

“…inşaat alanının tamamının kaç etaptan oluştuğu, kendi içinde bölgelere ayrılıp ayrılmadığı, davacıya verilen taşınmazların hangi etapta yer aldığının tespit edilebilmesi hususunda gerektiğinde mahallinde keşif yapılarak uzman bilirkişi marifetiyle açıklamalı, taraf, hâkim ve Yargıtay denetimine elverişli bir rapor alınmak suretiyle sonucuna göre hüküm tesis edilmesi gerekirken, yazılı şekilde eksik inceleme ve değerlendirme sonucu karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.”

Bu yaklaşım, Tuzla ve Arnavutköy gibi iki farklı ilçenin söz konusu olduğu durumda, aradaki farkın bir “etap” veya “bölge” farkından çok daha belirgin olması nedeniyle, hak sahibi lehine yorumlanma potansiyeli taşımaktadır.

Ancak, Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 2023/2706 E., 2024/785 K. sayılı kararında olduğu gibi, yapılan incelemede “proje alanının tamamının 1.etap konut alanı olarak düzenlendiği ve ancak 1.etabın bölgelere ayrıldığı” tespit edilirse, farklı bölgelerden verilen konutların sözleşmeye uygun olduğuna karar verilebilmektedir. Bu nedenle, TOKİ’nin Tuzla ve Arnavutköy projelerini tek bir “mega proje” kapsamında sunup sunmadığı gibi detaylar önem kazanacaktır.

2. TOKİ : Görevli Yargı Yolu

Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 2010/337 E., 2011/110 K. sayılı kararı gibi birçok kararında, idare ile vatandaş arasındaki sosyal konut ilişkisinin “kamu otoritesine ve yetkisine dayalı, tek yanlı ve resen yapılan idari işlem ve eylemden kaynaklanmadığı” ve bir “özel hukuk ilişkisi” olduğu belirtilerek, bu tür davalarda adli yargının (Asliye Hukuk Mahkemesi) görevli olduğuna hükmedilmiştir. Bu görüşe göre, açılacak dava, sözleşmeye aykırılıktan kaynaklanan bir tazminat veya aynen ifa davası olacaktır.

3. Başvurulabilecek Hukuki Yollar ve Talepler

Yukarıdaki analizler ışığında, hak sahibinin başvurabileceği hukuki yollar ve ileri sürebileceği talepler şunlardır:

Aynen İfa veya Tazminat Davası: Adli yargı görüşü benimsenirse, Asliye Hukuk Mahkemesi’nde öncelikle taahhüde uygun olarak Tuzla’dan bir konut verilmesi (aynen ifa), bunun mümkün olmaması halinde ise kötü ifa nedeniyle uğranılan zararın tazmini talep edilebilir. Bu zarar, iki ilçe arasındaki konutların değer farkı, manevi zarar veya ek masrafları içerebilir.

Değer Farkı Tazminatı (Şerefiye Farkı): Yargıtay, sözleşmede taahhüt edilen yerden farklı bir mevkide konut teslim edilmesini sözleşmeye aykırılık olarak görmekte ve bu durumda oluşan değer farkının tazmin edilebileceğine hükmetmektedir. Bir kararda, mahkemenin “gerektiğinde mahallinde keşif yapılarak uzman bilirkişi marifetiyle açıklamalı, taraf, hâkim ve Yargıtay denetimine elverişli bir rapor alınmak suretiyle sonucuna göre hüküm tesis etmesi” gerektiği belirtilmiştir (yargitay-13. Hukuk Dairesi-2017/9980). Davacı, Tuzla’daki konut ile Arnavutköy’deki konut arasındaki değer farkını talep edebilir.

Müspet Zararın Tazmini (İfa Yerine Tazminat): Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, idarenin sözleşmeyle taahhüt ettiği konutu teslim etmemesi durumunda, hak sahibinin ifa yerine geçen müspet zararının tazminini talep edebileceğini belirtmiştir. Bu zarar, “davacıya teslim edilmesi gereken konutun rayiç bedeli kadar olduğundan” (yargitay-Hukuk Genel Kurulu-2019/42), hak sahibi Tuzla’da vaat edilen konutun güncel piyasa değerini talep edebilir.

İhtirazî Kayıt Düşmenin Önemi: Hak sahibi, Arnavutköy’deki konutu teslim almak zorunda kalırsa, sözleşmeyi veya teslim tutanağını “Tuzla’daki haklarım saklı kalmak kaydıyla” gibi bir ihtirazî kayıt ile imzalaması, ileride açacağı davada hak kaybına uğramasını önleyebilir (Yargıtay 3. HD, 2023/1177 E., 2023/3044 K.).Yargıtay, konutu herhangi bir itiraz belirtmeksizin teslim almanın, ileride açılacak davada hak kaybına yol açabileceğine işaret etmiştir. Bir kararda, davacının “herhangi bir ihtirazî kayıt ileri sürmeksizin … bu daireleri teslim aldığı” gerekçesiyle davanın reddedildiği görülmektedir. Bu nedenle, konutu teslim alırken, tahsisin başvuruya aykırı olduğuna dair bir çekince (ihtirazi kayıt) ile tutanak imzalamak, dava sürecinde ispat açısından kritik öneme sahiptir.

Sonuç

TOKİ’nin Tuzla sosyal konut başvurusuna karşılık Arnavutköy’den daire tahsis etmesi, başvuru sahibine hukuki yollara başvurma hakkı tanıyan ciddi bir durumdur. İzlenecek yol, öncelikle başvuru kılavuzu ve ilgili tüm belgelerin detaylı incelenmesine bağlıdır. Daha sonra aynen ifa veya tazminat davası açılabilir. Hak sahibinin, herhangi bir belge imzalamadan veya konutu teslim almadan önce bir avukata danışarak hukuki süreci başlatması tavsiye edilmektedir. Bir yazı önerisi.

Neden Uzman Avukat Desteği Almanız Gereklidir?

İstanbul’un Tuzla, Arnavutköy, Pendik, Kartal ve Gebze gibi ilçelerinde TOKİ sosyal konut başvurularında yaşanan uyuşmazlıklar, hukuki süreçler açısından karmaşık ve detaylıdır. Başvuru sahibinin haklarını korumak, aynen ifa veya tazminat davalarında doğru talepleri yönlendirmek ve ihtirazî kayıt gibi kritik adımları eksiksiz takip etmek için uzman bir avukat desteği almak büyük önem taşır. Deneyimli bir avukat, başvuru belgelerinin incelenmesinden, mahkeme sürecinin yürütülmesine kadar tüm aşamalarda hak sahibini yönlendirerek olası hak kayıplarını önler.

Read More

Site/Bina aidatına neler dahildir?

Giriş

Bu çalışma, “Aidata neler dahildir?” sorusuna yanıt olarak, sunulan yargı kararları ve dokümanlar temelinde hazırlanmıştır. Çalışma, aidat olarak bilinen ortak giderlerin yasal çerçevesini, yargı kararlarında belirtilen somut gider kalemlerini, bu giderlerin kapsamını belirleyen unsurları ve uygulamada ortaya çıkan farklı perspektifleri analiz etmektedir. Temel yasal dayanak 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu (KMK) olmakla birlikte, yönetim planları, genel kurul kararları ve mülkün niteliği gibi faktörlerin aidatın içeriğini şekillendirdiği görülmektedir.

1. Yasal Çerçeve: Kat Mülkiyeti Kanunu Madde 20

İncelenen kararların büyük çoğunluğu, ortak giderlere katılım yükümlülüğünün temelini oluşturan KMK’nin 20. maddesine atıf yapmaktadır. Bu madde, giderlerin niteliğine göre kat malikleri arasında nasıl paylaştırılacağına dair temel bir ayrım getirmektedir.

Eşit Katılım Gerektiren Giderler: Yargıtay kararlarında sıklıkla tekrarlandığı üzere, kat malikleri aralarında başka bir anlaşma olmadıkça; “kapıcı, kaloriferci, bahçıvan ve bekçi giderlerine ve bunlar için toplanacak avansa eşit olarak” katılmakla yükümlüdür (Yargıtay 18. Hukuk Dairesi, E. 2013/11645, K. 2013/15247; Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, E. 2021/423, K. 2021/7662).

Arsa Payı Oranında Katılım Gerektiren Giderler: Personel giderleri dışındaki diğer genel giderler için temel kural arsa payı oranında katılımdır. Bu giderler; “anagayrimenkulün sigorta primleri ve bütün ortak yerlerin bakım, koruma, güçlendirme ve onarım giderleri ile yönetici aylığı gibi diğer giderlere ve ortak tesislerin işletme giderlerine ve giderler için toplanacak avansa kendi arsa payı oranında” katılımı kapsar (Yargıtay 20. Hukuk Dairesi, E. 2019/3375, K. 2019/6680; Yargıtay 18. Hukuk Dairesi, E. 2013/4444, K. 2013/6802).

2. Yargı Kararlarında Sayılan Ortak Gider Kalemleri

Yargı kararları, KMK’de soyut olarak belirtilen gider kalemlerini somutlaştırmaktadır. İncelenen dokümanlarda aidat kapsamında değerlendirilen başlıca giderler şunlardır:

Personel Giderleri: Kapıcı, bahçıvan, bekçi, güvenlik görevlisi, teknisyen, yönetici ücretleri, maaş ve sigorta primleri, kıdem tazminatları ve huzur hakları (İstanbul BAM 45. HD, E. 2020/1216; Ankara 1. Asliye Ticaret Mahkemesi, E. 2021/691).

Bakım, Onarım ve Koruma Giderleri: Ortak alanların (merdiven, otopark, yeşil alan, havuz, sosyal tesisler vb.) bakımı, onarımı, güçlendirilmesi, asansör bakımı, çatı onarımı, dış cephe boyama gibi yenileme niteliğindeki harcamalar (Yargıtay 3. HD, E. 2017/6549; Yargıtay 18. HD, E. 2009/3310).

İşletme ve Tüketim Giderleri: Ortak alanların elektrik ve su sarfiyatları, ısınma (yakıt/kömür, doğalgaz, kalorifer), sıcak su, jeneratör masrafları, ortak tesislerin işletme giderleri (Yargıtay 18. HD, E. 2012/6030; İstanbul Anadolu 4. Asliye Ticaret Mahkemesi, E. 2025/364).

Temizlik ve Çevre Giderleri: Ortak alanların ve bahçenin temizliği, çöp toplama, çevre koruma ve peyzaj giderleri (Yargıtay 23. HD, E. 2011/3900; Ankara 6. Asliye Ticaret Mahkemesi, E. 2022/719).

İdari ve Diğer Giderler: Yönetici aylığı, anagayrimenkulün sigorta primleri, vergi ve harçlar, noter ve yargılama giderleri gibi yönetimsel masraflar (Yargıtay 20. HD, E. 2017/163; Konya BAM 6. HD, E. 2020/2328).

İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 45. Hukuk Dairesi’nin bir kararında ortak gider kavramı oldukça geniş bir şekilde tanımlanmıştır: “Tüm ortak alanların korunması, bakım ve temizlik giderleri, ortak yerler elektrik ve ortak su sarfiyatları, Personel giderleri, S.S.K. primleri… Toplu yapının; Kat Malikleri Kurulunca öngörülecek bedel üzerinden sigorta ettirilmesi nedeniyle ödenecek primler… jeneratör masrafları… cami alanları, parklar. yeşil alanlar, otoparklar, yollar, her türlü bitki ve ağaçların, su deposunun, sosyal ve sportif tesislerin bakılıp gözetilmelerinden ve geliştirilip güzelleştirilmelerinden doğabilecek bütün giderler, onarım ve yenileme harcamaları…” (İstanbul BAM 45. HD, E. 2020/1216, K. 2023/187)

3. Giderlerin Kapsamını Belirleyen Belgeler: Yönetim Planı ve Genel Kurul Kararları 

KMK’nin 20. maddesi genel bir çerçeve çizse de, aidatın somut içeriği ve paylaşım usulü öncelikle anataşınmazın “anayasa”sı niteliğindeki Yönetim Planı ile belirlenir. Yönetim planında farklı bir düzenleme yoksa KMK hükümleri uygulanır. Bununla birlikte, kat malikleri Genel Kurul Kararları ile işletme projesini onaylayarak veya bütçeyi kabul ederek hangi hizmetler için ne kadar avans toplanacağını kararlaştırırlar. Nitekim bir ilk derece mahkemesi kararında, “yönetim kurulunun genel kurul kararına dayanmadan veya genel kuruldan açıkça yetki almadan ortaklardan aidat veya ortak gider adı altında para tahsil etmesinin mümkün olmadığı” vurgulanmıştır (Bakırköy 1. Asliye Ticaret Mahkemesi, E. 2015/809, K. 2018/795).

4. Mülkün Niteliğine Göre Farklılaşan Giderler (aidat)

Aidatın kapsamı, mülkün niteliğine göre de değişiklik göstermektedir:

Devre Mülkler: Standart apartman giderlerine ek olarak, “daire içlerindeki kullanılan alet ve edavatının da tedarik temin tamir değiştirme gibi giderler bütçe hazırlanırken hesaba katılmak zorundadır” (İstanbul BAM 13. HD, E. 2023/2261, K. 2023/2103).

Alışveriş Merkezleri (AVM): Danıştay kararında atıf yapılan yönetmelik uyarınca, “elektrik, su, ısınma, yenileme niteliğinde olmayan bakım-onarım, güvenlik ve temizlik” gibi giderler ortak gider sayılmakta ve özel bir paylaşım usulü öngörülmektedir (Danıştay 10. Daire, E. 2016/2036, K. 2020/3052).

Kooperatifler ve Siteler: Bu yapılarda aidatlar, genellikle güvenlik, peyzaj, sosyal tesis işletmesi gibi daha kapsamlı hizmetleri karşılamak üzere toplanmaktadır (Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesi, E. 2021/659, K. 2023/83).

5. Giderlere Katılımda Adalet ve Faydalanma İlkesi 

Yargıtay, kat malikinin ortak yer ve tesislerden faydalanmaya ihtiyacı olmadığını ileri sürerek giderlere katılmaktan kaçınamayacağını (KMK m.20/c) belirtmekle birlikte, bazı durumlarda adalet ve faydalanma ilkesini gözetmektedir.

Yapısal Olarak Faydalanma İmkânı Olmaması: Bir Yargıtay kararında, projesinde kalorifer tesisatı bulunmayan bir bağımsız bölüm malikinin, “ortak giderler içindeki ısıtma giderlerine katılmakla yükümlü tutulamayacağı” belirtilmiştir (Yargıtay 18. HD, E. 2015/5293, K. 2016/49).

Hizmetin Fiilen Alınmaması: Bir ilk derece mahkemesi, kooperatifin güvenlik ve su-kanalizasyon hizmeti verdiğini iddia etmesine rağmen, bu hizmetlerin fiilen belediye tarafından sağlandığını tespit ederek davalının bu giderlerden sorumlu olmadığına karar vermiştir (Ankara 6. Asliye Ticaret Mahkemesi, E. 2022/719, K. 2024/561).

Farklı Yararlanma Durumu: Yargıtay, farklı büyüklükteki işyerlerinden aynı aidatın alınmasının eşitlik ilkesine aykırılık oluşturup oluşturmadığının ve “genel giderler kapsamındaki hizmetlerden üyelerin eşit olarak yararlanıp yararlanmadıkları” hususunun araştırılması gerektiğini vurgulamıştır (Yargıtay 23. HD, E. 2011/3900, K. 2011/2715).

Sonuç

İncelenen yargı kararları ışığında “aidat” kavramının, Kat Mülkiyeti Kanunu’nun 20. maddesinde ana hatları çizilen, anataşınmazın korunması, bakımı ve yönetimi için gerekli olan tüm harcamaları kapsayan geniş bir kavram olduğu anlaşılmaktadır. Aidatın içeriği; personel maaşları, ortak alanların bakım-onarım ve temizlik giderleri, elektrik, su, ısınma gibi tüketim harcamaları, sigorta primleri ve yönetici aylığı gibi çok çeşitli kalemlerden oluşmaktadır.

Bununla birlikte, aidatın kesin kapsamı ve kat malikleri arasındaki paylaşım oranı; her anataşınmazın kendi özelindeki yönetim planı ve kat malikleri genel kurulunda alınan kararlarla somutlaşmaktadır. Yargı kararları, kanun ve yönetim planı hükümlerinin yanı sıra, mülkün niteliği (konut, iş yeri, devre mülk vb.) ile kat maliklerinin sunulan hizmetlerden fiilen ve yapısal olarak faydalanma durumunu da dikkate alarak adil bir sonuca ulaşmayı hedeflemektedir. Bu nedenle, bir uyuşmazlık durumunda aidata nelerin dahil olduğunun tespiti için öncelikle yönetim planı ve ilgili genel kurul kararlarının incelenmesi zorunludur. Bir yazı önerisi.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Aidat uyuşmazlıkları, Kat Mülkiyeti Kanunu’ndan doğan teknik düzenlemeler, yönetim planı hükümleri ve yargı kararlarının farklı yorumları nedeniyle oldukça karmaşık bir hale gelebilmektedir. Özellikle ortak giderlere katılım, aidatın kapsamı, arsa payı oranları ve kat maliklerinin yükümlülükleri konularında sıkça dava konusu olan uyuşmazlıklar yaşanmaktadır.

Bu noktada Tuzla avukat desteği almak, hak kayıplarının önlenmesi ve uyuşmazlıkların doğru şekilde yönetilmesi açısından büyük önem taşır. Alanında uzman bir avukat:

Kat Mülkiyeti Kanunu ve ilgili mevzuat kapsamında aidatın kapsamını belirler,

Yönetim planı ve genel kurul kararlarını inceleyerek kat maliklerinin yükümlülüklerini netleştirir,

Haksız aidat taleplerine karşı itiraz ve dava süreçlerini yürütür,

Uyuşmazlıkların çözümünde müzakere ve arabuluculuk yollarını kullanarak hızlı sonuç alınmasına katkı sağlar.

Özellikle İstanbul’un Bu nedenle İstanbul, Tuzla, Pendi, Kartal, Maltepe, Gebze, Aydınlı, Orhanlı, Tepeören, Darıca, Bayramoğlu veya Çayırova gibi bölgelerde site ve apartman yaşamı yoğun olduğundan, aidat ve ortak gider kaynaklı uyuşmazlıklar daha sık görülmektedir. Bu nedenle deneyimli bir Tuzla avukat ile çalışmak, hem haklarınızı korumak hem de adil bir çözüme ulaşmak için kritik rol oynar.

Read More

10 yıl kesintisiz çalıştıktan sonra kendi isteğiyle istifa eden işçi kıdem tazminatı alabilir mi?

Giriş

Bu çalışma bir işçinin aynı işyerinde 10 yıl kesintisiz çalıştıktan sonra kendi isteğiyle işten ayrılması (istifa) durumunda kıdem tazminatına hak kazanıp kazanamayacağı sorusunu, sunulan Yargıtay ve ilk derece mahkemesi kararları ışığında analiz etmektedir. Analiz, genel kuralı, bu kuralın istisnalarını ve Yargıtay’ın farklı durumlardaki yaklaşımını ortaya koymaktadır.

A. Genel Kural: İstifa Halinde Kıdem Tazminatı Talep Edilememesi

Yargı kararlarında istikrarlı bir şekilde vurgulanan temel ilke, işçinin kendi isteğiyle ve herhangi bir haklı nedene dayanmaksızın işten ayrılmasının kıdem tazminatına hak kazandırmadığıdır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun bu konudaki yaklaşımı nettir:

“1475 sayılı İş Kanunu’nun “Kıdem Tazminatı” başlıklı 14. maddesinde kıdem tazminatına hak kazandıran nedenler sınırlı olarak sayılmış olup istifa, kıdem tazminatına hak kazandıran iş sözleşmesinin sona erme nedenleri arasında yer almamaktadır.” (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 2021/391 E., 2022/1134 K.)

Bu kural, işçinin hizmet süresinin uzunluğundan etkilenmemektedir. 10 yıl veya daha uzun süre çalışmış olmak, tek başına bu kuralı değiştirmemektedir. Nitekim birçok kararda, başka bir işe girmek gibi kişisel nedenlerle istifa eden işçinin kıdem tazminatı talebinin reddedilmesi gerektiği belirtilmiştir (Yargıtay 9. HD, 2017/17877 E., 2020/13716 K.; Yargıtay 22. HD, 2017/28051 E., 2020/4027 K.).

B. Kıdem Tazminatına Hak Kazandıran İstisnai Haller

Genel kural bu olmakla birlikte, Yargıtay kararları “istifa” olarak görünen bazı durumlarda işçinin kıdem tazminatına hak kazanabileceğini kabul etmektedir.

1. Yaş Dışındaki Emeklilik Şartlarının Sağlanması Nedeniyle Fesih: En sık karşılaşılan ve en önemli istisna budur. 1475 sayılı İş Kanunu’nun 14. maddesinin 1. fıkrasının 5 numaralı bendi uyarınca, yaş dışındaki emeklilik koşullarını (sigortalılık süresi ve prim ödeme gün sayısı) tamamlayan işçi, Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan alacağı “kıdem tazminatı alabilir” yazısını işverene ibraz ederek iş sözleşmesini feshettiğinde kıdem tazminatına hak kazanır. “sigortalılık süresini ve pirim ödeme gün sayısını tamamlayan işçi, yaş koşulu sebebiyle emeklilik hakkını kazanamamış olsa da, anılan bent gerekçe gösterilmek suretiyle işyerinden ayrılabilecek ve kıdem tazminatına hak kazanabilecektir.” (Yargıtay 22. HD, 2012/27605 E., 2013/24750 K.)

Bu durumda, işçinin 10 yıllık çalışma süresi, kanunda aranan sigortalılık süresi (genellikle 15 yıl) ve prim gün sayısı (genellikle 3600 gün) şartlarını sağlamasına katkıda bulunur. Yargıtay, bu haktan yararlanan işçinin kısa süre sonra başka bir işyerinde çalışmaya başlamasının hakkın kötüye kullanımı olarak değerlendirilemeyeceğini ve kıdem tazminatı hakkını ortadan kaldırmayacağını da belirtmektedir (Yargıtay 9. HD, 2016/8813 E., 2019/20244 K.).

2. Feshin Haklı Bir Nedene Dayanması: İşçi istifa dilekçesi sunmuş olsa dahi, eğer işten ayrılmasının altında ücretlerinin zamanında ödenmemesi, sigorta primlerinin eksik yatırılması, mobbing gibi haklı bir neden yatıyorsa, bu durum istifa değil, “haklı nedenle fesih” olarak kabul edilir ve işçi kıdem tazminatına hak kazanır. Ancak bu durumda ispat yükü işçiye aittir.

“Ayrıca, davacı istifa etmiş olsa bile, eğer haklı sebeple iş sözleşmesini feshederse kıdem tazminatına hak kazanır.” (Yargıtay 7. HD, 2013/14468 E., 2013/21161 K.)

3. İstifa İradesinin Sakatlanması (İrade Fesadı): İstifa dilekçesi işçinin gerçek iradesini yansıtmıyorsa, yani işveren tarafından baskı altında veya aldatılarak imzalatılmışsa, bu dilekçe geçersizdir. Yargıtay, bu tür durumlarda iş akdinin işveren tarafından haksız olarak feshedildiğini kabul ederek işçiyi kıdem tazminatına hak kazandırmaktadır.

“…bu şekilde alınan istifa dilekçesinin geçersiz olduğunun, davacının kıdem ve ihbar tazminatına hak kazandığının kabulü gerekirken reddine karar verilmiş olması hatalı olup, bu husus bozma nedeni olarak değerlendirilmiştir.” (Yargıtay 7. HD, 2013/24800 E., 2014/6372 K.)

C. “Hayatın Olağan Akışına Aykırılık” Argümanının Yeri 

Bazı kararlarda, uzun yıllar çalışmış bir işçinin hiçbir neden yokken kıdem tazminatı gibi önemli bir hakkından vazgeçerek istifa etmesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğu ve feshin altında başka bir neden aranması gerektiği belirtilmektedir. Ancak Yargıtay, bu argümanı tek başına yeterli görmemekte, işçinin haklı bir neden veya irade fesadını somut delillerle ispatlamasını aramaktadır. Aksi takdirde, açık bir istifa dilekçesi varsa, kıdem tazminatı talebinin reddedilmesi gerektiği yönünde kararlar vermektedir (Yargıtay 9. HD, 2016/20941 E., 2020/8855 K.).

Sonuç

İncelenen yargı kararları bütünüyle değerlendirildiğinde, bir işçinin aynı işyerinde 10 yıl kesintisiz çalıştıktan sonra kendi isteğiyle istifa etmesi, kural olarak kıdem tazminatına hak kazanması için yeterli değildir. Kıdem tazminatı hakkı, hizmet süresinin uzunluğundan ziyade, iş sözleşmesinin sona erme şekline ve nedenine bağlıdır.

Ancak, işçinin istifası;

Yaş dışındaki emeklilik şartlarını (15 yıl sigortalılık ve 3600 prim günü gibi) tamamlayarak bu gerekçeyle yapılmışsa,

İş Kanunu’nda belirtilen haklı bir nedene dayanıyorsa ve bu durum ispatlanabiliyorsa,

İşverenin baskısı veya yanıltması sonucu iradesi dışında gerçekleşmişse,

kıdem tazminatına hak kazanması mümkündür. Dolayısıyla, 10 yıllık çalışma süresi tek başına bir hak doğurmamakla birlikte, özellikle yaş dışındaki emeklilik şartlarının sağlanması gibi istisnai durumlarda önemli bir unsur olarak ortaya çıkmaktadır. Her somut olayın, istifanın ardındaki gerçek neden ve koşullar dikkate alınarak ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekmektedir. Bir yazı önerisi.

Neden Uzman Avukat Desteği Gerekli?

Kıdem tazminatı ve istifa süreçleri, özellikle 10 yıl ve üzeri çalışma sürelerinde işçi ve işveren arasında en sık tartışılan konuların başında gelmektedir. Ancak görüldüğü üzere, kıdem tazminatına hak kazanılıp kazanılamayacağı tamamen fesih nedenine, işçinin ispat gücüne ve Yargıtay içtihatlarına bağlıdır.

Bu nedenle, yanlış veya eksik adımlar atılması, işçinin hak kaybına uğramasına ya da işverenin gereksiz tazminat yüküyle karşılaşmasına yol açabilir. İşte bu noktada bir uzman avukat ile hareket etmek büyük önem taşır.

İstanbul’da, özellikle Tuzla, Pendik, Kartal, Maltepe, Tepeören ve Gebze gibi bölgelerde iş hukuku uyuşmazlıkları sıkça yaşanmakta olup, bu bölgelerde hizmet veren deneyimli bir iş hukuku avukatı, sürecin doğru şekilde yürütülmesine katkı sağlar.

İstifa dilekçesinin geçerliliği,

Haklı nedenle fesih iddialarının ispatı,

Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan alınacak yazıların işleme alınması,

Dava açılması halinde mahkemeye sunulacak delillerin hazırlanması gibi adımlar profesyonel destek gerektiren süreçlerdir.

Read More

Gemi Adamının Ülkesine Geri Gönderilme (Repatriation) Hakkı, Koşulları ve Masrafların Karşılanması

Giriş

Bu çalışma, gemi adamının ülkesine geri gönderilme (repatriation) hakkının hukuki dayanaklarını, bu hakkın doğduğu durumları ve masrafların kim tarafından karşılanacağını, sunulan literatür analiz yanıtları çerçevesinde incelemektedir. Analiz, hem ulusal mevzuat olan Deniz İş Kanunu (DİşK) hem de Türkiye’nin taraf olduğu Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) sözleşmeleri ve özellikle 2006 Denizcilik Çalışma Sözleşmesi (MLC 2006) perspektifinden yapılacaktır. Çalışma, masrafların sorumluluk sıralamasını, kapsamını ve işverenin bu masrafları gemi adamından geri isteyebileceği istisnai halleri detaylandırmaktadır.

Ana Bulgular

Repatriation Hakkı: Gemi adamının ülkesine geri gönderilme hakkı, hem Deniz İş Kanunu’nda hem de uluslararası sözleşmelerde güvence altına alınmış temel bir haktır. Bu hak, gemi adamlarının yabancı ülkelerde yardıma muhtaç duruma düşmelerini engellemeyi amaçlamaktadır.

Masrafların Sorumlusu: Yurda iade masraflarının karşılanmasında asli sorumlu, ulusal mevzuatta “işveren veya işveren vekili”, uluslararası sözleşmelerde ise “gemi maliki” (donatan) olarak belirlenmiştir.

Sorumluluk Hiyerarşisi: İşveren veya gemi malikinin yükümlülüğünü yerine getirmemesi durumunda, uluslararası sözleşmeler çok katmanlı bir güvence mekanizması öngörmektedir. Sorumluluk sırasıyla; geminin bayrağını taşıdığı devlet, gemi adamının iade edileceği liman devleti veya vatandaşı olduğu devlet ve son olarak MLC 2006 kapsamında kurulan “mali güvence sistemi”ne aittir.

Masrafların Kapsamı: DİşK’e göre masraflar “durumuna uygun yol, iaşe ve sair zarurî masrafları” kapsar. Uluslararası sözleşmelerde ise bu kalemler daha detaylıdır ve ulaşım, yiyecek, konaklama, hareket gününe kadar olan geçim masrafları ve gerekli tıbbi bakım masraflarını da içerebilir.

Masrafların Geri İstenmesi (Rücu): Genel kural, masrafların hiçbir surette gemi adamına yüklenememesidir. Ancak hem ulusal mevzuatta hem de uluslararası sözleşmelerde istisnai durumlarda işverenin/gemi malikinin yaptığı masrafları gemi adamından talep etme (rücu) hakkı tanınmıştır. Bu durum, genellikle gemi adamının “çalışma ilişkisinden kaynaklanan yükümlülüklerini ciddi olarak yerine getirmemesi” veya DİşK’te belirtilen belirli fesih hallerinde gündeme gelir.

1. Gemi Adamının Yurda İade Hakkının Doğduğu Haller

Gemi adamının yurda iade hakkı, belirli koşulların gerçekleşmesiyle ortaya çıkar. Literatürde bu durumlar şöyle özetlenmektedir:

İş Sözleşmesinin Feshi: “DİşK m. 21 gereğince yurt dışında sefer sırasında iş sözleşmesinin DİşK m. 14’e göre bildirimsiz feshi halinde, sözleşmede aksi kararlaştırılmamışsa, işveren veya işveren vekili gemi çalışanını geminin bağlama limanına iade etmek zorundadır.”

Hastalık veya Engellilik: “Gemi adamının herhangi bir sebeple sürekli olarak gemide çalışmasına engel bir hastalığa yakalanması veya engelli hâle gelmesi durumunda taraflardan birinin iş sözleşmesini feshetmesi sonrası gemi adamının yurda iade hakkı gündeme gelecektir.” Bu durumda işveren, yaptığı masrafları gemi adamından talep edemez.

Geminin Seferden Kaldırılması: “Geminin herhangi bir sebeple otuz günden fazla bir süre seferden kaldırılması” durumunda da iş sözleşmesinin feshiyle birlikte yurda iade hakkı doğar ve masraflar işverene aittir.

Hastalık veya Yaralanma (Uluslararası Sözleşmeler): “Gemi Adamlarının Hastalanması, Yaralanması veya Ölümü Halinde Armatörün Sorumluluğuna İlişkin Sözleşme’nin 6. maddesinde gemi malikinin, yolculuk sırasında hastalık ya da yaralanma sonucu karaya çıkan her hasta ya da yaralının yurda iade masrafını karşılamakla yükümlü olduğu düzenlenmiştir.” Bu sözleşmeye göre, gemi adamının kusuru olup olmadığına bakılmaksızın gemi maliki sorumludur.

2. Masrafların Karşılanması ve Sorumluluk Mekanizması

Yurda iade hakkının en önemli unsuru, masrafların kim tarafından ve nasıl karşılanacağıdır.

Asli Sorumlu: İşveren/Gemi Maliki Deniz İş Kanunu’na göre asli sorumlu işveren veya vekilidir: “Deniz İş Kanunu’na göre gemi adamının yurda iade hakkını kazandığı durumda işveren veya işveren vekili, aynı zamanda iadeye ilişkin ve durumuna uygun yol, iaşe ve diğer zarurî masraflarını da karşılamakla yükümlüdür.” Uluslararası sözleşmelerde bu sorumluluk “gemi maliki”ne yüklenmiştir.

İkincil Sorumluluk ve Güvence Mekanizmaları Gemi malikinin yükümlülüğünü yerine getirmemesi ihtimaline karşı uluslararası hukuk katmanlı bir koruma sağlamıştır. Bu durum “sıralı sorumluluk rejimi” olarak adlandırılır:”Donatan bu sorumluluğu yerine getirmez ise geminin kayıtlı olduğu ülke, geminin kayıtlı olduğu ülke bu sorumluluğu yerine getirmez ise yurda iade edilirken ayrılacağı ülke ya da vatandaşı olduğu ülke yurda iade masraflarını karşılamak ve yurda iade için gerekli işlemleri yapmakla yükümlü kılınmıştır.”Bu mekanizma, gemi adamının yabancı bir limanda terk edilmesini önlemeyi hedefler. Masrafları karşılayan devlet, bu bedeli geminin kayıtlı olduğu devlete, o devlet de gemi malikine rücu edebilir.

Mali Güvence Sistemi (MLC 2006 Değişikliği) 2014 yılında MLC 2006’ya eklenen mali güvence sistemi, bu korumayı daha da güçlendirmiştir:”…gemi maliki tarafından yurda iade yükümlülüğünün yerine getirilmemesi durumunda artık mali güvence sistemi devreye girecek ve zorunlu mali güvenceyi temin eden kuruluş gemi adamının yurda iadesini gerçekleştirecektir. Bu hüküm ile kural olarak malikten sonra mali güvenceyi veren kuruluşa başvurulmasının yolu açılmıştır.”

Konsolosun Rolü İşverenin yükümlülüğünü yerine getirmediği durumlarda konsolosluklar devreye girer: “İşverenin yurda iade etmediği gemi adamının yurda iadesini sağlamakla da görevlidir. Gemi adamının yurda iade masraflarının konsolosluk tarafından ödenmesi hâlinde, Devlet’in bu masrafları işverene rücu etme hakkı bulunmaktadır.”

3. Masrafların Gemi Adamından Geri İstenebildiği İstisnai Haller

Genel kural masrafların gemi adamına yüklenemeyeceği yönünde olsa da, belirli durumlarda işveren/gemi maliki yaptığı masrafları geri talep edebilir.

Uluslararası Sözleşmelere Göre: Rücu hakkı, gemi adamının yükümlülüklerini “ciddi olarak yerine getirmemesi” durumunda doğar. “Standart A2.5.1 f.3’e göre gemi adamının yükümlülüklerini yerine getirmede ciddi ihlâllerinin tespiti hâlinde gemi maliki, yurda iadeye ilişkin olarak yaptığı masrafları gemi adamından talep edebilecektir. Bunun dışında yurda iade masrafları, hiçbir durumda gemi adamına yüklenemeyecektir.”

Deniz İş Kanunu’na Göre (Eleştirilen Hükümler): DİşK, işverenin rücu hakkını daha geniş yorumlanabilecek şekilde düzenlemiştir.”DİşK m. 21/2 hükmüne göre, DİşK m. 14/I gereğince ve DİşK m. 14/Iı. a ve b hükümlerine göre feshedilmesi halinde işveren yurda iade için yaptığı masrafları gemi çalışanından isteyebilecektir.”Bu düzenleme, özellikle gemi adamının haklı nedenle (örneğin ücretinin ödenmemesi) sözleşmeyi feshettiği durumlarda dahi işverene rücu hakkı tanıması nedeniyle öğretide eleştirilmektedir. Ayrıca, gemi adamının kusuru olmaksızın tutuklanması gibi durumlarda dahi masrafların kendisinden talep edilebilmesi hakkaniyete aykırı bulunmaktadır.

4. Yükümlülüğün İhlalinin Yaptırımı

İşverenin yurda iade yükümlülüğünü yerine getirmemesi, DİşK kapsamında bir yaptırıma bağlanmıştır: “Deniz İş Kanunu’nun 24. maddesi… işveren veya işveren vekilinin 21 ve 23. maddelerde belirtilen zorunluğa uymaması hâlinde gemi adamı, yurda dönmek için yaptığı durumuna uygun yol, iaşe ve sair masrafları ve ayrıca 15 günlük ücreti tutarında bir tazminatı işveren veya işveren vekilinden talep edebilir.”

Sonuç

Gemi adamının yurda iade (repatriation) hakkı, deniz iş hukukunun temel güvencelerinden biridir. Asli sorumluluk işveren veya gemi malikine ait olup, masraflar yol, iaşe ve diğer zorunlu giderleri kapsar. Uluslararası sözleşmeler, işverenin bu yükümlülüğünü ihlal etmesi durumunda gemi adamını korumak için bayrak devleti, liman devleti ve mali güvence sistemini içeren çok katmanlı bir sorumluluk mekanizması oluşturmuştur.

Türk hukukunda Deniz İş Kanunu bu hakkı düzenlemekle birlikte, işverenin yaptığı masrafları gemi adamından geri isteyebileceği hallere ilişkin hükümleri, uluslararası sözleşmelerin koruyucu ruhuyla tam olarak örtüşmediği ve hakkaniyete aykırı sonuçlar doğurabileceği yönünde eleştirilmektedir. Ayrıca, literatürde belirtildiği üzere, işverenin yükümlülüğünü yerine getirmemesi halinde Türk yetkili makamlarının doğrudan sorumlu tutulacağına dair bir düzenlemenin eksikliği, ILO Uzmanlar Komitesi tarafından da dile getirilmiş bir husustur. Bu durum, ulusal mevzuat ile uluslararası standartlar arasında uyum sağlanması gerekliliğine işaret etmektedir. Bir yazı önerisi.

Neden Uzman Avukat Desteği Gerekli?

Gemi adamlarının yurda iade (repatriation) hakkı, hem Deniz İş Kanunu hem de uluslararası sözleşmelerle korunan temel bir güvencedir. Ancak uygulamada iş sözleşmesinin feshi, hastalık, geminin seferden kaldırılması veya kazalar gibi çok farklı senaryolar gündeme gelir. Bu süreçte masrafların kimin tarafından karşılanacağı, hangi istisnalarda işverenin rücu hakkı doğacağı ve uluslararası güvence mekanizmalarının nasıl işletileceği, hukuki bilgi ve tecrübe gerektirir.

Özellikle İstanbul limanları ve Tuzla bölgesinde faaliyet gösteren gemi adamları için, yanlış veya süresinde yapılmayan başvurular ciddi hak kayıplarına yol açabilir. İşverenin yükümlülüğünü yerine getirmemesi halinde devreye giren devlet sorumluluğu, mali güvence sistemi ve konsolosluk müdahaleleri gibi çok katmanlı süreçler, ancak deniz iş hukuku alanında uzman bir avukat tarafından doğru şekilde yönetilebilir.

Bu nedenle, gerek gemi adamlarının haklarını korumak gerekse işverenlerin olası uyuşmazlık ve tazminat risklerini önlemek için, Tuzla tersaneleri ve İstanbul’daki diğer limanlarda yaşanabilecek her türlü repatriation sürecinde profesyonel avukat desteği kritik önem taşımaktadır.

Read More

Gemi Adamı Çalışma Saatleri ve Dinlenme Süresi Üzerindeki Haklar Nelerdir?

Giriş

Bu çalışma, gemi adamlarının çalışma saatleri, dinlenme süreleri, fazla mesai hakları ve bu konudaki özel durumları, mevcut literatür ve yasal düzenlemeler çerçevesinde analiz etmektedir. Denizde yapılan işin kendine özgü koşulları, kara iş hukukundan farklı düzenlemeleri zorunlu kılmıştır. Bu bağlamda, 854 sayılı Deniz İş Kanunu (DİK), Gemi Adamları ve Kılavuz Kaptanlar Yönetmeliği (GKKYön) ve Türkiye’nin taraf olduğu 2006 Denizcilik Çalışma Sözleşmesi (MLC 2006) gibi uluslararası metinler temel referans kaynaklarıdır. Çalışma, bu kaynaklar arasındaki ilişkiyi, hukuki boşlukları ve Yargıtay’ın uygulamalarını ele almaktadır.

1. Normal Çalışma Süreleri

Literatür, gemi adamları için normal çalışma sürelerinin hem ulusal hem de uluslararası mevzuatta benzer şekilde düzenlendiğini ortaya koymaktadır.

Ulusal Düzenleme: 854 sayılı Deniz İş Kanunu’nun 26. maddesi temel normu oluşturmaktadır. Bu maddeye göre, “genel bakımdan iş süresi, günde sekiz ve haftada kırk sekiz saat olup, bu süre haftanın iş günlerine eşit olarak bölünmek suretiyle uygulanır”. Bu süreler, gece veya gündüz çalışması ayrımı yapılmaksızın geçerlidir.

Uluslararası Uyum: Bu düzenleme, MLC 2006 gibi temel uluslararası sözleşmelerle paralellik göstermektedir. “Hem Deniz İş Kanunu’nun 26. maddesinde hem de Mlc-2006’nın A2.3 / f. 3 ile B2.2.2 / f. 1 ve f. 2 hükümlerinde gemi çalışanları için normal çalışma süreleri haftanın 6 günü için, günde 8 saat ve haftada 48 saat olarak belirlenmiştir” diyerek bu uyumu teyit etmektedir. Çalışma süresi, “gemi adamının iş başında çalıştığı ve vardiya tuttuğu süre” olarak tanımlanmakta, gemide geçirilen her sürenin çalışma süresi sayılmadığı vurgulanmaktadır.

2. Azami Çalışma Süreleri ve Asgari Dinlenme Süreleri

Deniz İş Kanunu’nda normal çalışma süreleri düzenlenmiş olmasına rağmen, azami çalışma sürelerine ilişkin bir sınır getirilmemiştir. Bu hukuki boşluk, uluslararası sözleşmeler ve Yargıtay içtihatları ile doldurulmaktadır.

Uluslararası Standartlar: MLC 2006 ve ilgili Avrupa Birliği Direktifleri, gemi adamlarını aşırı çalışmaya karşı korumak için net sınırlar çizmektedir. Bu standartlara göre:

Azami çalışma süresi, 24 saatlik periyotta 14 saati, 7 günlük periyotta ise 72 saati aşamayacaktır.

Asgari dinlenme süresi, “24 saatlik periyotta 10 saatten, 7 günlük periyotta ise 77 saatten az olamayacaktır.

Dinlenme Sürelerinin Bölünmesi: Dinlenme sürelerinin esnek kullanımı da kurallara bağlanmıştır. Günlük 10 saatlik dinlenme süresi, “bir tanesi 6 saatten az olmamak üzere en fazla ikiye bölünebileceği ve iki dinlenme arasındaki sürenin 14 saati aşamayacağı hükmüne yer verilmiştir.

Yargıtay’ın Yaklaşımı: Yargıtay, DİK’teki boşluğu doldurmak amacıyla bu uluslararası normları ilkesel olarak kabul etmektedir. Gerek doktrin gerekse Yargıtay tarafından bu hâlde, Türkiye tarafından usulüne uygun olarak kabul edilmiş olan Gemi Adamlarının Çalışma Saatleri Ve Gemilerin Gemi Adamları İle Donatılması Hakkındaki Sözleşme ile 1999/63/Ec sayılı Avrupa Birliği Direktifi’nin 5. maddesinin dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir.

3. Fazla Çalışma (Fazla Saatlerde Çalışma)

Tanım ve Koşullar: DİK m. 28/1 uyarınca, tespit edilmiş bulunan iş sürelerinin aşılması suretiyle yapılan çalışmalar, fazla saatlerde çalışma sayılır. Haftalık 48 saat aşılmasa bile günlük 8 saati aşan çalışmalar da fazla çalışma olarak kabul edilir. Önemli bir fark olarak, genel İş Kanunu’nun aksine, fazla çalışma için gemi adamının onay vermesine de gerek yoktur.

Ücretlendirme: DİK m. 28/2’ye göre fazla çalışma ücreti, “normal çalışma ücretinin saat başına düşen miktarının yüzde yirmi beş arttırılması suretiyle bulunacak miktardan az olamaz. Ancak toplu veya bireysel iş sözleşmeleriyle bu oranın artırılabilir ve Türk Borçlar Kanunu’nun genel hükmü (TBK m. 402/1) dikkate alınarak ücretin “en az yüzde elli” zamlı olarak hesaplanması isabetli olur.

Süre Sınırı Sorunu: DİK’te fazla çalışma için yıllık veya günlük bir üst sınır bulunmamaktadır. Bu durum, “fazla çalışma konusunda önemli bir kanun boşluğuna yol açmaktadır. Yargıtay, bu boşluğu yine uluslararası sözleşmelerde belirtilen azami çalışma sürelerini (günlük 14, haftalık 72 saat) esas alarak doldurma eğilimindedir.

4. Fazla Çalışma Sayılmayan Haller ve Zorunlu Görevler

Bazı zorunlu ve acil durumlar, normal çalışma sürelerini aşsa dahi fazla çalışma olarak nitelendirilmez ve ek ücrete tabi olmaz.

“Geminin, gemide bulunan kişilerin veya gemideki yükün selameti için kaptanın yapılmasını zaruri gördüğü işler için yapılan çalışmalar fazla çalışma sayılmaz.”

Ayrıca, “gümrük, karantina ve sair sıhhi formaliteler dolayısıyla yerine getirilmesinde zorunluluk bulunan ilave işler ile gemi seyir halinde veya limanda iken gemide yaptırılan yangın, denizde çatışma, denizden adam kurtarma vb. talimler halinde yapılan çalışmaların ise fazla çalışma sayılmayacağı düzenlenmiştir.”

Bu çalışmaların normal çalışma süresinden sayılıp sayılmayacağı konusunda ise doktrinde farklı görüşler bulunmaktadır.

5. Vardiya Düzeni ve Özel Durumlar

Denizcilik sektörünün doğası gereği vardiyalı çalışma esastır. DİK, işverenin vardiya çizelgelerini ilan etmesini zorunlu kılsa da vardiya sürelerine ilişkin detaylı bir düzenleme içermemektedir. Ancak GKKYön, vardiya tutan gemi adamları için dinlenme sürelerine ilişkin özel kurallar getirmiştir.

Genç Gemi Adamları: 18 yaşın altındaki gemi adamları için özel koruyucu hükümler mevcuttur. “18 yaşın altındaki gemi adamları gece vardiya tutamaz. MLC 2006’daki yönergeler ise bu kişilerin çalışma sürelerinin günde 8, haftada 40 saati aşmamasını tavsiye etmektedir.

Diğer Personel: Aşçılar gibi bazı personel için geminin yolcu gemisi olup olmamasına, limanda veya denizde bulunmasına göre farklılaşan çalışma süresi rejimleri öngörülmüştür.

6. Hukuki Tartışmalar ve Normlar Hiyerarşisi

Literatürde, DİK ile GKKYön arasında bir çelişki olduğuna dikkat çekilmektedir. Kanunda günlük iş süresinin 8 saatten fazla olamayacağı düzenlense de yönetmelik hükümlerine göre bunun üzerinde çalışma yapılabilmesi mümkün hale gelmiştir. Bu durum hiç şüphesiz normlar hiyerarşisine aykırılık taşımaktadır. Yönetmeliğin dinlenme sürelerini düzenlerken dolaylı olarak günlük 14 saate kadar çalışmaya izin vermesi, kanunun amir hükmüyle çelişmektedir.

Sonuç

Gemi adamlarının çalışma ve dinlenme sürelerine ilişkin hakları, çok katmanlı bir hukuki yapı tarafından düzenlenmektedir. 854 sayılı Deniz İş Kanunu, normal çalışma sürelerini günde 8, haftada 48 saat olarak belirleyerek temel çerçeveyi çizmektedir. Ancak kanundaki azami çalışma süreleri ve fazla mesai sınırları gibi önemli boşluklar, başta MLC 2006 olmak üzere uluslararası sözleşmeler ve bu sözleşmeleri referans alan Yargıtay içtihatları ile doldurulmaktadır. Buna göre, bir gemi adamının çalışması fiiliyatta günlük 14 ve haftalık 72 saati, dinlenmesi ise günlük 10 ve haftalık 77 saatin altına düşemez. Gemi, yük ve can güvenliğine ilişkin zorunlu görevler fazla mesai sayılmazken, gemi adamının fazla mesai için rızasının aranmaması önemli bir ayrımdır. Yönetmelik hükümleri ile kanun arasındaki normlar hiyerarşisine aykırılık teşkil eden durumlar ise uygulamada hukuki belirsizliklere yol açabilmektedir. Bu nedenle, bir gemi adamının haklarının tam olarak tespiti için ulusal mevzuatın yanı sıra uluslararası standartlar ve güncel yargı kararlarının birlikte değerlendirilmesi zorunludur. Bir yazı önerisi.

Neden Uzman Avukat Desteği Gerekli?

Gemi adamlarının çalışma ve dinlenme süreleri, fazla mesai hakları ve vardiya düzenleri hem ulusal hem de uluslararası düzenlemelere tabidir. Ancak 854 sayılı Deniz İş Kanunu ile yönetmelikler arasındaki çelişkiler, uluslararası sözleşmelerin doğrudan uygulanabilirliği ve Yargıtay’ın farklı içtihatları uygulamada ciddi belirsizlikler yaratmaktadır. Bu nedenle, hak kaybı yaşamamak ve doğru bir hukuki değerlendirme yapmak için uzman avukat desteği büyük önem taşır.

Özellikle denizcilik sektöründe yoğun faaliyet gösteren Tuzla, Pendik, Gebze ve İstanbul bölgesinde çalışan gemi adamları, işverenle yaşadıkları uyuşmazlıklarda profesyonel hukuki yardım almadıklarında haklarını tam anlamıyla kullanamayabilmektedir. Fazla mesai alacaklarının hesaplanması, dinlenme sürelerinin ihlali, zorunlu görevlerin kapsamı ve normlar hiyerarşisine aykırı durumların tespiti gibi teknik konular ancak bu alanda deneyimli bir avukat aracılığıyla etkin şekilde çözülebilir.

Dolayısıyla, gemi adamlarının iş ve sosyal haklarının korunması için, ulusal ve uluslararası normların birlikte değerlendirileceği her durumda uzman bir avukatla hareket etmek en güvenilir yoldur.

Read More

İkame araç bedeli kaç günlük alınabilir? Makul onarım süresi kaç gündür? Yedek parça beklerken aracın serviste beklediği süre için araç mahrumiyet tazminatı alınabilir mi?

Giriş

Bu çalışma, trafik kazası sonrası hasar gören bir aracın onarım sürecinin, ilk ekspertiz raporunda öngörülen süreyi (3 gün) aşarak yedek parça temini ve servis gecikmeleri gibi nedenlerle fiilen 30 gün sürmesi durumunda, kusurlu karşı taraftan talep edilebilecek ikame araç bedelinin (araç mahrumiyet zararı) kapsamını belirlemek amacıyla hazırlanmıştır. Çalışma, sunulan Yargıtay, Bölge Adliye Mahkemesi ve İlk Derece Mahkemesi kararlarını analiz ederek, mahkemelerin bu tür talepleri değerlendirirken hangi kriterleri esas aldığını, özellikle “makul onarım süresi” kavramını ve onarım sürecindeki gecikmelerin sorumluluğunu nasıl yorumladığını incelemektedir.

1. İkame araç için “Makul Onarım Süresi” Kavramının Esas Alınması

Yargı kararlarının tamamında ortak olan temel ilke, ikame araç bedelinin “makul onarım süresi” üzerinden hesaplanmasıdır. Yargıtay, bu sürenin belirlenmesinin özel ve teknik bilgi gerektirdiğini ve bu nedenle mutlaka uzman bilirkişi tarafından tespit edilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Yargıtay 17. Hukuk Dairesi’nin 2016/18634 E. sayılı kararında bu durum, “davacı aracında oluşan hasarın niteliğine göre makul tamir süresinin belirlenmesi hususunun özel ve teknik bilgi gerektiren konu olduğu gözetilerek” şeklinde ifade edilmiştir. Bu ilke, mahkemelerin keyfi bir süre belirlemesini engelleyerek, hasarın objektif niteliğine dayalı bir hesaplama yapılmasını sağlamaktadır.

Bilirkişiler bu süreyi belirlerken; hasarın boyutu, değişecek veya onarılacak parçalar, kaporta ve boya işlemleri için gereken süre, parçaların sökme-takma işçilikleri ve son kontroller gibi teknik verileri dikkate almaktadır (Bursa 1. Asliye Ticaret Mahkemesi, 2023/345 E.).

2. İkame araç için Onarım Süresinin Uzamasına Neden Olan Faktörlerin Değerlendirilmesi

Sorunun temelini oluşturan yedek parça temini ve servis gecikmeleri gibi nedenlerin tazminat hesabına etkisi, kararlar arasında en belirgin farklılığın görüldüğü alandır.

a) Gecikmelerin Karşı Tarafa Yüklenemeyeceği Yönündeki Katı Yaklaşım:

Çok sayıda ilk derece ve bölge adliye mahkemesi kararı, onarım sürecindeki gecikmelerin riskinin ve sorumluluğunun kusurlu karşı tarafa yüklenemeyeceği görüşündedir. Bu yaklaşıma göre, kusurlu taraf yalnızca haksız fiil sonucunda ortaya çıkan doğrudan zarardan, yani aracın teknik olarak onarılması için gereken süreden sorumludur.

Kayseri Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi (2023/948 E.) kararında bu ilke net bir şekilde ortaya konulmuştur: “Aracın geç onarıma verilmesi, servis yoğunluğu, parça temininde gecikme nedeniyle onarımda geçen süre, aracın kiralayana geç teslim edilmesi vb. hususlar davalıya yüklenemez.”

Benzer şekilde, İzmir 2. Asliye Ticaret Mahkemesi (2023/12 E.) de servis yoğunluğu gibi nedenlerle uzayan sürenin davalıya yüklenemeyeceğini belirterek, ikame araç bedelini bilirkişinin tespit ettiği 15 günlük makul süre ile sınırlandırmıştır. Bu görüşe göre, sizin durumunuzdaki 30 günlük fiili sürenin, parça temini ve servis gecikmesinden kaynaklanan kısmı için kusurlu karşı taraftan tazminat talep edilmesi mümkün görünmemektedir.

b) Gecikmeleri Makul Süre Kapsamında Değerlendiren Esnek Yaklaşım:

Buna karşın, bazı mahkemeler daha pragmatik bir tutum sergileyerek, günümüz koşullarında parça temininin de onarım sürecinin doğal bir parçası olduğunu kabul etmekte ve bu süreyi “makul onarım süresi” hesabına dahil etmektedir.

Kayseri 1. Asliye Ticaret Mahkemesi (2023/22 E.) kararında bilirkişi, “konu onarımların 7 gün içerisinde tamamlanacağı, en fazla 7 gün de parça temininden kaynaklanan gecikmeler eklendiğinde 15 (onbeş) günlük araç mahrumiyet süresinin onarım için geçecek süre olarak değerlendirilmesinin uygun olduğu” yönünde görüş bildirmiş ve mahkeme bu süreyi esas almıştır.

Yine Kayseri 2. Asliye Ticaret Mahkemesi (2024/469 E.) kararında da bilirkişi, “eksper bekleme süresi, parça bekler süresi ve onarım süreleri değerlendirilmiş olup bahse konu onarım/değişimlerin 15 günde gerçekleştirileceği” tespitini yapmış ve mahkeme bu süreye göre hüküm kurmuştur.

Ankara 1. Asliye Ticaret Mahkemesi (2022/228 E.) ise, “parçaların tedariki, onarımların yapılması için gereken sürenin 60 gün olduğu” yönündeki bilirkişi raporunu benimseyerek, parça tedarik sürecini makul sürenin ayrılmaz bir parçası olarak görmüştür.

Bu kararlar, sizin durumunuzda 30 günlük sürenin, parça temin süresi de dahil edildiğinde, bilirkişi tarafından “makul” olarak değerlendirilmesi halinde tamamının tazminata konu olabileceğine işaret etmektedir.

c) Makul Süreyi Aşan Fahiş Gecikmelerde Sorumluluğun Tespiti:

Bazı durumlarda onarım süresi, makul kabul edilebilecek parça temin sürelerini dahi aşabilmektedir. Bu gibi hallerde, bazı mahkemeler sorumluluğu farklı bir yöne, yani gecikmeye sebep olan servis veya sigorta şirketine yöneltmektedir.

Antalya 2. Asliye Ticaret Mahkemesi (2022/324 E.) kararında, aracın onarımı 110 gün sürmüş, bilirkişi makul onarım süresini 25 gün olarak belirlemiştir. Mahkeme, makul süreyi aşan 85 günlük süre için kazanç kaybına hükmederek, bu aşımın tazmin edilebilir olduğuna karar vermiştir.

Bursa 2. Asliye Ticaret Mahkemesi (2022/819 E.) kararında ise, 96 gün serviste kalan araç için makul onarım süresi 42 gün olarak belirlenmiş ve aradaki 54 günlük farktan kaynaklanan ikame araç bedelinden davalı servisin sorumlu olduğuna hükmedilmiştir. Bu kararlar, makul süreyi aşan gecikmelerin zarar gören üzerinde bırakılmadığını, ancak sorumluluğun her zaman kazadaki kusurlu tarafa değil, gecikmenin müsebbibine yöneltilebileceğini göstermektedir.

Sonuç

Sunulan yargı kararları ışığında, kaza ekspertiz raporunda belirtilen 3 günlük onarım süresiyle bağlı olmadığınız açıktır. İkame araç bedeli talebinizin akıbeti, mahkeme tarafından atanacak bir bilirkişinin, aracınızdaki hasarın niteliği, parça temin koşulları ve diğer etkenleri göz önünde bulundurarak belirleyeceği “makul onarım süresi”ne bağlı olacaktır.

Bu süreçte iki temel senaryo öne çıkmaktadır:

Mahkemenin Katı Yaklaşımı Benimsemesi: Mahkeme, parça temini ve servis gecikmelerinin kusurlu karşı tarafa yüklenemeyeceği ilkesini benimserse, bilirkişi muhtemelen sadece hasarın teknik onarımı için gereken süreyi (örneğin 5-10 gün gibi) makul süre olarak belirleyecek ve talebiniz bu süre ile sınırlı kalacaktır.

Mahkemenin Esnek Yaklaşımı Benimsemesi: Mahkeme, parça temin sürecini onarımın doğal bir parçası olarak görürse, bilirkişi bu süreyi de dikkate alarak 30 güne yakın veya bu sürenin tamamını “makul onarım süresi” olarak tespit edebilir. Bu durumda talebinizin tamamına yakın bir kısmını kazanma olasılığınız artacaktır.

Davanın seyrini, atanacak bilirkişinin raporu ve mahkemenin gecikme nedenlerinin sorumluluğuna ilişkin yorumu belirleyecektir. Bu nedenle, dava sürecinde parça teminindeki gecikmenin aracın özelliklerinden (örneğin ithal olması) veya piyasadaki genel bir stok sorunundan kaynaklandığı gibi, gecikmenin kendi kusurunuzdan kaynaklanmadığını ispatlamaya yönelik delillerin sunulması önem arz edecektir. Fahiş bir gecikme söz konusu ise, sorumluluğun onarımı yapan servise yöneltilmesi de ayrı bir hukuki seçenek olarak değerlendirilebilir. Bir yazı önerisi.

Uzman Avukat Desteği Neden Gereklidir?

Trafik kazası sonrası ikame araç bedeli (araç mahrumiyet zararı) talepleri, göründüğü kadar basit değildir. Çünkü her davada mahkeme, bilirkişi raporları, makul onarım süresi değerlendirmeleri ve sorumluluğun hangi tarafa yükletileceği konularında farklı yaklaşımlar benimseyebilmektedir. Bu nedenle, hak kaybı yaşamamak için sürecin uzman bir avukat tarafından yürütülmesi büyük önem taşır.

Özellikle Tuzla, İstanbul, Gebze, Pendik ve Tepeören gibi bölgelerde görülen davalarda, ikame araç tazminatı hesaplamaları konusunda farklı mahkeme kararları bulunabilmektedir. Deneyimli bir avukat, hem delillerin doğru şekilde toplanmasını hem de parça temini ve servis gecikmeleri gibi kritik hususların mahkeme nezdinde etkili biçimde sunulmasını sağlar.

Yanlış bir başvuru ya da eksik belge, tazminat talebinizin reddedilmesine veya beklediğinizden çok daha düşük bir miktara hükmedilmesine neden olabilir. Bu yüzden, uzman desteği almak, sürecin en başından itibaren doğru strateji ile ilerlemenize yardımcı olur.

Read More

Gemi adamlarının ücretlerinin zamanında ödenmemesi, eksik ödenmesi veya hiç ödenmemesi durumlarında başvurabilecekleri hukuki yollar nelerdir?

Giriş

Bu, yazı gemi adamlarının ücretlerinin zamanında ödenmemesi, eksik ödenmesi veya hiç ödenmemesi durumlarında başvurabilecekleri hukuki yolları, sunulan Yargıtay ve Bölge Adliye Mahkemesi kararları ışığında analiz etmektedir. İncelemeler, gemi adamlarının hem genel iş hukuku hem de deniz hukukuna özgü özel hak ve güvencelere sahip olduğunu göstermektedir. Yazı, bu hakların kullanım yollarını, usuli süreçleri ve görevli mahkeme gibi kritik detayları ortaya koymaktadır.

1. İş Sözleşmesinin Haklı Nedenle Feshi

Yargı kararları, ücretlerin zamanında ve tam olarak ödenmemesini gemi adamı için haklı bir fesih nedeni olarak kabul etmektedir. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 2022/6018 E. sayılı kararında bu durum, İşçi ücretlerinin tam ve zamanında ödenmemesi 854 sayılı Deniz İş Kanunu’nun 14/II-a. maddesi kapsamında işçiye haklı fesih imkanı verir” şeklinde açıkça ifade edilmiştir.

Bu hak, sadece temel maaş için değil, geniş anlamda ücret olarak kabul edilen tüm ödemeler için geçerlidir. Aynı kararda belirtildiği üzere, “İkramiye, primi, yakacak yardımı, giyecek yardımı, fazla mesai, hafta tatili, genel tatil gibi alacaklarının da ödenmemesi işçiye haklı fesih imkanı verir.”

İş sözleşmesini bu haklı nedene dayanarak fesheden gemi adamı, kıdem tazminatına hak kazanır (Yargıtay 7. HD, 2013/2307 E.). Fesih sonrası, ödenmeyen ücretler ve kıdem tazminatı gibi diğer işçilik alacaklarının tahsili için dava açma yolu açıktır (Yargıtay 9. HD, 2014/17884 E.; Yargıtay 22. HD, 2013/27344 E.).

2. Alacağın Dava ve İcra Yoluyla Tahsili

Gemi adamları, ödenmeyen ücretleri için çeşitli hukuki yollara başvurabilirler:

İcra Takibi ve İtirazın İptali Davası: En sık başvurulan yollardan biri, alacağın tahsili için ilamsız icra takibi başlatmaktır. Çok sayıda kararda, gemi adamlarının bu yola başvurduğu görülmektedir (Yargıtay 11. HD, 2014/5892 E.; Yargıtay 9. HD, 2011/37002 E.). İşverenin takibe itiraz etmesi durumunda ise gemi adamı, itirazın iptali için dava açarak takibin devamını sağlamalıdır. Bu dava, alacağın varlığını ispatlamaya yöneliktir.

Doğrudan Alacak Davası: Gemi adamı, icra takibi başlatmadan doğrudan görevli mahkemede alacak davası açarak da hakkını arayabilir (Yargıtay 7. HD, 2013/6772 E.; Yargıtay 11. HD, 2021/8532 E.). Bu davalarda, ödenmeyen ücretlerin yanı sıra ihtarname masrafları gibi ek giderler de talep edilebilir.

Zorunlu Arabuluculuk: Güncel mevzuat uyarınca, işçi alacaklarına ilişkin dava açılmadan önce arabulucuya başvurulması bir dava şartıdır. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 2023/15527 E. sayılı kararında bu husus, “işçi veya işveren alacağı ve tazminatı ile işe iade talebi ile açılan davalarda arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır” şeklinde vurgulanmıştır.

3. Deniz Hukukuna Özgü Güvenceler

Gemi adamı alacakları, deniz hukukundan kaynaklanan özel ve güçlü güvencelere sahiptir:

Gemi Üzerinde Kanuni Rehin Hakkı: Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2017/2516 E. sayılı kararında belirtildiği üzere, “gemi alacağı, sahibine, gemi ve eklentisi üzerinde kanuni rehin hakkı verir.” Bu hak, gemi adamına alacağını doğrudan geminin kendisinden tahsil etme imkanı sunar. Bu hakka dayanılarak, “ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla icra takibi” başlatılabilir. Bu hak, geminin mülkiyeti değişse bile yeni malike karşı ileri sürülebilir (Yargıtay 11. HD, 2012/63 E.).

Deniz Alacağı ve Geminin İhtiyati Haczi: Gemi adamının ücret alacağı, Türk Ticaret Kanunu uyarınca bir “deniz alacağı” niteliğindedir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 43. Hukuk Dairesi’nin 2020/1498 E. sayılı kararında bu durum, “gemi adamlarına, gemide çalışmaları dolayısıyla ödenecek ücretlerle, onlara ödenmesi gereken diğer tutarlara ilişkin istemler, deniz alacağı hakkı verir” şeklinde ifade edilmiştir. Bir alacağın deniz alacağı olması, alacaklıya geminin seferden alıkonulması anlamına gelen “ihtiyati haciz” talep etme hakkı tanır. Bu, işvereni ödeme yapmaya zorlayan son derece etkili bir yoldur.

4. Görevli Mahkeme Sorunu

Uyuşmazlığın çözümünde görevli mahkemenin doğru tespiti, davanın usulden reddedilmemesi için hayati önem taşır. Yargı kararları bu konuda net ayrımlar yapmaktadır:

İş Mahkemeleri: 854 sayılı Deniz İş Kanunu kapsamına giren, yani “Türk Bayrağını taşıyan ve yüz ve daha yukarı grostonilatoluk gemilerde” çalışan gemi adamlarının hizmet sözleşmesinden doğan davalarında görevli mahkeme İş Mahkemesidir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 2017/2516 E.; Yargıtay 9. HD, 2014/19326 E.).

Genel Mahkemeler (Asliye Hukuk/Ticaret) ve Denizcilik İhtisas Mahkemeleri: Gemi yabancı bayraklı ise veya Deniz İş Kanunu’nun aradığı tonajın altındaysa, uyuşmazlık genel hükümlere (Türk Borçlar Kanunu) tabi olur. Bu durumda görevli mahkeme, uyuşmazlığın niteliğine göre Asliye Hukuk Mahkemesi, Asliye Ticaret Mahkemesi veya Denizcilik İhtisas Mahkemesi olabilir (Yargıtay 20. HD, 2016/2518 E.; Yargıtay 11. HD, 2008/5879 E.).

Sonuç

Yargı kararları, ücreti ödenmeyen gemi adamına geniş ve katmanlı bir hukuki koruma sağlamaktadır. Gemi adamı, durumun niteliğine göre;

İş sözleşmesini haklı nedenle feshederek kıdem tazminatı ve diğer alacaklarını talep edebilir,

Doğrudan icra takibi başlatabilir veya alacak davası açabilir,

Deniz hukukunun sağladığı özel imkanlardan yararlanarak gemi üzerinde kanuni rehin hakkını kullanabilir veya geminin ihtiyati haczini talep edebilir.

İzlenecek hukuki yolun başarısı için, dava açmadan önce zorunlu arabuluculuk sürecinin tamamlanması ve özellikle geminin bayrağı ile tonajı gibi özellikler dikkate alınarak görevli mahkemenin doğru tespit edilmesi kritik öneme sahiptir. Bir makale önerisi.

Neden Uzman Avukat Desteği Gerekli?

Gemi adamlarının ücret alacakları, hem iş hukuku hem de deniz ticareti hukuku bakımından özel kurallara tabidir. Ancak süreç, teknik bilgi gerektiren karmaşık prosedürler içermektedir. Yanlış mahkemede dava açılması, arabuluculuk sürecinin eksik yürütülmesi veya icra takibinde usul hataları yapılması, hak kaybına yol açabilir.

Bu nedenle, gemi adamlarının haklarını korumak ve alacaklarını en hızlı şekilde tahsil etmek için uzman bir avukat desteği alınması büyük önem taşır. Özellikle İstanbul, denizcilik sektörünün merkezi konumunda olup; Tuzla, Pendik ve Gebze gibi bölgelerde çok sayıda tersane, gemi işletmecisi ve denizcilik firması faaliyet göstermektedir. Bu bölgelerde çalışan gemi adamları için, deneyimli bir avukat aracılığıyla dava açılması, icra takibi yapılması veya geminin ihtiyati haczinin talep edilmesi çok daha etkili ve güvenli bir süreç sağlar.

Uzman bir avukat desteği, sürecin hem hızlanmasını hem de işveren karşısında gemi adamının haklarının tam olarak korunmasını sağlar.

Read More

Bir gemi adamının ülkesine geri gönderilme (repatriation) hakkı hangi koşullarda doğar ve masrafları kim karşılar?

Bu çalışma, bir gemi adamının ülkesine geri gönderilme (repatriation) hakkının varlığı, bu hakkın hangi koşullarda doğduğu ve masrafların kim tarafından karşılanacağı sorularını, sunulan yargı kararları analizleri ışığında incelemektedir. Analizler, gemi adamının bu hakkının hem Deniz İş Kanunu hem de Türk Ticaret Kanunu kapsamında güvence altına alındığını, ancak hakkın kullanımının belirli usul ve esaslara tabi olduğunu göstermektedir.

Ana Bulgular

Repatriation Hakkının Varlığı: Yargı kararları, gemi adamının ülkesine geri gönderilme hakkının bulunduğunu net bir şekilde teyit etmektedir. Bu hak, Türk Ticaret Kanunu kapsamında “gemi alacaklısı hakkı” ve “deniz alacağı” olarak nitelendirilerek güçlü bir yasal güvenceye kavuşturulmuştur.

Hakkın Doğduğu Durumlar: Hak, genellikle hizmet sözleşmesinin yurt dışında sona ermesiyle ortaya çıkmaktadır. İncelenen kararlara göre bu durumlar; gemi adamının hizmet sözleşmesini haklı nedenle (örneğin ücretlerin ödenmemesi) feshetmesi, hastalanması, yaralanması, geminin batması veya işverenin sözleşmeyi haksız feshetmesi gibi hallerdir.

Masrafların Sorumlusu: Genel kural olarak, ülkeye geri gönderme masraflarını (yol, iaşe vb.) işveren (gemi donatanı, maliki, işleteni veya kiracısı) karşılamakla yükümlüdür.

Prosedürel Şart: Hakkın kullanılabilmesi için kritik bir usul şartı bulunmaktadır. Deniz İş Kanunu’na atıf yapan Yargıtay kararlarına göre, gemi adamının hizmet sözleşmesinin sona ermesinden itibaren bir hafta içinde yurda iade için başvuruda bulunması zorunludur. Bu süreye uyulmaması, hakkın kaybına neden olmaktadır.

İstisnai Durumlar: Gemi adamının kusurundan kaynaklanan durumlarda veya belirli fesih hallerinde (ücretlerin ödenmemesi nedeniyle fesih gibi) işverenin ödediği masrafları geri talep etme hakkı gibi istisnalar mevcuttur.

1. Hukuki Dayanağı ve Niteliği

İncelenen Bölge Adliye Mahkemesi ve Yargıtay kararları, gemi adamının ülkesine geri gönderilme hakkının yasal temelini Türk Ticaret Kanunu’nda bulduğunu göstermektedir. Bu hak, gemi adamının gemideki çalışmasından doğan bir alacak olarak kabul edilmekte ve kanun tarafından özel olarak korunmaktadır.

İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 17. Hukuk Dairesi (2023/435) ve Yargıtay 20. Hukuk Dairesi (2016/2758) kararlarında, TTK’nın 1320. maddesine atıfla bu hakkın bir “gemi alacaklısı hakkı” olduğu vurgulanmıştır. Kararlarda yer alan alıntı şöyledir:Ülkelerine getirilme giderleri ve onlar adına ödenmesi gereken sosyal sigorta katılma payları da içinde olmak üzere, gemi adamlarına, gemide çalıştırılmakta olmaları dolayısıyla ödenecek ücretlere ve diğer tutarlara ilişkin istem hakları…” Bu niteleme, ülkeye iade masraflarının gemi üzerinde kanuni bir rehin hakkı ile güvence altına alındığı ve geminin mülkiyeti değişse bile yeni malike karşı ileri sürülebileceği anlamına gelmektedir. Benzer şekilde, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 43. Hukuk Dairesi (2024/1636) kararı da bu alacağı TTK m. 1352 uyarınca bir “deniz alacağı” olarak tanımlamıştır.

2. Repatriation Hakkının Doğduğu Haller ve Masrafların Sorumluluğu

Yargı kararları, hakkın doğduğu çeşitli senaryoları ve masrafların kime ait olduğunu detaylandırmaktadır:

Haklı Nedenle Fesih: Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin istikrarlı kararlarında (örn: 2010/51135, 2010/48602, 2010/50021), gemi adamının hizmet sözleşmesini yurt dışında haklı bir nedenle (ücretlerinin ödenmemesi gibi) feshetmesi halinde işverenin iade masraflarını karşılamakla yükümlü olduğu belirtilmiştir.“Deniz İş Kanunun 21. ve 23. maddelerine göre hizmet akdinin yurtdışında gemi adamı tarafından haklı nedenle feshedilmesi halinde iş verenin gemi adamını geminin bağlama limanına iade etmekle yükümlü olduğu…”

Haksız Fesih: İstanbul 17. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2015/538 sayılı kararında, işveren tarafından sözleşmesi haksız feshedilen gemi adamının başlangıçta alacağından kesilen yol giderlerinin, mahkeme kararıyla işverenden tahsil edilmesine hükmedilmiştir.

Hastalık, Yaralanma veya Gemi Kazası: İstanbul 17. Asliye Ticaret Mahkemesi (2022/119) kararında, gemi adamının hastalanması veya yaralanması durumunda yurda iade masraflarının talep edilebileceği belirtilmiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi (2018/246) kararı ise geminin batması sonrası kurtarılan mürettebatın ülkelerine gönderilme masraflarının donatanın sorumluluğunda olduğunu ortaya koymaktadır.

Sorumluluğun Tespiti (Çıplak Gemi Kirası): İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 43. Hukuk Dairesi (2020/1498), “çıplak gemi kira sözleşmesi” gibi özel durumlarda sorumluluğun gemi malikine değil, gemiyi kiralayan ve işleten kiracıya ait olduğunu TTK m. 1127’ye dayanarak vurgulamıştır.

3. Hakkın Kullanımına İlişkin Sınırlamalar ve İstisnalar

Gemi adamının bu hakkı mutlak değildir ve kullanımı belirli şartlara ve sürelere bağlanmıştır.

Bir Haftalık Başvuru Süresi: Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin birden fazla kararında (2010/51135, 2010/48602, 2010/50021, 2010/50020) altı çizilen en önemli sınırlama, gemi adamının hakkını kullanmak için hizmet sözleşmesinin sona ermesinden itibaren bir hafta içinde başvuruda bulunma zorunluluğudur. Bu sürenin kaçırılması, yurda iade tazminatı talebinin reddine neden olmaktadır.“davacı gemiadamının Deniz İş Kanunu’nun 25/II maddesi uyarınca hizmet akdinin sonra ermesinden sonra bir hafta içinde yurda iadesi için başvuruda bulunmadığından, yurda iade tazminatının sonuç olarak reddine karar verilmesi de isabetlidir.”

İşverenin Masrafları Geri Talep Hakkı: Yargıtay 7. Hukuk Dairesi’nin 2013/2307 sayılı kararı, önemli bir istisnayı ortaya koymaktadır. Eğer gemi adamı, sözleşmesini ücretlerinin ödenmemesi nedeniyle (Deniz İş Kanunu m. 14/II-a) feshetmişse, işveren iade masraflarını ödemekle yükümlü olsa da, sonrasında bu masrafları gemi adamından geri talep etme hakkına sahiptir.

Gemi Adamının Kusuru: İstanbul 17. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2015/53 sayılı kararında, geminin alıkonulmasına kendi kusuruyla (deniz kirliliği) sebep olan başmühendisin, bu süreçteki ücret alacağı talebi “hukukta hiç kimse kendisinin kusuruyla ortaya çıkan bir durumdan dolayı kendi lehine hak talep edemeyeceği” gerekçesiyle reddedilmiştir. Bu ilke, repatriasyon masrafları için de bir sınırlama teşkil edebilir.

Sonuç

Yargı kararları ışığında, gemi adamının ülkesine geri gönderilme (repatriation) hakkı, hem Deniz İş Kanunu hem de Türk Ticaret Kanunu ile güvence altına alınmış temel bir haktır. Masraflar kural olarak işveren veya gemi işleteni tarafından karşılanır ve bu alacak, gemi üzerinde kanuni rehin hakkı veren bir “gemi alacağı” niteliğindedir. Ancak bu hakkın kullanılabilmesi, Deniz İş Kanunu’nda öngörülen bir haftalık başvuru süresine sıkı sıkıya bağlıdır. Ayrıca, feshin nedenine ve gemi adamının kusur durumuna göre işverenin ödediği masrafları geri talep etme hakkı gibi önemli istisnalar da bulunmaktadır. Bu nedenle, her somut olayda hakkın doğduğu koşullar ve usul şartlarına uyulup uyulmadığı dikkatle değerlendirilmelidir. Bir yazı önerisi.

Neden Uzman Avukat Desteği Gerekli?

Gemi adamlarının ülkesine geri gönderilme (repatriation) hakkı, Türk Ticaret Kanunu ve Deniz İş Kanunu ile güvence altına alınmıştır. Ancak bu süreç, özellikle İstanbul limanları ve Tuzla bölgesinde yaşanan uyuşmazlıklarda, karmaşık yargı kararları ve sıkı süre şartları nedeniyle profesyonel destek gerektirir.

Bir haftalık başvuru süresinin kaçırılması, masrafların kimin tarafından karşılanacağı veya işverenin geri talep hakkı gibi hususlar, yanlış bir adımda gemi adamı lehine hak kaybına yol açabilmektedir. Bu nedenle, deniz iş hukuku alanında deneyimli bir avukat, hem gemi adamının hem de işverenin haklarını koruyarak sürecin doğru şekilde yürütülmesini sağlar.

Özellikle Tuzla tersaneleri ve İstanbul’daki diğer limanlarda ortaya çıkan uyuşmazlıklarda, uzman bir avukatın hukuki desteği, hem ulusal mevzuata hem de uluslararası kurallara uygun çözüm elde etmenin en güvenilir yoludur.

Read More

Belirli süreli hizmet sözleşmesiyle çalışan bir gemi adamı, ambargo gibi dışsal bir nedenle sözleşme süresi bitmeden işten ayrılması durumunda sözleşmenin kalan süresine ilişkin ücret (bakiye süre ücreti) talep edebilir mi?

Giriş

Bu çalışma, gemi adamının taahhütlü (belirli süreli) bir hizmet sözleşmesi kapsamında, ambargo gibi kendi kontrolü dışındaki bir nedenle işe başlayamaması veya işi bırakması halinde, sözleşme süresince hak edeceği maaşları talep etme hakkının olup olmadığını yargı kararları ışığında analiz etmektedir. Ayrıca, Deniz İş Kanunu ve ilgili mevzuat çerçevesinde gemi adamlarına tanınan özel ve istisnai haklar da incelenmiştir. Analiz, sözleşmeyi fesheden taraf, feshin gerekçesi ve gemi adamının kusur durumu gibi faktörlerin sonuca etkisini ortaya koymaktadır.

Sözleşmeyi Fesheden Taraf Belirleyicidir: Yargı kararlarına göre, bakiye süre ücreti talebinde en önemli faktör, sözleşmeyi kimin feshettiğidir. Gemi adamının kendisi sözleşmeyi feshettiğinde, kural olarak bakiye süre ücreti talep edememektedir. İşverenin haksız feshi durumunda ise bu talep genellikle kabul edilmektedir.

Kusur Durumu Hak Talebini Engeller: Gemi adamının, geminin sefere çıkmasını engelleyen veya alıkonulmasına neden olan olayda kusurlu bulunması halinde, bu durumdan kaynaklanan ücret ve tazminat talepleri reddedilmektedir. Yargıtay, “hukukta hiç kimse kendisinin kusuruyla ortaya çıkan bir durumdan dolayı kendi lehine hak talep edemez” ilkesini benimsemektedir.

Ambargo Gibi Dış Etkenlerde “Hak ve Nesafet” Uygulaması: Geminin limanda alıkonulması gibi ambargo benzeri durumlarda, gemi adamının kusuru olmaksızın çalışamadığı dönem için bakiye süre ücreti talebi mahkemelerce değerlendirilmektedir. Bu gibi durumlarda Yargıtay’ın, tam ücret yerine “hak ve nesafet kuralları” çerçevesinde bir miktar indirime giderek ödeme yapılmasına karar verdiği görülmüştür.

Uygulanacak Hukukun Tespiti Önemlidir: Gemi adamının çalıştığı geminin Türk veya yabancı bayraklı olması, uyuşmazlığa uygulanacak kanunu (854 sayılı Deniz İş Kanunu veya 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu) ve görevli mahkemeyi (İş Mahkemesi veya Asliye Hukuk/Ticaret Mahkemesi) doğrudan etkilemektedir. Bu ayrım, hakların kapsamını ve talep usulünü değiştirmektedir.

Deniz İş Kanunu’nda Gemi Adamına Tanınan Özel Fesih Hakları: Deniz İş Kanunu, gemi adamına ücretinin ödenmemesi veya geminin 30 günden fazla sefere çıkamaması gibi durumlarda sözleşmeyi haklı nedenle feshetme ve kıdem tazminatı gibi belirli hakları talep etme imkânı tanıyan istisnai düzenlemeler içermektedir.

1. Sözleşmenin Feshi ve Bakiye Süre Ücreti

İncelenen kararlardaki temel ilke, sözleşmeyi fesheden tarafın kimliğidir. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 2025/94 sayılı kararında bu durum net bir şekilde ortaya konmuştur: “…iş sözleşmesinin davacı işçi tarafından feshedilmesi karşısında davacının 6098 sayılı Kanun’un 438. madde kapsamındaki bakiye süre ücreti tutarında tazminat ve haksız fesih tazminatı taleplerinin reddine karar verilmesi gerekirken…” Bu karar, gemi adamının sözleşmeyi kendisinin sonlandırması halinde, kalan süreye ilişkin ücret talep edemeyeceğini açıkça belirtmektedir. Buna karşılık, işverenin sözleşmeyi süresinden önce haksız olarak feshettiği durumlarda, gemi adamının bakiye süre ücretine hak kazandığına dair çok sayıda karar bulunmaktadır (örn: İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi, 2019/1901 E. – 2021/1286 K.).

2. Ambargo Benzeri Durumlar ve Kusurun Etkisi

Kullanıcının sorusuna en yakın senaryo, geminin sefere çıkmasının engellendiği durumlardır. Bu noktada iki önemli karar öne çıkmaktadır:

İstanbul 17. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2015/53 E. – 2019/132 K. sayılı kararı, geminin deniz kirliliği nedeniyle ABD’de alıkonulmasını ele almıştır. Mahkeme, bu olayın meydana gelmesinde gemi adamının kusurlu olduğuna hükmetmiş ve bu nedenle ücret talebini reddetmiştir. Karardaki şu ifade, mahkemelerin bakış açısını özetlemektedir:”…hukukta hiç kimse kendisinin kusuruyla ortaya çıkan bir durumdan dolayı kendi lehine hak talep edemeyeceğinden davacının kendi kusuru ile meydana gelen deniz kirliliği olayının sonuçlarına bağlı olarak herhangi bir talepte bulunamayacağı kanaatine varıldığından, bu kanaat ışığında davanın reddi yönünde hüküm kurmak gerekmiştir.”

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 2012/3064 E. – 2013/3367 K. sayılı kararı ise geminin limanda el konularak sefere çıkmasının engellenmesi durumunda, gemi adamının kusuru olmaksızın çalışamadığı döneme ilişkin bakiye ücret talebini incelemiştir. Yargıtay, bu durumda bakiye ücretin tamamının değil, “hak ve nesafet kuralları göz önüne alınarak” indirimli bir tutarın ödenmesine karar vermiştir.

Bu iki karar birlikte değerlendirildiğinde, ambargo gibi dışsal bir nedenle gemi adamının çalışamaması durumunda; eğer olayda gemi adamının bir kusuru yoksa, hakkaniyet ölçüsünde bir bakiye süre ücreti talep etme ihtimalinin bulunduğu, ancak kusurlu ise hiçbir hak talep edemeyeceği anlaşılmaktadır.

3. Gemi Adamlarına Tanınan Diğer İstisnai Haklar

Yargı kararları, 854 sayılı Deniz İş Kanunu’nun gemi adamlarına bazı özel korumalar sağladığını göstermektedir. Bunlardan bazıları şunlardır:

Ücretin Ödenmemesi Halinde Fesih Hakkı: Ücretin kanun veya sözleşme hükümlerine göre ödenmemesi, gemi adamına sözleşmeyi derhal feshetme hakkı tanır (Deniz İş Kanunu md. 14/II-a). Bu durumda gemi adamı kıdem tazminatına da hak kazanabilir (Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 2016/20894 E. – 2020/8119 K.).

Geminin Seferden Kaldırılması: Geminin herhangi bir nedenle 30 günden fazla sefere çıkamaz hale gelmesi, hem işverene hem de gemi adamına sözleşmeyi feshetme hakkı verir (Deniz İş Kanunu md. 14/III-b). Bu hüküm, uzun süreli bir ambargo durumunda gemi adamının sözleşmeyi sonlandırması için yasal bir zemin oluşturabilir.

Gemi Alacağı Hakkı: Gemi adamlarının ücret ve diğer alacakları, kanun gereği “gemi alacağı” sayılır ve bu alacaklar gemi üzerinde kanuni bir rehin hakkı doğurur. Bu durum, gemi adamının alacaklarını diğer alacaklılara göre öncelikli olarak tahsil etmesini sağlayan önemli bir güvencedir (İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 17. Hukuk Dairesi, 2022/1124 E. – 2022/1155 K.).

Sonuç

Mevcut yargı kararları ışığında, bir gemi adamının ambargo nedeniyle taahhütlü sözleşmesi başlamadan işten ayrılması durumunda, sözleşme süresince maaşlarını (bakiye süre ücreti) talep etmesi oldukça zordur. Zira kural olarak, sözleşmeyi kendisi fesheden işçi bakiye süre ücretine hak kazanamamaktadır.

Ancak bu durumun istisnaları mevcuttur. Eğer ambargo durumu, işverenin bir eylemi veya ihmali sonucu ortaya çıkmışsa ya da işveren bu süreçte gemi adamına karşı yükümlülüklerini (örneğin işe başlatma) yerine getiremiyorsa, gemi adamının durumu “işverenin temerrüdü” veya “haklı nedenle fesih” olarak değerlendirilebilir. Gemi adamının olayda hiçbir kusurunun bulunmadığı ve geminin sefere çıkmasının imkansız hale geldiği durumlarda, Yargıtay’ın “hak ve nesafet” ilkesi uyarınca kısmi bir ödemeye hükmetme olasılığı bulunmaktadır.

Sonuç olarak, böyle bir talepte bulunacak bir gemi adamının davasının başarısı; ambargonun nedenlerini, gemi adamının olaydaki kusur durumunu, sözleşmenin işveren tarafından fiilen imkansız hale getirilip getirilmediğini ve uygulanacak hukukun (Deniz İş Kanunu veya Borçlar Kanunu) hükümlerini detaylı bir şekilde ispatlamasına bağlı olacaktır. Bir yazı önerisi.

Neden Uzman Avukat Desteği Gerekli?

Gemi adamlarının taahhütlü hizmet sözleşmeleri, Deniz İş Kanunu ve Türk Borçlar Kanunu çerçevesinde özel düzenlemelere tabidir. Ambargo, sefer iptali veya işverenin yükümlülüklerini yerine getirmemesi gibi durumlarda doğacak hakların korunması teknik bilgi ve deneyim gerektirir. Özellikle bakiye süre ücreti, kıdem tazminatı, gemi alacağı ve gemi üzerinde kanuni rehin hakkı gibi konularda hukuki süreçler karmaşık olabilir. Bu nedenle İstanbul, Tuzla, Pendik, Maltepe, Tepeören, Gebze ve Çayırova gibi bölgelerde yaşayan kişilerin alanında uzman bir avukat ile çalışması büyük önem taşır. Avukat desteği; dava dilekçelerinin hazırlanması, delillerin toplanması, icra işlemleri ve tazminat taleplerinin takibinde hak kayıplarını önler. Profesyonel avukat desteği, hem iş hukuku hem de deniz hukuku kapsamındaki uyuşmazlıkların doğru yönetilmesini sağlar.

Read More

Çarpıp kaçan araç için ne yapılmalı?

Giriş

Bu çalışma, “Çarpıp kaçan araç ne yapılmalı?” sorusuna yanıt bulmak amacıyla, çeşitli ilk derece mahkemesi, bölge adliye mahkemesi ve Yargıtay kararlarının analiziyle hazırlanmıştır. Çalışma, çarpıp kaçma eyleminin hukuki sonuçlarını, mağdurun haklarını, failin tespiti süreçlerini, kusur durumunu ve sigorta hukukuna ilişkin önemli noktaları incelemektedir. Analiz edilen kararlar, olayın hem mağdur hem de fail açısından hukuki boyutlarını ve yargı pratiğindeki yansımalarını ortaya koymaktadır.

İncelenen yargı kararlarından elde edilen temel bulgular şunlardır:

Olay Yerini Terk Etme Yükümlülüğü ve Sonuçları: Karayolları Trafik Kanunu (KTK) uyarınca sürücülerin, özellikle yaralanmalı ve ölümlü kazalarda, yetkililerden izin almadan olay yerinden ayrılması yasaktır. İstanbul 13. Asliye Ticaret Mahkemesi kararında bu durum, “…sayılı karayollan trafik kanunun 81/3 ‘yaralamalı ve ölümlü kazalarda zabıtadan İzin alınmadan olay yerinden ayrılmak’ yasaktır” şeklinde vurgulanmıştır. Bu yükümlülüğün ihlali, sürücünün hukuki ve cezai sorumluluğunu ağırlaştıran bir faktör olarak kabul edilmektedir.

Sigorta Şirketinin Rücu Hakkı: Çarpıp kaçma eylemi, sigorta hukuku açısından önemli sonuçlar doğurmaktadır. Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası (ZMSS) Genel Şartları uyarınca, bedeni hasara neden olan kazalarda sürücünün zorunlu haller (tedavi, can güvenliği vb.) dışında olay yerini terk etmesi, sigorta şirketine, mağdura ödediği tazminatı kendi sigortalısına (kaçan sürücüye/araç sahibine) rücu etme (geri isteme) hakkı tanımaktadır. Bu husus, Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi (2023/1418) ve İstanbul 3. Asliye Ticaret Mahkemesi (2023/512) kararlarında açıkça belirtilmiştir.

Failin Tespit Edilememesi Durumu (Güvence Hesabı): Çarpan aracın veya sürücüsünün tespit edilemediği durumlarda, mağdurların hak kaybına uğramaması için Güvence Hesabı devreye girmektedir. Özellikle bedensel zararlarda (yaralanma, ölüm, maluliyet), mağdurlar tazminat taleplerini Güvence Hesabı’na yöneltebilirler. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi kararında (2021/1325), plakası tespit edilemeyen aracın neden olduğu yaralanmalı kazada Güvence Hesabı’nın sorumlu olduğu belirtilmiştir.

1. Olay Anında Yapılması Gerekenler ve Delillerin Toplanması

Kararlar, çarpıp kaçma vakasıyla karşılaşan mağdurun veya tanıkların atması gereken adımların önemini göstermektedir.

Polise Bildirim: Olayın derhal polise (155) bildirilmesi ve kaza tespit tutanağı tutturulması esastır (İstanbul Anadolu 4. Asliye Ticaret Mahkemesi, 2017/300).

Delil Tespiti: Failin tespiti için her türlü delil kritik öneme sahiptir. Yargıtay 17. Hukuk Dairesi’nin 2009/10051 E. sayılı kararında, “…çarpan aracın çarpma neticesi … sayılı ön plakasını olay yerine düşürmüş olduğu, yerde bu araca ait kırık plastik parçalarının bulunduğu tespit edilmiştir” ifadesi, olay yerinde bırakılan fiziki delillerin (plaka, araç parçaları) failin tespitinde ne kadar etkili olduğunu göstermektedir.

Tanık Beyanları: Tanıkların ifadeleri, özellikle sürücünün teşhisi açısından hayati rol oynar. Yargıtay 12. Ceza Dairesi (2013/13951), tanıkların sanıkla yüzleştirilmesi gerektiğini belirterek eksik incelemeyle hüküm kurulamayacağını vurgulamıştır.

2. Sürücünün Sorumluluğu ve Olay Yerini Terk Etme Gerekçeleri

Sürücünün olay yerini terk etmesi, kural olarak ağır bir ihlaldir. Ancak bazı kararlarda sürücünün kaçma gerekçeleri tartışılmıştır.

Geçersiz Gerekçeler: Antalya 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2019/59 E. sayılı kararında, sürücünün “kaza yerine toplanan insanların kendisine zarar verebilecekleri” yönündeki savunması, “somut hiçbir tehlikeye dayanılmamış olması sebebi ile” mahkemece yeterli bulunmamış ve sigortacının rücu talebi haklı görülmüştür. Bu, can güvenliğine yönelik tehlikenin soyut iddialarla değil, somut delillerle ispatlanması gerektiğini göstermektedir.

Geçerli Gerekçeler: ZMMS Genel Şartları’nda ve birçok kararda atıf yapıldığı üzere, “tedavi veya yardım amaçlı sağlık kuruluşuna gitme, can güvenliği nedeniyle uzaklaşma gibi zorunlu haller” olay yerini terk etmek için meşru sebep olarak kabul edilebilir. Ancak bu durumun ispat külfeti sürücüye aittir.

3. Sigorta Hukuku Açısından Değerlendirme

Rücu Hakkının Sınırları: Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2021/743 E. sayılı kararı, rücu hakkına önemli bir perspektif getirmektedir. Kararda, “Davacının rücu nedeni olarak gösterdiği, sigortalı araç sürücüsünün olay yerini terk etmesi hali salt bu nedenle sigortacıya rücu hakkı bahşetmez” denilerek, rücu için sadece kaçma eyleminin yeterli olmayabileceği, sigortalının “kasıt” veya “ağır kusur” halinin de ispatlanması gerektiği belirtilmiştir. Bu, sigorta şirketlerinin rücu hakkını kullanırken daha detaylı bir ispat yükümlülüğü altında olabileceğini göstermektedir.

Maddi Hasar ve Bedeni Hasar Ayrımı: İstanbul 14. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin (2021/432) kararına göre, sadece maddi hasarlı kazalarda olay yerini terk etmek, rizikonun teminat dışı kalmasına neden olmaz. Sigortacının rücu hakkı, esas olarak bedeni hasara neden olan kazalarda olay yerinin terk edilmesi durumunda gündeme gelmektedir.

Sonuç

Yargı kararları ışığında, çarpıp kaçan bir araçla karşılaşıldığında yapılması gerekenler ve sürecin hukuki sonuçları şu şekilde özetlenebilir:

Mağdur Açısından: Sakin kalmalı, derhal polisi aramalı, mümkünse kaçan aracın plakasını, modelini veya rengini not almalı, tanıkların iletişim bilgilerini temin etmeli ve olay yerindeki her türlü delili (düşen plaka, kamera kayıtları vb.) koruma altına almalıdır.

Hukuki Süreç: Olay yerinden kaçan sürücü, tespit edilmesi halinde neredeyse her zaman %100 kusurlu kabul edilir ve oluşan tüm maddi/manevi zararlardan şahsen sorumlu tutulur.

Sigorta Boyutu: Sürücünün tespit edilmesi durumunda, mağdurun zararı öncelikle failin trafik sigortasından karşılanır. Ancak sigorta şirketi, bedeni hasarlı kazalarda sürücünün kaçması nedeniyle ödediği tazminatı sigortalısına rücu etme hakkına sahiptir.

Failin Tespit Edilememesi: Eğer çarpan araç ve sürücüsü tüm çabalara rağmen tespit edilemezse, mağdurlar (özellikle bedensel zarara uğrayanlar) zararlarının tazmini için Güvence Hesabı’na başvurma hakkına sahiptir.

Sonuç olarak, bir trafik kazası sonrası olay yerinden kaçmak, sürücünün hukuki sorumluluğunu ortadan kaldırmayan, aksine kusurunu ikrar ettiği şeklinde yorumlanan ve hem cezai hem de hukuki sonuçları ağırlaştıran bir eylemdir. Yargı pratiği, bu eylemi gerçekleştiren sürücüler aleyhine oldukça net bir tutum sergilemektedir. Bir yazı önerisi.

🔹 Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Çarpıp kaçma vakaları, mağdurlar için hem maddi hem de manevi açıdan oldukça yıpratıcıdır. Ayrıca sürecin sigorta, ceza ve tazminat boyutu bulunduğundan, doğru adımların zamanında atılması büyük önem taşır.

Tuzla’da meydana gelen bir çarpıp kaçma olayında, mağdurun hak kaybı yaşamaması için alanında uzman bir avukattan profesyonel destek alması kritik öneme sahiptir. Çünkü:

Failin Tespiti: Kamera kayıtlarının toplanması, tanık beyanlarının alınması ve delillerin hukuka uygun şekilde sunulması avukat aracılığıyla daha etkin yürütülür.

Sigorta ve Tazminat Süreci: Failin tespit edilememesi halinde Güvence Hesabı’na başvuru, tespit edilmesi halinde ise sigorta şirketine karşı tazminat süreci avukat desteği olmadan mağdurun aleyhine sonuçlanabilir.

Rücu ve Kusur Tartışmaları: Sigorta şirketleri, rücu hakkını kullanarak sorumluluktan kaçmaya çalışabilir. Avukat, kusur oranı ve rücu gerekçelerinin doğru şekilde değerlendirilmesini sağlar.

Ceza Davaları: Olay yerini terk eden sürücü hakkında açılacak ceza soruşturma ve davalarında mağdurun haklarının korunması, avukat desteği ile mümkün olur.

Bu nedenle, İstanbul, Tuzla, Pendik, Kartal, Maltepe, Gebze, Aydınlı, Orhanlı, Tepeören, Darıca, Bayramoğlu veya Çayırova, Şekerpınar, Güzelyalı ve Akfırat avukat gibi bölgelerde çarpıp kaçma olayına karışan mağdurların Tuzla’da uzman bir avukata başvurmaları, hem hak kayıplarının önlenmesi hem de süreçlerin hızla ilerlemesi için gereklidir.

Read More