Yurtdışında yaşayan biri Türkiye’de dava açabilir mi?

Giriş

Bu yazı, “Yurtdışında yaşayan birinin Türkiye’de dava açıp açamayacağı” sorusunu, sunulan Yargıtay, Bölge Adliye Mahkemesi ve İlk Derece Mahkemesi kararları ışığında analiz etmek amacıyla hazırlanmıştır. İncelenen kararlar, bu sorunun yanıtının kesin bir “evet” olduğunu, ancak bu hakkın kullanımının davanın türüne, tarafların vatandaşlık durumuna ve Türkiye ile olan bağlarına göre değişen usul ve yetki kurallarına tabi olduğunu göstermektedir. Yazı, bu konudaki temel yasal dayanakları, yetkili mahkemenin nasıl belirlendiğini, farklı dava türleri için öngörülen özel durumları ve uygulamadaki önemli detayları ortaya koymaktadır.

İncelenen tüm yargı kararları, yurtdışında yaşayan bir kişinin Türkiye’de dava açmasının mümkün olduğu konusunda hemfikirdir. Bu hakkın yasal çerçevesi ve uygulanışına dair temel bulgular şunlardır:

Temel Yasal Dayanak: MÖHUK Madde 41 

Neredeyse tüm kararlarda atıf yapılan temel düzenleme, 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’un (MÖHUK) 41. maddesidir. Bu madde, özellikle yurtdışında yaşayan Türk vatandaşlarının “kişi hâlleri” (nüfus kaydının düzeltilmesi, vesayet, vb.) davaları için bir yetki hiyerarşisi belirlemektedir. Yargıtay 5. Hukuk Dairesi’nin 2023/8479 E. sayılı kararında da vurgulandığı gibi bu kural şu şekildedir:“Türk vatandaşlarının kişi hâllerine ilişkin davaları, yabancı ülke mahkemelerinde açılmadığı veya açılamadığı takdirde Türkiye’de yer itibariyle yetkili mahkemede, bulunmaması hâlinde ilgilinin sâkin olduğu yer, Türkiye’de sâkin değilse Türkiye’deki son yerleşim yeri mahkemesinde, o da bulunmadığı takdirde Ankara, İstanbul veya İzmir mahkemelerinden birinde görülür.”

Genel Yetki ve “Mutad Mesken” Kavramı

 Kişi hâlleri dışındaki davalarda, Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisi, iç hukukun genel yetki kurallarına göre belirlenir (MÖHUK m. 40). Bu noktada, Türkiye’de resmi bir yerleşim yeri olmayan ancak düzenli olarak kaldığı bir adresi (“mutad mesken”) bulunan kişiler için bu adresin bulunduğu yer mahkemesi yetkili olabilmektedir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi’nin 2022/2347 E. sayılı kararı, “Türkiye’de yerleşim yeri bulunmayanlar hakkında genel yetkili mahkeme davalının Türkiye’de mutad meskeninin bulunduğu yer mahkemesidir” diyerek bu ilkeyi açıkça belirtmiştir.

Tanıma ve Tenfiz Davaları 

Yurtdışında yaşayan kişiler, yabancı bir mahkemeden aldıkları kararın Türkiye’de icra edilmesi için “tanıma ve tenfiz” davası açabilirler. Bu, kişinin doğrudan yeni bir dava açması yerine, mevcut bir kararı Türkiye’de geçerli kılmasıdır. MÖHUK’un 51. maddesi uyarınca bu davalarda yetki, kendisine karşı tenfiz istenen kişinin (davalının) Türkiye’deki yerleşim yeri, yoksa sakin olduğu yer, o da yoksa Ankara, İstanbul veya İzmir mahkemelerindedir (Yargıtay 5. Hukuk Dairesi, 2024/10633 E.).

Yabancılar ve Mavi Kartlılar 

Bu hak sadece Türk vatandaşlarına özgü değildir. Mavi Kartlılar Kütüğüne kayıtlı olup Türk vatandaşlığını kaybeden kişiler, “Türk vatandaşlarına tanınan haklardan aynen yararlanmaya devam edecekleri” için dava açma hakkına sahiptir (Yargıtay 20. Hukuk Dairesi, 2020/429 E.). Yabancı uyruklu kişiler de Türkiye’de dava açabilirler, ancak mahkemenin yetkili olması ve bazı durumlarda (uluslararası anlaşmalarla muafiyet yoksa) teminat göstermeleri gerekebilir (İstanbul 7. Asliye Ticaret Mahkemesi, 2022/808 E.).

Farklı Dava Türlerine Göre Değerlendirme

Yurtdışında yaşayan birinin dava açma hakkı genel olarak mevcut olsa da, yetkili mahkemenin belirlenmesi ve uygulanacak özel kurallar davanın konusuna göre farklılık gösterir.

Kişi Hâlleri Davaları (Nüfus, Vesayet vb.): Bu tür davalar, MÖHUK m. 41’in en sık uygulandığı alandır. Kararlar, nüfus kaydının düzeltilmesi (Yargıtay 5. Hukuk Dairesi, 2023/10303 E.) veya kısıtlı adayı için vesayet (Yargıtay 17. Hukuk Dairesi, 2014/19503 E.) gibi davalarda, kişinin Türkiye’deki son yerleşim yeri veya sakin olduğu yerin tespitinin önemini vurgulamaktadır.

Miras Davaları: Miras davalarında yetki, MÖHUK m. 41’den farklı olarak, 43. maddede özel olarak düzenlenmiştir. Yargıtay 20. Hukuk Dairesi’nin 2019/1831 E. sayılı kararında belirtildiği gibi:“Mirasa ilişkin davalar ölenin Türkiye’deki son yerleşim yerindeki mahkemesinde, son yerleşim yerinin Türkiye’de olmaması halinde terekeye dahil malların bulunduğu yer mahkemesinde görülür.” Bu kural, miras bırakanın (muris) Türkiye ile olan bağlantısını esas alır.

Boşanma Davaları: Boşanma davalarında yetki, MÖHUK’un genel düzenlemesinden ziyade Türk Medeni Kanunu’nun 168. maddesine göre belirlenir. Bu maddeye göre yetkili mahkeme, “eşlerden birinin yerleşim yeri veya davadan önce son defa altı aydan beri birlikte oturdukları yer mahkemesidir” (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, 2008/8999 E.).

Haksız Fiil Davaları: İnternet üzerinden kişilik haklarına saldırı gibi haksız fiillerde, davacıya seçimlik bir hak tanınmıştır. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 2015/3017 E. sayılı kararında, zarar görenin (davacının), haksız fiilin işlendiği yer, zararın meydana geldiği yer veya kendi yerleşim yeri mahkemesinde dava açabileceği belirtilmiştir. Bu durum, yurtdışında yaşayan birinin, Türkiye’de zarara uğradığını iddia ederek dava açmasını kolaylaştırır.

İcra ve İflas Hukukuna İlişkin Özel Durumlar: Bazı dava türleri özel usul şartları gerektirebilir. Örneğin, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2019/305 E. sayılı kararına göre, ihalenin feshi davası açan borçlunun “yurt içinde bir adres göstermek koşuluyla” dava açabileceği belirtilmiştir. Bu, kanunun kötü niyetli taleplerin önüne geçmek için getirdiği özel bir zorunluluktur.

Sonuç

İncelenen yargı kararları bütünüyle değerlendirildiğinde, yurtdışında yaşayan bir kişinin Türkiye’de dava açmasının hukuken mümkün olduğu net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Türk hukuku, vatandaşlarının ve belirli koşullar altında yabancıların, yurtdışında ikamet etseler dahi Türkiye’deki mahkemelere erişimini güvence altına almıştır.

Bu hakkın kullanılmasında kilit nokta, yetkili mahkemenin doğru tespit edilmesidir. Bu tespit;

Türk vatandaşlarının kişi hâlleri davalarında MÖHUK m. 41’deki hiyerarşiye,

Miras davalarında MÖHUK m. 43’e,

Boşanma davalarında TMK m. 168’e,

Diğer davalarda ise iç hukukun genel (HMK m. 6, 9) ve özel (HMK m. 10, 16) yetki kurallarına göre yapılmaktadır.

Kişinin Türkiye’deki “son yerleşim yeri”, “sakin olduğu yer” veya “mutad meskeni” gibi bağları, yetkili mahkemenin belirlenmesinde kritik rol oynamaktadır. Bu bağlantıların hiçbiri yoksa, MÖHUK, son çare olarak Ankara, İstanbul veya İzmir mahkemelerini yetkili kılmaktadır. Dolayısıyla, yurtdışında yaşayan bir birey, dava konusuna uygun yasal düzenlemeleri takip ederek Türk mahkemelerinde hak arama imkanına sahiptir. Bir yazı önerisi.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Yurtdışında yaşayan kişilerin Türkiye’de dava açması hukuken mümkündür; ancak bu süreç, davanın türüne göre değişen yetki kuralları, özel usuller ve teknik detaylar içerir. Örneğin, kişi hâlleri davalarında son yerleşim yeri tespiti, miras davalarında terekenin bulunduğu yer, boşanma davalarında eşlerin son birlikte yaşadığı adres gibi kriterler davanın yönünü doğrudan etkiler.

Ayrıca tanıma-tenfiz gibi özel dava türlerinde usul hataları, davanın reddine yol açabilir. Türkiye’de mutad mesken, sakinlik, yerleşim yeri gibi kavramların doğru yorumlanması da uzmanlık gerektirir.

Tüm bu teknik süreçlerde Tuzla’da yer alan uzman bir avukat, davanın doğru mahkemede açılmasını sağlar, gerekli belgeleri eksiksiz hazırlar ve süreci hızlandırır. Özellikle yurtdışında ikamet eden bireyler için bir yerel avukatın desteği, hem zaman kaybını önler hem de hak kaybı riskini en aza indirir. Bu nedenle, İstanbul, Tuzla avukat, Pendik avukat, Maltepe avukat, Kartal avukat, Gebze avukat, Aydınlı avukat ve Orhanlı avukat, Tepeören Avukat, Darıca Avukat, Bayramoğlu avukat, Çayırova avukat gibi yerlerde hukuki sürecin sağlıklı ilerlemesi ve hakların etkin şekilde korunması için Tuzla uzman avukat desteği büyük önem taşır.

Read More

Kira sözleşmesi bitmeden ev sahibi evi satarsa yeni ev sahibi kiracıyı çıkartabilir mi?

Giriş

Bu yazı, “Kira sözleşmesi bitmeden ev sahibi evi satarsa yeni ev sahibi kiracıyı çıkartabilir mi?” sorusuna, sunulan Yargıtay, Bölge Adliye Mahkemesi ve İlk Derece Mahkemesi kararları ışığında kapsamlı bir yanıt sunmak amacıyla hazırlanmıştır. İncelenen kararlar, konunun tek bir “evet” ya da “hayır” cevabı olmadığını, Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) ilgili maddeleri çerçevesinde şekillenen bir genel kural ve bu kuralın önemli istisnaları olduğunu ortaya koymaktadır. Yazı, yeni malikin ve kiracının hak ve yükümlülüklerini, tahliye sürecinin şartlarını ve sözleşmesel unsurların bu sürece etkisini detaylı bir şekilde ele almaktadır

1. Ev sahibi evi satarsa”Satım Kirayı Bozmaz” İlkesi ve Sonuçları (TBK Madde 310)

İncelenen kararların ezici çoğunluğu, TBK’nın 310. maddesini temel almaktadır. Bu madde, “Sözleşmenin kurulmasından sonra kiralanan herhangi bir sebeple el değiştirirse, yeni malik kira sözleşmesinin tarafı olur” hükmüyle, kiracının haklarını koruma altına alır. Bu durumun pratik sonuçları şunlardır:

Yeni Malik Sözleşmeyle Bağlıdır: Yeni ev sahibi, eski sözleşmedeki kira bedeli, süre ve diğer tüm şartlarla bağlıdır (Yargıtay 3. HD, 2023/4843 K.).

Haksız İşgal İddiası Geçersizdir: Kiracı, geçerli bir kira sözleşmesine dayanarak mülkte oturduğundan, yeni malik tarafından “haksız işgalci” olarak nitelendirilemez (Yargıtay 8. HD, 2021/803 K.).

Dava Yolu Değişir: Yeni malik, kiracıyı tahliye etmek için mülkiyet hakkına dayanarak doğrudan “elatmanın önlenmesi” davası açamaz. Bunun yerine, kira hukukundan kaynaklanan tahliye sebeplerine dayanarak (örneğin, ihtiyaç veya temerrüt) dava açmalıdır (Yargıtay 8. HD, 2021/2791 K.).

2. Evin satılması sonrasında İhtiyaç Nedeniyle Tahliye Prosedürü ve Şartları (TBK Madde 351)

Yeni malikin en sık başvurduğu tahliye yolu olan ihtiyaç iddiası, katı usul kurallarına bağlanmıştır.

Sürelere Sıkı Sıkıya Uyma Zorunluluğu: Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi (2017/292 K.) kararında vurgulandığı gibi, “edinmeyi izleyen 1 ay içerisinde bildirimin tebliği zorunlu olup bunun sonradan giderilmesi mümkün değildir.” Bu sürenin kaçırılması, bu yola başvurma hakkını ortadan kaldırır. Dava ise, satın alma tarihinden en erken altı ay sonra açılabilir.

İhtiyacın Niteliği: Yargıtay kararları, ihtiyacın niteliği konusunda oldukça hassastır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu (2021/878 K.), bu konuda standartları belirlemiştir:”Devamlılık arz etmeyen geçici ihtiyaç tahliye nedeni yapılamayacağı gibi henüz doğmamış veya gerçekleşmesi uzun bir süreye bağlı olan ihtiyaç da tahliye sebebi olarak kabul edilemez. Davanın açıldığı tarihte ihtiyaç sebebinin varlığı yeterli olmayıp bu ihtiyacın yargılama sırasında da devam etmesi gerekir.”

İhtiyaç Sahibinin Kapsamı: İhtiyaç, sadece yeni malikin kendisi için değil; eşi, altsoyu (çocukları, torunları), üstsoyu (anne-babası, dedesi) veya kanunen bakmakla yükümlü olduğu kişiler için de ileri sürülebilir. Ancak Yargıtay 3. Hukuk Dairesi (2018/5424 K.) kararında belirtildiği gibi, bir şirketin ihtiyacı, bu kişisel ihtiyaç kapsamına girmez.

3. Sözleşmesel ve Tapu Kaydına Dayalı Korumalar

Tapuya Şerh: Kira sözleşmesi tapuya şerh edilmişse, bu durum kiracıya en güçlü korumayı sağlar. Yargıtay 14. Hukuk Dairesi (2009/10532 K.) kararında belirtildiği gibi, şerh ile kişisel hak, ayni hakka dönüşür ve taşınmazı sonradan devralan herkes bu sözleşmeyle bağlı olur.

Sözleşmedeki Özel Hükümler: Kira sözleşmesinde yer alan özel maddeler de durumu etkileyebilir. Örneğin, Yargıtay 3. Hukuk Dairesi (2017/1757 K.) kararında, sözleşmede yer alan “taşınmazın 3. kişiye satılması durumunda kiracının sözleşme süresince tahliye edilmeyeceği” hükmü nedeniyle yeni malikin kiracıyı çıkaramayacağı belirtilmiştir. Tersine, sözleşmede satış durumunda fesih hakkı tanıyan bir madde varsa, bu da yeni malik lehine bir durum yaratabilir (Yargıtay 8. HD, 2018/8231 K.).

Sonuç

Sunulan yargı kararları ışığında, “Kira sözleşmesi bitmeden ev sahibi evi satarsa yeni ev sahibi kiracıyı çıkartabilir mi?” sorusunun yanıtı şu şekilde özetlenebilir:

Hayır, kural olarak çıkartamaz. Evin satılması kira sözleşmesini sona erdirmez. Türk Borçlar Kanunu’nun 310. maddesi uyarınca, yeni malik mevcut kira sözleşmesinin tarafı olur ve sözleşme şartlarıyla bağlıdır.

Evet, istisnai olarak çıkartabilir. Yeni malik, kendisinin veya kanunda sayılan yakınlarının konut/işyeri ihtiyacının “gerçek, samimi ve zorunlu” olduğunu ispatlarsa, TBK 351. maddedeki yasal sürelere (satın aldıktan sonra 1 ay içinde ihtar, 6 ay sonra dava) uyarak kiracının tahliyesini talep edebilir.

Genel Kural: Kira Sözleşmesi Devam Eder. Evin satılması, kira sözleşmesini otomatik olarak sona erdirmez. Neredeyse tüm kararlarda atıf yapılan Türk Borçlar Kanunu’nun 310. maddesi uyarınca, yeni ev sahibi (yeni malik), mevcut kira sözleşmesinin tarafı haline gelir. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin (2018/364 K.) belirttiği gibi, “kiralananın el değiştirmesi akdi sona erdirmez.” Bu ilke, kiracının temel güvencesidir.

Temel İstisna: Yeni Malikin İhtiyaç Nedeniyle Tahliye Hakkı. Yeni malik, belirli şartlar altında kiracıyı tahliye etme hakkına sahiptir. TBK’nın 351. maddesi, yeni malike bu hakkı tanır. Buna göre yeni malik, “kendisi, eşi, altsoyu, üstsoyu veya kanun gereği bakmakla yükümlü olduğu diğer kişiler için konut veya işyeri gereksinimi sebebiyle kullanma zorunluluğu varsa,” evi satın aldığı tarihten itibaren bir ay içinde durumu kiracıya yazılı olarak bildirmek koşuluyla, altı ay sonra tahliye davası açabilir.

Tahliye Şartı: İhtiyacın “Gerçek, Samimi ve Zorunlu” Olması. Mahkemeler, yeni malikin ihtiyaç iddiasını keyfi olarak kabul etmemektedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun (2021/878 K.) altını çizdiği üzere, tahliye kararı verilebilmesi için “ihtiyacın gerçek, samimi ve zorunlu olduğunun kanıtlanması gerekir.” Geçici veya henüz doğmamış ihtiyaçlar, tahliye için yeterli bir sebep olarak kabul edilmez.

Kiracının Korunmasını Güçlendiren Faktörler. Kiracının durumu, kira sözleşmesinin içeriğine ve tapu sicilindeki duruma göre daha da güçlenebilir. Özellikle kira sözleşmesinin tapuya şerh edilmesi, Yargıtay 14. Hukuk Dairesi’nin (2009/10532 K.) ifadesiyle, hakkı “eşyaya bağlı borç haline” getirir ve yeni maliki her durumda bağlar. Nihayetinde, kiracının durumu büyük ölçüde kanunla korunmakla birlikte, yeni malikin de yasal hakları mevcuttur. Sonucu, büyük oranda yeni malikin ihtiyacının niteliği, yasal prosedürlere uyup uymadığı, kira sözleşmesinin özel hükümleri ve sözleşmenin tapuya şerh edilip edilmediği gibi faktörler belirleyecektir. Bir yazı önerisi.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Kira sözleşmesine konu taşınmazın satılması durumunda kiracının tahliyesiyle ilgili hukuki süreçler, sadece Türk Borçlar Kanunu hükümlerine değil, aynı zamanda Yargıtay içtihatlarına ve özel durumlara da dayanmaktadır. Yukarıda özetlenen kararlar, yeni malikin kiracıyı tahliye edebilmesi için çok sayıda şartın sağlanması gerektiğini, bu şartlardan birinin eksik olması halinde davanın reddedileceğini göstermektedir. Sürelerin kaçırılması, bildirimin usule uygun yapılmaması veya ihtiyacın hukuken kabul edilemez türden olması durumunda davacı yeni malik hak kaybına uğrayabilir; davalı kiracı ise gereksiz bir tahliye baskısı altında kalabilir.

Bu nedenle, İstanbul, Tuzla avukat, Pendik avukat, Maltepe avukat, Kartal avukat, Gebze avukat, Aydınlı avukat ve Orhanlı avukat, Tepeören Avukat, Darıca Avukat, Bayramoğlu avukat, Çayırova avukat gibi yerel mahkeme uygulamaları konusunda deneyimli bir Tuzla avukat ile çalışmak, davanın seyrini doğrudan etkileyebilecek önemli bir avantaj sağlar.

Read More

Yargı Kararları Işığında Ayıplı Üründe Alıcının Hakları Nelerdir?

Giriş

Bu çalışma, satın alınan bir ürünün ayıplı (kusurlu) çıkması durumunda alıcının sahip olduğu hakları ve satıcının ürünü iade almayı reddetmesi halinde başvurabileceği hukuki yolları, sunulan çeşitli mahkeme kararları ışığında analiz etmektedir. Çalışma, Türk Borçlar Kanunu (TBK), Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun (TKHK) ve Türk Ticaret Kanunu (TTK) çerçevesinde alıcının seçimlik haklarını, bu hakları kullanabilmek için yerine getirmesi gereken usuli şartları ve uyuşmazlık çözüm mekanizmalarını inceleyerek bütüncül bir bakış açısı sunmayı amaçlamaktadır.

1. Ayıplı Üründe Alıcının Seçimlik Hakları

Neredeyse tüm kararlarda atıf yapılan Türk Borçlar Kanunu’nun 227. maddesi, ayıplı malla karşılaşan alıcıya dört temel seçimlik hak tanımaktadır. Bu haklar, alıcının içinde bulunduğu duruma en uygun çözümü seçmesine olanak tanır.

Sözleşmeden Dönme: Alıcı, ürünü iade etmeye hazır olduğunu bildirerek sözleşmeyi feshedebilir ve ödediği bedelin iadesini talep edebilir.

Bedelde İndirim İsteme: Alıcı, ürünü elinde tutarak, maldaki ayıp oranında satış bedelinden indirim yapılmasını talep edebilir.

Ücretsiz Onarım İsteme: Alıcı, aşırı bir masraf gerektirmediği sürece, tüm masraflar satıcıya ait olmak üzere ürünün ücretsiz olarak tamir edilmesini isteyebilir.

Ayıpsız Misli ile Değiştirme: İmkan varsa, alıcı ayıplı ürünün aynı veya benzer özelliklerdeki ayıpsız bir yenisiyle değiştirilmesini talep edebilir.

Bu hakların kullanımı konusunda Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin bir kararı önemli bir detaya işaret etmektedir: Bu haklar “inşai nitelikte olup kullanılmakla son bulduğundan bundan rücu edilemez.” Yani tüketici, örneğin değişim talep ettikten sonra keyfi olarak bu talebinden dönerek bedel iadesi isteyemez.

2. Hukuki Sürecin Başlatılması: Ayıp İhbarı Yükümlülüğü

Alıcının yukarıda belirtilen hakları kullanabilmesi için öncelikle ayıbı satıcıya bildirmesi (ihbar etmesi) gerekmektedir. İncelenen kararlar, bu ihbarın süresinde ve usulüne uygun yapılmasının kritik önem taşıdığını göstermektedir.

Ticari Satışlarda Süreler: Alım satım işlemi tacirler arasında ise, TTK madde 23/1-c uyarınca süreler daha katıdır. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesi’nin kararında belirtildiği gibi; “malın ayıplı olduğu teslim sırasında açıkça belli ise alıcının iki gün içinde durumu ihbar etmesi, açıkça belli değilse alıcının malı teslim aldıktan sonra sekiz gün içinde inceletmesi ve aynı süre içerisinde durumu satıcıya ihbar etmesi gerekir.” Gizli ayıplar ise ortaya çıktığı anda derhal bildirilmelidir.

Ticari Satışlarda İhbar Usulü: İstanbul Anadolu 8. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin bir kararı, ticari uyuşmazlıklarda sözleşmeden dönme ihbarının şekil şartına tabi olduğunu vurgular. TTK madde 18 gereği, bu ihbarın noter aracılığıyla, taahhütlü mektupla, telgrafla veya güvenli elektronik imza kullanılarak kayıtlı elektronik posta sistemi ile” yapılması gerekmektedir. Sözlü ihbar yeterli görülmeyebilir.

3. Satıcının İadeyi Reddettiği Durumda Başvurulacak Hukuki Yollar

Satıcının iş birliğine yanaşmaması ve iadeyi kabul etmemesi halinde alıcı, hakkını aramak için yargısal yollara başvurabilir.

Tüketici Hakem Heyeti ve Tüketici Mahkemesi: Alıcı tüketici ise, uyuşmazlığın parasal sınırına göre öncelikle Tüketici Hakem Heyeti’ne başvurabilir. Heyet kararlarının uygulanmaması veya uyuşmazlığın doğrudan mahkemelik olması durumunda Tüketici Mahkemesi’nde dava açılabilir. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin bir kararında olduğu gibi, tüketici “ayıplı malın geri alınarak bedel iadesi istemi” ile dava açabilir.

Asliye Ticaret veya Asliye Hukuk Mahkemesi: Taraflar tacir ise veya uyuşmazlık ticari bir nitelik taşıyorsa görevli mahkeme Asliye Ticaret Mahkemesi’dir. Davalar “satım sözleşmesinden kaynaklanan alacak davası” veya “Tazminat (Ticari Satıma Konu Malın İadesi)” şeklinde açılabilir.

Arabuluculuk: Birçok ticari davada olduğu gibi, dava açmadan önce arabuluculuğa başvurmak bir dava şartıdır.

İcra Takibi ve İtirazın İptali Davası: Alıcı, ödediği bedelin iadesi için doğrudan icra takibi başlatabilir. Satıcının bu takibe itiraz etmesi durumunda, alıcı “itirazın iptali davası” açarak takibin devamını ve alacağının tahsilini sağlayabilir. Bu davalarda mahkeme, alıcının haklı bulunması halinde satıcıyı “inkar tazminatına” mahkum edebilir

4. İspat Yükü ve Bilirkişi Raporlarının Rolü

 İstanbul 8. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin kararında açıkça belirtildiği gibi, satın alınan ürünlerin ayıplı olduğu, ödenen bedelin iadesinin gerektiği hususlarının ise davacı alıcı tarafından ispatlanması gerekmektedir.” Bu ispat sürecinde en önemli delil, mahkemeler tarafından atanan bilirkişilerin hazırladığı raporlardır. Neredeyse tüm kararlarda mahkemelerin hükümlerini bilirkişi raporlarına dayandırdığı görülmektedir. Örneğin, bir kararda “bilirkişi raporunda dava konusu lastiklerin ayıplı olduğu belirtilmiştir” ifadesi, raporun belirleyici rolünü göstermektedir.

Mahkemenin Takdir Yetkisi: Alıcı sözleşmeden dönerek tam bedel iadesi talep etse dahi, mahkeme her zaman bu talebi kabul etmek zorunda değildir. Bakırköy 4. Asliye Ticaret Mahkemesi kararında vurgulandığı üzere, “alıcının, sözleşmeden dönme hakkını kullanması hâlinde, durum bunu haklı göstermiyorsa hâkim, satılanın onarılmasına veya satış bedelinin indirilmesine karar verebilir.” Bu durum, mahkemenin hakkaniyeti gözeterek daha uygun bir çözüme hükmedebileceğini göstermektedir.

Müteselsil Sorumluluk: Tüketiciyi koruyan önemli bir ilke, müteselsil (zincirleme) sorumluluktur. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin bir kararında belirtildiği gibi, imalatçı, üretici, satıcı, bayi, acenta, ithalatçı…ayıplı maldan ve tüketicinin bu maddede yer alan seçimlik haklarından dolayı müteselsilen sorumludur.” Bu, tüketicinin hakkını ararken sadece malı aldığı satıcıya değil, üretim ve dağıtım zincirindeki diğer aktörlere de başvurabilmesini sağlar.

Zararın Kapsamı: Alıcının talebi sadece ödenen bedelle sınırlı kalmayabilir. Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin bir kararında, satımın feshi durumunda satıcının alıcıya ödediği bedeli faiziyle iade etmesinin yanı sıra, ayıplı mal teslim etmesinden doğrudan doğruya tekeffül etmiş olan zararı da ayrıca tazmin etmeye mecbur” olduğu belirtilmiştir. Bu, alıcının uğradığı diğer zararları (örneğin, noter masrafı, kar kaybı vb.) da talep edebileceği anlamına gelir. Bir makale önerisi.

Sonuç

Sunulan yargı kararlarının bütüncül analizi, satın alınan bir ürünün ayıplı çıkması durumunda alıcının kanunlar tarafından güçlü bir şekilde korunduğunu göstermektedir. Alıcı; sözleşmeden dönme, bedel indirimi, ücretsiz onarım veya ürünün değiştirilmesi gibi önemli seçimlik haklara sahiptir.

Ancak bu hakların etkin bir şekilde kullanılabilmesi, belirli usuli yükümlülüklerin yerine getirilmesine bağlıdır. Özellikle ticari satışlarda süresinde ve doğru usulle yapılan ayıp ihbarı, davanın temelini oluşturmaktadır. Satıcının iadeyi kabul etmemesi durumunda alıcı, uyuşmazlığın niteliğine göre Tüketici Hakem Heyeti, Tüketici Mahkemesi veya Ticari Mahkemeler gibi yargısal yollara başvurabilir. Bu süreçte, ayıbın varlığını bilirkişi raporu gibi delillerle ispatlamak, davanın kazanılmasında kilit rol oynamaktadır. Sonuç olarak, yasal prosedürlere dikkat edildiği ve haklılık ispatlandığı sürece, alıcının ayıplı ürün karşısında mağduriyetinin giderilmesi için etkili hukuki mekanizmalar mevcuttur.

Ayıplı Ürün Davalarında Tuzla Avukat Desteği Neden Gerekli?

Ayıplı ürünle karşılaşan alıcı, sahip olduğu seçimlik hakları kullanabilmek için hem yasal sürelere uymalı hem de şekil şartlarına dikkat etmelidir. Özellikle ticari satışlarda yapılan küçük bir ihbar hatası bile dava kaybına yol açabilir.

Yerel mahkeme kararlarında da görüldüğü üzere, satıcının iadeyi reddetmesi halinde izlenecek hukuki yol, uyuşmazlığın niteliğine göre değişiklik göstermektedir. Bu süreçte alıcının hangi merciye başvuracağı, ispat yükünü nasıl yerine getireceği ve hangi delillerle hakkını savunacağı önemlidir.

İstanbul, Tuzla avukat, Pendik avukat, Maltepe avukat, Kartal avukat, Gebze avukat, Aydınlı avukat ve Orhanlı avukat, Tepeören Avukat, Darıca Avukat, Bayramoğlu avukat, Çayırova avukat gibi bölgelerde görülen bu tür davalarda, yerel yargı uygulamalarına hâkim bir Tuzla avukat ile çalışmak; sürecin doğru yönetilmesi, hatalardan kaçınılması ve hak kaybının önlenmesi açısından büyük avantaj sağlar.

Read More

Velayet Davasında Çocuğun İsteği Dikkate Alınır Mı?

Giriş

Bu çalışma, “Velayet davasında çocuğun isteği dikkate alınır mı?” sorusunu, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi ve Bölge Adliye Mahkemesi tarafından verilmiş çeşitli kararlar ışığında yanıtlamak amacıyla hazırlanmıştır. İncelenen tüm yargı kararları, soruyu temel olarak “Evet” şeklinde yanıtlamakta, ancak bu yanıtın mutlak olmadığını ve belirli ilke ve koşullara tabi olduğunu ortaya koymaktadır. Çalışma, çocuğun görüşünün hukuki dayanağını, bu görüşün değerlendirilmesindeki temel ilkeleri, uzman görüşünün rolünü ve mahkemelerin bu konudaki yükümlülüklerini detaylı bir şekilde ele almaktadır.

1. Velayet Davasında Çocuğun Dinlenilmesi Bir Hak ve Yükümlülüktür 

Tüm kararlarda ortak olarak vurgulanan en temel nokta, idrak çağındaki çocuğun kendisini ilgilendiren velayet davalarında dinlenilmesinin hem çocuk için bir hak hem de mahkeme için bir yükümlülük olduğudur. Bu yükümlülüğün kaynağı, iç hukukun bir parçası sayılan uluslararası sözleşmelerdir.

Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi (Madde 12) ve Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi (Madde 3 ve 6), istisnasız tüm kararlarda temel referans noktası olarak gösterilmektedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, bu durumu Anayasa’nın 90. maddesine atıfta bulunarak uluslararası sözleşmelerin öncelikli uygulanması gerektiğini belirtmiştir.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2017/3488 sayılı kararında bu ilke şöyle özetlenmiştir: “Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesinin 3 ve 6. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin 12. maddesi idrak çağındaki çocukların kendilerini ilgilendiren konularda görüşünün alınması ve görüşlerine gereken önemin verilmesini öngörmektedir.”

Çocuğun dinlenilmemesi, bir usul eksikliği ve kararın bozulması için yeterli bir sebep olarak kabul edilmektedir. Yargıtay’ın 2016/22353 sayılı kararında, “ortak çocuk dinlenmeden hüküm tesisi bozmayı gerektirmiştir” denilerek bu yükümlülüğün altı çizilmiştir.

2. Velayet Davasında Temel İlke “Çocuğun Üstün Yararı” Her Zaman Önceliklidir

 Çocuğun isteği önemli bir faktör olmakla birlikte, hiçbir karar bu isteğin tek başına ve mutlak belirleyici olduğunu kabul etmemektedir. Mahkemelerin nihai kararını verirken gözettiği temel ve en önemli ilke, “çocuğun üstün yararı”dır.

Anayasa Mahkemesi kararında, Çocuğun üstün yararının ne olduğuna ilişkin tespit, bu tür davalarda dikkate alınması gereken en önemli unsurdur” ifadesiyle bu ilkenin merkezi rolü vurgulanmıştır.

Çocuğun isteği ile üstün yararının çatıştığı durumlarda, mahkeme üstün yarar lehine karar vermekle yükümlüdür. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin birçok kararında tekrarlandığı gibi: Çocuğun üstün yararı gerektirdiği takdirde, görüşlerinin aksine karar verilmesi de mümkündür.” (Örn: 2015/24504 E., 2017/3575 K.) Bu ilke, çocuğun “bedensel, fikri ve ahlaki bakımdan en iyi şekilde gelişebilmesi” amacını taşır ve ebeveynlerin çıkarlarından önce gelir.

3. Uygulama: İdrak Çağı, Uzman Raporları ve Mahkemenin Değerlendirmesi 

Çocuğun isteğinin dikkate alınması sürecinde “idrak çağı” kavramı ve uzman desteği kritik bir rol oynar.

İdrak Çağı: Mahkemeler, çocuğun görüşlerini oluşturma ve ifade etme yeteneğine sahip olduğu “idrak çağı”nda olup olmadığını değerlendirir. Kararlarda genellikle 8 yaş ve üzeri çocuklar için bu kabulün yapıldığı görülmektedir.

Uzman Raporları: Mahkemeler, çocuğun isteğinin samimiyetini, olası yönlendirmelerden etkilenip etkilenmediğini ve hangi ebeveynin yanında kalmasının çocuğun üstün yararına daha uygun olduğunu tespit etmek için “psikolog, pedagog ve sosyal çalışmacı gibi konusunda uzman bilirkişiler” tarafından hazırlanan sosyal inceleme raporlarına başvurmaktadır. Anayasa Mahkemesi, kararların “bilimsel görüş ve raporlar ile… elde edilen somut, nesnel verilere dayandırılması” gerektiğini belirtir.

Dinleme Yöntemi: Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2018/1072 sayılı kararı, çocuğun dinlenmesinin ille de mahkeme huzurunda olmak zorunda olmadığını, “diğer şahıs ve kurumlar vasıtasıyla da çocuğun fikrinin alınmasının sağlanabileceğini” belirtir. Önemli olan, çocuğun kendisini güvende hissettiği ve görüşünü özgürce ifade edebildiği bir ortamın yaratılmasıdır.

4. İnceleme ve Farklı Perspektifler

Kararlar bütünüyle incelendiğinde, çocuğun isteğinin velayet davalarındaki yerinin statik bir kuraldan ziyade dinamik bir değerlendirme süreci olduğu görülmektedir.

Çocuğun İsteğinin Belirleyici Olduğu Durumlar: Bazı kararlarda, çocuğun net, ısrarlı ve samimi beyanı, uzman raporları ve diğer delillerle de desteklendiğinde, velayet kararında belirleyici olabilmektedir. Örneğin, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi’nin 2017/2654 sayılı kararında, çocuğun annesinin yanında kalmayı kesinlikle istemediğini, kendisini güvende hissetmediğini” beyan etmesi ve bu beyanın uzman raporuyla tutarlı olması, velayetin babaya verilmesinde önemli bir etken olmuştur. Benzer şekilde, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2020/2825 sayılı kararında, çocuğun babasıyla kalma isteğine “önem verilmemesini gerektiren, menfaatine aykırı bir husus bulunmadığı” gerekçesiyle velayetin babaya verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Çocuğun İsteğinin Göz Ardı Edildiği Durumlar: Diğer yandan, çocuğun isteğinin üstün yararına açıkça aykırı olduğu durumlarda mahkemeler bu isteğin aksine karar vermekten çekinmemektedir. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2012/14342 sayılı kararında, çocuğun beyanlarının çelişkili olması ve annenin boşanmaya sebep olan tutumu gibi faktörler nedeniyle, çocuğun isteğine rağmen velayet babaya verilmiştir. Bu, mahkemenin sadece çocuğun beyanına değil, beyanın verildiği koşullara ve çocuğun genel menfaatine odaklandığını göstermektedir.

Kardeşlerin Ayrılmaması İlkesi: Bazı kararlarda, kardeşlerin birbirinden ayrılmaması ilkesi, çocuğun bireysel isteğiyle birlikte değerlendirilen bir diğer önemli faktör olarak öne çıkmaktadır. Mahkemeler, zorunlu bir neden olmadıkça kardeşleri ayırmama eğilimindedir.

Sonuç

İncelenen yargı kararları ışığında, “Velayet davasında çocuğun isteği dikkate alınır mı?” sorusunun yanıtı kesin bir “Evet”tir. Ancak bu, basit bir tercih beyanının ötesinde, hukuki ve psikososyal boyutları olan karmaşık bir değerlendirme sürecini ifade eder.

Özetle:

Dinleme Yükümlülüğü: İdrak çağındaki çocuğun dinlenilmesi, uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış ve mahkemeler için bir zorunluluktur.

Üstün Yarar Önceliği: Çocuğun isteği, tek ve mutlak belirleyici faktör değildir. Nihai karar, her zaman “çocuğun üstün yararı” ilkesine göre verilir.

Kapsamlı Değerlendirme: Mahkeme, kararını verirken çocuğun beyanını; uzman raporlarını, ebeveynlerin sosyal ve ekonomik koşullarını, çocuğun kardeşleriyle ilişkisini ve diğer tüm delilleri bir bütün olarak değerlendirir.

Gerekçeli Karar: Mahkeme, çocuğun isteğine uysun veya uymasın, verdiği kararın çocuğun üstün yararına neden daha uygun olduğunu somut ve yeterli gerekçelerle açıklamakla yükümlüdür.

Sonuç olarak, Türk yargı sistemi, çocuğu velayet davasının pasif bir nesnesi olarak değil, sürece katılması gereken, görüşlerine değer verilen aktif bir birey olarak kabul etmektedir. Ancak bu katılım, çocuğun omuzlarına nihai kararın sorumluluğunu yüklemeden, onun en iyi çıkarlarını koruyacak şekilde dengelenmiştir. Bir yazı önerisi.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gereklidir?

Velayet davaları, sadece duygusal değil aynı zamanda teknik ve hukuki süreçler içerir. İstanul Tuzla, Pendik, Kartal, Maltepe, Gebze, Aydınlı ve Orhanlı gibi bölgelerde açılan davalarda, yerel yargı pratiğine hâkim bir Tuzla avukat ile çalışmak, davanın sonucunu doğrudan etkileyebilir.

Uzman avukat, çocuğun ifadesinin alınması sürecinde usul hatası yapılmamasını sağlar. Yerel tecrübeye sahip İstanbul Pendik avukat, Tepeören Avukat, Orhanlı Avukat, Darıca Avukat, Aydınlı Avukat, Bayramoğlu avukat veya Maltepe avukat, uzman raporlarına nasıl itiraz edileceğini bilir. Kartal avukat ve Gebze avukat desteği, gerekirse istinaf aşamasında dosyanın teknik açıdan güçlü sunulmasını sağlar. Aile hukuku alanında çalışan bir Tuzla boşanma avukatı, davayı başından itibaren doğru yönlendirerek hem zamandan hem de hak kaybından tasarruf edilmesini sağlar.

Read More

Deniz alacağı olup olmadığı konusunda en tartışmalı kalemler nelerdir?

Giriş

Bu yazı, sunulan mahkeme kararları ışığında, bir alacağın 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu (TTK) kapsamında “deniz alacağı” olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceği konusundaki en tartışmalı kalemleri ve bu konulardaki yargısal içtihatları analiz etmek amacıyla hazırlanmıştır. İncelenen kararlar, deniz alacağı tanımının, özellikle TTK’nın 1352. maddesinin yorumlanmasının, uygulamada önemli ihtilaflara yol açtığını göstermektedir. Bu tartışmalar yalnızca alacağın esasını değil, aynı zamanda ihtiyati haciz gibi geçici hukuki koruma tedbirlerinin uygulanabilirliğini ve en önemlisi, davaya bakmakla görevli mahkemenin (genel asliye ticaret mahkemesi mi, yoksa denizcilik ihtisas mahkemesi mi) belirlenmesini doğrudan etkilemektedir.

Deniz Alacağı : Tartışmalı Alacak Kalemleri ve İçtihatlar

Analiz edilen kararlar, belirli alacak kalemlerinin “deniz alacağı” niteliği taşıyıp taşımadığı konusunda yoğun tartışmalar yaşandığını ortaya koymaktadır. Bu kalemler ve ilgili içtihatlar aşağıda tematik olarak gruplandırılmıştır.

1. Hizmet ve Mal Tedarikinden Doğan Alacaklar

Bu kategori, geminin operasyonel faaliyetleri için zorunlu olan ancak hukuki niteliği tartışmaya açık hizmetleri içermektedir.

Gemi Bakım, Onarım ve İnşa Alacakları: Bu kalem, en belirgin tartışma alanlarından biridir. TTK m. 1352/1-m’de “geminin yapımı, yeniden yapımı, onarımı, donatılması” deniz alacağı olarak sayılmasına rağmen, yargı pratiğinde bu tür ilişkilerin

niteliği ağır basmaktadır. İçtihatlar, bu tür uyuşmazlıkların genel mahkemelerin görev alanına girdiği yönünde şekillenmektedir.Alıntı (İstanbul 17. Asliye Ticaret Mahkemesi, 2023/277-2023/497): “…aynı şekilde eser sözleşmesi niteliğindeki gemi yapım onarım sözleşmesinden kaynaklanan alacak ve tazminat davaları bakımından genel ticaret mahkemelerinin görevli olduğu yönünde çok sayıda İstanbul Bölge Adliyesinin vermiş olduğu kararlar bulunmaktadır.” Bu durum, bir alacağın deniz alacağı sayılmasının, davanın esası bakımından denizcilik ihtisas mahkemesini otomatik olarak görevli kılmadığını gösteren önemli bir ayrımdır.

Gemi Yakıtı (Bunker) Alacakları: Gemiye sağlanan yakıt bedeli, sıkça ihtilaf konusu olmaktadır. İlk derece mahkemeleri bu ilişkiyi bazen basit bir satım sözleşmesi olarak görse de, Bölge Adliye Mahkemesi içtihatları, yakıtın geminin “yola elverişliliği” için zorunlu bir unsur olduğunu ve bu nedenle uyuşmazlığın çözümünde deniz ticareti hükümlerinin uygulanması gerektiğini vurgulamaktadır. (İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesi, 2022/536-2022/745): “…uyuşmazlığın çözümünde Deniz Ticareti hükümlerinin de dikkate alınması gerektiği, dolayısıyla iş bu davada Denizcilik İhtisas Mahkemesi’nin görevli olduğu” sonucuna varılmıştır.

Liman ve İskele Hizmet Bedelleri: İskele kullanım hizmetlerinden doğan alacakların niteliği konusunda mahkemeler arasında görüş ayrılıkları yaşanmıştır. Ancak Bölge Adliye Mahkemesi, bu tür alacakların TTK m. 1352/1-n kapsamında açıkça bir deniz alacağı olduğuna hükmederek tartışmayı sonlandırmıştır.(İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 37. Hukuk Dairesi, 2023/776-2023/2836): “TTK’nun 1352/1-l) ‘geminin işletilmesi…’ ve n) ‘Liman, kanal, dok, iskele ve rıhtım….) maddesi hükümleri birlikte değerlendirildiğinde, talep edilen alacağın deniz alacağı olduğu...”

Acentelik, Aracılık (Simsarlık) ve Diğer Hizmetler: Acentelik hizmetlerinden doğan alacakların “gemi alacağı” (TTK m. 1320) niteliğinde olmadığına dair kararlar mevcuttur. Aracılık-simsarlık gibi daha dolaylı hizmetlerin ise deniz alacağı kapsamında görülmeme eğilimi daha yüksektir. Mahkemeler, bir hizmetin deniz alacağı sayılabilmesi için deniz ticaretiyle doğrudan ve esaslı bir bağının bulunması gerektiğini vurgulamaktadır.

2. Taşıma Sözleşmesinden Kaynaklanan İhtilaflar

Demuraj ve Ardiye Ücretleri: Konteynerlerin zamanında iade edilmemesinden kaynaklanan demuraj ve ardiye bedelleri, en sık karşılaşılan ve en istikrarlı şekilde deniz alacağı olarak kabul edilen kalemlerdendir. İçtihatlar, bu tür alacaklardan doğan davaların istisnasız olarak denizcilik ihtisas mahkemelerinde görülmesi gerektiği yönünde birleşmiştir.

Taşıma Sırasındaki Ek Masraflar ve Liman Giderleri: Taşıma sözleşmesi çerçevesinde ortaya çıkan “dokümantasyon ücreti, geçici kabul ücreti, terminal güvenlik hizmeti, tahliye nezaret ücreti” gibi lokal masraflar sıkça tartışma konusu olmaktadır. İçtihatlar, bu masrafların talep edilebilirliğinin makuliyet, ispat ve sözleşme koşullarına bağlı olduğunu göstermektedir. Temel ilke, ana hukuki ilişkinin taşıma sözleşmesi olması halinde, bundan doğan yan masrafların da deniz alacağı ihtilafı kapsamında değerlendirilmesidir.

3. Gemi Adamı Alacakları

Gemi adamı alacakları, kendine özgü kuralları olan ve en karmaşık tartışmaları barındıran bir alandır.

Görevli Mahkeme ve Uygulanacak Hukuk: En temel tartışma, uyuşmazlığa 854 sayılı Deniz İş Kanunu’nun mu, yoksa genel hükümlerin (Türk Borçlar Kanunu) mi uygulanacağıdır. Bu ayrım, geminin tonajı, bayrağı ve çalışan sayısına bağlıdır. Alıntı (Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, 2020/5943-2021/7674): “…gemi yabancı ülke bayrağı taşıyor veya gemi Türk bayraklı olsa dahi yüz grostonalitonluk değilse yada diğer belirtilen istisnai şartları taşımıyor ise bu gemide çalışanlar hakkında Deniz İş Kanunu uygulanamaz.” Bu durumda görevli mahkeme İş Mahkemesi değil, Asliye Hukuk veya Ticaret Mahkemesi olabilmektedir.

Asıl İşveren-Alt İşveren Sorumluluğu: Yargıtay, 4857 sayılı İş Kanunu’ndaki asıl işveren-alt işveren kurumunun Deniz İş Kanunu’na tabi iş ilişkilerinde doğrudan uygulanamayacağına karar vererek önemli bir içtihat birliği sağlamıştır. Bu nedenle, hizmet alımı yapılan şirketin gemi adamı alacaklarından kanunen müteselsil sorumluluğu bulunmamaktadır, ancak muvazaa (danışıklı işlem) iddiası her zaman ileri sürülebilir.

Sonuç

Sunulan yargı kararları ışığında, deniz alacağı olup olmadığı konusundaki en tartışmalı kalemlerin; gemi yapım, onarım ve bakım hizmetlerinden doğan alacaklaracentelik ve aracılık hizmet bedelleri ve gemi adamı alacaklarında sorumluluğun aidiyeti olduğu tespit edilmiştir.

İçtihatlar, bu tartışmaları çözüme kavuştururken aşağıdaki eğilimleri göstermektedir:

Fonksiyonel Yaklaşım: Mahkemeler, bir alacağın listede yer almasından ziyade, alacağın temelindeki hukuki ilişkinin (taşıma, hizmet, eser, iş sözleşmesi vb.) niteliğini ve deniz ticaretiyle olan doğrudan bağını analiz etmektedir.

Görev Ayrımının Netleşmesi: Demuraj, yakıt ve liman hizmetleri gibi doğrudan sefere ve gemi işletmesine ilişkin alacaklar istikrarlı bir şekilde denizcilik ihtisas mahkemelerinin görev alanında görülürken; gemi inşa/onarım gibi eser sözleşmesi niteliği taşıyan veya gemi adamı alacakları gibi özel kanunlara tabi olan uyuşmazlıkların genel mahkemelerde görülmesi yönünde bir eğilim bulunmaktadır.

İçtihatların Belirleyici Rolü: TTK m. 1352’nin genel çerçevesi, uygulamadaki karmaşık ve çeşitli hukuki ilişkileri çözmede tek başına yetersiz kalmakta; Bölge Adliye Mahkemeleri ve Yargıtay kararları, kanundaki boşlukları doldurarak ve tartışmalı alanlarda çizgileri belirleyerek hukuki öngörülebilirliği artırmada kritik bir rol oynamaktadır. Literatür taraması önerisi.

Neden uzman Tuzla avukat desteği gerekli?

Tuzla avukat başta olmak üzere Ambarlı, Pendik, Yalova ve Gebze gibi İstanbul ve çevresindeki liman bölgeleri; gemi inşa, bakım-onarım ve deniz taşımacılığı açısından Türkiye’nin en yoğun ticaret merkezlerindendir. Bu bölgelerde faaliyet gösteren firmalar, günlük işleyişlerinde TTK kapsamındaki “deniz alacağı” rejimiyle doğrudan ilişkili çok sayıda sözleşme ve hukuki süreçle karşılaşmaktadır.

Gemi yapımı, yakıt tedariki, liman hizmetleri, taşıma sözleşmeleri veya gemi adamı alacakları gibi alacak kalemlerinin her biri, ayrı hukuki nitelik taşıyabilir. Alacağın niteliği, hangi mahkemenin görevli olacağını ve ihtiyati haciz gibi koruma tedbirlerinin uygulanabilirliğini doğrudan etkiler. Özellikle deniz alacağı olup olmadığının doğru tespiti, zamanla yarışılan işlemlerde büyük önem taşır.

Bu nedenle İstanbul ve çevresinde faaliyet gösteren denizcilik firmalarının, içtihatlara hâkim, bölgeyi tanıyan ve deniz ticaretine özgü teknik süreçleri bilen bir avukattan destek alması; ticari hakların korunması açısından hayati bir gerekliliktir.

Read More

Apartmana dışarıdan yönetici seçilmesi yasaklanabilir mi?

Giriş

Bu yazı, “Apartmana dışarıdan yönetici seçilmesi yasaklanabilir mi?” sorusunu, sunulan çeşitli yargı kararları ışığında analiz etmektedir. İncelenen kararlar, konunun temel yasal dayanağı olan 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu (KMK) ve apartmanların anayasası niteliğindeki yönetim planları arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktadır. Yazı, bu hukuki çerçeveyi ana bulgular, detaylı bir inceleme ve sonuç bölümleriyle açıklayarak, sorunun yanıtının hangi koşullara bağlı olarak değişebileceğini ortaya koymayı amaçlamaktadır.

1. Kat Mülkiyeti Kanunu’nun Dışarıdan Yönetici Seçilmesine Tanıdığı Serbesti

Neredeyse incelenen tüm kararlarda, temel referans noktası KMK’nın 34. maddesidir. Bu madde, kat maliklerine yönetici seçimi konusunda bir takdir hakkı tanır. Kanun koyucu, apartman yönetiminin profesyonelleşebileceğini ve kat maliklerinin kendi aralarından birini seçmek istemeyebileceği veya seçemeyebileceği durumları öngörerek dışarıdan yönetici (gerçek veya tüzel kişi) atanmasına imkân tanımıştır. Yargıtay’ın çeşitli daireleri ve ilk derece mahkemeleri, bu hükmü istikrarlı bir şekilde yorumlayarak dışarıdan yönetici seçiminin yasal bir zemin üzerinde durduğunu belirtmiştir.

2. Yönetim Planının Dışarıdan Yönetici Seçilmesini Sınırlayıcı Gücü

Bununla birlikte, en kritik ve belirleyici nokta, yönetim planının içeriğidir. Yargıtay 18. Hukuk Dairesi’nin 2012/13818 E. sayılı kararı bu durumu net bir şekilde ortaya koymaktadır. Kararda, yönetim planının “bütün kat malikleriyle onların küllî ve cüzi haleflerini… bağlayan sözleşme hükmünde” olduğu vurgulanmıştır. Bu karara göre, eğer yönetim planında dışarıdan yönetici seçimini engelleyen bir hüküm varsa, bu hüküm emredici niteliktedir ve kat malikleri kurulu bu hükme aykırı karar alamaz. Yargıtay, bu durumu şu şekilde özetlemiştir: “...eğer apartmanın yönetim planında ‘kat maliklerinin anagayrimenkulün yönetimini kendi aralarından seçecekleri bir yöneticiye verebilecekleri’ şeklinde bir hüküm varsa, dışarıdan yönetici seçilmesi mümkün olmayacaktır.” Benzer şekilde, Yargıtay 20. Hukuk Dairesi’nin 2017/4845 E. sayılı kararında, yönetim planına aykırı olarak kat maliki olmayan birinin yönetici yardımcısı olarak seçilmesine ilişkin kat malikleri kurulu kararının iptaline yönelik mahkeme hükmü onanmıştır. Bu, yönetim planındaki kısıtlamanın fiili sonucunu göstermesi açısından önemlidir.

Bu iki ana eksen birleştirildiğinde, KMK’nın genel bir serbesti alanı çizdiği, ancak kat maliklerinin bu serbestiyi kendi iradeleriyle, apartmanın anayasası olan yönetim planı aracılığıyla daraltabilecekleri anlaşılmaktadır.

Sonuç

Sonuç olarak, “Apartmana dışarıdan yönetici seçilmesi yasaklanabilir mi?” sorusunun cevabı şöyledir:

Kural olarak, Kat Mülkiyeti Kanunu’na göre apartmana dışarıdan yönetici seçilmesi yasaklanamaz. Kanun, kat maliklerine yöneticiyi kendi aralarından veya dışarıdan bir profesyonel kişi veya şirketten seçme hakkını açıkça tanımıştır. Ancak, apartmanın yönetim planında yöneticinin mutlaka kat malikleri arasından seçilmesi gerektiğine dair açık, emredici ve kısıtlayıcı bir hüküm bulunuyorsa, bu durumda dışarıdan yönetici seçilmesi yasaklanmış olur. Yönetim planı, tüm kat maliklerini bağlayan bir sözleşme niteliğinde olduğundan, bu hükme aykırı olarak alınan bir kat malikleri kurulu kararı geçersizdir.

En Önemli İstisna: Yönetim Planı. Yargı kararları, yönetim planının bağlayıcı bir sözleşme niteliğinde olduğunu ve KMK’nın emredici hükümlerine aykırı olmamak kaydıyla kat malikleri için kanun hükmünde olduğunu vurgulamaktadır. Eğer bir apartmanın yönetim planında, yöneticinin yalnızca kat malikleri arasından seçileceğine dair açık ve kısıtlayıcı bir hüküm varsa, dışarıdan yönetici seçilemez. Bu durumda, yönetim planı hükmü kat malikleri kurulu kararından üstündür.

Kat Maliki Kurulu Kararının Rolü: Kat malikleri kurulu, yönetim planında bir kısıtlama olmadığı sürece, kanunun tanıdığı serbesti çerçevesinde, sayı ve arsa payı çoğunluğuyla dışarıdan bir yönetici seçebilir. Mahkemeler, usulüne uygun alınmış ve yönetim planına aykırı olmayan bu tür kararların yerindeliğini denetlemez. Yargıtay 20. Hukuk Dairesi’nin bir kararında bu durum, “…kat malikleri kurulunun aldığı karara tüm kat maliklerinin uyması gerekmekte olduğu bu hususun mahkemece denetlenemeyeceği” şeklinde ifade edilmiştir.

Dolayısıyla, bir apartmanda dışarıdan yönetici atanıp atanamayacağını kesin olarak belirlemek için yapılması gereken ilk şey, o apartmanın tapu kütüğüne şerh edilmiş olan yönetim planını dikkatlice incelemektir. Yönetim planında bir yasaklama yoksa, kat malikleri kurulu yasal çoğunluğu sağlayarak dışarıdan yönetici seçme hakkına sahiptir. Bir makale önerisi.

Dışarıdan Yönetici Atanmasında Uzman Tuzla Avukat Hukuki Destek Neden Gerekli?

Kat Mülkiyeti Kanunu, apartman veya sitelerde dışarıdan yönetici atanmasına kural olarak izin verir. Ancak bu serbesti, doğrudan doğruya o apartmana ait yönetim planı ile sınırlanabilir. Eğer tapuya şerh edilmiş yönetim planında “yönetici sadece kat malikleri arasından seçilir” şeklinde açık ve bağlayıcı bir hüküm varsa, kat malikleri kurulu bu hükme rağmen dışarıdan birini yönetici olarak seçemez. İşte bu noktada, yapılacak her işlemin geçerliliği, yönetim planının dikkatli şekilde yorumlanmasına bağlıdır. Bu yorumun doğru yapılabilmesi için Tuzla avukat, Pendik avukat, Kartal avukat, Gebze avukat, Orhanlı avukat, Tepeören avukat, Aydınlı avukat gibi kat mülkiyeti konusunda deneyimli hukukçuların desteği büyük önem taşır.

Aksi durumda, usule uygun görünse dahi yönetim planına aykırı bir seçim işlemi iptale açık hale gelir. Özellikle son yıllarda profesyonel site yönetimi şirketleriyle yapılan sözleşmelerin hukuka aykırılığı gerekçesiyle açılan davalar artmaktadır. Bu tür iptal davalarında alınan Yargıtay kararları, yönetim planının bağlayıcılığını ve usul kurallarının titizlikle uygulanması gerektiğini ortaya koymaktadır. Kat malikleri kurulu kararı ne kadar çoğunlukla alınmış olursa olsun, yönetim planına aykırıysa mahkeme tarafından geçersiz sayılabilir. Bu da hem zaman hem maliyet açısından ciddi zararlara yol açabilir. Bu yüzden, sürecin başında Maltepe avukat, Aydınlı avukat, Çayırova avukat gibi uzmanlardan danışmanlık alınması, olası uyuşmazlıkların önüne geçilmesini sağlar ve tüm sürecin hukuki zeminde güvence altına alınmasına yardımcı olur.

Read More

Tersaneye bakım/onarım veya inşa amacıyla çekilen bir geminin sözleşmede belirtilen tarihte teslim edilmemesi durumunda gemi sahibinin sahip olduğu hukuki haklar nelerdir?

Giriş

Bu yazı, “Tersaneye bakım/onarım veya inşa amacıyla çekilen bir geminin sözleşmede belirtilen tarihte teslim edilmemesi durumunda gemi sahibinin sahip olduğu hukuki haklar nelerdir” sorusuna yanıt olarak, sunulan çeşitli yargı kararlarının analiziyle hazırlanmıştır. Yazı, geminin geç teslimi durumunda gemi sahibinin başvurabileceği hukuki yolları, talep edebileceği tazminat türlerini, dava sürecinde dikkat etmesi gereken usuli şartları ve karşılaşabileceği olası savunmaları kapsamlı bir şekilde ele almaktadır. İncelenen kararlar, bu tür uyuşmazlıkların temel olarak “eser sözleşmesi” veya karma nitelikteki sözleşmeler çerçevesinde değerlendirildiğini ve çözümün büyük ölçüde sözleşme hükümlerine, tarafların kusur durumuna ve ispat yükümlülüklerine bağlı olduğunu göstermektedir.

1. Sözleşmesel Haklar ve Tazminat Talepleri

Sözleşme, haklarınızın temel çerçevesini çizer. Özellikle sözleşmede gecikme durumunda uygulanacak bir cezai şart (gecikme cezası) varsa, bu en doğrudan talep hakkınızdır. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi kararında bu durum net bir şekilde ifade edilmiştir: Davacı sözleşmenin 6.maddesi uyarınca davalıdan tazminat isteminde bulunabileceği, sözleşme bedelinin %5’i miktarı olan 39.738,50-euro tazminatın talep edilebileceği” (bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesi-2018/516).

Cezai şartın yanı sıra, gecikmeden kaynaklanan fiili zararlar da talep edilebilir. Ancak en önemli ve ispatı en zor olan talep kalemi genellikle kâr kaybıdır. Yargıtay ve yerel mahkemeler, bu tür talepleri kabul etmekle birlikte, zararın somut delillerle ispatlanmasını aramaktadır. İstanbul 17. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin bir kararında, davacının kâr mahrumiyeti talebi kabul edilirken, bu zararın bilirkişi tarafından hesaplandığı görülmektedir: “2018-2019 dönemine ilişkin olarak kar kaybı ise 747.912,02 TL” olarak hesaplanmış ve bu talebin kabulüne karar verilmiştir. (ilkDerece-İstanbul 17. Asliye Ticaret Mahkemesi-2019/367). Bununla birlikte, Yargıtay, sözleşmenin feshedilmesi durumunda kâr kaybı gibi olumlu zararların istenebilmesi için sözleşmede buna dair açık bir hüküm olması gerektiğini belirtmiştir (Yargıtay-15. Hukuk Dairesi-2016/4019).

2. Ayıplı İfa ve Seçimlik Haklar

Gecikmenin yanı sıra, yapılan işte kusur veya eksiklik (ayıp) varsa, TBK m. 475’e göre gemi sahibinin seçimlik hakları doğar. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi bu hakları şöyle sıralamıştır: “(1)-Eser iş sahibinin kullanamayacağı veya hakkaniyet gereği kabule zorlanamayacağı ölçüde ayıplı yada sözleşme hükümlerine aynı ölçüde aykırı olursa sözleşmeden dönme, (2)-Eseri alıkoyup aynı oranda bedelden indirim isteme, (3)-Aşırı bir masraf gerektirmediği takdirde, bütün masraflar yükleniciye ait olmak üzere eserin ücretsiz onarımını isteme haklarını kullanabilir (iş sahibinin genel hükümlere göre tazminat isteme hakkı saklıdır). (bam-İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi-2019/1316). Bu seçimlik hakların yanı sıra, ayıbın neden olduğu diğer zararların (örneğin başka bir tersanede yaptırılan tamir masrafı) tazmini de istenebilir.

3. Dava Sürecinde Dikkat Edilmesi Gereken Kritik Noktalar

Arabuluculuk: Ticari davalarda dava açmadan önce arabulucuya başvurmak bir dava şartıdır. Bu şart yerine getirilmezse dava usulden reddedilir. (bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesi-2022/1269).

İhtirazi Kayıt: Gecikmiş gemiyi teslim alırken, cezai şart veya gecikme tazminatı talep etme hakkınızı saklı tuttuğunuza dair bir ihtirazi kayıt (çekince) koymanız kritik öneme sahiptir. Aksi takdirde bu hakkınızı kaybedebilirsiniz. Yargıtay bir kararında, teslimde ihtirazi kayıt ileri sürülmediği için cezai şart isteme hakkının düştüğüne hükmetmiştir (Yargıtay-15. Hukuk Dairesi-2017/1296).

Görevli ve Yetkili Mahkeme: Uyuşmazlıklar genellikle “eser sözleşmesi” niteliğinde olduğundan görevli mahkeme Asliye Ticaret Mahkemesi‘dir (ilkDerece-İstanbul 17. Asliye Ticaret Mahkemesi-2021/314). Ancak, bazı durumlarda, alacağın “deniz alacağı” niteliğinde olması halinde Denizcilik İhtisas Mahkemesi görevli olabilir (Yargıtay-20. Hukuk Dairesi-2016/5316). Yetkili mahkeme ise genellikle sözleşmede belirtilen yer mahkemesidir. Sözleşmede bir hüküm yoksa, davalının yerleşim yeri mahkemesi yetkilidir (bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 15. Hukuk Dairesi-2020/1477).

İspat Yükü ve Tersanenin Savunmaları: Davacı olarak zararınızı ve bunun tersanenin kusurundan kaynaklandığını ispatlamakla yükümlüsünüz. Tersane ise, gecikmenin gemi sahibinin talepleri (ek işler) nedeniyle olduğunu veya bir mücbir sebepten kaynaklandığını iddia ederek sorumluluktan kurtulmaya çalışabilir. Bir kararda, mahkeme gecikmenin davacının ek iş taleplerinden kaynaklandığına kanaat getirerek davayı reddetmiştir: > “gecikmeye davacının ek iş talebi sebebiyet verdiğinden” (ilkDerece-İstanbul 18. Asliye Ticaret Mahkemesi-2022/96).

Sonuç ve Öneriler

Tersaneye çekilen geminin zamanında teslim edilmemesi, gemi sahibine sözleşme ve kanun hükümleri çerçevesinde çeşitli haklar tanıyan ciddi bir sözleşme ihlalidir. Bu durumda atılması gereken adımlar özetle şunlardır:

Sözleşmeyi İnceleyin: Öncelikle tersane ile imzaladığınız sözleşmenin teslim tarihi, gecikme cezaları, sorumluluk sınırlamaları ve yetkili mahkeme gibi maddelerini dikkatlice inceleyin.

Delilleri Toplayın: Gecikmeyi, bu gecikme nedeniyle uğradığınız zararları (yapılamayan seferler, kira kayıpları, ek masraflar vb.) ve tersane ile olan tüm yazışmalarınızı belgeleyin.

İhtarname Çekin: Gecikme nedeniyle haklarınızı talep ettiğinizi ve geminin derhal teslim edilmesini istediğinizi içeren noter kanalıyla bir ihtarname göndermek, karşı tarafı temerrüde düşürmek açısından önemlidir.

Arabulucuya Başvurun: Dava açmadan önce arabuluculuk sürecini başlatmanız yasal bir zorunluluktur.

Dava Açın: Arabuluculukta anlaşma sağlanamazsa, toplanan deliller ve sözleşme hükümleri ışığında, yetkili ve görevli Asliye Ticaret Mahkemesi’nde;

Sözleşmede varsa cezai şartın tahsili,

Gecikmeden doğan doğrudan zararların ve kâr kaybının tazmini,

Yapılan iş ayıplı ise ayıbın giderilmesi veya bedel indirimi,

Gerekiyorsa ödenen bedelin iadesi ve sözleşmenin feshi talepleriyle bir dava açabilirsiniz.

Bu süreçlerin karmaşıklığı, ispat külfetinin ağırlığı ve uyuşmazlığın teknik detayları göz önüne alındığında, deniz ticareti ve eser sözleşmeleri konusunda uzman bir hukukçudan profesyonel destek alınması, hak kaybı yaşanmaması adına şiddetle tavsiye edilir. Bir yazı önerisi.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Tersaneler bölgesi olan Tuzla’da faaliyet gösteren işletmeler ile gemi sahipleri arasındaki hukuki ilişkiler, hem deniz ticareti hukuku hem de eser sözleşmesi hükümleri açısından oldukça teknik ve uzmanlık gerektiren bir alanı kapsamaktadır. Teslimde gecikme, ayıplı ifa, cezai şart uygulamaları ve kâr kaybı gibi ihtilaflar, yalnızca sözleşmenin lafzına değil, aynı zamanda uygulamadaki ticari teamüllere, teknik bilirkişi raporlarına ve ispat kurallarına bağlı olarak şekillenmektedir.

Özellikle Tuzla, Pendik, Kartal, Maltepe, Gebze, Çayırova, Tepeören ve Orhanlı gibi İstanbul ve çevresindeki tersane bölgelerinde faaliyet gösteren gemi bakım firmaları için, alacakların zamanında ve eksiksiz tahsil edilmesi, işletmenin sürdürülebilirliği açısından hayati öneme sahiptir. Bu nedenle, gemi sahibinin haklarını etkin biçimde koruyabilmesi için; süreci doğru yöneten, delil stratejisini sağlam kuran ve hem Asliye Ticaret Mahkemesi hem de Denizcilik İhtisas Mahkemesi nezdinde deneyimi olan bir Tuzla avukatı ile çalışması büyük önem taşır. Alanında uzman bir avukat, sadece hak kaybını önlemekle kalmayacak; aynı zamanda süreci hızlandıracak ve daha etkin sonuç alınmasına katkı sağlayacaktır.

Read More

Toplu Yapı Temsilciler Kuruluna Kat Maliki Olmayan Kişilerin (Kiracı veya 3. Kişi) Seçilmesi Mümkün Müdür?

Giriş

Toplu yaşam alanlarının yönetiminde sıkça karşılaşılan ve hukuki tartışmalara yol açan konulardan biri, toplu yapı temsilciler kuruluna kat maliki olmayan kişilerin seçilip seçilemeyeceğidir. Çalışma toplu yapı yönetiminin önemli bir organı olan “Toplu Yapı Temsilciler Kurulu” üyeliğine, kat maliki sıfatı taşımayan kişilerin seçilip seçilemeyeceği meselesini, sunulan hukuki metinler ve Yargıtay kararları ışığında incelemektedir. Temsilciler Kurulu, bu karmaşık yapıda kat maliklerinin iradesini yansıtan ve önemli yetkilere sahip temsili bir organdır. Çalıma, 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu (KMK) temelinde, Yargıtay’ın konuya ilişkin farklı yaklaşımlarını, Yönetim Planı’nın rolünü, seçilen kişinin yetki sınırlarını ve olası uyuşmazlıkların çözüm yollarını inceleyerek bütüncül bir perspektif sunmayı amaçlamaktadır.

1.Temsilciler Kurulunun Oluşumu ve Yönetim Planının Rolü

Temsilciler Kurulu’nun varlığı ve oluşum şekli, temel olarak toplu yapının “yönetim planına” bağlıdır. KMK, bu konuda emredici bir kural koymak yerine, esnek bir yapı benimsemiştir. Yönetim planında aksi belirtilmediği sürece (yedek hukuk kuralı olarak), kurul, blok yöneticileri ve blok niteliğinde olmayan yapıların temsilcilerinden oluşur. KMK’nın 69. maddesinde toplu yapı kat malikleri kurulunun görevlerinin toplu yapı temsilciler kuruluna verilebileceği düzenlenmiştir. Ada temsilciler kurulunun oluşumu gibi toplu yapı temsilciler kurulunun oluşumu için toplu yapı yönetim planında bu yönde bir düzenleme olması gerekmektedir. Toplu yapı temsilciler kurulu üyelerinin sayısı ve nasıl seçileceği toplu yapının özelliği dikkate alınarak yönetim planında belirtilir.

Kat Maliki Olmayanların “Yönetici” Seçilebilmesi: KMK ve içtihatlar, klasik kat mülkiyeti için geçerli olan KMK m. 34’ün, toplu yapılar için de (KMK m. 74 atfıyla) uygulanacağını açıkça belirtmektedir. Bu madde, kat maliklerinin dışarıdan birini yönetici olarak seçmesine olanak tanır.

Dışarıdan “Temsilci” Seçilebilmesi: En kritik bulgu, dışarıdan yönetici seçme imkanının, temsilci seçimi için de geçerli olabileceğidir. Yönetim planına konulacak özel bir hükümle, temsilciler kurulu üyesinin kat maliki olması şartı aranmayabilir. Bu halde, toplu yapılarda da, yönetim planına konulacak hükümle blokların veya blok niteliğinde olmayan yapıların, kendi aralarından bir kişiyi ya da o kapsamdaki bağımsız bölüm malikleri dışında bir kimseyi yönetici veya temsilci olarak atamaya ilişkin bir takım hükümlere yer verilebileceği gibi, yönetim planında yönetici veya temsilci olma bakımından bazı özel şartların getirilmesi de mümkündür.

Yönetici/Temsilci Ayrımı ve Temsil Yetkisi: Temsilciler Kurulu, varsayılan durumda blok yöneticilerinden oluşur. Blok yöneticisi dışarıdan seçilebildiğine göre, dolaylı yoldan Temsilciler Kurulu’nda kat maliki olmayan bir üye (blok yöneticisi sıfatıyla) bulunabilir. Daha da önemlisi, kanun yönetim planının, blok yöneticisi veya yapı temsilcisi dışında, sadece Temsilciler Kurulu’nda görev yapmak üzere harici bir kişinin seçilmesine de imkan tanıyabileceğini belirtmektedir.

2. Toplu Yapı Temsilciler Kuruluna Dışardan Üye Seçilmesinde Kanunda Yasaklayıcı Bir Hüküm Yoktur? 

KMK’da Temsilciler Kurulu üyesinin mutlaka kat maliki olması gerektiğine dair emredici bir hüküm bulunmamaktadır. Aksine, kanun koyucu, KMK m. 69’da “yönetim planında başka türlü düzenlenmedikçe” ve “nasıl seçileceğinin yönetim planında belirtileceği” gibi ifadelerle bu alanı büyük ölçüde kat maliklerinin iradesine, yani yönetim planına bırakmıştır. Bu esneklik, KMK m. 34’ün dışarıdan yönetici seçimine izin veren ruhuyla ve KMK’nın 74. maddesinin atfıyla birleştiğinde kat maliki olmayan kişilerin de temsilci olarak seçilebilmesinin önünü açmaktadır.

KMK’nın 69/son fıkrasında “Bu yetki, yönetim plânında toplu yapı temsilciler kuruluna verilebilir. Yönetim plânında başka türlü düzenlenmemişse, toplu yapı temsilciler kurulu, blok yapılarda her blokta bulunan bağımsız bölüm maliklerince seçilen blok yöneticileri ve blok niteliğinde olmayan yapıların bağımsız bölüm maliklerince seçilen temsilcilerden oluşur. Toplu yapı temsilciler kurulu üyelerinin sayısı ve nasıl seçileceği toplu yapının özelliği dikkate alınarak yönetim plânında belirtilir. “ şeklinde hüküm bulunmaktadır. Bu madde uyarınca kat maliki olmayan dışarında bir kişinin toplu yapı temsilciler kurulana seçilmesinde bir engel yoktur. Yönetim planında bir engel konulmadıkça dışarıdan kat maliki olmayan bir kişi de toplu yapı temsilciler kuruluna seçilebilir.

3. Temsilciler Meclisine Üye Seçilmesindeki Uyuşmazlıklar ve Çözüm Yolları 

Yönetim Planının Yetersizliği: En büyük uyuşmazlık kaynağı, yönetim planının bu konuda sessiz veya muğlak olmasıdır. Temsilcilerin nasıl seçileceği gibi hususlar hakkında kanun koyucunun herhangi bir düzenleme öngörmemesi toplu yapılarda yönetimin aksamasına yol açabilmektedir. Ancak yönetim planında bu konuda bir açıklama yer almaması durumunda da kanunda dışardan seçilmeye bir engel bulunmadığından yine de dışarıdan temsilci seçilmesi mümkün olacaktır.

Çözüm Yolu: Uyuşmazlıkların çözümünde ilk başvurulacak kaynak Yönetim Planı’dır. Yönetim planı, toplu yapının anayasası niteliğindedir. Planda, temsilcilerin nitelikleri (kat maliki olma şartı, profesyonellik, eğitim vb.) ve seçim usulü açıkça belirtilmişse, bu hükümlere uyulur. Planın yetersiz kaldığı durumlarda ise KMK’nın yedek hukuk kuralları (m. 69, m. 71, 74 ve m. 34’e yapılan atıf) devreye girer ve dışarıdan temsilci seçimi yapılabilir.

Sonuç

İncelen kararlar ve metinler Kat Mülkiyeti Kanunu’nda toplu yapı temsilciler kuruluna kat maliki olmayan bir kişinin seçilmesini doğrudan yasaklayan bir hüküm bulunmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Anahtar rol, toplu yapının “anayasası” olan yönetim planına aittir. Yönetim planında açıkça izin veren bir hüküm bulunması halinde, kat maliki olmayan, hatta tüzel kişi bir profesyonel yönetim şirketi temsilcisinin dahi Temsilciler Kurulu’na üye olarak seçilmesi hukuken mümkündür. Yönetim planının bu konuda sessiz kalması durumunda ise, KMK’nın 69/son fıkrasında “Bu yetki, yönetim plânında toplu yapı temsilciler kuruluna verilebilir. Yönetim plânında başka türlü düzenlenmemişse, toplu yapı temsilciler kurulu, blok yapılarda her blokta bulunan bağımsız bölüm maliklerince seçilen blok yöneticileri ve blok niteliğinde olmayan yapıların bağımsız bölüm maliklerince seçilen temsilcilerden oluşur. Toplu yapı temsilciler kurulu üyelerinin sayısı ve nasıl seçileceği toplu yapının özelliği dikkate alınarak yönetim plânında belirtilir. “ hükmü dikkate alınacak ve bu madde de toplu yapı temsilciler kuruluna dışarıdan üye seçilmesi yasaklayan bir ifade olmadığından dışarıdan temsilci seçimi mümkün olacaktır. Yine konunun KMK’nın genel ve yedek hükümleri (özellikle dışarıdan yönetici seçimine izin veren m. 34) çerçevesinde yorumlanması gerekecek, bu da genellikle dışarıdan seçime kapıyı açık bırakacaktır.

Sunulan kaynaklar temelinde, kanun koyucunun toplu yapı yönetiminde katı kurallar yerine esnekliği ve irade serbestisini ön planda tuttuğu anlaşılmaktadır. Bu yaklaşım, her toplu yapının kendi özgün dinamiklerine ve ihtiyaçlarına uygun bir yönetim modeli oluşturmasına olanak tanıması açısından olumludur. Kat maliki olmayan profesyonellerin (hukukçular, mali müşavirler, gayrimenkul uzmanları vb.) kurula dahil edilmesi, yönetimin kalitesini ve şeffaflığını artırabilir.

Ancak bu esneklik, aynı zamanda potansiyel bir risk taşımaktadır. Yeterince detaylı ve özenli hazırlanmamış bir yönetim planı, metinlerde de belirtildiği gibi, temsil sorunlarına, yetki karmaşasına ve ciddi hukuki uyuşmazlıklara yol açabilir. Dolayısıyla en sağlıklı yol, toplu yapı kurulurken veya sonrasında yönetim planında; Temsilciler Kurulu’nun kimlerden oluşacağı, üye olacak kişilerde aranacak nitelikler (kat maliki olma şartı, belirli bir meslekten olma, tecrübe vb.), seçim usulü ve görev süresi gibi konuların hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde açık ve ayrıntılı olarak düzenlenmesidir. Bu, olası ihtilafları en baştan önlemenin en etkili yoludur. Bir tez önerisi.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Toplu yapılarda Temsilciler Kurulu üyeliğine kat maliki olmayan kişilerin seçilip seçilemeyeceği konusu, Kat Mülkiyeti Kanunu’nun yoruma açık hükümleri, yönetim planlarının çeşitliliği ve Yargıtay kararlarının farklı yaklaşımları nedeniyle hukuki uzmanlık gerektiren teknik bir alandır. Bu konuda atılacak yanlış bir adım, apartman veya site yönetiminde iptal davaları, yetki aşımı iddiaları ve yönetim krizleri gibi ciddi uyuşmazlıklara yol açabilir. Bu nedenle özellikle süreci en baştan doğru kurgulamak, yönetim planlarını revize ederken mevzuata uygun bir çerçeve çizmek için uzman desteği alınması büyük önem taşır.

Tuzla gibi yapılaşmanın hızla arttığı, çok bloklu toplu yapıların yaygın olduğu bir bölgede, KMK hükümlerine hâkim, Yargıtay kararlarını yakından takip eden ve yerel mahkeme uygulamalarını bilen bir Tuzla avukatı ile çalışmak hem hak kayıplarının önüne geçmek hem de süreci hızlı ve sağlıklı yürütmek açısından büyük avantaj sağlar. Aynı şekilde Pendik avukatı, Kartal avukatı, Maltepe avukatı, Aydınlı avukatı, Orhanlı avukatı, Tepeören avukat, Çayırova avukat veya Gebze avukatı desteğiyle çalışmak, yalnızca yasal çerçeveyi korumakla kalmaz, aynı zamanda apartman içi uyumu ve yönetime duyulan güveni artırır.

Profesyonel destek sayesinde temsilciler kurulunun doğru şekilde yapılandırılması, dışarıdan temsilci seçilmesinin hukuki zemine oturtulması ve yönetim planının yasal şekilde güncellenmesi sağlanabilir. Özellikle yönetim planında eksiklik varsa, bu planların ihtilafa yol açmadan yeniden düzenlenmesi için deneyimli bir avukat rehberliği süreci hem yasal hem de pratik açıdan güvenli kılacaktır.

Read More

İhtiyaç Nedeniyle Tahliye Davasının Kazanılabilme Şartları Nelerdir?

Giriş

İhtiyaç nedeniyle tahliye davası, mülk sahibinin veya kanunda sayılan yakınlarının kiradaki taşınmaza konut ya da işyeri olarak gereksinim duyması halinde kiracının tahliyesini sağlamak amacıyla başvurduğu hukuki bir yoldur. İncelenen Yargıtay ve Bölge Adliye Mahkemesi kararları, bu tür bir davanın kazanılmasının basit bir ihtiyaç beyanından çok daha fazlasını gerektirdiğini, hem esasa hem de usule ilişkin bir dizi kritik dinamiğe bağlı olduğunu göstermektedir. Bu çalışma, sunulan yargı kararları ışığında ihtiyaç nedeniyle tahliye davasının kazanılabilmesinin temel şartlarını, ispat yükümlülüklerini ve mahkemelerin değerlendirme kriterlerini ortaya koymayı amaçlamaktadır. Çalışma, davacıların (kiraya verenlerin) başarıya ulaşmak için hangi koşulları yerine getirmesi gerektiğini kapsamlı bir şekilde analiz etmektedir.

1. İhtiyacın Niteliği: “Gerçek, Samimi ve Zorunlu” Olma Şartı

Kararların neredeyse tamamında tekrar eden en temel ilke, tahliye talebine dayanak olan ihtiyacın “gerçek, samimi ve zorunlu” olmasıdır. Yargı, soyut ve geçici talepleri tahliye için yeterli görmemektedir.

Gerçek ve Zorunlu İhtiyaç: Yargıtay’a göre, “Devamlılık arzetmeyen geçici ihtiyaç tahliye nedeni yapılamayacağı gibi henüz doğmamış veya gerçekleşmesi uzun bir süreye bağlı olan ihtiyaç da tahliye sebebi olarak kabul edilemez.” (Örn: Yargıtay 6. H.D. – 2014/13898). Örneğin, davacının emeklilik sonrası başka bir şehre yerleşme niyetinin henüz dava tarihinde gerçekleşmemiş olması, ihtiyacın “doğmamış” kabul edilmesine yol açmıştır (BAM – Antalya 6. H.D. – 2020/462).

Samimiyet: Mahkemeler, ihtiyacın samimiyetini çeşitli unsurlarla değerlendirir. Davacının aynı nitelikte başka boş bir mülkünün bulunması samimiyeti zedeleyebilirken, davacının kendisinin kirada oturuyor olması genellikle samimiyetin en güçlü kanıtı olarak kabul edilir. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 2018/1050 sayılı kararında belirttiği gibi, konut ihtiyacına dayalı davalarda “davacının kirada oturmakta olduğu hususu dosya kapsamı ile sabittir” ve bu durum “ihtiyacın varlığı açısından yeterlidir.”

2. İhtiyacın Sürekliliği Şartı

İhtiyacın sadece dava açıldığı anda mevcut olması yeterli değildir; bu ihtiyacın yargılama süresince de devam etmesi zorunludur. Bu kural, Yargıtay tarafından istikrarlı bir şekilde vurgulanmaktadır: “Davanın açıldığı tarihte ihtiyaç sebebinin varlığı yeterli olmayıp, bu ihtiyacın yargılama sırasında da devam etmesi gerekir.” (Örn: Yargıtay 3. H.D. – 2017/9396).

Yargılama sırasında dava konusu taşınmazın satılması, bu ilkenin en net örneğidir. Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 2010/1784 sayılı kararında, taşınmazın yargılama sırasında satılmasıyla davanın ihtiyaç nedeni de ortadan kalkmıştır. Artık ihtiyaç iddiasının gerçek ve samimi olduğundan söz edilemez. denilerek dava konusuz kaldığı için reddedilmesi gerektiği belirtilmiştir.

3. Dava Hakkına Sahip Kişiler ve İhtiyaç Sahipleri

Kanun, kimlerin ihtiyacı için dava açılabileceğini sınırlamıştır. Bu sınırlamaya uyulmaması, davanın husumet nedeniyle reddine yol açar.

Dava Açabilecek Kişiler: Türk Borçlar Kanunu (TBK) md. 350’ye göre dava hakkı; kiralayanın, kendisinin, eşinin, altsoyu, üstsoyu veya kanun gereği bakmakla yükümlü olduğu diğer kişilerin” ihtiyacı için kullanılabilir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da bu kuralı teyit ederek, “dava hakkı kural olarak kiralayana aittir” ancak “kiralayan durumunda olmayan malikin de bu davaları açabileceği içtihaden kabul edilmiştir” demektedir (HGK – 2007/31).

Sınırlı Sayıdaki İhtiyaç Sahipleri: Bu sınırlama katı bir şekilde uygulanır. Örneğin, bir davada davacının yeğeninin ihtiyacı için dava açması kabul görmemiştir (Yargıtay 6. H.D. – 2010/4516). Benzer şekilde, bir limited şirketin, kendi tüzel kişilik ihtiyacı dışında, şirket ortağının kişisel ihtiyacı için dava açamayacağı belirtilmiştir: “Tüzel kişiliğe sahip limited şirket de ancak kendi ihtiyacı için dava açabilecektir.” (Yargıtay 6. H.D. – 2015/7742).

4. İhtiyaç Nedeniyle Tahliye Davasının Usuli Şartlar ve İspat Yükümlülüğü

Davanın esası kadar, usuli kurallara riayet edilmesi de davanın kazanılması için hayati önem taşır. Sürelerin kaçırılması veya delillerin usulüne uygun sunulmaması, haklı bir ihtiyacın dahi reddedilmesine neden olabilir.

Dava Açma Süreleri: TBK md. 350, dava açma süresini net bir şekilde belirlemiştir: “…belirli süreli sözleşmelerde sürenin sonunda, belirsiz süreli sözleşmelerde … fesih bildirimi için öngörülen sürelere uyularak belirlenecek tarihten başlayarak bir ay içinde açılması gerekir.” (Yargıtay 6. H.D. – 2015/7848). Bu sürelere uyulmaması, davanın esasına girilmeden reddedilmesine yol açar.

Yeni Malik İçin İhtar Zorunluluğu: Yeni malikin TBK md. 351’e dayanarak dava açabilmesi için, “edinme tarihinden başlayarak bir ay içinde durumu kiracıya yazılı olarak bildirmek koşuluyla, kira sözleşmesini altı ay sonra açacağı bir davayla sona erdirebilir.” (BAM – Bursa 4. H.D. – 2022/580). Bir aylık ihtar süresinin kaçırılması bu hakkı ortadan kaldırır.

İspat Yükü ve Deliller: İhtiyacın varlığını ispat yükü davacıdadır. Deliller arasında tanık beyanları, davacının kirada oturduğunu gösteren belgeler, yapılacak işe dair projeler ve özellikle işyeri ihtiyacında taşınmazın uygunluğunu tespit için yapılan keşif ve bilirkişi incelemesi kritik rol oynar. Mahkemenin “ihtiyaca yönelik delillerin toplanarak sonucuna göre davanın esası hakkında bir karar verilmesi” gerektiği, aksi durumun eksik inceleme sayılacağı sıkça vurgulanmıştır (Yargıtay 6. H.D. – 2013/3476).

5. Taşınmazın Niteliği ve Mülkiyet Hakkının Üstünlüğü

Taşınmazın Uygunluğu: İddia edilen ihtiyacın, dava konusu taşınmazın nitelikleri ile uyumlu olması gerekir. Tapuda “konut” olarak kayıtlı bir yerin “mermer atölyesi” olarak kullanılması ihtiyacına dayalı davanın reddedilmesi (Yargıtay 6. H.D. – 2013/5553) bu duruma örnektir. İşyeri ihtiyacında ise kiralananın yapılacak işe uygun ve elverişli olup olmadığı bilirkişi marifetiyle tespit edilmelidir.

Mülkiyet Hakkının Önceliği ve Seçim Hakkı: Davacının başka taşınmazlarının olması, ihtiyacın samimi olmadığı anlamına gelmez. Özellikle bu taşınmazlar dolu ise veya ihtiyaca uygun değilse, malikin mülkiyet hakkına üstünlük tanınır. Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 2007/531 sayılı kararında belirttiği gibi, “davacı malik bu daireler içinde dilediğinde oturmak ve buna bağlı olarak da dilediği kiralananın tahliyesini isteme hakkına sahiptir.”

Sonuç

Kararların bütüncül bir analizi, ihtiyaç nedeniyle tahliye davasının iki temel ayak üzerinde durduğunu göstermektedir: Maddi Şartlar (Esas) ve Şekli Şartlar (Usul). Maddi şartların merkezinde, ihtiyacın “gerçek, samimi, zorunlu ve sürekli” olması yer alırken; şekli şartlar, kanunda öngörülen dava açma ve ihtar sürelerine harfiyen uyulmasını ve davanın doğru kişiye karşı açılmasını kapsamaktadır.

Yargıtay, bir yandan mülkiyet hakkını koruyarak mal sahibinin kendi mülkünde oturma veya iş yapma hakkını tanırken, diğer yandan kiracıyı keyfi tahliye taleplerine karşı korumak için yüksek bir ispat standardı getirmiştir. “Kirada oturmak ihtiyaca karinedir” şeklindeki yerleşik içtihat, davacının ispat yükünü hafifleten önemli bir unsur olarak öne çıkmaktadır. Buna karşın, işyeri ihtiyacına dayalı davalarda ispat külfeti daha ağırdır. Mahkemeler genellikle, mevcut işyeri ile tahliyesi istenen yer arasında bir “mukayeseli keşif” yaparak, yeni yerin mevcut yerden daha üstün veya en azından eşdeğer nitelikte olup olmadığını araştırmaktadır (Yargıtay 6. H.D. – 2013/9381).

Kararlarda dikkat çeken bir diğer husus, mahkemelerin gerekçeli karar yazma yükümlülüğüdür. Anayasa md. 141 ve HMK md. 297’ye atıf yapılan kararlarda, mahkemenin sadece “ihtiyaç vardır” demekle yetinemeyeceği; hangi delillere dayanarak bu sonuca ulaştığını, delilleri nasıl tartıştığını ve hukuki sebebini açıkça belirtmesi gerektiği vurgulanmıştır (Yargıtay 6. H.D. – 2014/5615).

Sonuç olarak, kiraya veren, sadece mülk sahibi olmanın kendisine otomatik bir tahliye hakkı vermediğini bilmelidir. Başarı, ihtiyacın inandırıcılığını somut delillerle ortaya koyma ve yasal prosedürleri eksiksiz tamamlama becerisine bağlıdır. Bir makale önerisi.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

İhtiyaç nedeniyle tahliye davaları, yalnızca bir ihtiyaç beyanıyla açılıp kazanılabilecek davalar değildir. Davanın hem esasa hem de usule ilişkin sıkı şartlara bağlanmış olması, kira hukukunda uzmanlaşmış bir hukukçunun desteğini zorunlu hale getirmektedir. Özellikle dava açma süresi, ihtar şartı, ispat yükü ve yerel mahkeme içtihatlarına uyum gibi birçok teknik detay, süreci kiraya veren açısından karmaşık hale getirebilir.

Bu noktada, Tuzla avukat desteği, sadece dava açmakla sınırlı kalmayan, delil hazırlığından dava stratejisinin belirlenmesine kadar uzanan kritik bir hizmet sunar. Ayrıca mahkeme önünde davayı doğru kişi adına, doğru sürelerde ve eksiksiz evrakla açmak, dava sonucunu doğrudan etkileyen faktörlerdendir.

Tepeören avukat, Çayırova avukat, Pendik avukat, Kartal avukat, Maltepe avukat, Aydınlı avukat, Orhanlı avukat ve Gebze avukat gibi yerel tecrübesi olan hukukçular, özellikle İstanbul Anadolu Adliyesi ve çevresindeki uygulama farklılıklarını bilen, bölgedeki bilirkişi uygulamaları ve içtihatlarla uyumlu şekilde dava yürütme becerisine sahiptir. Bu sayede mülk sahipleri, hem yasal haklarını en güçlü şekilde kullanabilir hem de olası hak kayıplarının önüne geçebilir.

Unutulmamalıdır ki, ihtiyaç nedeniyle tahliye davaları, kiracının tahliyesine karar verilmesi halinde bile belirli süre yeniden kiraya verememe (intifa yasağı) gibi sonuçlar doğurabileceğinden, başından itibaren planlı ve hukuka uygun şekilde yürütülmelidir.

Read More

Gemi Tamir, Servis ve Bakım Alacağını Tahsil Edemeyen Kişi Hangi Hukuki Yollara Başvurabilir?

 Giriş

Bu çalışma, gemi tamir ve bakım hizmeti sunan ancak hizmet bedelini alamayan bir alacaklının, gemi sahibinden bu ücreti tahsil etmek için hangi hukuki yollara başvurabileceği sorusuna yanıt vermek amacıyla hazırlanmıştır. Çalışma, sunulan çeşitli yargı kararlarının sentezlenmesiyle oluşturulmuştur. Amaç, alacaklının izlemesi gereken adımları, dikkat etmesi gereken kritik noktaları ve karşılaşabileceği potansiyel zorlukları ortaya koyarak kapsamlı bir yol haritası sunmaktır.

1. Alacağın Hukuki Niteliği: Deniz Alacağı

İncelenen kararların tamamına yakınında, gemi tamir ve bakımından doğan alacakların hukuki niteliği konusunda tam bir fikir birliği bulunmaktadır. Bu alacaklar, TTK’nın 1352. maddesi kapsamında “deniz alacağı” olarak tanımlanmaktadır.

Yargıtay 20. Hukuk Dairesi (2015/13591 E.) bu durumu net bir şekilde ortaya koyar: 6102 sayılı TTK’nın 1352/1. maddesinde ‘Deniz alacağı; aşağıda sayılan hususların birinden veya birkaçından doğan istem anlamına gelir:’ ve aynı maddenin 1-m bendinde ‘Geminin yapımı, yeniden yapımı, onarımı, donatılması ya da geminin niteliğinde değişiklik yapılması.’ hükümleri mevcuttur.” Bu niteleme, alacaklıya ihtiyati haciz gibi özel koruma mekanizmalarından yararlanma ve uyuşmazlığın özel yetkili bir mahkemede görülmesi gibi önemli avantajlar sağlamaktadır.

2. Görevli Mahkeme: Denizcilik İhtisas Mahkemesi

Alacağın “deniz alacağı” olarak kabul edilmesi, doğrudan görevli mahkeme konusunu gündeme getirmektedir. Çok sayıda karar, bu tür davaların genel mahkemelerde değil, özel yetkili mahkemelerde görülmesi gerektiğini ısrarla belirtmektedir.

İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 37. Hukuk Dairesi (2019/1221 E.), davanın denizcilik ihtisas mahkemesinde görülüp sonuçlandırılması gerekmektedir.” diyerek bu kuralı açıkça ifade etmiştir. Görevsiz bir mahkemede dava açılması durumunda ne olacağını İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesi (2017/746 E.) kararı göstermektedir: “davacının dava dilekçesinin görev nedeniyle reddine, davaya bakmakla mahkememizin görevsizliğine, görevli mahkemelerin Deniz Ticaret davalarına bakmakla görevli İstanbul …Asliye Ticaret Mahkemesi olduğu anlaşılmakla...” Ancak, bazı kararlarda uyuşmazlığın temelinde bir “eser sözleşmesi” olduğu ve bu nedenle genel Asliye Ticaret Mahkemelerinin görevli olabileceğine dair ifadeler de yer almaktadır (ilkDerece-İstanbul 17. Asliye Ticaret Mahkemesi-2018/195 E., ilkDerece-İstanbul 17. Asliye Ticaret Mahkemesi-2019/366 E.). Bu durum, bir çelişki gibi görünse de, kararların genel eğilimi ve TTK’nın özel hükümleri, gemiye yapılan onarım ve bakımdan kaynaklanan alacak davaları için Denizcilik İhtisas Mahkemelerinin görevli olduğu yönündedir.

3. Alacağının Tahsil Edemeyen Kişinin İzleyeceği Hukuki Yollar Nelerdir

a) İcra Takibi ve İtirazın İptali Davası: Kararlarda en sık karşılaşılan yol, öncelikle alacak için ilamsız icra takibi başlatılmasıdır. Borçlu gemi sahibi bu takibe itiraz ederse, takip durur. Bu durumda alacaklının, itirazın haksız olduğunu ispatlamak için itirazın iptali davası açması gerekir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi (2020/457 E.) bu süreci özetler: “Davacı (takip alacaklısı) tarafından davalı (takip borçlusu) aleyhine […] asıl alacağın tahsili için ilâmsız icra takibi başlatıldığı” ve itiraz üzerine “itirazın iptali davası” açıldığı belirtilmiştir.

b) İhtiyati Haciz: Alacağı dava sonuçlanmadan güvence altına almanın en etkili yolu, gemi üzerine ihtiyati haciz konulmasını talep etmektir. Deniz alacaklarında bu talep için ispat kolaylığı sağlanmıştır. Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi (2024/1905 E.)“alacağın deniz alacağı olduğunun ve miktarının yaklaşık ispatı yeterli görülmüştür.” diyerek bu kolaylığı vurgulamaktadır. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi (2016/10499 E.) ve İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi (2018/66 E.) kararları, sunulan teklif formları, sözleşmeler ve faturaların ihtiyati haciz kararı için yeterli delil olarak kabul edilebileceğini göstermektedir. Ancak, ihtiyati haciz talep eden alacaklının teminat yatırma zorunluluğu da bulunmaktadır: deniz alacağını teminat altına almak üzere ihtiyati haciz kararı verilmesi isteyen alacaklının 10.000 özel çekme hakkı tutarında teminat vermesi zorunludur. (Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi-2024/1905 E.)

4. İspat Yükümlülüğü, Deliller ve Muhtemel Savunmalar

Davanın kazanılması, alacağın varlığının ve miktarının şüpheye yer bırakmayacak şekilde ispatlanmasına bağlıdır.

Deliller: İstanbul 17. Asliye Ticaret Mahkemesi (2014/1017 E.) kararında, “gemi çarkçı başısı tarafından imzalanan ‘Yapılan işler ve verilen sarf malzemeleri’ne ait belge gibi belgelerin delil olarak kabul edildiği görülmektedir. Faturalar, sözleşmeler, iş teslim formları, mail yazışmaları ve bilirkişi raporları en temel kanıt araçlarıdır.

Eksik/Ayıplı İş Savunması: Gemi sahibinin en sık başvuracağı savunmalardan biri, yapılan işin eksik veya ayıplı (kusurlu) olduğudur. Bu durumda mahkeme, bilirkişi incelemesi ile durumu tespit eder. İstanbul 17. Asliye Ticaret Mahkemesi (2019/409 E.) kararında, Yapılmayan işlerle ilgili olarak davacının ücrete hak kazandığı iddia edilemeyeceğinden;…bu bedeli davacının talep edemeyeceği kabul edilmiştir.” denilerek, ispatlanamayan veya eksik yapılan iş bedelinin istenemeyeceği belirtilmiştir.

Delil Yetersizliği: Delillerin zayıf olması davanın reddine yol açabilir. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi (2012/4985 E.) kararında, faturaların tebliğ edildiğinin ispat edilememesi ve tamirata ilişkin belgelerin olmaması gibi nedenlerle davanın reddedilmesi, ancak Yargıtay’ın bu kararı delillerin toplanmaması nedeniyle bozması, delil sunmanın ve toplanmasını talep etmenin önemini göstermektedir.

Sonuç

Ödeme yapmayan bir gemi sahibinden tamir ve bakım ücretini tahsil etmek isteyen bir servis sağlayıcının izlemesi gereken hukuki yol haritası, incelenen kararlar ışığında şu adımları içermektedir:

Alacağı Belgelendirme: Yapılan işlere dair sözleşme, faturalar, gemi yetkilisince imzalanmış servis raporları ve diğer tüm yazışmaları eksiksiz bir şekilde bir araya getirin.

İhtiyati Haciz Talebi: Alacağı güvence altına almak için, eldeki belgelerle birlikte görevli Denizcilik İhtisas Mahkemesi’ne başvurarak gemi üzerine ihtiyati haciz konulmasını talep edin. Gerekli teminatı yatırmaya hazır olun.

İcra Takibi Başlatma: Alacağın tahsili için borçlu gemi sahibi aleyhine ilamsız icra takibi başlatın.

İtirazın İptali Davası Açma: Borçlunun icra takibine itiraz etmesi halinde, itirazın tebliğinden itibaren bir yıllık süre içinde, görevli Denizcilik İhtisas Mahkemesi’nde “itirazın iptali” davası açın.

Dava Süreci: Dava sırasında tüm delillerinizi sunun, mahkemenin talep etmesi halinde bilirkişi incelemesi için gerekli masrafları karşılayın ve gemi sahibinin “ayıplı iş” gibi savunmalarına karşı hazırlıklı olun.

Tüm bu süreçlerin teknik detaylar içermesi ve hak kaybına uğramamak adına, deniz ticareti hukuku alanında uzman bir avukattan profesyonel hukuki destek alınması şiddetle tavsiye edilir. Bir yazı önerisi.

Neden Tuzla Uzman Avukat Desteği Gerekli?

Gemi tamir ve bakım hizmetlerinden doğan alacakların tahsili süreci, hem Türk Ticaret Kanunu’nun özel hükümlerine hem de deniz ticareti hukukunun kendine özgü usul ve delil kurallarına tabidir. Bu süreçte, ihtiyati haciz talebinden görevli mahkemeye başvuruya, icra takibi prosedüründen dava delillerinin sunulmasına kadar birçok teknik detay vardır. Herhangi bir aşamada yapılacak küçük bir hata bile, alacağın tamamen kaybedilmesine neden olabilir.

Özellikle Tuzla, Pendik, Kartal, Maltepe, Gebze, Çayırova, Tepeören ve Orhanlı gibi İstanbul ve çevresindeki tersane bölgelerinde faaliyet gösteren gemi bakım firmaları için, alacakların zamanında ve eksiksiz tahsil edilmesi, işletmenin sürdürülebilirliği açısından hayati öneme sahiptir. Bu nedenle Tuzla’da deniz ticareti alanında uzman bir avukattan hukuki destek alınması sadece öneri değil, pratik bir gereklilik hâline gelmiştir.

Alanında deneyimli bir Tuzla avukat, hem ihtiyati haciz sürecini hızla başlatabilir hem de teknik savunmalara karşı gerekli hukuki argümanları güçlü biçimde sunabilir. Böylece hem zaman kaybı önlenir hem de alacağın tahsil edilme olasılığı artar. Bu nedenle, deniz ticareti hukuku konusunda uzmanlaşmış bir hukukçuyla çalışmak, sürecin başarıyla sonuçlanmasında kritik rol oynar.

Read More