Site/Bina aidatına neler dahildir?

Giriş

Bu çalışma, “Aidata neler dahildir?” sorusuna yanıt olarak, sunulan yargı kararları ve dokümanlar temelinde hazırlanmıştır. Çalışma, aidat olarak bilinen ortak giderlerin yasal çerçevesini, yargı kararlarında belirtilen somut gider kalemlerini, bu giderlerin kapsamını belirleyen unsurları ve uygulamada ortaya çıkan farklı perspektifleri analiz etmektedir. Temel yasal dayanak 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu (KMK) olmakla birlikte, yönetim planları, genel kurul kararları ve mülkün niteliği gibi faktörlerin aidatın içeriğini şekillendirdiği görülmektedir.

1. Yasal Çerçeve: Kat Mülkiyeti Kanunu Madde 20

İncelenen kararların büyük çoğunluğu, ortak giderlere katılım yükümlülüğünün temelini oluşturan KMK’nin 20. maddesine atıf yapmaktadır. Bu madde, giderlerin niteliğine göre kat malikleri arasında nasıl paylaştırılacağına dair temel bir ayrım getirmektedir.

Eşit Katılım Gerektiren Giderler: Yargıtay kararlarında sıklıkla tekrarlandığı üzere, kat malikleri aralarında başka bir anlaşma olmadıkça; “kapıcı, kaloriferci, bahçıvan ve bekçi giderlerine ve bunlar için toplanacak avansa eşit olarak” katılmakla yükümlüdür (Yargıtay 18. Hukuk Dairesi, E. 2013/11645, K. 2013/15247; Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, E. 2021/423, K. 2021/7662).

Arsa Payı Oranında Katılım Gerektiren Giderler: Personel giderleri dışındaki diğer genel giderler için temel kural arsa payı oranında katılımdır. Bu giderler; “anagayrimenkulün sigorta primleri ve bütün ortak yerlerin bakım, koruma, güçlendirme ve onarım giderleri ile yönetici aylığı gibi diğer giderlere ve ortak tesislerin işletme giderlerine ve giderler için toplanacak avansa kendi arsa payı oranında” katılımı kapsar (Yargıtay 20. Hukuk Dairesi, E. 2019/3375, K. 2019/6680; Yargıtay 18. Hukuk Dairesi, E. 2013/4444, K. 2013/6802).

2. Yargı Kararlarında Sayılan Ortak Gider Kalemleri

Yargı kararları, KMK’de soyut olarak belirtilen gider kalemlerini somutlaştırmaktadır. İncelenen dokümanlarda aidat kapsamında değerlendirilen başlıca giderler şunlardır:

Personel Giderleri: Kapıcı, bahçıvan, bekçi, güvenlik görevlisi, teknisyen, yönetici ücretleri, maaş ve sigorta primleri, kıdem tazminatları ve huzur hakları (İstanbul BAM 45. HD, E. 2020/1216; Ankara 1. Asliye Ticaret Mahkemesi, E. 2021/691).

Bakım, Onarım ve Koruma Giderleri: Ortak alanların (merdiven, otopark, yeşil alan, havuz, sosyal tesisler vb.) bakımı, onarımı, güçlendirilmesi, asansör bakımı, çatı onarımı, dış cephe boyama gibi yenileme niteliğindeki harcamalar (Yargıtay 3. HD, E. 2017/6549; Yargıtay 18. HD, E. 2009/3310).

İşletme ve Tüketim Giderleri: Ortak alanların elektrik ve su sarfiyatları, ısınma (yakıt/kömür, doğalgaz, kalorifer), sıcak su, jeneratör masrafları, ortak tesislerin işletme giderleri (Yargıtay 18. HD, E. 2012/6030; İstanbul Anadolu 4. Asliye Ticaret Mahkemesi, E. 2025/364).

Temizlik ve Çevre Giderleri: Ortak alanların ve bahçenin temizliği, çöp toplama, çevre koruma ve peyzaj giderleri (Yargıtay 23. HD, E. 2011/3900; Ankara 6. Asliye Ticaret Mahkemesi, E. 2022/719).

İdari ve Diğer Giderler: Yönetici aylığı, anagayrimenkulün sigorta primleri, vergi ve harçlar, noter ve yargılama giderleri gibi yönetimsel masraflar (Yargıtay 20. HD, E. 2017/163; Konya BAM 6. HD, E. 2020/2328).

İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 45. Hukuk Dairesi’nin bir kararında ortak gider kavramı oldukça geniş bir şekilde tanımlanmıştır: “Tüm ortak alanların korunması, bakım ve temizlik giderleri, ortak yerler elektrik ve ortak su sarfiyatları, Personel giderleri, S.S.K. primleri… Toplu yapının; Kat Malikleri Kurulunca öngörülecek bedel üzerinden sigorta ettirilmesi nedeniyle ödenecek primler… jeneratör masrafları… cami alanları, parklar. yeşil alanlar, otoparklar, yollar, her türlü bitki ve ağaçların, su deposunun, sosyal ve sportif tesislerin bakılıp gözetilmelerinden ve geliştirilip güzelleştirilmelerinden doğabilecek bütün giderler, onarım ve yenileme harcamaları…” (İstanbul BAM 45. HD, E. 2020/1216, K. 2023/187)

3. Giderlerin Kapsamını Belirleyen Belgeler: Yönetim Planı ve Genel Kurul Kararları 

KMK’nin 20. maddesi genel bir çerçeve çizse de, aidatın somut içeriği ve paylaşım usulü öncelikle anataşınmazın “anayasa”sı niteliğindeki Yönetim Planı ile belirlenir. Yönetim planında farklı bir düzenleme yoksa KMK hükümleri uygulanır. Bununla birlikte, kat malikleri Genel Kurul Kararları ile işletme projesini onaylayarak veya bütçeyi kabul ederek hangi hizmetler için ne kadar avans toplanacağını kararlaştırırlar. Nitekim bir ilk derece mahkemesi kararında, “yönetim kurulunun genel kurul kararına dayanmadan veya genel kuruldan açıkça yetki almadan ortaklardan aidat veya ortak gider adı altında para tahsil etmesinin mümkün olmadığı” vurgulanmıştır (Bakırköy 1. Asliye Ticaret Mahkemesi, E. 2015/809, K. 2018/795).

4. Mülkün Niteliğine Göre Farklılaşan Giderler (aidat)

Aidatın kapsamı, mülkün niteliğine göre de değişiklik göstermektedir:

Devre Mülkler: Standart apartman giderlerine ek olarak, “daire içlerindeki kullanılan alet ve edavatının da tedarik temin tamir değiştirme gibi giderler bütçe hazırlanırken hesaba katılmak zorundadır” (İstanbul BAM 13. HD, E. 2023/2261, K. 2023/2103).

Alışveriş Merkezleri (AVM): Danıştay kararında atıf yapılan yönetmelik uyarınca, “elektrik, su, ısınma, yenileme niteliğinde olmayan bakım-onarım, güvenlik ve temizlik” gibi giderler ortak gider sayılmakta ve özel bir paylaşım usulü öngörülmektedir (Danıştay 10. Daire, E. 2016/2036, K. 2020/3052).

Kooperatifler ve Siteler: Bu yapılarda aidatlar, genellikle güvenlik, peyzaj, sosyal tesis işletmesi gibi daha kapsamlı hizmetleri karşılamak üzere toplanmaktadır (Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesi, E. 2021/659, K. 2023/83).

5. Giderlere Katılımda Adalet ve Faydalanma İlkesi 

Yargıtay, kat malikinin ortak yer ve tesislerden faydalanmaya ihtiyacı olmadığını ileri sürerek giderlere katılmaktan kaçınamayacağını (KMK m.20/c) belirtmekle birlikte, bazı durumlarda adalet ve faydalanma ilkesini gözetmektedir.

Yapısal Olarak Faydalanma İmkânı Olmaması: Bir Yargıtay kararında, projesinde kalorifer tesisatı bulunmayan bir bağımsız bölüm malikinin, “ortak giderler içindeki ısıtma giderlerine katılmakla yükümlü tutulamayacağı” belirtilmiştir (Yargıtay 18. HD, E. 2015/5293, K. 2016/49).

Hizmetin Fiilen Alınmaması: Bir ilk derece mahkemesi, kooperatifin güvenlik ve su-kanalizasyon hizmeti verdiğini iddia etmesine rağmen, bu hizmetlerin fiilen belediye tarafından sağlandığını tespit ederek davalının bu giderlerden sorumlu olmadığına karar vermiştir (Ankara 6. Asliye Ticaret Mahkemesi, E. 2022/719, K. 2024/561).

Farklı Yararlanma Durumu: Yargıtay, farklı büyüklükteki işyerlerinden aynı aidatın alınmasının eşitlik ilkesine aykırılık oluşturup oluşturmadığının ve “genel giderler kapsamındaki hizmetlerden üyelerin eşit olarak yararlanıp yararlanmadıkları” hususunun araştırılması gerektiğini vurgulamıştır (Yargıtay 23. HD, E. 2011/3900, K. 2011/2715).

Sonuç

İncelenen yargı kararları ışığında “aidat” kavramının, Kat Mülkiyeti Kanunu’nun 20. maddesinde ana hatları çizilen, anataşınmazın korunması, bakımı ve yönetimi için gerekli olan tüm harcamaları kapsayan geniş bir kavram olduğu anlaşılmaktadır. Aidatın içeriği; personel maaşları, ortak alanların bakım-onarım ve temizlik giderleri, elektrik, su, ısınma gibi tüketim harcamaları, sigorta primleri ve yönetici aylığı gibi çok çeşitli kalemlerden oluşmaktadır.

Bununla birlikte, aidatın kesin kapsamı ve kat malikleri arasındaki paylaşım oranı; her anataşınmazın kendi özelindeki yönetim planı ve kat malikleri genel kurulunda alınan kararlarla somutlaşmaktadır. Yargı kararları, kanun ve yönetim planı hükümlerinin yanı sıra, mülkün niteliği (konut, iş yeri, devre mülk vb.) ile kat maliklerinin sunulan hizmetlerden fiilen ve yapısal olarak faydalanma durumunu da dikkate alarak adil bir sonuca ulaşmayı hedeflemektedir. Bu nedenle, bir uyuşmazlık durumunda aidata nelerin dahil olduğunun tespiti için öncelikle yönetim planı ve ilgili genel kurul kararlarının incelenmesi zorunludur. Bir yazı önerisi.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Aidat uyuşmazlıkları, Kat Mülkiyeti Kanunu’ndan doğan teknik düzenlemeler, yönetim planı hükümleri ve yargı kararlarının farklı yorumları nedeniyle oldukça karmaşık bir hale gelebilmektedir. Özellikle ortak giderlere katılım, aidatın kapsamı, arsa payı oranları ve kat maliklerinin yükümlülükleri konularında sıkça dava konusu olan uyuşmazlıklar yaşanmaktadır.

Bu noktada Tuzla avukat desteği almak, hak kayıplarının önlenmesi ve uyuşmazlıkların doğru şekilde yönetilmesi açısından büyük önem taşır. Alanında uzman bir avukat:

Kat Mülkiyeti Kanunu ve ilgili mevzuat kapsamında aidatın kapsamını belirler,

Yönetim planı ve genel kurul kararlarını inceleyerek kat maliklerinin yükümlülüklerini netleştirir,

Haksız aidat taleplerine karşı itiraz ve dava süreçlerini yürütür,

Uyuşmazlıkların çözümünde müzakere ve arabuluculuk yollarını kullanarak hızlı sonuç alınmasına katkı sağlar.

Özellikle İstanbul’un Bu nedenle İstanbul, Tuzla, Pendi, Kartal, Maltepe, Gebze, Aydınlı, Orhanlı, Tepeören, Darıca, Bayramoğlu veya Çayırova gibi bölgelerde site ve apartman yaşamı yoğun olduğundan, aidat ve ortak gider kaynaklı uyuşmazlıklar daha sık görülmektedir. Bu nedenle deneyimli bir Tuzla avukat ile çalışmak, hem haklarınızı korumak hem de adil bir çözüme ulaşmak için kritik rol oynar.

Read More

10 yıl kesintisiz çalıştıktan sonra kendi isteğiyle istifa eden işçi kıdem tazminatı alabilir mi?

Giriş

Bu çalışma bir işçinin aynı işyerinde 10 yıl kesintisiz çalıştıktan sonra kendi isteğiyle işten ayrılması (istifa) durumunda kıdem tazminatına hak kazanıp kazanamayacağı sorusunu, sunulan Yargıtay ve ilk derece mahkemesi kararları ışığında analiz etmektedir. Analiz, genel kuralı, bu kuralın istisnalarını ve Yargıtay’ın farklı durumlardaki yaklaşımını ortaya koymaktadır.

A. Genel Kural: İstifa Halinde Kıdem Tazminatı Talep Edilememesi

Yargı kararlarında istikrarlı bir şekilde vurgulanan temel ilke, işçinin kendi isteğiyle ve herhangi bir haklı nedene dayanmaksızın işten ayrılmasının kıdem tazminatına hak kazandırmadığıdır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun bu konudaki yaklaşımı nettir:

“1475 sayılı İş Kanunu’nun “Kıdem Tazminatı” başlıklı 14. maddesinde kıdem tazminatına hak kazandıran nedenler sınırlı olarak sayılmış olup istifa, kıdem tazminatına hak kazandıran iş sözleşmesinin sona erme nedenleri arasında yer almamaktadır.” (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 2021/391 E., 2022/1134 K.)

Bu kural, işçinin hizmet süresinin uzunluğundan etkilenmemektedir. 10 yıl veya daha uzun süre çalışmış olmak, tek başına bu kuralı değiştirmemektedir. Nitekim birçok kararda, başka bir işe girmek gibi kişisel nedenlerle istifa eden işçinin kıdem tazminatı talebinin reddedilmesi gerektiği belirtilmiştir (Yargıtay 9. HD, 2017/17877 E., 2020/13716 K.; Yargıtay 22. HD, 2017/28051 E., 2020/4027 K.).

B. Kıdem Tazminatına Hak Kazandıran İstisnai Haller

Genel kural bu olmakla birlikte, Yargıtay kararları “istifa” olarak görünen bazı durumlarda işçinin kıdem tazminatına hak kazanabileceğini kabul etmektedir.

1. Yaş Dışındaki Emeklilik Şartlarının Sağlanması Nedeniyle Fesih: En sık karşılaşılan ve en önemli istisna budur. 1475 sayılı İş Kanunu’nun 14. maddesinin 1. fıkrasının 5 numaralı bendi uyarınca, yaş dışındaki emeklilik koşullarını (sigortalılık süresi ve prim ödeme gün sayısı) tamamlayan işçi, Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan alacağı “kıdem tazminatı alabilir” yazısını işverene ibraz ederek iş sözleşmesini feshettiğinde kıdem tazminatına hak kazanır. “sigortalılık süresini ve pirim ödeme gün sayısını tamamlayan işçi, yaş koşulu sebebiyle emeklilik hakkını kazanamamış olsa da, anılan bent gerekçe gösterilmek suretiyle işyerinden ayrılabilecek ve kıdem tazminatına hak kazanabilecektir.” (Yargıtay 22. HD, 2012/27605 E., 2013/24750 K.)

Bu durumda, işçinin 10 yıllık çalışma süresi, kanunda aranan sigortalılık süresi (genellikle 15 yıl) ve prim gün sayısı (genellikle 3600 gün) şartlarını sağlamasına katkıda bulunur. Yargıtay, bu haktan yararlanan işçinin kısa süre sonra başka bir işyerinde çalışmaya başlamasının hakkın kötüye kullanımı olarak değerlendirilemeyeceğini ve kıdem tazminatı hakkını ortadan kaldırmayacağını da belirtmektedir (Yargıtay 9. HD, 2016/8813 E., 2019/20244 K.).

2. Feshin Haklı Bir Nedene Dayanması: İşçi istifa dilekçesi sunmuş olsa dahi, eğer işten ayrılmasının altında ücretlerinin zamanında ödenmemesi, sigorta primlerinin eksik yatırılması, mobbing gibi haklı bir neden yatıyorsa, bu durum istifa değil, “haklı nedenle fesih” olarak kabul edilir ve işçi kıdem tazminatına hak kazanır. Ancak bu durumda ispat yükü işçiye aittir.

“Ayrıca, davacı istifa etmiş olsa bile, eğer haklı sebeple iş sözleşmesini feshederse kıdem tazminatına hak kazanır.” (Yargıtay 7. HD, 2013/14468 E., 2013/21161 K.)

3. İstifa İradesinin Sakatlanması (İrade Fesadı): İstifa dilekçesi işçinin gerçek iradesini yansıtmıyorsa, yani işveren tarafından baskı altında veya aldatılarak imzalatılmışsa, bu dilekçe geçersizdir. Yargıtay, bu tür durumlarda iş akdinin işveren tarafından haksız olarak feshedildiğini kabul ederek işçiyi kıdem tazminatına hak kazandırmaktadır.

“…bu şekilde alınan istifa dilekçesinin geçersiz olduğunun, davacının kıdem ve ihbar tazminatına hak kazandığının kabulü gerekirken reddine karar verilmiş olması hatalı olup, bu husus bozma nedeni olarak değerlendirilmiştir.” (Yargıtay 7. HD, 2013/24800 E., 2014/6372 K.)

C. “Hayatın Olağan Akışına Aykırılık” Argümanının Yeri 

Bazı kararlarda, uzun yıllar çalışmış bir işçinin hiçbir neden yokken kıdem tazminatı gibi önemli bir hakkından vazgeçerek istifa etmesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğu ve feshin altında başka bir neden aranması gerektiği belirtilmektedir. Ancak Yargıtay, bu argümanı tek başına yeterli görmemekte, işçinin haklı bir neden veya irade fesadını somut delillerle ispatlamasını aramaktadır. Aksi takdirde, açık bir istifa dilekçesi varsa, kıdem tazminatı talebinin reddedilmesi gerektiği yönünde kararlar vermektedir (Yargıtay 9. HD, 2016/20941 E., 2020/8855 K.).

Sonuç

İncelenen yargı kararları bütünüyle değerlendirildiğinde, bir işçinin aynı işyerinde 10 yıl kesintisiz çalıştıktan sonra kendi isteğiyle istifa etmesi, kural olarak kıdem tazminatına hak kazanması için yeterli değildir. Kıdem tazminatı hakkı, hizmet süresinin uzunluğundan ziyade, iş sözleşmesinin sona erme şekline ve nedenine bağlıdır.

Ancak, işçinin istifası;

Yaş dışındaki emeklilik şartlarını (15 yıl sigortalılık ve 3600 prim günü gibi) tamamlayarak bu gerekçeyle yapılmışsa,

İş Kanunu’nda belirtilen haklı bir nedene dayanıyorsa ve bu durum ispatlanabiliyorsa,

İşverenin baskısı veya yanıltması sonucu iradesi dışında gerçekleşmişse,

kıdem tazminatına hak kazanması mümkündür. Dolayısıyla, 10 yıllık çalışma süresi tek başına bir hak doğurmamakla birlikte, özellikle yaş dışındaki emeklilik şartlarının sağlanması gibi istisnai durumlarda önemli bir unsur olarak ortaya çıkmaktadır. Her somut olayın, istifanın ardındaki gerçek neden ve koşullar dikkate alınarak ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekmektedir. Bir yazı önerisi.

Neden Uzman Avukat Desteği Gerekli?

Kıdem tazminatı ve istifa süreçleri, özellikle 10 yıl ve üzeri çalışma sürelerinde işçi ve işveren arasında en sık tartışılan konuların başında gelmektedir. Ancak görüldüğü üzere, kıdem tazminatına hak kazanılıp kazanılamayacağı tamamen fesih nedenine, işçinin ispat gücüne ve Yargıtay içtihatlarına bağlıdır.

Bu nedenle, yanlış veya eksik adımlar atılması, işçinin hak kaybına uğramasına ya da işverenin gereksiz tazminat yüküyle karşılaşmasına yol açabilir. İşte bu noktada bir uzman avukat ile hareket etmek büyük önem taşır.

İstanbul’da, özellikle Tuzla, Pendik, Kartal, Maltepe, Tepeören ve Gebze gibi bölgelerde iş hukuku uyuşmazlıkları sıkça yaşanmakta olup, bu bölgelerde hizmet veren deneyimli bir iş hukuku avukatı, sürecin doğru şekilde yürütülmesine katkı sağlar.

İstifa dilekçesinin geçerliliği,

Haklı nedenle fesih iddialarının ispatı,

Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan alınacak yazıların işleme alınması,

Dava açılması halinde mahkemeye sunulacak delillerin hazırlanması gibi adımlar profesyonel destek gerektiren süreçlerdir.

Read More

Gemi Adamının Ülkesine Geri Gönderilme (Repatriation) Hakkı, Koşulları ve Masrafların Karşılanması

Giriş

Bu çalışma, gemi adamının ülkesine geri gönderilme (repatriation) hakkının hukuki dayanaklarını, bu hakkın doğduğu durumları ve masrafların kim tarafından karşılanacağını, sunulan literatür analiz yanıtları çerçevesinde incelemektedir. Analiz, hem ulusal mevzuat olan Deniz İş Kanunu (DİşK) hem de Türkiye’nin taraf olduğu Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) sözleşmeleri ve özellikle 2006 Denizcilik Çalışma Sözleşmesi (MLC 2006) perspektifinden yapılacaktır. Çalışma, masrafların sorumluluk sıralamasını, kapsamını ve işverenin bu masrafları gemi adamından geri isteyebileceği istisnai halleri detaylandırmaktadır.

Ana Bulgular

Repatriation Hakkı: Gemi adamının ülkesine geri gönderilme hakkı, hem Deniz İş Kanunu’nda hem de uluslararası sözleşmelerde güvence altına alınmış temel bir haktır. Bu hak, gemi adamlarının yabancı ülkelerde yardıma muhtaç duruma düşmelerini engellemeyi amaçlamaktadır.

Masrafların Sorumlusu: Yurda iade masraflarının karşılanmasında asli sorumlu, ulusal mevzuatta “işveren veya işveren vekili”, uluslararası sözleşmelerde ise “gemi maliki” (donatan) olarak belirlenmiştir.

Sorumluluk Hiyerarşisi: İşveren veya gemi malikinin yükümlülüğünü yerine getirmemesi durumunda, uluslararası sözleşmeler çok katmanlı bir güvence mekanizması öngörmektedir. Sorumluluk sırasıyla; geminin bayrağını taşıdığı devlet, gemi adamının iade edileceği liman devleti veya vatandaşı olduğu devlet ve son olarak MLC 2006 kapsamında kurulan “mali güvence sistemi”ne aittir.

Masrafların Kapsamı: DİşK’e göre masraflar “durumuna uygun yol, iaşe ve sair zarurî masrafları” kapsar. Uluslararası sözleşmelerde ise bu kalemler daha detaylıdır ve ulaşım, yiyecek, konaklama, hareket gününe kadar olan geçim masrafları ve gerekli tıbbi bakım masraflarını da içerebilir.

Masrafların Geri İstenmesi (Rücu): Genel kural, masrafların hiçbir surette gemi adamına yüklenememesidir. Ancak hem ulusal mevzuatta hem de uluslararası sözleşmelerde istisnai durumlarda işverenin/gemi malikinin yaptığı masrafları gemi adamından talep etme (rücu) hakkı tanınmıştır. Bu durum, genellikle gemi adamının “çalışma ilişkisinden kaynaklanan yükümlülüklerini ciddi olarak yerine getirmemesi” veya DİşK’te belirtilen belirli fesih hallerinde gündeme gelir.

1. Gemi Adamının Yurda İade Hakkının Doğduğu Haller

Gemi adamının yurda iade hakkı, belirli koşulların gerçekleşmesiyle ortaya çıkar. Literatürde bu durumlar şöyle özetlenmektedir:

İş Sözleşmesinin Feshi: “DİşK m. 21 gereğince yurt dışında sefer sırasında iş sözleşmesinin DİşK m. 14’e göre bildirimsiz feshi halinde, sözleşmede aksi kararlaştırılmamışsa, işveren veya işveren vekili gemi çalışanını geminin bağlama limanına iade etmek zorundadır.”

Hastalık veya Engellilik: “Gemi adamının herhangi bir sebeple sürekli olarak gemide çalışmasına engel bir hastalığa yakalanması veya engelli hâle gelmesi durumunda taraflardan birinin iş sözleşmesini feshetmesi sonrası gemi adamının yurda iade hakkı gündeme gelecektir.” Bu durumda işveren, yaptığı masrafları gemi adamından talep edemez.

Geminin Seferden Kaldırılması: “Geminin herhangi bir sebeple otuz günden fazla bir süre seferden kaldırılması” durumunda da iş sözleşmesinin feshiyle birlikte yurda iade hakkı doğar ve masraflar işverene aittir.

Hastalık veya Yaralanma (Uluslararası Sözleşmeler): “Gemi Adamlarının Hastalanması, Yaralanması veya Ölümü Halinde Armatörün Sorumluluğuna İlişkin Sözleşme’nin 6. maddesinde gemi malikinin, yolculuk sırasında hastalık ya da yaralanma sonucu karaya çıkan her hasta ya da yaralının yurda iade masrafını karşılamakla yükümlü olduğu düzenlenmiştir.” Bu sözleşmeye göre, gemi adamının kusuru olup olmadığına bakılmaksızın gemi maliki sorumludur.

2. Masrafların Karşılanması ve Sorumluluk Mekanizması

Yurda iade hakkının en önemli unsuru, masrafların kim tarafından ve nasıl karşılanacağıdır.

Asli Sorumlu: İşveren/Gemi Maliki Deniz İş Kanunu’na göre asli sorumlu işveren veya vekilidir: “Deniz İş Kanunu’na göre gemi adamının yurda iade hakkını kazandığı durumda işveren veya işveren vekili, aynı zamanda iadeye ilişkin ve durumuna uygun yol, iaşe ve diğer zarurî masraflarını da karşılamakla yükümlüdür.” Uluslararası sözleşmelerde bu sorumluluk “gemi maliki”ne yüklenmiştir.

İkincil Sorumluluk ve Güvence Mekanizmaları Gemi malikinin yükümlülüğünü yerine getirmemesi ihtimaline karşı uluslararası hukuk katmanlı bir koruma sağlamıştır. Bu durum “sıralı sorumluluk rejimi” olarak adlandırılır:”Donatan bu sorumluluğu yerine getirmez ise geminin kayıtlı olduğu ülke, geminin kayıtlı olduğu ülke bu sorumluluğu yerine getirmez ise yurda iade edilirken ayrılacağı ülke ya da vatandaşı olduğu ülke yurda iade masraflarını karşılamak ve yurda iade için gerekli işlemleri yapmakla yükümlü kılınmıştır.”Bu mekanizma, gemi adamının yabancı bir limanda terk edilmesini önlemeyi hedefler. Masrafları karşılayan devlet, bu bedeli geminin kayıtlı olduğu devlete, o devlet de gemi malikine rücu edebilir.

Mali Güvence Sistemi (MLC 2006 Değişikliği) 2014 yılında MLC 2006’ya eklenen mali güvence sistemi, bu korumayı daha da güçlendirmiştir:”…gemi maliki tarafından yurda iade yükümlülüğünün yerine getirilmemesi durumunda artık mali güvence sistemi devreye girecek ve zorunlu mali güvenceyi temin eden kuruluş gemi adamının yurda iadesini gerçekleştirecektir. Bu hüküm ile kural olarak malikten sonra mali güvenceyi veren kuruluşa başvurulmasının yolu açılmıştır.”

Konsolosun Rolü İşverenin yükümlülüğünü yerine getirmediği durumlarda konsolosluklar devreye girer: “İşverenin yurda iade etmediği gemi adamının yurda iadesini sağlamakla da görevlidir. Gemi adamının yurda iade masraflarının konsolosluk tarafından ödenmesi hâlinde, Devlet’in bu masrafları işverene rücu etme hakkı bulunmaktadır.”

3. Masrafların Gemi Adamından Geri İstenebildiği İstisnai Haller

Genel kural masrafların gemi adamına yüklenemeyeceği yönünde olsa da, belirli durumlarda işveren/gemi maliki yaptığı masrafları geri talep edebilir.

Uluslararası Sözleşmelere Göre: Rücu hakkı, gemi adamının yükümlülüklerini “ciddi olarak yerine getirmemesi” durumunda doğar. “Standart A2.5.1 f.3’e göre gemi adamının yükümlülüklerini yerine getirmede ciddi ihlâllerinin tespiti hâlinde gemi maliki, yurda iadeye ilişkin olarak yaptığı masrafları gemi adamından talep edebilecektir. Bunun dışında yurda iade masrafları, hiçbir durumda gemi adamına yüklenemeyecektir.”

Deniz İş Kanunu’na Göre (Eleştirilen Hükümler): DİşK, işverenin rücu hakkını daha geniş yorumlanabilecek şekilde düzenlemiştir.”DİşK m. 21/2 hükmüne göre, DİşK m. 14/I gereğince ve DİşK m. 14/Iı. a ve b hükümlerine göre feshedilmesi halinde işveren yurda iade için yaptığı masrafları gemi çalışanından isteyebilecektir.”Bu düzenleme, özellikle gemi adamının haklı nedenle (örneğin ücretinin ödenmemesi) sözleşmeyi feshettiği durumlarda dahi işverene rücu hakkı tanıması nedeniyle öğretide eleştirilmektedir. Ayrıca, gemi adamının kusuru olmaksızın tutuklanması gibi durumlarda dahi masrafların kendisinden talep edilebilmesi hakkaniyete aykırı bulunmaktadır.

4. Yükümlülüğün İhlalinin Yaptırımı

İşverenin yurda iade yükümlülüğünü yerine getirmemesi, DİşK kapsamında bir yaptırıma bağlanmıştır: “Deniz İş Kanunu’nun 24. maddesi… işveren veya işveren vekilinin 21 ve 23. maddelerde belirtilen zorunluğa uymaması hâlinde gemi adamı, yurda dönmek için yaptığı durumuna uygun yol, iaşe ve sair masrafları ve ayrıca 15 günlük ücreti tutarında bir tazminatı işveren veya işveren vekilinden talep edebilir.”

Sonuç

Gemi adamının yurda iade (repatriation) hakkı, deniz iş hukukunun temel güvencelerinden biridir. Asli sorumluluk işveren veya gemi malikine ait olup, masraflar yol, iaşe ve diğer zorunlu giderleri kapsar. Uluslararası sözleşmeler, işverenin bu yükümlülüğünü ihlal etmesi durumunda gemi adamını korumak için bayrak devleti, liman devleti ve mali güvence sistemini içeren çok katmanlı bir sorumluluk mekanizması oluşturmuştur.

Türk hukukunda Deniz İş Kanunu bu hakkı düzenlemekle birlikte, işverenin yaptığı masrafları gemi adamından geri isteyebileceği hallere ilişkin hükümleri, uluslararası sözleşmelerin koruyucu ruhuyla tam olarak örtüşmediği ve hakkaniyete aykırı sonuçlar doğurabileceği yönünde eleştirilmektedir. Ayrıca, literatürde belirtildiği üzere, işverenin yükümlülüğünü yerine getirmemesi halinde Türk yetkili makamlarının doğrudan sorumlu tutulacağına dair bir düzenlemenin eksikliği, ILO Uzmanlar Komitesi tarafından da dile getirilmiş bir husustur. Bu durum, ulusal mevzuat ile uluslararası standartlar arasında uyum sağlanması gerekliliğine işaret etmektedir. Bir yazı önerisi.

Neden Uzman Avukat Desteği Gerekli?

Gemi adamlarının yurda iade (repatriation) hakkı, hem Deniz İş Kanunu hem de uluslararası sözleşmelerle korunan temel bir güvencedir. Ancak uygulamada iş sözleşmesinin feshi, hastalık, geminin seferden kaldırılması veya kazalar gibi çok farklı senaryolar gündeme gelir. Bu süreçte masrafların kimin tarafından karşılanacağı, hangi istisnalarda işverenin rücu hakkı doğacağı ve uluslararası güvence mekanizmalarının nasıl işletileceği, hukuki bilgi ve tecrübe gerektirir.

Özellikle İstanbul limanları ve Tuzla bölgesinde faaliyet gösteren gemi adamları için, yanlış veya süresinde yapılmayan başvurular ciddi hak kayıplarına yol açabilir. İşverenin yükümlülüğünü yerine getirmemesi halinde devreye giren devlet sorumluluğu, mali güvence sistemi ve konsolosluk müdahaleleri gibi çok katmanlı süreçler, ancak deniz iş hukuku alanında uzman bir avukat tarafından doğru şekilde yönetilebilir.

Bu nedenle, gerek gemi adamlarının haklarını korumak gerekse işverenlerin olası uyuşmazlık ve tazminat risklerini önlemek için, Tuzla tersaneleri ve İstanbul’daki diğer limanlarda yaşanabilecek her türlü repatriation sürecinde profesyonel avukat desteği kritik önem taşımaktadır.

Read More

Gemi Adamı Çalışma Saatleri ve Dinlenme Süresi Üzerindeki Haklar Nelerdir?

Giriş

Bu çalışma, gemi adamlarının çalışma saatleri, dinlenme süreleri, fazla mesai hakları ve bu konudaki özel durumları, mevcut literatür ve yasal düzenlemeler çerçevesinde analiz etmektedir. Denizde yapılan işin kendine özgü koşulları, kara iş hukukundan farklı düzenlemeleri zorunlu kılmıştır. Bu bağlamda, 854 sayılı Deniz İş Kanunu (DİK), Gemi Adamları ve Kılavuz Kaptanlar Yönetmeliği (GKKYön) ve Türkiye’nin taraf olduğu 2006 Denizcilik Çalışma Sözleşmesi (MLC 2006) gibi uluslararası metinler temel referans kaynaklarıdır. Çalışma, bu kaynaklar arasındaki ilişkiyi, hukuki boşlukları ve Yargıtay’ın uygulamalarını ele almaktadır.

1. Normal Çalışma Süreleri

Literatür, gemi adamları için normal çalışma sürelerinin hem ulusal hem de uluslararası mevzuatta benzer şekilde düzenlendiğini ortaya koymaktadır.

Ulusal Düzenleme: 854 sayılı Deniz İş Kanunu’nun 26. maddesi temel normu oluşturmaktadır. Bu maddeye göre, “genel bakımdan iş süresi, günde sekiz ve haftada kırk sekiz saat olup, bu süre haftanın iş günlerine eşit olarak bölünmek suretiyle uygulanır”. Bu süreler, gece veya gündüz çalışması ayrımı yapılmaksızın geçerlidir.

Uluslararası Uyum: Bu düzenleme, MLC 2006 gibi temel uluslararası sözleşmelerle paralellik göstermektedir. “Hem Deniz İş Kanunu’nun 26. maddesinde hem de Mlc-2006’nın A2.3 / f. 3 ile B2.2.2 / f. 1 ve f. 2 hükümlerinde gemi çalışanları için normal çalışma süreleri haftanın 6 günü için, günde 8 saat ve haftada 48 saat olarak belirlenmiştir” diyerek bu uyumu teyit etmektedir. Çalışma süresi, “gemi adamının iş başında çalıştığı ve vardiya tuttuğu süre” olarak tanımlanmakta, gemide geçirilen her sürenin çalışma süresi sayılmadığı vurgulanmaktadır.

2. Azami Çalışma Süreleri ve Asgari Dinlenme Süreleri

Deniz İş Kanunu’nda normal çalışma süreleri düzenlenmiş olmasına rağmen, azami çalışma sürelerine ilişkin bir sınır getirilmemiştir. Bu hukuki boşluk, uluslararası sözleşmeler ve Yargıtay içtihatları ile doldurulmaktadır.

Uluslararası Standartlar: MLC 2006 ve ilgili Avrupa Birliği Direktifleri, gemi adamlarını aşırı çalışmaya karşı korumak için net sınırlar çizmektedir. Bu standartlara göre:

Azami çalışma süresi, 24 saatlik periyotta 14 saati, 7 günlük periyotta ise 72 saati aşamayacaktır.

Asgari dinlenme süresi, “24 saatlik periyotta 10 saatten, 7 günlük periyotta ise 77 saatten az olamayacaktır.

Dinlenme Sürelerinin Bölünmesi: Dinlenme sürelerinin esnek kullanımı da kurallara bağlanmıştır. Günlük 10 saatlik dinlenme süresi, “bir tanesi 6 saatten az olmamak üzere en fazla ikiye bölünebileceği ve iki dinlenme arasındaki sürenin 14 saati aşamayacağı hükmüne yer verilmiştir.

Yargıtay’ın Yaklaşımı: Yargıtay, DİK’teki boşluğu doldurmak amacıyla bu uluslararası normları ilkesel olarak kabul etmektedir. Gerek doktrin gerekse Yargıtay tarafından bu hâlde, Türkiye tarafından usulüne uygun olarak kabul edilmiş olan Gemi Adamlarının Çalışma Saatleri Ve Gemilerin Gemi Adamları İle Donatılması Hakkındaki Sözleşme ile 1999/63/Ec sayılı Avrupa Birliği Direktifi’nin 5. maddesinin dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir.

3. Fazla Çalışma (Fazla Saatlerde Çalışma)

Tanım ve Koşullar: DİK m. 28/1 uyarınca, tespit edilmiş bulunan iş sürelerinin aşılması suretiyle yapılan çalışmalar, fazla saatlerde çalışma sayılır. Haftalık 48 saat aşılmasa bile günlük 8 saati aşan çalışmalar da fazla çalışma olarak kabul edilir. Önemli bir fark olarak, genel İş Kanunu’nun aksine, fazla çalışma için gemi adamının onay vermesine de gerek yoktur.

Ücretlendirme: DİK m. 28/2’ye göre fazla çalışma ücreti, “normal çalışma ücretinin saat başına düşen miktarının yüzde yirmi beş arttırılması suretiyle bulunacak miktardan az olamaz. Ancak toplu veya bireysel iş sözleşmeleriyle bu oranın artırılabilir ve Türk Borçlar Kanunu’nun genel hükmü (TBK m. 402/1) dikkate alınarak ücretin “en az yüzde elli” zamlı olarak hesaplanması isabetli olur.

Süre Sınırı Sorunu: DİK’te fazla çalışma için yıllık veya günlük bir üst sınır bulunmamaktadır. Bu durum, “fazla çalışma konusunda önemli bir kanun boşluğuna yol açmaktadır. Yargıtay, bu boşluğu yine uluslararası sözleşmelerde belirtilen azami çalışma sürelerini (günlük 14, haftalık 72 saat) esas alarak doldurma eğilimindedir.

4. Fazla Çalışma Sayılmayan Haller ve Zorunlu Görevler

Bazı zorunlu ve acil durumlar, normal çalışma sürelerini aşsa dahi fazla çalışma olarak nitelendirilmez ve ek ücrete tabi olmaz.

“Geminin, gemide bulunan kişilerin veya gemideki yükün selameti için kaptanın yapılmasını zaruri gördüğü işler için yapılan çalışmalar fazla çalışma sayılmaz.”

Ayrıca, “gümrük, karantina ve sair sıhhi formaliteler dolayısıyla yerine getirilmesinde zorunluluk bulunan ilave işler ile gemi seyir halinde veya limanda iken gemide yaptırılan yangın, denizde çatışma, denizden adam kurtarma vb. talimler halinde yapılan çalışmaların ise fazla çalışma sayılmayacağı düzenlenmiştir.”

Bu çalışmaların normal çalışma süresinden sayılıp sayılmayacağı konusunda ise doktrinde farklı görüşler bulunmaktadır.

5. Vardiya Düzeni ve Özel Durumlar

Denizcilik sektörünün doğası gereği vardiyalı çalışma esastır. DİK, işverenin vardiya çizelgelerini ilan etmesini zorunlu kılsa da vardiya sürelerine ilişkin detaylı bir düzenleme içermemektedir. Ancak GKKYön, vardiya tutan gemi adamları için dinlenme sürelerine ilişkin özel kurallar getirmiştir.

Genç Gemi Adamları: 18 yaşın altındaki gemi adamları için özel koruyucu hükümler mevcuttur. “18 yaşın altındaki gemi adamları gece vardiya tutamaz. MLC 2006’daki yönergeler ise bu kişilerin çalışma sürelerinin günde 8, haftada 40 saati aşmamasını tavsiye etmektedir.

Diğer Personel: Aşçılar gibi bazı personel için geminin yolcu gemisi olup olmamasına, limanda veya denizde bulunmasına göre farklılaşan çalışma süresi rejimleri öngörülmüştür.

6. Hukuki Tartışmalar ve Normlar Hiyerarşisi

Literatürde, DİK ile GKKYön arasında bir çelişki olduğuna dikkat çekilmektedir. Kanunda günlük iş süresinin 8 saatten fazla olamayacağı düzenlense de yönetmelik hükümlerine göre bunun üzerinde çalışma yapılabilmesi mümkün hale gelmiştir. Bu durum hiç şüphesiz normlar hiyerarşisine aykırılık taşımaktadır. Yönetmeliğin dinlenme sürelerini düzenlerken dolaylı olarak günlük 14 saate kadar çalışmaya izin vermesi, kanunun amir hükmüyle çelişmektedir.

Sonuç

Gemi adamlarının çalışma ve dinlenme sürelerine ilişkin hakları, çok katmanlı bir hukuki yapı tarafından düzenlenmektedir. 854 sayılı Deniz İş Kanunu, normal çalışma sürelerini günde 8, haftada 48 saat olarak belirleyerek temel çerçeveyi çizmektedir. Ancak kanundaki azami çalışma süreleri ve fazla mesai sınırları gibi önemli boşluklar, başta MLC 2006 olmak üzere uluslararası sözleşmeler ve bu sözleşmeleri referans alan Yargıtay içtihatları ile doldurulmaktadır. Buna göre, bir gemi adamının çalışması fiiliyatta günlük 14 ve haftalık 72 saati, dinlenmesi ise günlük 10 ve haftalık 77 saatin altına düşemez. Gemi, yük ve can güvenliğine ilişkin zorunlu görevler fazla mesai sayılmazken, gemi adamının fazla mesai için rızasının aranmaması önemli bir ayrımdır. Yönetmelik hükümleri ile kanun arasındaki normlar hiyerarşisine aykırılık teşkil eden durumlar ise uygulamada hukuki belirsizliklere yol açabilmektedir. Bu nedenle, bir gemi adamının haklarının tam olarak tespiti için ulusal mevzuatın yanı sıra uluslararası standartlar ve güncel yargı kararlarının birlikte değerlendirilmesi zorunludur. Bir yazı önerisi.

Neden Uzman Avukat Desteği Gerekli?

Gemi adamlarının çalışma ve dinlenme süreleri, fazla mesai hakları ve vardiya düzenleri hem ulusal hem de uluslararası düzenlemelere tabidir. Ancak 854 sayılı Deniz İş Kanunu ile yönetmelikler arasındaki çelişkiler, uluslararası sözleşmelerin doğrudan uygulanabilirliği ve Yargıtay’ın farklı içtihatları uygulamada ciddi belirsizlikler yaratmaktadır. Bu nedenle, hak kaybı yaşamamak ve doğru bir hukuki değerlendirme yapmak için uzman avukat desteği büyük önem taşır.

Özellikle denizcilik sektöründe yoğun faaliyet gösteren Tuzla, Pendik, Gebze ve İstanbul bölgesinde çalışan gemi adamları, işverenle yaşadıkları uyuşmazlıklarda profesyonel hukuki yardım almadıklarında haklarını tam anlamıyla kullanamayabilmektedir. Fazla mesai alacaklarının hesaplanması, dinlenme sürelerinin ihlali, zorunlu görevlerin kapsamı ve normlar hiyerarşisine aykırı durumların tespiti gibi teknik konular ancak bu alanda deneyimli bir avukat aracılığıyla etkin şekilde çözülebilir.

Dolayısıyla, gemi adamlarının iş ve sosyal haklarının korunması için, ulusal ve uluslararası normların birlikte değerlendirileceği her durumda uzman bir avukatla hareket etmek en güvenilir yoldur.

Read More

Soruşturmanın cezasızlıkla sonuçlanması, ifade özgürlüğü hakkının ihlalini engeller mi?

AİHM’e göre Yaptığı bir açıklama nedeniyle kişi hakkında başlatılan soruşturmanın cezasızlıkla sonuçlanması, ifade özgürlüğü hakkının ihlalini engellemez. Çünkü gelecekte benzer bir soruşturmaya uğrama korkusu, kişi üzerinde düşüncelerini açıklama konusunda caydırıcı etki yapar.

İfade özgürlüğüne yönelik adli veya idari soruşturma başlatma ya da başka bir tedbir uygulama şeklinde gerçekleşen bir müdahalenin usul veya esastan ya da fiili durumdan kaynaklanan bir sebepten dolayı takipszilik veya beraat gibi bir kararla cezasızlıkla sonlandırılmış olması, tek başına AİHS’in 10. maddesinin ihlaline engel olmaz. Çünkü doğrudan bir etki doğurmayan, ancak ifade özgürlüğünü kullanan kişi üzerinde gelecekte bir soruşturmaya uğrama, başka bir tedbir veya yaptırıma maruz kalma tehdidi oluşturan ve bu nedenle kişinin davranışlarını ileriye dönük değiştirici veya sınırlayıcı etki doğuran her türlü soruşturma/tedbir müdahale olarak kabul edilmektedir. Zira gelecekte aynı veya benzeri bir müdahalenin yeniden başlatılması ihtimalinin bulunması bile tek başına kişi üzerinde caydırıcı etki (chilling effect) yapar.

Bu nitelikte bir korku veya kaygı nedeniyle kişi bir daha aynı soruşturmaya, engelleyici tedbire veya başka bir yaptırıma maruz kalma riskine girmemek için kendi bilgi ve düşüncelerini ifade etme, yayma konusunda kendisini sınırlamaya veya değiştirmeye zorlayacağı açıktır. Dolayısıyla uygulanan adli/idari soruşturma veya tedbirin sonuçsuz kalması veya verilen cezanın kaldırılmış olması ifade özgürlüğüne yönelik müdahalenin olumsuz sonuçlarını ortadan kaldırmaya ve dahası ifade özgürlüğü hakkının ihlalini engellemeye yeterli olmaz. (Bkz.Altuğ Taner Akçam/Türkiye, 2011, pr.68; Aktan/Türkiye, pr.27-28;Döner ve Diğerleri/Türkiye, 2007, pr.86-89;Gülcü/Türkiye, 2016, pr.99) Kitap önerisi.

Neden Bireysel Başvuru Konusunda Uzman Avukat Desteği Gerekli?

İfade özgürlüğüne yönelik adli veya idari soruşturmaların cezasızlıkla sonuçlanması dahi AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) içtihadına göre ihlal sayılabilmektedir. Çünkü birey, gelecekte benzer bir soruşturmaya uğrama korkusu nedeniyle düşüncelerini açıklamaktan caydırılabilir. Bu nedenle hem AYM (Anayasa Mahkemesi) bireysel başvurularında hem de AİHM başvurularında sürecin uzman bir avukat tarafından takip edilmesi hayati önem taşır.

Bireysel başvuru süreci, başvuru süresinin kaçırılmaması, gerekçelerin hukuka uygun hazırlanması ve içtihatlara dayalı güçlü bir savunma yapılmasını gerektirir. Özellikle İstanbul’da bulunan ve hak ihlalleriyle karşılaşan kişiler için, AYM veya AİHM’e bireysel başvuru yaparken uzman avukat desteği almak hak kayıplarını önler ve başvurunun kabul edilme ihtimalini artırır.

Unutulmamalıdır ki, ifade özgürlüğü ihlalleri sadece verilen cezalarla değil, açılan soruşturmaların yarattığı “caydırıcı etki” (chilling effect) ile de ortaya çıkar. Bu nedenle bireysel başvurunun, alanında uzman bir avukat aracılığıyla yapılması, hem AYM hem de AİHM nezdinde en etkili şekilde hak arama sürecinin yürütülmesini sağlar.

Read More

Sınır Dışı Kararı Alınan Yabancılar Uluslararası Koruma Başvurusu Yapabilir Mi?

Giriş

Bu çalışma, uluslararası koruma başvuru hakkının kapsamı, özellikle geri gönderme merkezinde veya hakkında sınır dışı etme kararı alındıktan sonra bu hakkın kullanılıp kullanılamayacağı sorularını, sunulan literatür kaynakları temelinde analiz etmektedir. Çalışma, başvuru hakkının temelini, sınır dışı kararı ile ilişkisini, geri göndermeme ilkesinin rolünü ve başvuru sürecinin hukuki sonuçlarını incelemektedir.

1. Uluslararası Koruma Başvuru Hakkının Niteliği ve Kapsamı

Literatür, devletlerin egemenlik yetkilerinin uluslararası koruma talep etme hakkı ile sınırlandığını kabul etmektedir. Yabancının ülkeye yasal olmayan yollardan girmiş olması veya hakkında giriş yasağı bulunması, bu temel hakka erişimini engellemez. Devletlerin yabancının ülkesine girişini denetleme ve yabancıyı kabul etmeme üzerindeki egemenlik yetkisinin, sığınmacılar söz konusu olduğunda en azından sığınma talep etme hakkına erişebilmesi gerekliliği ile sınırlandırıldığı kabul edilmektedir. Hukukumuzda da Türkiye’ye girişine izin verilmeyecek kişilerden olan veya yasa dışı giren yabancıların uluslararası koruma başvurusu yapmaya hakları olduğu ve başvuru yapmaları halinde, başvurularına ilişkin değerlendirme sonuçlandırılana kadar ülkeden gönderilmeyecekleri düzenlenmiş ve uluslararası koruma başvurusu yapabilmeleri güvence altına alınmıştır.

Bu yaklaşım, 1951 Cenevre Sözleşmesi’nin ruhuna uygun olup, sığınma arayan kişinin her zaman yasal giriş şartlarını sağlayamayacağı gerçeğine dayanmaktadır. YUKK m. 8 de ülkeye yasal giriş şartlarının uluslararası koruma başvurusuna engel teşkil edecek şekilde uygulanamayacağını belirtir.

2. Sınır Dışı Kararı Varlığında veya Geri Gönderme Merkezinde Başvuru Yapılması

Hakkında sınır dışı etme kararı alınmış olması veya bu karar uyarınca geri gönderme merkezinde idari gözetim altında tutuluyor olmak, uluslararası koruma başvurusu yapma hakkını ortadan kaldırmaz. Hakkında sınır dışı etme kararı verilen yabancılar da uluslararası koruma başvurusunda bulunabilirler. Hakkında sınır dışı etme kararı verilip gerekli görüldüğü için idarî gözetim uygulamasına tâbi tutulanlar, bu süre zarfında uluslararası koruma başvurusunda bulunabilirler. Bir yabancının sığınma hakkının korunması, o yabancı hakkında alınan sınır dışı etme kararının dayandığı ülkesel egemenlik ilkesine kıyasla uygulama önceliğine sahip olmalıdır. Dolayısıyla, hakkında sınır dışı etme kararı alınsa dahi, bir yabancının uluslararası koruma başvurusunda bulunması engellenememelidir.

3. Başvuru Sürecinin Sınır Dışı İşlemine Etkisi ve Geri Göndermeme İlkesi

Uluslararası koruma başvurusunun yapılması, sınır dışı etme sürecinde kritik bir hukuki sonuç doğurur: Geri göndermeme ilkesi devreye girer. Bu ilke, YUKK m. 4’te temel bir ilke olarak düzenlenmiştir ve bir kişinin işkence, insanlık dışı veya onur kırıcı muameleye ya da zulme uğrayacağı bir yere gönderilmesini yasaklar. Bu ilkenin bir sonucu olarak, başvuru süreci sonuçlanana kadar yabancı sınır dışı edilemez.

Genel kural kapsamında yabancıların, sığınma işlemleri devam ederken sınır dışı gerekçesiyle idari gözetim altına alınması yasal değildir ve taleplerine ilişkin nihai karar verilene kadar sınır dışı edilemezler.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı da bu görüşü desteklemektedir.  S.D. v. Yunanistan ve R.U. v. Yunanistan kararlarında AİHM, sığınma başvurusu hakkında nihai bir karar alınana kadar sığınmacının sınır dışı edilemeyeceğini ve bu amaçla gözetim altında tutulmasının hukuki dayanaktan yoksun olduğunu tespit etmiştir.

4. Uluslararası Koruma Sürecinin Olumsuz Sonuçlanması

Uluslararası koruma başvurusunda bulunma hakkı mutlak olsa da, bu hakkın kullanımı kişiye süresiz bir kalış hakkı tanımaz. Başvuru sürecinin olumsuz sonuçlanması durumunda, sınır dışı etme prosedürü yeniden gündeme gelir. YUKK m. 54/1-i bendi bu durumu düzenlemektedir. “…uluslararası koruma başvurusu reddedilen, uluslararası korumadan hariçte tutulan, başvurusu kabul edilemez olarak değerlendirilen, başvurusunu geri çeken, başvurusu geri çekilmiş sayılan, uluslararası koruma statüleri sona eren veya iptal edilenler haklarında verilen son karardan sonra, YUKK’un diğer hükümlerine göre Türkiye’de kalma hakkı bulunmayanlar hakkında sınır dışı etme kararı alınmalıdır.” Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir detay, sınır dışı kararı için sadece başvurunun olumsuz sonuçlanmasının yeterli olmamasıdır. Yabancının ayrıca “YUKK’un diğer hükümlerine göre Türkiye’de kalma hakkının bulunmaması” (örneğin geçerli bir ikamet izni olmaması) gerekmektedir.

Sonuç

Sunulan literatür kaynakları ışığında, uluslararası koruma (mülteci statüsü/asylum) başvurusunda bulunma hakkının, yabancının ülkeye giriş şekline veya hakkında bir sınır dışı kararı bulunup bulunmadığına bakılmaksızın var olduğu sonucuna varılmaktadır. Geri gönderme merkezinde idari gözetim altındayken veya hakkında sınır dışı kararı verildikten sonra dahi bu hak kullanılabilir.

Başvuru yapılması, geri göndermeme ilkesi uyarınca, başvuruya ilişkin nihai karar verilene kadar sınır dışı işleminin fiilen ve hukuken durmasını sağlar. Ancak, uluslararası koruma başvuru süreci nihai olarak olumsuz sonuçlanırsa ve yabancının Türkiye’de kalmasını sağlayacak başka bir yasal dayanağı yoksa, YUKK m. 54/1-i uyarınca hakkında sınır dışı etme kararı alınması yasal bir zorunluluk haline gelmektedir. Bu süreç, devletin egemenlik hakları ile bireyin temel hakları arasındaki dengeyi yansıtmaktadır. Bir yazı önerisi.

Neden Uzman Avukat Desteği Gerekli?

Uluslararası koruma başvurusu, kişinin ülkeye giriş şekline veya hakkında sınır dışı kararı bulunmasına bakılmaksızın her zaman yapılabilir. Özellikle İstanbul Tuzla Geri Gönderme Merkezi gibi idari gözetim altında tutulan yabancılar için bu hak, sınır dışı işlemine karşı en önemli güvencelerden biridir.

Başvuru yapıldığında, geri göndermeme ilkesi gereği, başvuru sonuçlanana kadar yabancının sınır dışı edilmesi mümkün değildir. Ancak sürecin yanlış yürütülmesi, eksik başvuru veya usule ilişkin hatalar, hem başvurunun reddine hem de hızlı bir şekilde sınır dışı işleminin uygulanmasına yol açabilir.

Bu nedenle, uluslararası koruma başvurularının ve sınır dışı kararlarına karşı itirazların mutlaka alanında uzman bir avukat tarafından takip edilmesi büyük önem taşır. Uzman avukat desteği, hak kayıplarının önlenmesini, sürecin hukuka uygun yürütülmesini ve kişinin Türkiye’de kalma hakkını koruyabilmesini sağlar.

Read More

İkame araç bedeli kaç günlük alınabilir? Makul onarım süresi kaç gündür? Yedek parça beklerken aracın serviste beklediği süre için araç mahrumiyet tazminatı alınabilir mi?

Giriş

Bu çalışma, trafik kazası sonrası hasar gören bir aracın onarım sürecinin, ilk ekspertiz raporunda öngörülen süreyi (3 gün) aşarak yedek parça temini ve servis gecikmeleri gibi nedenlerle fiilen 30 gün sürmesi durumunda, kusurlu karşı taraftan talep edilebilecek ikame araç bedelinin (araç mahrumiyet zararı) kapsamını belirlemek amacıyla hazırlanmıştır. Çalışma, sunulan Yargıtay, Bölge Adliye Mahkemesi ve İlk Derece Mahkemesi kararlarını analiz ederek, mahkemelerin bu tür talepleri değerlendirirken hangi kriterleri esas aldığını, özellikle “makul onarım süresi” kavramını ve onarım sürecindeki gecikmelerin sorumluluğunu nasıl yorumladığını incelemektedir.

1. İkame araç için “Makul Onarım Süresi” Kavramının Esas Alınması

Yargı kararlarının tamamında ortak olan temel ilke, ikame araç bedelinin “makul onarım süresi” üzerinden hesaplanmasıdır. Yargıtay, bu sürenin belirlenmesinin özel ve teknik bilgi gerektirdiğini ve bu nedenle mutlaka uzman bilirkişi tarafından tespit edilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Yargıtay 17. Hukuk Dairesi’nin 2016/18634 E. sayılı kararında bu durum, “davacı aracında oluşan hasarın niteliğine göre makul tamir süresinin belirlenmesi hususunun özel ve teknik bilgi gerektiren konu olduğu gözetilerek” şeklinde ifade edilmiştir. Bu ilke, mahkemelerin keyfi bir süre belirlemesini engelleyerek, hasarın objektif niteliğine dayalı bir hesaplama yapılmasını sağlamaktadır.

Bilirkişiler bu süreyi belirlerken; hasarın boyutu, değişecek veya onarılacak parçalar, kaporta ve boya işlemleri için gereken süre, parçaların sökme-takma işçilikleri ve son kontroller gibi teknik verileri dikkate almaktadır (Bursa 1. Asliye Ticaret Mahkemesi, 2023/345 E.).

2. İkame araç için Onarım Süresinin Uzamasına Neden Olan Faktörlerin Değerlendirilmesi

Sorunun temelini oluşturan yedek parça temini ve servis gecikmeleri gibi nedenlerin tazminat hesabına etkisi, kararlar arasında en belirgin farklılığın görüldüğü alandır.

a) Gecikmelerin Karşı Tarafa Yüklenemeyeceği Yönündeki Katı Yaklaşım:

Çok sayıda ilk derece ve bölge adliye mahkemesi kararı, onarım sürecindeki gecikmelerin riskinin ve sorumluluğunun kusurlu karşı tarafa yüklenemeyeceği görüşündedir. Bu yaklaşıma göre, kusurlu taraf yalnızca haksız fiil sonucunda ortaya çıkan doğrudan zarardan, yani aracın teknik olarak onarılması için gereken süreden sorumludur.

Kayseri Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi (2023/948 E.) kararında bu ilke net bir şekilde ortaya konulmuştur: “Aracın geç onarıma verilmesi, servis yoğunluğu, parça temininde gecikme nedeniyle onarımda geçen süre, aracın kiralayana geç teslim edilmesi vb. hususlar davalıya yüklenemez.”

Benzer şekilde, İzmir 2. Asliye Ticaret Mahkemesi (2023/12 E.) de servis yoğunluğu gibi nedenlerle uzayan sürenin davalıya yüklenemeyeceğini belirterek, ikame araç bedelini bilirkişinin tespit ettiği 15 günlük makul süre ile sınırlandırmıştır. Bu görüşe göre, sizin durumunuzdaki 30 günlük fiili sürenin, parça temini ve servis gecikmesinden kaynaklanan kısmı için kusurlu karşı taraftan tazminat talep edilmesi mümkün görünmemektedir.

b) Gecikmeleri Makul Süre Kapsamında Değerlendiren Esnek Yaklaşım:

Buna karşın, bazı mahkemeler daha pragmatik bir tutum sergileyerek, günümüz koşullarında parça temininin de onarım sürecinin doğal bir parçası olduğunu kabul etmekte ve bu süreyi “makul onarım süresi” hesabına dahil etmektedir.

Kayseri 1. Asliye Ticaret Mahkemesi (2023/22 E.) kararında bilirkişi, “konu onarımların 7 gün içerisinde tamamlanacağı, en fazla 7 gün de parça temininden kaynaklanan gecikmeler eklendiğinde 15 (onbeş) günlük araç mahrumiyet süresinin onarım için geçecek süre olarak değerlendirilmesinin uygun olduğu” yönünde görüş bildirmiş ve mahkeme bu süreyi esas almıştır.

Yine Kayseri 2. Asliye Ticaret Mahkemesi (2024/469 E.) kararında da bilirkişi, “eksper bekleme süresi, parça bekler süresi ve onarım süreleri değerlendirilmiş olup bahse konu onarım/değişimlerin 15 günde gerçekleştirileceği” tespitini yapmış ve mahkeme bu süreye göre hüküm kurmuştur.

Ankara 1. Asliye Ticaret Mahkemesi (2022/228 E.) ise, “parçaların tedariki, onarımların yapılması için gereken sürenin 60 gün olduğu” yönündeki bilirkişi raporunu benimseyerek, parça tedarik sürecini makul sürenin ayrılmaz bir parçası olarak görmüştür.

Bu kararlar, sizin durumunuzda 30 günlük sürenin, parça temin süresi de dahil edildiğinde, bilirkişi tarafından “makul” olarak değerlendirilmesi halinde tamamının tazminata konu olabileceğine işaret etmektedir.

c) Makul Süreyi Aşan Fahiş Gecikmelerde Sorumluluğun Tespiti:

Bazı durumlarda onarım süresi, makul kabul edilebilecek parça temin sürelerini dahi aşabilmektedir. Bu gibi hallerde, bazı mahkemeler sorumluluğu farklı bir yöne, yani gecikmeye sebep olan servis veya sigorta şirketine yöneltmektedir.

Antalya 2. Asliye Ticaret Mahkemesi (2022/324 E.) kararında, aracın onarımı 110 gün sürmüş, bilirkişi makul onarım süresini 25 gün olarak belirlemiştir. Mahkeme, makul süreyi aşan 85 günlük süre için kazanç kaybına hükmederek, bu aşımın tazmin edilebilir olduğuna karar vermiştir.

Bursa 2. Asliye Ticaret Mahkemesi (2022/819 E.) kararında ise, 96 gün serviste kalan araç için makul onarım süresi 42 gün olarak belirlenmiş ve aradaki 54 günlük farktan kaynaklanan ikame araç bedelinden davalı servisin sorumlu olduğuna hükmedilmiştir. Bu kararlar, makul süreyi aşan gecikmelerin zarar gören üzerinde bırakılmadığını, ancak sorumluluğun her zaman kazadaki kusurlu tarafa değil, gecikmenin müsebbibine yöneltilebileceğini göstermektedir.

Sonuç

Sunulan yargı kararları ışığında, kaza ekspertiz raporunda belirtilen 3 günlük onarım süresiyle bağlı olmadığınız açıktır. İkame araç bedeli talebinizin akıbeti, mahkeme tarafından atanacak bir bilirkişinin, aracınızdaki hasarın niteliği, parça temin koşulları ve diğer etkenleri göz önünde bulundurarak belirleyeceği “makul onarım süresi”ne bağlı olacaktır.

Bu süreçte iki temel senaryo öne çıkmaktadır:

Mahkemenin Katı Yaklaşımı Benimsemesi: Mahkeme, parça temini ve servis gecikmelerinin kusurlu karşı tarafa yüklenemeyeceği ilkesini benimserse, bilirkişi muhtemelen sadece hasarın teknik onarımı için gereken süreyi (örneğin 5-10 gün gibi) makul süre olarak belirleyecek ve talebiniz bu süre ile sınırlı kalacaktır.

Mahkemenin Esnek Yaklaşımı Benimsemesi: Mahkeme, parça temin sürecini onarımın doğal bir parçası olarak görürse, bilirkişi bu süreyi de dikkate alarak 30 güne yakın veya bu sürenin tamamını “makul onarım süresi” olarak tespit edebilir. Bu durumda talebinizin tamamına yakın bir kısmını kazanma olasılığınız artacaktır.

Davanın seyrini, atanacak bilirkişinin raporu ve mahkemenin gecikme nedenlerinin sorumluluğuna ilişkin yorumu belirleyecektir. Bu nedenle, dava sürecinde parça teminindeki gecikmenin aracın özelliklerinden (örneğin ithal olması) veya piyasadaki genel bir stok sorunundan kaynaklandığı gibi, gecikmenin kendi kusurunuzdan kaynaklanmadığını ispatlamaya yönelik delillerin sunulması önem arz edecektir. Fahiş bir gecikme söz konusu ise, sorumluluğun onarımı yapan servise yöneltilmesi de ayrı bir hukuki seçenek olarak değerlendirilebilir. Bir yazı önerisi.

Uzman Avukat Desteği Neden Gereklidir?

Trafik kazası sonrası ikame araç bedeli (araç mahrumiyet zararı) talepleri, göründüğü kadar basit değildir. Çünkü her davada mahkeme, bilirkişi raporları, makul onarım süresi değerlendirmeleri ve sorumluluğun hangi tarafa yükletileceği konularında farklı yaklaşımlar benimseyebilmektedir. Bu nedenle, hak kaybı yaşamamak için sürecin uzman bir avukat tarafından yürütülmesi büyük önem taşır.

Özellikle Tuzla, İstanbul, Gebze, Pendik ve Tepeören gibi bölgelerde görülen davalarda, ikame araç tazminatı hesaplamaları konusunda farklı mahkeme kararları bulunabilmektedir. Deneyimli bir avukat, hem delillerin doğru şekilde toplanmasını hem de parça temini ve servis gecikmeleri gibi kritik hususların mahkeme nezdinde etkili biçimde sunulmasını sağlar.

Yanlış bir başvuru ya da eksik belge, tazminat talebinizin reddedilmesine veya beklediğinizden çok daha düşük bir miktara hükmedilmesine neden olabilir. Bu yüzden, uzman desteği almak, sürecin en başından itibaren doğru strateji ile ilerlemenize yardımcı olur.

Read More

Gemi adamlarının ücretlerinin zamanında ödenmemesi, eksik ödenmesi veya hiç ödenmemesi durumlarında başvurabilecekleri hukuki yollar nelerdir?

Giriş

Bu, yazı gemi adamlarının ücretlerinin zamanında ödenmemesi, eksik ödenmesi veya hiç ödenmemesi durumlarında başvurabilecekleri hukuki yolları, sunulan Yargıtay ve Bölge Adliye Mahkemesi kararları ışığında analiz etmektedir. İncelemeler, gemi adamlarının hem genel iş hukuku hem de deniz hukukuna özgü özel hak ve güvencelere sahip olduğunu göstermektedir. Yazı, bu hakların kullanım yollarını, usuli süreçleri ve görevli mahkeme gibi kritik detayları ortaya koymaktadır.

1. İş Sözleşmesinin Haklı Nedenle Feshi

Yargı kararları, ücretlerin zamanında ve tam olarak ödenmemesini gemi adamı için haklı bir fesih nedeni olarak kabul etmektedir. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 2022/6018 E. sayılı kararında bu durum, İşçi ücretlerinin tam ve zamanında ödenmemesi 854 sayılı Deniz İş Kanunu’nun 14/II-a. maddesi kapsamında işçiye haklı fesih imkanı verir” şeklinde açıkça ifade edilmiştir.

Bu hak, sadece temel maaş için değil, geniş anlamda ücret olarak kabul edilen tüm ödemeler için geçerlidir. Aynı kararda belirtildiği üzere, “İkramiye, primi, yakacak yardımı, giyecek yardımı, fazla mesai, hafta tatili, genel tatil gibi alacaklarının da ödenmemesi işçiye haklı fesih imkanı verir.”

İş sözleşmesini bu haklı nedene dayanarak fesheden gemi adamı, kıdem tazminatına hak kazanır (Yargıtay 7. HD, 2013/2307 E.). Fesih sonrası, ödenmeyen ücretler ve kıdem tazminatı gibi diğer işçilik alacaklarının tahsili için dava açma yolu açıktır (Yargıtay 9. HD, 2014/17884 E.; Yargıtay 22. HD, 2013/27344 E.).

2. Alacağın Dava ve İcra Yoluyla Tahsili

Gemi adamları, ödenmeyen ücretleri için çeşitli hukuki yollara başvurabilirler:

İcra Takibi ve İtirazın İptali Davası: En sık başvurulan yollardan biri, alacağın tahsili için ilamsız icra takibi başlatmaktır. Çok sayıda kararda, gemi adamlarının bu yola başvurduğu görülmektedir (Yargıtay 11. HD, 2014/5892 E.; Yargıtay 9. HD, 2011/37002 E.). İşverenin takibe itiraz etmesi durumunda ise gemi adamı, itirazın iptali için dava açarak takibin devamını sağlamalıdır. Bu dava, alacağın varlığını ispatlamaya yöneliktir.

Doğrudan Alacak Davası: Gemi adamı, icra takibi başlatmadan doğrudan görevli mahkemede alacak davası açarak da hakkını arayabilir (Yargıtay 7. HD, 2013/6772 E.; Yargıtay 11. HD, 2021/8532 E.). Bu davalarda, ödenmeyen ücretlerin yanı sıra ihtarname masrafları gibi ek giderler de talep edilebilir.

Zorunlu Arabuluculuk: Güncel mevzuat uyarınca, işçi alacaklarına ilişkin dava açılmadan önce arabulucuya başvurulması bir dava şartıdır. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 2023/15527 E. sayılı kararında bu husus, “işçi veya işveren alacağı ve tazminatı ile işe iade talebi ile açılan davalarda arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır” şeklinde vurgulanmıştır.

3. Deniz Hukukuna Özgü Güvenceler

Gemi adamı alacakları, deniz hukukundan kaynaklanan özel ve güçlü güvencelere sahiptir:

Gemi Üzerinde Kanuni Rehin Hakkı: Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2017/2516 E. sayılı kararında belirtildiği üzere, “gemi alacağı, sahibine, gemi ve eklentisi üzerinde kanuni rehin hakkı verir.” Bu hak, gemi adamına alacağını doğrudan geminin kendisinden tahsil etme imkanı sunar. Bu hakka dayanılarak, “ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla icra takibi” başlatılabilir. Bu hak, geminin mülkiyeti değişse bile yeni malike karşı ileri sürülebilir (Yargıtay 11. HD, 2012/63 E.).

Deniz Alacağı ve Geminin İhtiyati Haczi: Gemi adamının ücret alacağı, Türk Ticaret Kanunu uyarınca bir “deniz alacağı” niteliğindedir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 43. Hukuk Dairesi’nin 2020/1498 E. sayılı kararında bu durum, “gemi adamlarına, gemide çalışmaları dolayısıyla ödenecek ücretlerle, onlara ödenmesi gereken diğer tutarlara ilişkin istemler, deniz alacağı hakkı verir” şeklinde ifade edilmiştir. Bir alacağın deniz alacağı olması, alacaklıya geminin seferden alıkonulması anlamına gelen “ihtiyati haciz” talep etme hakkı tanır. Bu, işvereni ödeme yapmaya zorlayan son derece etkili bir yoldur.

4. Görevli Mahkeme Sorunu

Uyuşmazlığın çözümünde görevli mahkemenin doğru tespiti, davanın usulden reddedilmemesi için hayati önem taşır. Yargı kararları bu konuda net ayrımlar yapmaktadır:

İş Mahkemeleri: 854 sayılı Deniz İş Kanunu kapsamına giren, yani “Türk Bayrağını taşıyan ve yüz ve daha yukarı grostonilatoluk gemilerde” çalışan gemi adamlarının hizmet sözleşmesinden doğan davalarında görevli mahkeme İş Mahkemesidir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 2017/2516 E.; Yargıtay 9. HD, 2014/19326 E.).

Genel Mahkemeler (Asliye Hukuk/Ticaret) ve Denizcilik İhtisas Mahkemeleri: Gemi yabancı bayraklı ise veya Deniz İş Kanunu’nun aradığı tonajın altındaysa, uyuşmazlık genel hükümlere (Türk Borçlar Kanunu) tabi olur. Bu durumda görevli mahkeme, uyuşmazlığın niteliğine göre Asliye Hukuk Mahkemesi, Asliye Ticaret Mahkemesi veya Denizcilik İhtisas Mahkemesi olabilir (Yargıtay 20. HD, 2016/2518 E.; Yargıtay 11. HD, 2008/5879 E.).

Sonuç

Yargı kararları, ücreti ödenmeyen gemi adamına geniş ve katmanlı bir hukuki koruma sağlamaktadır. Gemi adamı, durumun niteliğine göre;

İş sözleşmesini haklı nedenle feshederek kıdem tazminatı ve diğer alacaklarını talep edebilir,

Doğrudan icra takibi başlatabilir veya alacak davası açabilir,

Deniz hukukunun sağladığı özel imkanlardan yararlanarak gemi üzerinde kanuni rehin hakkını kullanabilir veya geminin ihtiyati haczini talep edebilir.

İzlenecek hukuki yolun başarısı için, dava açmadan önce zorunlu arabuluculuk sürecinin tamamlanması ve özellikle geminin bayrağı ile tonajı gibi özellikler dikkate alınarak görevli mahkemenin doğru tespit edilmesi kritik öneme sahiptir. Bir makale önerisi.

Neden Uzman Avukat Desteği Gerekli?

Gemi adamlarının ücret alacakları, hem iş hukuku hem de deniz ticareti hukuku bakımından özel kurallara tabidir. Ancak süreç, teknik bilgi gerektiren karmaşık prosedürler içermektedir. Yanlış mahkemede dava açılması, arabuluculuk sürecinin eksik yürütülmesi veya icra takibinde usul hataları yapılması, hak kaybına yol açabilir.

Bu nedenle, gemi adamlarının haklarını korumak ve alacaklarını en hızlı şekilde tahsil etmek için uzman bir avukat desteği alınması büyük önem taşır. Özellikle İstanbul, denizcilik sektörünün merkezi konumunda olup; Tuzla, Pendik ve Gebze gibi bölgelerde çok sayıda tersane, gemi işletmecisi ve denizcilik firması faaliyet göstermektedir. Bu bölgelerde çalışan gemi adamları için, deneyimli bir avukat aracılığıyla dava açılması, icra takibi yapılması veya geminin ihtiyati haczinin talep edilmesi çok daha etkili ve güvenli bir süreç sağlar.

Uzman bir avukat desteği, sürecin hem hızlanmasını hem de işveren karşısında gemi adamının haklarının tam olarak korunmasını sağlar.

Read More

Geri Gönderme Merkezlerinde İdari Gözetim Altında Tutulan Yabancılar Hangi Haklara Sahip ve Tutulma Süreleri ile Serbest Bırakılma Koşulları Nasıl Belirleniyor?

Giriş

Bu çalışma, geri gönderme merkezlerinde (GGM) idari gözetim altında tutulan yabancıların tutulma süreleri, bu süreçteki temel hakları, serbest bırakılma koşulları, idari gözetime alternatif tedbirler ve kararların tebliğ usullerine ilişkin Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri ve Uyuşmazlık Mahkemesi kararlarının analizini sunmaktadır. Çalışma, avukatların hukuki araştırmalarında kullanması amacıyla, ilgili yasal çerçeveyi ve yargısal içtihatları derleyerek bütüncül bir bakış açısı sağlamayı hedeflemektedir.

Tutulma Süresi: İdari gözetim süresi kural olarak altı ayı geçemez. Ancak yabancının iş birliği yapmaması veya ülkesiyle ilgili doğru bilgi vermemesi gibi nedenlerle bu süre en fazla altı ay daha uzatılabilir.

Periyodik Değerlendirme: Valilik, idari gözetimin devam edip etmeyeceğini her ay düzenli olarak değerlendirmek zorundadır. Gözetimin devamında zorunluluk görülmeyen yabancılar derhal serbest bırakılır.

Temel Haklar: İdari gözetim altındaki kişilerin avukata erişim, ücretsiz adli yardım, tercüman, ücretsiz acil ve temel sağlık hizmetleri, aile ve konsolosluk yetkilileriyle görüşme gibi kanunla güvence altına alınmış temel hakları bulunmaktadır. Ancak bazı kararlarda, özellikle barınma koşullarının “insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele” düzeyinde olduğu tespit edilmiştir.

Serbest Bırakılma ve Alternatif Tedbirler: İdari gözetim, valilik değerlendirmesi veya Sulh Ceza Hâkimliği kararıyla sonlandırılabilir. Serbest bırakılan kişilere “belirli adreste ikamet etme”, “bildirimde bulunma (imza yükümlülüğü)”, “teminat” ve “elektronik izleme” gibi idari gözetime alternatif tedbirler uygulanabilir.

Tebliğ Usulü ve Hak Arama: Tüm kararların (idari gözetim, uzatma, aylık değerlendirme) gerekçeleriyle birlikte yabancıya veya avukatına tebliği zorunludur. Tebliğin, kişinin anladığı bir dilde ve tercüman aracılığıyla yapılması, itiraz usulleri ve süreleri hakkında bilgilendirme içermesi esastır. Usulsüz veya yapılmamış bir tebligat, hak düşürücü nitelikteki başvuru sürelerinin işlemeye başlamasına engel olur.

1. Geri Gönderme Merkezinde Tutulma Süresi, Uzatma ve Değerlendirme

Yargı kararları, 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’na atıfla idari gözetim süresinin çerçevesini net bir şekilde çizmektedir. Kural olarak, “Geri gönderme merkezlerindeki idari gözetim süresi altı ayı geçemez. (Uyuşmazlık Mahkemesi, 2022/385; AYM, 2/5/2019). Bu sürenin aşılması ancak istisnai durumlarda mümkündür.

Uzatma Koşulları: Sürenin uzatılması keyfi değildir ve belirli koşullara bağlanmıştır. Kararlarda bu durum, …sınır dışı etme işlemlerinin yabancının iş birliği yapmaması veya ülkesiyle ilgili doğru bilgi ya da belgeleri vermemesi nedeniyle tamamlanamaması hâlinde, en fazla altı ay daha uzatılabilir” (Uyuşmazlık Mahkemesi, 2023/625; AYM, 16/1/2020) hükmüyle açıklanmaktadır. Bu, toplam sürenin azami on iki ay olabileceğini göstermektedir.

Aylık Değerlendirme Zorunluluğu: İdari gözetimin devamının bir zorunluluk olup olmadığı, valilik tarafından “her ay düzenli olarak” değerlendirilmelidir (Danıştay, 16.11.2020; Uyuşmazlık Mahkemesi, 2022/225). Bu değerlendirmenin yapılmaması veya sonuçlarının kişiye tebliğ edilmemesi, idari gözetim kararının kaldırılması için bir gerekçe teşkil etmektedir. Nitekim bir Anayasa Mahkemesi kararında, Sulh Ceza Hâkimliğinin “…idari gözetim kararından itibaren her ay idari gözetimin uzatılması… gerekirken… uzatılmasına dair kararın bulunmadığı anlaşılmakla… gözetim kararının kaldırılmasına…” yönelik kararı alıntılanmıştır (AYM, 7/2/2019).

2. İdari Gözetim Altındaki Temel Haklar

Kararlar, idari gözetim altındaki kişilerin sahip olduğu temel hakları detaylandırmaktadır.

Avukat, Tercüman ve Bilgilendirilme Hakkı: Yabancının “yakınlarına, notere, yasal temsilciye ve avukata erişme ve bunlarla görüşme yapabilme” hakkı temel bir güvencedir (AYM, 2/5/2019). Ayrıca, avukatlık ücretini karşılama imkânı olmayanlara talep etmeleri halinde adli yardım sağlanır (Uyuşmazlık Mahkemesi, 2022/225). Tercüman hakkı, özellikle ifade alma ve karar tebliği süreçlerinde kritik öneme sahiptir.

Sağlık Hizmetleri ve İnsani Barınma Koşulları: Yabancı tarafından bedeli karşılanamayan “acil ve temel sağlık hizmetleri ücretsiz verilir” (AYM, 2/6/2020). Bununla birlikte, özellikle 6458 sayılı Kanun öncesi döneme ilişkin kararlarda, barınma koşullarının yetersizliği sert bir şekilde eleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi, aşırı kalabalık, hijyen eksikliği ve açık havaya çıkma imkanının kısıtlı olması gibi nedenlerle tutulma koşullarının “insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele” düzeyinde olduğuna hükmetmiştir (AYM, 20/1/2016; AYM, 17/2/2016).

İletişim ve Ziyaret Hakları: Telefon hizmetlerine erişim, aile bireyleriyle, konsolosluk yetkilileriyle ve Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği görevlisiyle görüşme imkânı da kanunla tanınan haklar arasındadır (AYM, 6/10/2022).

3. Serbest Bırakılma ve İdari Gözetime Alternatif Tedbirler

İdari gözetim, son çare olarak uygulanması gereken bir tedbirdir. Serbest bırakılma, hem idari makamların aylık değerlendirmeleri sonucunda hem de yargı kararıyla mümkündür. Birçok kararda, Sulh Ceza Hâkimliğinin itiraz üzerine idari gözetim kararını kaldırarak kişiyi serbest bıraktığı görülmektedir (AYM, 20/4/2020; AYM, 29/12/2021).

İdari gözetim sonlandırıldığında veya hiç uygulanmadığında, yabancı hakkında alternatif yükümlülükler getirilebilir. Bu tedbirler arasında;

Belirli bir adreste ikamet etme,

Belirlenecek şekil ve sürelerde bildirimde bulunma (imza yükümlülüğü),

Teminat yatırma,

Elektronik izleme

gibi uygulamalar yer almaktadır (Uyuşmazlık Mahkemesi, 2020/651; İlk Derece, 2020/359).

4. Kararların Tebliği ve Hak Arama Hürriyetinin Korunması

Tebliğ usulü, hak arama hürriyetinin kullanılabilmesi için en temel güvencedir. Yargı kararları, tebliğin şekli ve içeriği konusunda hassasiyet göstermektedir.

Dil ve Anlaşılırlık: Tebliğin yalnızca kişinin ana dilinde yazılı olması yeterli değildir. İzmir Bölge İdare Mahkemesi’nin bir kararında vurgulandığı üzere, yaptırımın sonuçları, itiraz usulleri ve süreleri hakkında kişinin anladığı bir dilde bilgilendirilmeksizin, salt kendi dilinde yazılı olarak yapılmış… tebligatın… yabancının anladığı dilde ayrıca bilgilendirilmesi yöntemine aykırı” olduğu belirtilmiştir (İzmir BİM, 06.04.2017).

Tebliğin Sonuçları: Usulüne uygun bir tebliğ yapılmadan dava açma gibi hak düşürücü süreler işlemeye başlamaz. Mahkemeler, usulsüz tebligat durumunda dava açma süresinin, kişinin durumu avukatı aracılığıyla öğrendiği tarihten itibaren başlatılması gerektiğine hükmetmiştir (İzmir BİM, 06.04.2017; AYM, 3/12/2020). Bu ilke, idarenin usulsüz işlemleriyle kişinin hak arama hürriyetini engellemesinin önüne geçmektedir.

Sonuç

İncelenen yargı kararları, Türkiye’de geri gönderme merkezlerindeki idari gözetim rejiminin yasal sınırlarını, denetim mekanizmalarını ve bireylere tanınan temel hakları ortaya koymaktadır. İdari gözetimin süresinin 6+6 ay kuralıyla sınırlandırılması ve zorunlu aylık değerlendirmelere tabi tutulması, keyfi ve süresiz alıkoymaları önlemeyi amaçlamaktadır. Avukat, tercüman, sağlık ve iletişim gibi temel hakların kanunla güvence altına alınmış olması önemlidir. Ancak, özellikle barınma koşullarına ilişkin geçmiş tarihli Anayasa Mahkemesi kararları, yasal güvenceler ile fiili uygulama arasında farklılıklar olabileceğine işaret etmektedir. Yargı içtihatları, özellikle tebligatın kişinin anladığı dilde ve tüm yasal haklarını içerecek şekilde yapılması gerektiği ilkesini benimseyerek, hak arama hürriyetinin etkin bir şekilde kullanılmasını teminat altına almaktadır. Bir yazı önerisi.

Neden Uzman Avukat Desteği Gerekli?

Geri gönderme merkezlerinde idari gözetim altında tutulan yabancıların haklarını koruyabilmesi, sürelere ve itiraz yollarına dikkat etmesi hayati öneme sahiptir. Özellikle İstanbul ve çevresinde yer alan Tuzla Geri Gönderme Merkezi, çok sayıda yabancının tutulduğu bir merkez olarak öne çıkmaktadır. Burada alınan kararların süresinde ve doğru şekilde itiraz edilmemesi, kişilerin uzun süre özgürlüklerinden mahrum kalmalarına yol açabilir.

Bu noktada bir uzman avukat desteği, sürecin etkin bir şekilde yürütülmesi açısından kritik rol oynar. Avukatlar, idari gözetim kararlarının hukuka uygun olup olmadığını denetler, usulsüz tebligatları tespit eder ve gerekli itirazları zamanında yapar. Ayrıca yabancıların avukata erişim, ücretsiz adli yardım, sağlık hizmetleri ve tercüman gibi temel haklarının fiilen kullanılabilmesi için hukuki girişimlerde bulunur.

Unutulmamalıdır ki, geri gönderme merkezlerinde yaşanan süreçler karmaşık ve süreye bağlıdır. Yanlış veya eksik başvurular, hak kayıplarına neden olabilir. Bu nedenle Tuzla Geri Gönderme Merkezi’nde tutulan yabancılar için avukat desteği, sadece bir tercih değil, çoğu zaman hukuki güvencelerin kullanılabilmesi için zorunluluktur.

Read More

Geri Gönderme Merkezlerinde İdari Gözetim Altında Tutulan Yabancıların Hukuki Durumu: Süre, Temel Haklar, Alternatif Tedbirler ve Kararların Tebliğ Usulleri Nasıl İşliyor?

Giriş

Bu çalışma, geri gönderme merkezlerinde (GGM) idari gözetim altında tutulan yabancıların hukuki durumuna ilişkin literatür analizini sunmaktadır. Çalışma, idari gözetim süresi ve uzatılması, merkezde tutulan yabancıların temel hakları, idari gözetime alternatif tedbirler ve kararların tebliğ usulü gibi konuları, sunulan akademik ve hukuki kaynaklar temelinde incelemektedir. Çalışma, yasal düzenlemeler ile uygulamada karşılaşılan sorunlar arasındaki farkları ortaya koymayı amaçlamaktadır.

1. Geri Gönderme Merkezinde Tutulma Süresi, Uzatma ve Değerlendirme

Literatür, idari gözetim süresinin Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu (YUKK) kapsamında belirli ve sıkı kurallara bağlandığını göstermektedir.

Azami Süre ve Aylık Değerlendirme: İdari gözetim, kural olarak belirli bir süre için uygulanabilen bir hürriyet kısıtlamasıdır. Sınır dışı işlemleri nedeniyle uygulanan idari gözetim süresi altı ayı geçemez. Bu süre zarfında, valilik tarafından her ay idari gözetimin devamının gerekip gerekmediği re’sen değerlendirilir. İdari gözetimin devam etmesine gerek olmadığını gösteren olguların ortaya çıkması halinde değerlendirme süresi beklenmeden idari gözetim sonlandırılabilir. Bu düzenleme, kişi hürriyetinin korunmasına yönelik önemli bir usuli güvencedir.

Sürenin Uzatılması: İdari gözetim süresinin altı aydan sonra uzatılması istisnai bir durumdur ve yalnızca yabancının kendisinden kaynaklanan nedenlere bağlanmıştır. YUKK’un bu konuda Geri Dönüş Yönergesi’nden daha lehe bir düzenleme içerdiğini vurgulamaktadır: YUKK’a göre, idareden veya yabancının uyruğunda olduğu ülke temsilciliğinden kaynaklanan sebeplerle sınır dışı işlemlerinin tamamlanamaması halinde idari gözetimin altıncı aydan sonra uzatılması mümkün değildir. YUKK sadece yabancının iş birliği yapmamasını ve doğru bilgi ve belgeleri vermemesini uzatma nedeni olarak belirlemiştir. Bu durum, idarenin veya üçüncü ülkelerin gecikmelerinin yabancının aleyhine kullanılamayacağını açıkça ortaya koymaktadır.

Uluslararası Koruma Başvuru Sahipleri İçin Özel Durum: Uluslararası koruma başvurusunda bulunan yabancılar için idari gözetim süresi otuz gün ile sınırlandırılmıştır ve bu sürenin uzatılması mümkün değildir.

2. Geri Gönderme Merkezlerinde Temel Haklar ve Uygulamadaki Sorunlar

YUKK ve ilgili mevzuat, GGM’lerde tutulan yabancılara geniş kapsamlı haklar tanımaktadır. Ancak literatür, yasal düzenlemeler ile uygulama arasında ciddi farklar olduğuna işaret etmektedir.

Yasal Olarak Tanınan Haklar: YUKK’un 59. maddesi, GGM’lerde sağlanacak hizmetleri ve yabancıların sahip olduğu hakları detaylı bir şekilde düzenlemektedir. Bu haklar çeşitli kaynaklarda benzer şekilde sıralanmıştır:

Sağlık Hizmetleri: “Yabancı tarafından bedeli karşılanamayan acil ve temel sağlık hizmetleri ücretsiz verilir.

Avukat ve Yasal Temsilciye Erişim: “Yakınlarına, notere, yasal temsilciye ve avukata erişme ve bunlarla görüşme yapabilme ve telefon hizmetlerine erişim imkânı” sağlanır. Bu hak, avukatlık ücretini karşılama imkanı olmayanlar için Avukatlık Kanunu hükümleri çerçevesinde adli yardım hizmetini de kapsar.

Aile, Ziyaretçi ve Konsoloslukla Görüşme: “Yabancıya; ziyaretçileri, vatandaşı olduğu ülke konsolosluk yetkilisi, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği görevlisiyle görüşebilme imkânı sağlanır.

Özel İhtiyaç Sahipleri ve Çocuklar: Çocukların yüksek yararı gözetilir, aileler ve refakatsiz çocuklar ayrı yerlerde barındırılır ve çocukların eğitim-öğretimden yararlanmaları için tedbirler alınır.

Uygulamada Karşılaşılan Hak İhlalleri: Literatür, yasal güvencelere rağmen uygulamada ciddi sorunlar yaşandığını ortaya koymaktadır. Baroların ve sivil toplum kuruluşlarının raporları bu durumu teyit etmektedir.

Avukata Erişimin Engellenmesi:  Barolar Çalıştayı Sonuç Raporu’na göre, “avukatların bilgi edinme ve belge inceleme hakları engellenmekte, müvekkilleri ile gizlilik esasına dayalı görüşme yapamamaktadırlar.

Fiziki ve İnsani Koşullar: GGM’lerin kapasitelerinin üzerinde yabancı barındırdığı, hijyen sorunları yaşandığı ve odaların CPT (Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi) standartlarının altında olduğu belirtilmektedir.

Tercüman Eksikliği ve Diğer Haklar: Tercüman desteğinin yetersizliği, telefon hakkı ve aile ziyaretlerinin kısıtlı olması da uygulamada karşılaşılan diğer önemli sorunlardır.

3. Geri Gönderme Merkezinden Serbest Bırakılma ve Alternatif Tedbirler

İdari gözetim, son çare (ultima ratio) ilkesi gereği uygulanması gereken bir tedbirdir. Bu nedenle kanun, idari gözetime alternatif yükümlülükler öngörmektedir.

Serbest Bırakılma ve Alternatifler: İdari gözetim, Göç İdaresi veya Sulh Ceza Hakimliği kararıyla sona erdirilebilir. İdare “sığınmacılara belirli bir adreste ikamet etme ya da bildirimde bulunma gibi yükümlülükler getirerek serbest bırakma kararı verebilmektedir. Uygulamadaki bazı alternatif tedbirler, kefalet veya teminatla serbest bırakma, bildirim yükümlülüğü, belli bir yerde ikamet etme yükümlülüğü, denetim eşliğinde salıverilme, elektronik izleme ve ev hapsidir. Bu tedbirlerin idari gözetime kıyasla “daha az maliyetli ve daha insancıl olduğu, insan haklarına daha uygun olduğu” tespit edilmiştir.

4. Kararların Tebliği, Dil ve Usuli Güvenceler

Sınır dışı etme ve idari gözetime ilişkin kararların usulüne uygun tebliği, yabancının savunma ve etkili başvuru hakkını kullanabilmesi için hayati önem taşımaktadır.

Tebliğ Usulü ve İçeriği: YUKK m. 53/2 uyarınca, sınır dışı etme kararı gerekçeleriyle birlikte yabancıya, yasal temsilcisine veya avukatına tebliğ edilmelidir. Tebligatta, “yabancıların karara karşı itiraz haklarını nasıl kullanabilecekleri ve bu süreçteki diğer yasal hak ve yükümlülükleri de belirtilir. Tebliğin usulüne uygun yapılmaması halinde dava açma süresi başlamaz.

Anlaşılır Dilde Bildirim Zorunluluğu: En kritik güvencelerden biri, bilgilendirmenin yabancının anladığı bir dilde yapılmasıdır. Bu zorunluluk, AİHS m. 5/2’de de yer almaktadır. Karar sonucu, gerekçeleri, itiraz ve süresine dair tebliğ edilen belgenin bir örneği yabancıya verilmemekte ve hatta bu hususlar anladığı bir dilden tebliğ edilmemektedir.

Usulsüz Tebliğin Sonuçları: Tebliğ işleminin şekli bir formalite olmadığı, içeriğin anlaşılmasını sağlayan bir araç olduğu vurgulanmaktadır.  Abdolkhani ve Karimnia/Türkiye davasında AİHM’in, “şahısların niçin gözaltına alındıklarının kendilerine bildirilmediğini ileri sürerek AİHS’in beşinci maddesinin dördüncü fıkrasının ihlal edildiğine hükmetmesinde, anladıkları dilde bilgilendirilmemiş olmaları başlıca etkendirBenzer şekilde, Danıştay da sözlü olarak yapılan bir sınır dışı bildirimini hukuka aykırı bulmuştur.

Sonuç

Sunulan literatür, Türkiye’nin yabancılar hukukunda idari gözetime ilişkin YUKK ile birlikte kapsamlı yasal güvenceler getirdiğini göstermektedir. İdari gözetim süresi azami 6 ay ile sınırlandırılmış, uzatılması sıkı koşullara bağlanmış ve her ay düzenli olarak gözden geçirilmesi zorunlu kılınmıştır. GGM’lerde tutulan yabancılara avukata erişim, sağlık, aileyle görüşme gibi temel haklar tanınmıştır. Ayrıca, idari gözetime alternatif, daha insancıl tedbirler de mevcuttur.

Ancak, yasal çerçeve ile uygulama arasında ciddi bir uçurum olduğu da literatürdeki ortak bulgudur. Özellikle avukata erişimin fiilen engellenmesi, GGM’lerdeki kötü fiziki koşullar, tercüman eksikliği ve kararların usulüne uygun ve anlaşılır bir dilde tebliğ edilmemesi gibi sorunlar, yabancıların adil yargılanma ve etkili başvuru haklarını kullanmalarını önemli ölçüde zorlaştırmaktadır. Bu durum, AİHM içtihatlarında da tespit edildiği üzere, temel hak ihlallerine yol açmaktadır. Dolayısıyla, mevcut yasal güvencelerin hayata geçirilmesi için uygulamadaki eksikliklerin giderilmesi ve denetim mekanizmalarının güçlendirilmesi kritik bir öneme sahiptir. Bir yazı önerisi.

Neden Uzman Avukat Desteği Gerekli?

Geri gönderme merkezlerinde (özellikle Tuzla Geri Gönderme Merkezi ve İstanbul’daki diğer merkezlerde) tutulan yabancıların haklarını etkin şekilde kullanabilmeleri için sürecin hukuka uygun yürütülmesi hayati önem taşır. Ancak uygulamada karşılaşılan hak ihlalleri, usulsüz tebliğler ve avukata erişim engelleri, yabancıların tek başına hak arama imkanlarını ciddi şekilde sınırlandırmaktadır. Bu nedenle, alanında deneyimli bir avukatın desteği, hem idari gözetim süresinin takibi hem de itiraz ve dava süreçlerinde yabancının lehine en güçlü şekilde hareket edilmesini sağlar.

Özellikle İstanbul ve çevresindeki geri gönderme merkezlerinde yaşanan sorunlar dikkate alındığında, uzman avukat desteği almak, yabancıların özgürlük ve güvenlik haklarının korunması açısından kritik bir güvence oluşturmaktadır.

Read More