Anlaşmalı Boşanmada Maddi ve Manevi Tazminattan Feragat Geçerli midir?

Anlaşmalı Boşanmada  Maddi ve Manevi Tazminat Taleplerinden Feragat Geçerli Olur Mu? Bu yazı, anlaşmalı boşanma sürecinde tarafların maddi ve manevi tazminat taleplerinden vazgeçip geçemeyeceği, bu vazgeçmenin hukuki bağlayıcılığı ve feragat eden tarafın ileride aynı konuda dava açma hakkının bulunup bulunmadığı sorularını, sunulan çeşitli Yargıtay ve Bölge Adliye Mahkemesi kararları ışığında analiz etmektedir. İncelenen kararlar, bu konuda yerleşik bir içtihat bulunduğunu göstermekle birlikte, feragatin geçerliliği ve sonuçları açısından dikkat edilmesi gereken önemli detayları ve istisnai durumları da ortaya koymaktadır.

Yargıtay anlaşmalı boşanma sürecinde tarafların maddi ve manevi tazminat taleplerinden karşılıklı veya tek taraflı olarak vazgeçebileceği konusunda hemfikirdir. Bu hukuki işlem, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda (HMK) “feragat” olarak tanımlanmaktadır. Yargı kararlarında altı çizilen temel ilke, usulüne uygun yapılan bir feragatin taraflar için kesin ve bağlayıcı sonuçlar doğurmasıdır.

Yargıtay’ın istikrarlı uygulamasına göre feragat, tek taraflı bir irade beyanı olup geçerliliği karşı tarafın veya mahkemenin onayına bağlı değildir. En önemlisi, HMK’nın 311. maddesi uyarınca feragat, kesin hükmün hukuki sonuçlarını doğurur. Bu durum, birçok kararda şu ifadelerle vurgulanmıştır: “Feragat niteliğinde olup feragatten rücu mümkün değildir.” (Yargıtay 2. HD – 2009/20500) “Feragat, o iradenin açıklandığı anda kesin hükmün sonuçlarını doğurur.” (Yargıtay 2. HD – 2014/19891)

Bu ilkenin doğal sonucu olarak, anlaşmalı boşanma protokolünde veya dava sürecinde tazminat haklarından geçerli bir şekilde feragat eden bir taraf, bu kararından daha sonra dönemez ve aynı taleplerle yeni bir dava açamaz. Mahkemeler, yapılmış olan geçerli bir feragate rağmen açılan tazminat davalarını veya ileri sürülen talepleri reddetmekle yükümlüdür. Nitekim Yargıtay, feragat beyanına rağmen tazminata hükmedilmesini “usul ve yasaya aykırı” bularak bozma nedeni saymaktadır (Yargıtay 2. HD – 2011/7336, Yargıtay 2. HD – 2018/7462).

Anlaşmalı boşanmada Feragatin Geçerlilik Şartları ve İstisnaları

Ana kural feragatin kesin ve bağlayıcı olduğu yönünde olsa da, kararlar feragatin geçerliliği ve kapsamı açısından dikkat edilmesi gereken önemli hususları ortaya koymaktadır. Bu detaylar, feragatin bağlayıcılığını etkileyebilir ve bazı durumlarda tarafa yeniden dava açma hakkı tanıyabilir.

a) Feragat Beyanının Açıklığı ve Kesinliği: Feragatin bağlayıcı olabilmesi için irade beyanının hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde açık, net ve koşulsuz olması gerekir. Genel ve muğlak ifadeler, Yargıtay tarafından feragat olarak yorumlanmamaktadır.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin bir kararında, davacının “hiç bir talebinin olmadığı” yönündeki genel beyanının feragat sayılmayacağı, “kadının bu beyanının feragat kabul edilebilmesi için hangi haktan vazgeçtiğinin açıkça belirtilmesi gerektiği” vurgulanmıştır (2018/2762-2019/801).

Benzer şekilde, bir başka kararda, feragat beyanının şarta bağlı olması veya belirsizlik içermesi durumunda “kayıtsız ve şartsız olma niteliğinden yoksun” kabul edileceği ve bu nedenle geçerli bir feragat olarak değerlendirilemeyeceği belirtilmiştir (Yargıtay 2. HD – 2022/11414).

b) Anlaşmalı Boşanmanın Çekişmeliye Dönmesi Durumu: Anlaşmalı boşanma protokolü kapsamında yapılan feragat beyanları, boşanmanın “anlaşmalı” olarak sonuçlanması koşuluna bağlıdır. Eğer taraflar duruşmada anlaşamaz ve dava çekişmeli boşanmaya dönerse, başlangıçta yapılan feragat beyanları geçerliliğini yitirir.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi bu durumu, “tarafların dava dilekçesindeki boşanmanın mali sonuçlarına ilişkin beyanları bu taleplerinden feragat olarak değerlendirilemez” şeklinde açıklamıştır (2011/2011-2011/22275). Bu durumda mahkemenin, tarafların kusur durumunu ve taleplerini yeniden değerlendirmesi gerekir.

c) Feragatin Kapsamı ve İrade Sakatlığı: Feragat, yalnızca açıkça vazgeçilen hakları kapsar. Örneğin, sadece maddi tazminattan feragat edilmesi, manevi tazminat hakkını ortadan kaldırmaz. Ayrıca, HMK uyarınca feragat kesin hüküm gibi sonuç doğursa da, bu durum mutlak değildir. Feragat beyanının hata, hile veya tehdit gibi iradeyi sakatlayan nedenlerle yapıldığı ispatlanırsa, feragatin iptali için dava açılabilir.

d) “Doğmamış Haktan Feragat Olmaz” İlkesi: Özellikle mal rejiminin tasfiyesine ilişkin alacaklar gibi, boşanma davası sonuçlanmadan ve hak tam olarak doğmadan yapılan genel feragat beyanlarının geçerliliği tartışmalıdır. Yargıtay, “doğmamış haktan feragat olmaz” ilkesini benimsemektedir. Bu ilke, boşanmanın fer’i niteliğindeki tazminatlardan (TMK md. 174) ziyade, mal rejiminden kaynaklanan alacaklar (katılma alacağı vb.) için daha sık gündeme gelmektedir.

Sonuç

Anlaşmalı boşanmada taraflar, boşanma protokolünde veya dava sırasındaki beyanlarıyla maddi ve manevi tazminat taleplerinden vazgeçebilirler. Vazgeçme Bağlayıcıdır. Usulüne uygun olarak, açık, net ve koşulsuz bir şekilde yapılan feragat beyanı, HMK uyarınca kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurur. Bu feragatten geri dönülemez ve tarafları bağlar. Geçerli bir feragat beyanında bulunan taraf, daha sonra aynı hukuki sebebe dayanarak tazminat talebiyle yeni bir dava açamaz. Mahkemeler bu tür davaları “feragat nedeniyle” reddedecektir. Ancak bu kuralın bağlayıcılığı; feragat iradesinin açık ve kesin olmasına, davanın anlaşmalı olarak sonuçlanmasına ve feragat beyanının irade sakatlığı hallerinden ari olmasına bağlıdır. Tarafların, anlaşmalı boşanma protokolü hazırlarken vazgeçtikleri hakların kapsamını net bir şekilde belirlemeleri, gelecekte ortaya çıkabilecek hukuki uyuşmazlıkları önlemek adına kritik öneme sahiptir. Bir makale önerisi.

Neden Uzman Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Anlaşmalı boşanma sürecinde maddi ve manevi tazminat gibi haklardan feragat etmek, telafisi güç sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle tarafların, sürecin her aşamasında hak kaybına uğramamaları için hukuki destek alması son derece önemlidir.

Tuzla avukat, Pendik avukat, Kartal avukat, Maltepe avukat, Gebze avukat, Tepeören avukat, Orhanlı avukat, Aydınlı Avukat ve Çayırova avukat gibi bölgesel olarak aile hukuku ve özellikle kat mülkiyeti, boşanma ve tazminat alanında uzmanlaşmış hukukçulardan profesyonel destek alınması; protokolün doğru düzenlenmesi, geçerli feragatlerin tespiti ve olası uyuşmazlıkların önlenmesi açısından büyük avantaj sağlar.

Read More

Toplu Yapılarda Aidat Toplama Yetkisi Kime Aittir? Toplu Yapı Yönetimine mi, Ada/Blok Yönetimine mi?

Giriş

Kat Mülkiyeti Kanunu (“KMK”) ile yönetim planları, apartman ve site yaşamında aidat toplama yetkisinin hangi yönetim birimine ait olduğunu belirleyen temel hukuki düzenlemeleri oluşturur. Ancak uygulamada sıkça karşılaşılan sorunlardan biri, aidat toplama yetkisinin toplu yapı yönetimine mi yoksa ada/blok/parsel yönetimlerine mi ait olduğuna ilişkin ortaya çıkan yetki ihtilaflarıdır. Bu bağlamda, Yargıtay kararları da söz konusu yetkinin belirlenmesinde hem KMK hükümlerini hem de yönetim planlarının bağlayıcılığını esas alır.

1. Sorun : Aidat Toplama Yetkisinde Yetki Karmaşası

Aidat toplama yetkisine ilişkin uyuşmazlıklar, genellikle yönetim planının yorumlanması ve KMK hükümleriyle olan ilişkisi bağlamında ortaya çıkmaktadır. Örneğin, Yargıtay 5. Hukuk Dairesi 2020/12058 E. sayılı kararında, aidat toplama yetkisinin “toplu yapı yönetiminde mi yoksa ada yönetiminde mi olduğu” yönünde çıkan ihtilafın çözümü talep edilmiştir. Kararda, davacı tarafın, aidat toplama yetkisinin münhasıran toplu yapı yönetimine ait olduğunun tespitini talep ettiği, davalı ada yönetiminin ise yetkisiz aidat topladığı ileri sürülmüştür. (Yarg. 5. HD, 2020/12058 E.)

Benzer bir şekilde Yargıtay 20. Hukuk Dairesi, 2017/2312 E. sayılı kararında, yönetim planı uyarınca belirli bir blok yönetiminin, başka bir bloktan aidat toplama yetkisi bulunmadığını ifade etmiş ve yetkinin yalnızca ilgili blok yönetiminde olduğuna hükmetmiştir (Yarg. 20. HD, 2017/2312 E.). Yine Yargıtay 18. Hukuk Dairesi 2015/2716 E. sayılı kararında, toplu yapı yönetiminin parsel maliklerinden aidat toplama yetkisine sahip olmadığı, bu yetkinin parsel yönetimlerine ait olduğu açıkça belirtilmiştir (Yarg. 18. HD, 2015/2716 E.).

2. Çözüm: Yetki Dağılımının Yönetim Planı ve KMK’ya Göre Tespiti

Aidat toplama yetkisinin tespitinde öncelikli olarak yönetim planı esas alınmalıdır. Zira yönetim planı, Kat Mülkiyeti rejiminde normlar hiyerarşisinde kanundan sonra gelen, bağlayıcı ve düzenleyici bir belgedir. Yönetim planı ile açıkça toplu yapı yönetimine yahut alt yönetim birimlerine (örneğin ada, blok ya da parsel yöneticisine) aidat toplama yetkisi verilmişse, bu düzenlemeye riayet edilmesi zorunludur.

Bu bağlamda Yargıtay 18. Hukuk Dairesi 2013/7471 E. sayılı kararında, aidat toplama işlemlerinde yönetim planına uygun hareket edilmesini ve bu planın kat maliklerinin haklarını gözeterek adil bir şekilde uygulanmasını gerektiğini ifade etmiştir (Yarg. 18. HD, 2013/7471 E.).

Sonuç

Aidat toplama yetkisine dair uyuşmazlıklarda çözüm, KMK hükümleri ve yönetim planının birlikte değerlendirilmesini gerektirir. Yetkinin hangi yönetim birimine ait olduğunun belirlenmesinde; Yönetim planında açık hüküm bulunup bulunmadığı, Yönetim planının KMK m. 28’e uygun şekilde değiştirilip değiştirilmediği, söz konusu yönetim biriminin, ilgili bağımsız bölüm maliklerini temsil etme niteliğine sahip olup olmadığı hususları belirleyici olmaktadır.

Yönetim planında bu yetkinin hangi birime verildiği açıkça belirlenmişse, bu plana aykırı aidat toplama girişimleri yetkisizlik teşkil eder. Öte yandan, planın belirsizliği veya eksikliği hâlinde, yargı mercileri aidat toplama yetkisinin niteliğini KMK hükümleri çerçevesinde yorumlayarak belirlemektedir.

Neden Uzman Avukat Görüşü Gerekli? | Tuzla Avukat

Aidat toplama yetkisine ilişkin uyuşmazlıklar, özellikle Tuzla, Pendik ve Kartal gibi çok bloklu yapılaşmanın yoğun olduğu bölgelerde sıkça ortaya çıkmaktadır. Yönetim planındaki eksiklikler, kanuna aykırı uygulamalar ve yetki karmaşaları, hak kaybına neden olabilecek ciddi sorunlardır.

Bu nedenle Yönetim planının hukuka uygunluğu, Aidat toplama yetkisinin kimde olduğu, Yetkisiz tahsilatın nasıl engelleneceği gibi konularda Tuzla’da kat mülkiyeti alanında uzman bir avukatın görüşü, doğru çözüm yollarını belirlemek açısından büyük önem taşır. Yerel uygulamalara ve mahkeme kararlarına hâkim uzman bir avukat, haklarınızı korumanıza yardımcı olur. Bu konuda bir makale önerisi.

Read More

Serbest Bölgede Faaliyet Ruhsatı Almanın ve Yer Kiralamanın Şartları ve Usulü

1. Giriş

Bu çalışma, Türkiye’deki serbest bölgelerde faaliyette bulunmak isteyen yerli ve yabancı yatırımcıların izlemesi gereken hukuki prosedürleri ele almaktadır. Çalışmanın temel amacı, 3218 sayılı Serbest Bölgeler Kanunu ve ilgili mevzuat çerçevesinde, “faaliyet ruhsatı” almanın ve bu faaliyetler için gerekli olan “işyeri temini (kiralama, irtifak hakkı vb.)” sürecinin şartlarını ve usulünü açıklamaktır. Serbest bölgeler, “ihracata yönelik yatırım ve üretimi teşvik etmek, doğrudan yabancı yatırımları ve teknoloji girişini hızlandırmak” gibi stratejik hedeflerle kurulmuş özel ekonomik alanlardır. Bu hedeflere ulaşmak için kurulan sistemin temel taşları olan ruhsatlandırma ve yer tahsisi, belirli bir idari sürece tabidir. Bu çalışma, söz konusu sürecin adımlarını, ilgili kurumları ve tarafların hak ve yükümlülüklerini ortaya koymaktadır.

2. Faaliyet Ruhsatı Alma Usulü

Faaliyet ruhsatı, bir yatırımcının serbest bölgedeki teşviklerden yararlanabilmesi ve yasal olarak faaliyette bulunabilmesi için zorunlu bir izin belgesidir. Süreç, çok aşamalı bir idari prosedürü içermektedir.

Başvuru Mercii ve Başvuru Sahipleri: Süreç, yatırımcının başvurusu ile başlar. Başvuru yapabilecek kişiler, kanunda açıkça belirtilmiştir: “yerli ya da yabancı gerçek ya da tüzel kişiler Ticaret Bakanlığından ruhsat almak kaydıyla serbest bölgelerde faaliyette bulunabileceklerdir”. Başvurunun ilk adresi ise ilgili bölgenin Serbest Bölge Müdürlüğü’dür.

Değerlendirme Süreci: Başvuru, tek bir merci tarafından sonuçlandırılmaz. Serbest Bölge Müdürlüğü, başvuruyu aldıktan sonra, “serbest bölge işleticisi ile bölge kurucu ve işleticisinin görüşünü aldıktan sonra, başvuruyu kendi görüşünü de ekleyerek Serbest Bölgeler Genel Müdürlüğüne gönderir”. Bu, sürecin yerel ve merkezi otoriteler arasında bir koordinasyon gerektirdiğini göstermektedir. Nihai karar mercii Ticaret Bakanlığı’na bağlı Serbest Bölgeler Genel Müdürlüğü’dür.

Başvurunun Sonuçlanması: Genel Müdürlük tarafından yapılan değerlendirme sonucunda iki ihtimal ortaya çıkar:

Reddedilme: “Başvuru uygun bulunmazsa bu durum başvurucuya yazılı olarak bildirilir ve başvuru ücreti iade edilir”.

Ön Kabul ve Yer Temini Şartı: “Başvuru uygun görülürse, bu durum başvurucuya yazılı olarak bildirilir ve kendisine faaliyetini sürdüreceği işyerinin teminine yönelik olarak yapılacak sözleşmenin bir örneği ile gerekli diğer belgeleri Genel Müdürlüğe iletmesi için otuz günlük süre verilir. Bu bulgu, faaliyet ruhsatının nihai olarak verilmesinin, yatırımcının bölgede bir işyeri temin ettiğini kanıtlaması şartına bağlı olduğunu net bir şekilde göstermektedir.

Nihai Ruhsatlandırma: Yatırımcı, verilen 30 günlük süre içinde kira sözleşmesi gibi belgeleri sunarsa, başvurucuya faaliyet ruhsatı verilir. Bu ruhsatı alan kişi, kanunen “kullanıcı” statüsünü kazanır. Süreye uyulmaması halinde ise “dosya işlemden kaldırılır ve başvuru ücreti irat olarak kaydedilir.

3. Serbest Bölgede Yer Kiralama ve Tahsis Şartları

Faaliyet ruhsatı sürecinin ayrılmaz bir parçası olan yer temini, yatırımcıya farklı seçenekler sunan esnek bir yapıya sahiptir. Yatırımcılar, faaliyet gösterecekleri işyerini farklı hukuki yöntemlerle temin edebilirler. En sık uygulanan yöntemler kiralama ve irtifak hakkı tesisidir.

Sözleşmelerin Onayı: Yatırımcının bölge işleticisi veya kurucu/işleticisi ile yaptığı kira veya satış sözleşmeleri de idari bir onaya tabidir. Serbest Bölge Müdürlüğü’nün görevleri arasında, “faaliyet ruhsatı müracaatı uygun görülen kişilerin yapmış olduğu kira ve satış sözleşmelerini onaylamak” da bulunmaktadır.

Bölge İşleticisinin Rolü: Özel sektör tarafından işletilen serbest bölgelerde (yap-işlet-devret veya işletme sözleşmesi modelleri), bölge işleticisi yer temininde kilit bir rol oynar. İşletici, “serbest bölge arazi, bina ve tesislerinin kiralanması veya sair suretle kullanıma verilmesi ile yıkım ve yeniden inşasına ilişkin usul ve esasları belirlemek ve uygulamak” yetkisine sahiptir. Kiralamaya ilişkin özel şartlar ve tarifeler, idare ile işletici arasında yapılan ana sözleşmede belirlenir.

4. Diğer Değerlendirmeler

Ruhsatın Hukuki Niteliği: Faaliyet ruhsatı, basit bir izin belgesinden öte, bir “şartlı ruhsat” veya “şartnameli ruhsat” niteliğindedir. Bu, ruhsatın sahibine belirli haklar (teşviklerden yararlanma vb.) tanımasının yanı sıra, uyması gereken yükümlülükler de getirdiği anlamına gelir. Hiçbir gerçek veya tüzelkişi faaliyet ruhsatı almaksızın serbest bölge teşviklerinden yararlanamaz. Bu, ruhsatın bölgedeki ekonomik faaliyetin anahtarı olduğunu gösterir.

İdari Sürecin Bütünlüğü: Faaliyet ruhsatı alma ve yer kiralama, birbirinden bağımsız düşünülemeyecek, birbirini şart koşan iki süreçtir. Yatırımcı, ruhsat başvurusunun ön onayını almadan anlamlı bir kira sözleşmesi yapamaz; aynı şekilde, onaylanmış bir kira sözleşmesi sunmadan da nihai ruhsatı alamaz. Bu yapı, bölgeye yalnızca ciddi ve faaliyete geçmeye hazır yatırımcıların girmesini sağlamayı amaçlayan bir kontrol mekanizmasıdır.

Esnek Tahsis Modelleri: Kanun koyucunun yatırımcılara kiralama, 49 yıla varan irtifak hakkı ve yap-işlet-devret gibi farklı modeller sunması, serbest bölgelerin yatırımcı dostu bir yapıya sahip olduğunu göstermektedir. Bu esneklik, farklı sermaye ve proje büyüklüklerine sahip yerli ve yabancı yatırımcıları çekmeyi hedeflemektedir.

Devletin ve Özel Sektörün Rol Dağılımı: Serbest bölgelerin kuruluş ve işletilmesinde farklı modellerin (devlet tarafından, özel sektör tarafından, yap-işlet-devret) uygulanmaktadır. Bu durum, yer kiralama sürecindeki muhatabın (doğrudan idare veya bölge işleticisi) ve kira şartlarının değişmesine neden olabilir. Ancak her durumda, nihai denetim ve onay yetkisi Serbest Bölgeler Genel Müdürlüğü ve Serbest Bölge Müdürlüğü gibi kamu otoritelerindedir.

Neden Uzman Avukat Görüşü Gerekli?

Serbest bölgede faaliyet ruhsatı almak ve yer kiralamak, basit bir kira sözleşmesi süreci değildir. Hem ruhsatlandırma hem de yer tahsisi aşamaları, idari usuller, süreli başvurular, kamu-özel sektör işbirliği sözleşmeleri gibi teknik konuları içerdiğinden, bu işlemler mutlaka deneyimli bir hukukçu gözetiminde yürütülmelidir. Yanlış ya da eksik yapılan başvurular, yatırımın reddedilmesine veya ciddi gecikmelere yol açabilir. Özellikle Tuzla, Pendik, Kartal, Maltepe, Gebze, Tepeören, Orhanlı ve Çayırova gibi sanayi ve ticaretin yoğun olduğu bölgelerde serbest bölge yatırımı planlayan kişi ve kurumların, serbest bölge ve yatırım hukuku konusunda uzman bir Tuzla avukatından profesyonel danışmanlık alması hak ve menfaat kaybını önlemek açısından kritik öneme sahiptir.

Read More

Anlaşmalı Boşanma Protokolü Hazırlarken Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar Nelerdir? – Tuzla Avukat Rehberi

Anlaşmalı boşanma protokolü hazırlarken dikkat edilmesi gereken en önemli unsurları ve bu protokollerde mal paylaşımı, nafaka ödenmesi ile çocukların velayeti konularında sıklıkla karşılaşılan sorunlar, Yargıtay kararları ışığında incelemektedir. Anlaşmalı boşanma, evlilik birliğini sonlandırmak isteyen eşlerin, boşanmanın tüm sonuçları üzerinde mutabakata vararak mahkemeye başvurmaları esasına dayanır. Ancak bu sürecin sorunsuz ilerlemesi ve gelecekte yeni hukuki ihtilaflara yol açmaması için protokolün titizlikle hazırlanması büyük önem taşımaktadır.

1. Anlaşmalı Boşanma Protokolün Kapsamı ve Açıklığı

 Protokol, boşanmanın mali sonuçları (mal paylaşımı, maddi-manevi tazminat, yoksulluk nafakası) ve çocukların durumu (velayet, kişisel ilişki, iştirak nafakası) gibi tüm fer’i konularda tarafların tam ve açık anlaşmasını içermelidir. Ayrıca, mal rejiminin tasfiyesi kapsamında yahut bundan bağımsız olarak bir kısım gayrimenkulün yahut sicile kayıtlı olan menkullerin tescili, menkullerin teslimi, bir miktar paranın ödenmesi, hisse devri ve bunun gibi bir çok hususu anlaşma boşanma protokolüne derc edebilirler.

Protokolde yer alan “herhangi bir mal paylaşımı ile ilgili bir isteğim yoktur” (Yargıtay 8. Hukuk Dairesi-2013/827-2013/12674) veya “Evlilik birliğinde edinmiş olduğumuz eşyaları rızaen paylaştık, sonradan her iki taraf da bir talepte bulunmayacaktır” (Yargıtay 8. Hukuk Dairesi-2013/9389-2014/4769) gibi genel ifadeler, mal rejiminin tasfiyesini kapsamayabilir ve sonradan dava konusu olabilir. Yargıtay 8. Hukuk Dairesi (2013/827-2013/12674) bu konuda, “düzenlemenin mal rejiminin tasfiyesine ilişkin olduğunun duraksamaya yer vermeyecek şekilde tek tek ve ismen sayılmak suretiyle açıkça belirlemiş olmaları gerekir” vurgusunu yapar.

Protokol Hükümlerinin Karara Eksik Yansıtılması: Mahkemenin, protokolde anlaşılan tüm hususları kararın hüküm fıkrasına açıkça ve eksiksiz geçirmesi zorunludur. Aksi takdirde “infazda tereddüt” yaşanabilir. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi (2012/25949-2013/11249) “protokole atıf yapılmakla yetinilmemesi, anlaşılan bütün hususlara ayrıca kararın hüküm fıkrasında da yer verilmesi gerekir” demektedir. Benzer şekilde, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi (2023/28-2023/3252) “protokolde taraflarca kararlaştırılan iştirak nafakasının hükümde açıkça yazılmaması… kararın icrasında tereddüt uyandırmaktadır” tespitinde bulunmuştur. Protokol maddelerinin eksik veya değiştirilerek hükme geçirilmesi (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi-2024/2311-2024/2340) de ciddi sorunlara yol açar.

2. Anlaşmalı Boşanmada Tarafların İradesi ve Hakimin Rolü:

Tarafların protokolü özgür iradeleriyle imzalamış olmaları ve hakimin bu iradelerin serbestçe açıklandığına kanaat getirerek protokolü uygun bulması şarttır. Yargıtay 8. Hukuk Dairesi (2013/827-2013/12674) “Hakimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın mali sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek protokolü uygun bulması şarttır” ilkesini hatırlatır. Tarafların duruşmada bizzat beyanlarının alınması bu sebeple önemlidir (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi-2024/5860-2024/8178).

İradeden Dönme: Anlaşmalı boşanma kararı kesinleşinceye kadar taraflar irade beyanlarından dönebilirler. Bu durumda dava çekişmeli boşanmaya dönüşür (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi-2024/2108-2024/1835, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi-2023/4736-2024/3599). Yargıtay 2. Hukuk Dairesi (2024/1117-2024/8212) “Anlaşmalı boşanma yönünden oluşan karar kesinleşinceye kadar eşlerin kabul edilen düzenlemeleri kapsayan irade beyanından dönmesini engelleyici bir hüküm bulunmamaktadır” der.

Zorla İmzalatma İddiaları: Protokolün zorla imzalatıldığı iddiası, anlaşmalı boşanmanın geçersizliğine yol açabilir (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi-2006/16394-2007/5066).

Hakimin Taleple Bağlılığı ve İstisnaları: Hakim, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır (HMK md. 26/1). Ancak iştirak nafakası gibi kamu düzenine ilişkin konularda veya çocuğun üstün yararı gerektirdiğinde resen hareket edebilir veya düzenlemede değişiklik yapabilir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu-2017/1894-2019/918). Ancak bu, “talep olmadığı halde yılda bir kereye mahsus olmak üzere müşterek çocuk için ayrıca 6000 TL’ye hükmedilmesi” gibi talep dışı kalemlere hükmedileceği anlamına gelmez.

3. Mal Paylaşımı (Mal Rejiminin Tasfiyesi):

 Mal rejiminin tasfiyesine ilişkin anlaşmaların protokolde açıkça yer alması, hangi malların kime kalacağının belirtilmesi önemlidir. Yargıtay 8. Hukuk Dairesi (2012/4834-2012/5060) boşanma protokolündeki genel beyanların “mal rejimini kapsamamaktadır” diyerek bu ayrımı vurgular.

Mal Rejiminin Kapsanmaması: Protokolde mal rejiminin tasfiyesine ilişkin açık bir düzenleme yoksa, boşanmanın fer’ilerine (nafaka, tazminat) ilişkin genel feragat beyanları mal rejiminden kaynaklanan alacakları (katılma alacağı, katkı payı vb.) kapsamaz ve bu konuda ayrıca dava açılabilir (Yargıtay 8. Hukuk Dairesi-2012/4834-2012/5060, Yargıtay 8. Hukuk Dairesi-2014/12747-2015/1086).

Doğmayan Haktan Feragat Olmaz” İlkesi: Özellikle mal rejiminden kaynaklanan alacaklar boşanma kararı kesinleşmeden tam olarak doğmadığından, bu haklardan peşinen yapılan genel feragatlerin geçerliliği tartışmalıdır. Yargıtay 8. Hukuk Dairesi (2014/5316-2014/11905) “boşanma davasında, tazminat ve nafaka talebinden vazgeçildiğine ilişkin beyan, hakkın doğumundan önce feragat mümkün olmadığından geçerli değildir” şeklinde önemli bir tespitte bulunur.

İyi Niyet ve Sözleşmeye Bağlılık: Tarafların protokolde mal paylaşımına ilişkin açık beyanlarda bulunup sonradan dava açmaları iyi niyet kurallarına aykırı bulunabilir. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi (2022/9961-2023/1778) davacının “bilerek ve isteyerek protokolle karşı tarafa bir takım maddî olanaklar sağlayan” bir kişi olarak, boşanma sonrası bu olanakları geri istemesinin kabul edilemez olduğunu vurgulamıştır.

Kişisel Mallar ve Edinilmiş Mallar Ayrımı: Protokolde paylaşımı kararlaştırılan malların niteliği (kişisel mal/edinilmiş mal) önemlidir. Davalının kişisel malı niteliğindeki bir pay üzerinde diğer eşin alacak hakkı bulunmayabilir (Yargıtay 8. Hukuk Dairesi-2014/16757-2015/4903).

4. Nafaka (Yoksulluk ve İştirak):

Nafaka miktarı, artış oranı ve süresi protokolde net bir şekilde belirtilmelidir. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi (2024/1343-2024/8709) kararında “… iştirak nafakasına, nafakaların gelecek yıllarda memur maaş zam oranında artırılmasına” şeklinde bir düzenlemeden bahsedilmektedir

Miktarın Belirsizliği veya Eksikliği: Protokolde nafaka konusunda hüküm bulunmaması veya miktarın hükme geçirilmemesi sorun yaratır.

Artış Şartlarının Uygulanabilirliği: Artış oranlarının net olmaması gelecekte ihtilafa neden olabilir.

Mali Durumun Değişmesi: Protokolle belirlenen nafaka kesinleşse dahi, TMK m. 176/4 uyarınca “Tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hallerde iradın arttırılması veya azaltılmasına karar verilebilir.” (Yargıtay 3. Hukuk Dairesi-2015/19705-2016/2083).

5. Çocukların Velayeti ve Kişisel İlişki:

Çocuğun üstün yararı gözetilerek velayetin kime verileceği ve diğer ebeveynle kişisel ilişkinin nasıl kurulacağı ayrıntılı olarak düzenlenmelidir. Tarafların anlaştığı velayet düzenlemesi çocuğun menfaatine aykırı ise hakim müdahale edebilir. Kişisel ilişkinin günleri, saatleri, özel günler gibi detayların belirsiz olması uygulamada sorun yaratır. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi (2009/17648-2010/19842) kararında “velayeti anneye verilen çocukla baba arasındaki kişisel ilişkinin protokole uygun düzenlenmemesi” bir eksiklik olarak belirtilmiştir.

Sonuç

Anlaşmalı boşanma protokolleri, evlilik birliğini sonlandırmanın en barışçıl ve hızlı yollarından biri olmasına rağmen, içeriğinin titizlikle hazırlanmaması durumunda yeni ve karmaşık hukuki sorunlara yol açabilmektedir. Bu nedenle, protokol hazırlanırken:

Açıklık ve Kesinlik: Tüm mali sonuçlar (mal paylaşımı, nafakalar, tazminatlar) ve çocuklarla ilgili düzenlemeler (velayet, kişisel ilişki) hiçbir yoruma veya belirsizliğe yer vermeyecek şekilde açık ve ayrıntılı olarak belirtilmelidir.

Mal Rejiminin Tasfiyesi: Mal paylaşımına ilişkin hususlar, hangi malların kime ait olacağı, mal rejiminden kaynaklanan alacaklardan (katılma alacağı, katkı payı, değer artış payı) feragat ediliyorsa bunun açıkça yazılması kritik öneme sahiptir. Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin (2013/827-2013/12674) vurguladığı gibi, malların “tek tek ve ismen sayılmak suretiyle açıkça” belirlenmesi idealdir.

Özgür İrade ve Bilgilendirme: Tarafların protokolün tüm maddelerini anladıklarından ve özgür iradeleriyle kabul ettiklerinden emin olunmalıdır.

Hukuki Destek: Protokolün hazırlanması aşamasında uzman bir hukukçudan destek almak, olası hak kayıplarının ve gelecekteki ihtilafların önlenmesi açısından büyük fayda sağlayacaktır. Bu unsurlara dikkat edilmesi, anlaşmalı boşanma sürecinin amacına uygun olarak, tarafların haklarını koruyarak ve adil bir şekilde sonuçlanmasını temin edecektir. Diğer makalelerimiz

Neden Uzman Avukat Görüşü Gerekli? | Tuzla Avukat

Anlaşmalı boşanma süreci basit gibi görünse de, protokolde yapılacak küçük bir eksiklik bile ileride mal paylaşımı, nafaka veya çocukların velayeti gibi konularda dava açılmasına yol açabilir. Özellikle Tuzla, Pendik, Kartal gibi yoğun nüfuslu ve artan boşanma oranlarına sahip ilçelerde, yerel mahkemelerin uygulamaları ve Yargıtay kararları konusunda bilgi sahibi olmak büyük avantaj sağlar.

✅ Mal rejiminin doğru biçimde protokole aktarılması,
✅ Nafaka artışları ve süresi gibi detayların net yazılması,
✅ Velayet ve kişisel ilişki düzenlemelerinin çocuğun menfaatine uygun planlanması gibi konularda,
Tuzla’da boşanma hukuku alanında uzman bir avukatla çalışmak, hem hak kayıplarını önler hem de protokolün mahkeme tarafından kabul edilme şansını artırır. Uzman avukat desteğiyle hazırlanan bir protokol, sizi yıllar sürecek ihtilaflardan korur ve sürecin kısa sürede, huzurla tamamlanmasını sağlar. Bu konuda yazı önerisi

Read More

Çekin Keşideciye Geri Ciro Edilmesi ve Önceki Cirantaların Sorumluluğu – Yargıtay Kararları Işığında

Çekin keşideciye geri ciro edilmesi, kambiyo senetleri uygulamasında sık karşılaşılan ancak hukuki sonuçları açısından tartışmalı bir konudur. Bu durumda önceki cirantaların sorumluluğu devam eder mi? Yoksa keşidecinin yeniden ciro ettiği senette yeni bir sorumluluk silsilesi mi başlar? Bu yazıda, Yargıtay’ın farklı dairelerine ait kararlar ışığında bu soruya yanıt aranmakta ve iki temel yaklaşım açıklanmaktadır.

A. Yaygın Görüş: Keşideciye Geri Ciro Edilen Çekte Önceki Cirantaların Sorumluluğu Kalkar

Yaygın görüş : Önceki cirantaların sorumluluğu kalkar : Yaygın görüş sorumluluk kalkacağı yönündedir. Yargıtay uygulamasının büyük çoğunluğu çekin keşideciye geri ciro edilmesi ve keşideci tarafından yeniden tedavüle sokulması halinde, “ikinci tedavül” olarak adlandırılan bu işlemden önceki lehtar ve cirantaların sorumluluğunun ortadan kalktığı yönündedir. Bu görüş, özellikle Yargıtay 12. Hukuk Dairesi’nin yerleşik içtihatları tarafından şekillendirilmiş ve çok sayıda ilk derece ve bölge adliye mahkemesi tarafından benimsenmiştir.

Bu görüşün temel dayanağı, keşidecinin çeki geri almasıyla birlikte, sanki o çeki hiç düzenlememiş gibi ilk baştaki konumuna geri döndüğü varsayımıdır. Dolayısıyla, yeni bir tedavül süreci başlar ve sorumluluk zinciri bu yeni süreçte oluşur.

B. Karşı Görüş: Önceki Cirantaların Sorumluluğu Devam Eder

Karşı Görüş: Sorumluluk Devam Eder  : Azınlıkta olmakla birlikte, özellikle Yargıtay 11. ve 19. Hukuk Daireleri’nin kararlarında, çekin keşideciye geri ciro edilmesinin önceki cirantaların sorumluluğunu ortadan kaldırmadığı belirtilmektedir. Bu görüş, kambiyo senetlerinin temel prensibi olan “cirantaların müteselsil sorumluluğu” ve “imzaların bağımsızlığı” ilkelerine dayanır. Buna göre, bir cirantanın imzası senet üzerinde bulunduğu ve çizilmediği müddetçe, senedin meşru hamiline karşı sorumluluğu devam eder.

Sorumluluğun Kalktığı Görüşünün Hukuki Dayanakları

Bu görüşü savunan kararlar, neredeyse standartlaşmış bir gerekçeye dayanmaktadır. Yargıtay 12. Hukuk Dairesi’nin birçok kararında tekrarlandığı gibi:Çek, keşideci tarafından lehtar lehine düzenlenip, keşide edildikten sonra, lehtar tarafından tekrar keşideciye ciro edilmesi halinde, keşidecinin 6102 sayılı TTK’nun 788. maddesi koşullarında yeniden çeki tedavüle çıkararak ciro etmesi durumunda, ikinci tedavülden önceki lehtarın sorumluluğu kalmadığından, lehtar hakkında takip yapılamaz.” (Bkz. Yargıtay 12. HD – 2013/12196 E.; Yargıtay 12. HD – 2019/477 E.; Yargıtay 12. HD – 2020/1441 E. ve çok sayıda benzer karar).

Bu yaklaşımın temel mantığı şu şekilde özetlenebilir: Keşidecinin Baştaki Durumuna Dönmesi: Keşideci, çeki geri ciro yoluyla devraldığında, çeki hiç tedavüle çıkarmamış gibi kabul edilir. Keşideci “çeki keşide etmeden önceki durumuna dönmüştür”.

Alacaklı ve Borçlu Sıfatlarının Birleşmesi: Çekin borçlusu konumundaki keşideciye geri dönmesiyle, alacak ve borç ilişkisi sona erer. Lehdar çeki keşideciye ciro etmesiyle davacı (lehtar ve ilk ciranta) ile keşideci arasındaki alacak borç ilişkisi son bulmuştur.

Keşidecinin çeki yeniden tedavüle sokması, yeni bir sorumluluk zinciri başlatır. Bu durumda sorumluluk, sadece “keşideci ile takip alacaklısı hamil arasında” kalır (Bkz. Yargıtay 12. HD – 2020/4150 E.).

Sorumluluğun Devam Ettiği Görüşünün Hukuki Dayanakları

Bu görüşü benimseyen Yargıtay 11. ve 19. Hukuk Daireleri, kambiyo senetlerinin tedavül güvenliğini ve hamillerin haklarını korumayı önceler. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin bir kararında, ilk derece ve bölge adliye mahkemelerinin “sorumluluk kalkar” yönündeki kararını bozarken şu gerekçeyi sunmuştur: “keşidecinin yeniden ciro etmek suretiyle çeki tedavüle sürmesi sonucu hamil pozisyonuna gelen davalı …’ne karşı, çekte imzası bulunan keşideci-lehdar ve cirantaların müşterek müteselsil sorumlu oldukları” (Yargıtay 11. HD – 2020/6363 E.).

Bu yaklaşımın temel mantığı ise şöyledir: Müteselsil Sorumluluk İlkesi: Çekte imzası bulunan herkes (keşideci, lehtar, cirantalar), hamile karşı müteselsilen sorumludur. Hamil, dilediği borçluya veya hepsine birden başvurabilir. Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin (2015/12521) belirttiği gibi, “Ciro silsilesi içinde yer alan kişiler hamile karşı müteselsil borçlu sıfatıyla mesul olup, hamil bunların sıraları ile bağlı olmaksızın her birine… müracaat edebilir.”

Geriye Cironun Sorumluluğu Kaldırmaması: TTK, çekin borçlu olanlardan birine (keşideci dahil) ciro edilmesini ve bu kişinin çeki yeniden ciro etmesini yasaklamamıştır. Ancak bu durum, önceki cirantaların sorumluluğunu kendiliğinden ortadan kaldırmaz.

İmzaların Bağımsızlığı: Lehtarın veya cirantanın cirosu çizilmediği sürece, senet üzerindeki imzası geçerliliğini korur ve bu imza, son hamile karşı bir taahhüt niteliğindedir.

Sonuç

Sunulan yargı kararları ışığında, çekin keşideciye geri ciro edilmesi durumunda önceki cirantaların sorumluluğunun kalkıp kalkmayacağı konusunda net ve birleşik bir içtihat bulunmamaktadır. Ancak şu sonuçlara varılabilir. Yaygın Uygulama Sorumluluğun Kalktığı Yönündedir: Özellikle Yargıtay 12. Hukuk Dairesi’nin istikrarlı kararları, çok sayıda alt derece mahkemesi tarafından benimsenmekte ve uygulamada bu görüşün daha yaygın olduğu gözlemlenmektedir. Bu görüşe göre, keşideciye dönen çekle birlikte eski sorumluluk zinciri kopar ve yeni bir süreç başlar.

Neden Tuzla ve Çevresinde Uzman Avukat Görüşü Gereklidir?

Çekin keşideciye geri ciro edilmesi gibi teknik ve ayrıntılı bir senet işlemi, ilk bakışta basit bir hukuki işlem gibi görünse de; eksik yorumlandığında veya yanlış uygulandığında ciddi riskler doğurabilir. Özellikle Tuzla, Pendik, Kartal, Maltepe, Gebze, Çayırova ve Tepeören gibi ticari hareketliliğin yüksek olduğu bölgelerde faaliyet gösteren şirketler açısından bu tür ciro işlemleri, yüksek tutarlı çek ve bonolarla doğrudan ilgilidir.

Bu bölgelerdeki ticari ilişkilerde;

  • Yanlış ciro nedeniyle sorumluluğu olmayan kişilere karşı takip yapılması,
  • Haksız tahsilat iddialarıyla dava açılması,
  • Cirantaların sorumluluğunun yanlış yorumlanması,
  • Veya keşideciye dönen çekin yeniden tedavüle sokulmasında hukuka aykırı bir süreç izlenmesi gibi durumlar, hem alacaklıyı hem de borçluyu ciddi hukuki süreçlerle karşı karşıya bırakabilir. Bu nedenle Tuzla’da faaliyet gösteren bir kambiyo hukuku avukatı, bölgenin ticari yapısını bilen, Yargıtay’ın güncel içtihatlarına hâkim ve senet uygulamalarındaki hata risklerini önceden tespit edebilecek deneyime sahip olmalıdır. Aynı şekilde Kartal, Maltepe, Pendik, Çayırova, Tepeören ve Gebze gibi bölgelerde faaliyet gösteren işletmelerin, çek cirosu gibi karmaşık işlemlerde yerel uygulamayı bilen bir hukukçudan destek almaları, ileride yaşanabilecek çek iptali, takip iptali ya da haksız sorumluluk gibi riskleri önemli ölçüde azaltır. Sonuç olarak, çekin keşideciye geri ciro edilmesi durumunda önceki cirantaların sorumluluğu devam eder mi? sorusuna verilecek cevap olayın detayına ve doğru hukuki değerlendirmeye bağlıdır. Bu nedenle, özellikle Tuzla ve çevresindeki işletmelerin senet hukuku alanında uzman bir avukat ile çalışmaları büyük önem taşır.
Read More

Tahsil Amaçlı Ciro Nedir? – Yargıtay Kararları Işığında Detaylı İnceleme

Tahsil amaçlı ciro, Türk Ticaret Hukuku’nda sıklıkla karşılaşılan ve çoğu zaman temlik cirosuyla karıştırılan bir işlemdir. Bu yazıda, “tahsil amaçlı ciro nedir?”, “temlik cirosundan farkı nedir?”, “tahsil cirosunun sonuçları nelerdir?” gibi sorular, Yargıtay kararları ışığında yanıtlanmakta ve bu konuda dikkat edilmesi gereken hukuki noktalar açıklanmaktadır.

Tahsil Amaçlı Ciro Tanımı ve Amacı

Tahsil amaçlı ciro, senetten doğan hakkın mülkiyetini devretmeksizin, senedi elinde bulunduran kişiye (hamil), ciro eden (ciranta) adına senet bedelini tahsil etme ve buna bağlı işlemleri yapma yetkisi veren bir işlemdir. Yargıtay’ın da belirttiği gibi, “tahsil cirosu senetten doğan hakların devri amacıyla değil bu hakların ciro edenin nam ve hesabına tahsilini sağlamak amacıyla gerekli vekalet ve yetkiyi tesis eden bir işlemdir” (Yargıtay-19. Hukuk Dairesi-2012/9143-2013/5417). Bu ciro ile hamil, cirantanın vekili konumuna gelir.

Hukuki Dayanak ve Şekil Şartı: Bir cironun “açık” tahsil cirosu olarak kabul edilebilmesi için senet üzerinde belirli ibarelerin bulunması zorunludur. Türk Ticaret Kanunu (TTK) uyarınca bu ibareler “’bedeli tahsil içindir’, ‘vekâleten’, ‘kabz içindir’ veya bedelin başkası adına kabul edileceğini belirten bir şerhi ya da sadece vekil etmeyi ifade eden bir kaydı” içermelidir. Bu kayıtların varlığı, cironun tahsil amacını net bir şekilde ortaya koyar.

Temlik Cirosundan Farkı: Mahkeme kararlarında en sık vurgulanan ayrım, tahsil cirosu ile temlik cirosu arasındadır. Eğer ciroda yukarıda belirtilen tahsil ifadeleri yer almıyorsa, cironun “temlik cirosu” olduğu kabul edilir. Yargıtay’a göre, “Ciro imzası yerinde ‘bedeli tahsil içindir’ ‘vekaleten’ ve benzeri gibi ibareler içermeyen ciroların temlik cirosu olduğunun kabulü gerekir” (Yargıtay-19. Hukuk Dairesi-2015/11371-2016/2463). Temlik cirosu, senetten doğan tüm hakları ve senedin mülkiyetini devralana geçirirken, tahsil cirosunda mülkiyet cirantada kalır.

Mülkiyetin Devredilmemesi ve “Vekil Hamil” Sıfatı: Tahsil cirosunun en temel sonucu, mülkiyetin devredilmemesidir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun bir kararında bu durum, “Mülkiyet ciroya rağmen ciro edende kalmıştır” şeklinde ifade edilmiştir (Yargıtay-Hukuk Genel Kurulu-2020/329-2022/1490). Bu nedenle senedi tahsil cirosuyla alan kişi, “vekil hamil” sıfatıyla hareket eder ve senedi cirantanın nam ve hesabına tahsil etmekle yükümlüdür.

Açık ve Örtülü (Gizli) Tahsil Cirosu: Kararlar, tahsil cirosunun “açık” veya “örtülü (gizli)” olabileceğini belirtmektedir. Açık ciro, senet üzerindeki şerhlerle bellidir. Örtülü (gizli) ciro ise, görünüşte temlik cirosu gibi olmasına rağmen taraflar arasındaki iç ilişkide tahsil amacıyla yapıldığına dair bir anlaşmanın bulunduğu durumlardır. Bir kararda, “Gizli tahsil cirosu, sadece senet bedelinin tahsil edilip cirantaya verilmesi hususunda yetki vermek amacıyla yapıldığı taktirde, ciranta senedin maliki ve alacaklısı olarak kalır” denilmektedir (Yargıtay-12. Hukuk Dairesi-2014/19229-2014/27579). Ancak örtülü cironun varlığını iddia eden tarafın bunu yazılı delillerle ispatlaması gerekir.

Hamilin Hak ve Yükümlülükleri: Tahsil cirosu ile senedi devralan “vekil hamil”, senetten doğan tüm hakları kullanabilir. Bu kapsamda, borçlu aleyhine dava açabilir ve icra takibi yapabilir. Hatta bir Yargıtay kararında belirtildiği gibi, vekil hamil “çekin zayi olması nedeniyle iptal davası açma yetkisini haizdir” (Yargıtay-11. Hukuk Dairesi-2015/15123-2017/2747). Ancak vekil hamilin yetkisi sınırlıdır; senedi ancak yeni bir “tahsil cirosu” ile devredebilir (BAM-Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesi-2025/125-2025/113). En önemli yükümlülüğü ise, tahsil ettiği bedeli asıl alacaklı olan cirantaya teslim etmektir.

Borçlunun Durumu ve Def’ilerin İleri Sürülmesi: Tahsil cirosunun en kritik sonuçlarından biri, borçlunun hukuki durumunu etkilemesidir. Mülkiyet cirantada kaldığı için, borçlu, cirantaya karşı ileri sürebileceği kişisel def’ileri (itirazları), senedi tahsil için elinde bulunduran vekil hamile karşı da ileri sürebilir. Nitekim bir mahkeme kararında, “6762 sayılı eTTK 600 gereğince cirantaya karşı ileri sürülebilecek defiler hamile karşı da ileri sürebilir” (İlkDerece-İzmir 4. Asliye Ticaret Mahkemesi-2020/283-2022/644) denilerek bu ilke açıkça ortaya konmuştur. Bu durum, tahsil cirosunu, hamili kişisel def’ilere karşı koruyan temlik cirosundan ayıran temel bir özelliktir.

Sonuç olarak yargı pratiğinde, bir cironun tahsil amaçlı sayılabilmesi için senet üzerinde “bedeli tahsil içindir” veya “vekâleten” gibi açık ifadelerin bulunması kritik bir önem taşımaktadır. Bu tür ifadelerin yokluğunda, cironun mülkiyeti devreden bir “temlik cirosu” olduğu kabul edilmekte ve aksini iddia eden taraf ağır bir ispat yükü altına girmektedir. Bu nedenle, tahsil cirosunun hukuki sonuçlarından faydalanmak isteyen tarafların, bu amacı senet üzerinde açıkça belirtmeleri, olası uyuşmazlıkların önlenmesi açısından büyük önem arz etmektedir. bir makale önerisi.

Neden Uzman Tuzla Avukat Görüşü Gerekli? – Tahsil Amaçlı Ciro Davalarında Profesyonel Destek

Tahsil amaçlı ciro, ilk bakışta basit bir işlem gibi görünse de temlik cirosuyla karıştırılması, senet geçersizliği, icra takibinin iptali, haksız tahsilat gibi ciddi sorunlara yol açabilir. Özellikle çek ve bono tahsili ile ilgili uyuşmazlıklarda, senet hukuku, vekâlet ilişkisi ve Yargıtay kararları doğrultusunda değerlendirme yapılması gerekir. Yanlış atılan bir imza veya eksik cümle, hakkınızın kaybına yol açabilir.

Bu nedenle;

✅ Senet üzerine doğru ciro türünü uygulamak
✅ Vekil hamil sıfatıyla dava/icat takibi başlatmadan önce yasal zemini incelemek
✅ Borçlu tarafın hangi def’ileri ileri sürebileceğini değerlendirmek

için senet ve kambiyo hukuku alanında uzman bir avukattan destek alınması kritik öneme sahiptir. Uzman bir Tuzla avukatı, özellikle ticari yoğunluğun yüksek olduğu Tuzla, Kartal, Pendik gibi bölgelerde, uygulamada sık karşılaşılan hataları önceden tespit ederek, tarafların hukuki güvenliğini sağlar ve riskleri en aza indirir. Bu konuda bir makale önerisi.

Read More

Konkordato İlan Eden Şirketten Alacak Nasıl Tahsil Edilir?

Giriş

Bu çalışma, konkordato ilan eden bir şirketten alacakların nasıl tahsil edileceği sorusuna bir yanıt sunmayı amaçlamaktadır. Konkordato süreci, borçlunun mali durumunu iyileştirerek borçlarını ödeyebilmesi için tasarlanmış bir hukuki mekanizmadır. Ancak bu süreç, alacaklılar için de dikkatle takip edilmesi gereken, belirli hak ve yükümlülükler doğuran bir nitelik taşır. Çalışmamız, alacak tahsil sürecinin farklı aşamalarını, alacaklıların başvurabileceği yolları ve dikkat etmesi gereken önemli noktaları mahkeme kararlarından alıntılarla destekleyerek ortaya koyacaktır.

a)Konkordato ilan eden bir şirketten alacak tahsili sürecine ilişkin adımlar

Alacağın Bildirilmesi ve Kaydedilmesi: Alacaklılar, konkordato ilanından sonra genellikle 15 gün içinde alacaklarını konkordato komiserliğine bildirmelidir.  Alacak bildiriminin konkordato komiserine yapılması gerekir. Alacak, komiser tarafından listeye kaydedilir ve çekişmeli olup olmadığına bakılır.

Konkordato Projesi ve Ödeme Planı: Şirketin sunduğu ve alacaklılar tarafından müzakere edilip oylanan konkordato projesi, mahkemece tasdik edilirse bağlayıcı hale gelir. Alacaklılar, tasdik edilen projede belirtilen ödeme planına göre alacaklarını tahsil ederler. Tahsilat onaylanan konkordato projesi kapsamında belirlenen koşullarla yapılır.

b)İtiraza Uğrayan (Çekişmeli) Alacaklar İçin Dava Açılması (İİK m. 308/b):

Alacakları komiserlikçe kısmen veya tamamen reddedilen ya da itiraza uğrayan alacaklılar, konkordato tasdik kararının ilanından itibaren genellikle bir ay içinde dava açabilirler. İİK’nun 308/b maddesinde, alacakları itiraza uğramış olan alacaklıların, tasdik kararının ilanı tarihinden itibaren 1 ay içinde dava açabileceği hususu düzenlenmiştir.

Bu dava, alacağın tespiti ve konkordato projesine dahil edilmesini amaçlar. Kanunda öngörülen bir aylık süre çekişmeli alacak hakkında dava açmak bakımından hak düşürücü nitelikte olmayıp, alacaklının banka hesabına yatırılan paydan kendisine ödeme yapılmasını talep etmesi bakımından hak düşürücü niteliktedir.

c)Konkordato Projesine Uyulmaması Durumunda Konkordatonun Feshi (İİK m. 308/e):

Borçlu şirket, tasdik edilen konkordato projesindeki ödeme planına uymazsa, alacaklı konkordatoyu tasdik eden mahkemeye başvurarak kendisi hakkında konkordatonun feshini talep edebilir. Kendisine karşı konkordato projesi uyarınca ifada bulunulmayan her alacaklı konkordato uyarınca kazanmış olduğu yeni hakları muhafaza etmekle birlikte konkordatoyu tasdik eden mahkemeye başvurarak kendisi hakkında konkordatoyu feshettirebilir.

c)Faiz Durumu:

Genel kural olarak, geçici mühlet tarihinden itibaren rehinle temin edilmemiş alacaklara faiz işlemesi durur. İİK’nın 288/1. Maddesine göre, geçici mühlet kesin mühletin sonuçlarını doğurduğundan borçluya geçici mühlet kararı verilmesi ile birlikte rehinle temin edilmemiş her türlü alacağa faiz işlemeyecektir

d)Mühletin Etkileri (İİK m. 294):

Konkordato mühleti (geçici ve kesin) içinde borçlu aleyhine yeni takip yapılamaz, başlamış takipler durur. İİK’nun 289. maddesi gereğince müvekkili şirket aleyhine 6183 sayılı Kanuna göre yapılan takipler de dâhil olmak üzere hiçbir takip yapılamaz ve evvelce başlamış takipler durur.

e)Konkordatonun Reddi veya İflas Durumu:

Eğer konkordato talebi reddedilirse veya şirket konkordato sürecindeyken iflas ederse, alacak tahsil süreci iflas hükümlerine göre devam eder. Şirketin iflası halinde “konkordato hükümlerinin iflas nedeniyle ortadan kalkmış olması nedeniyle davacıların konkordatonun feshi davasını açmakta hukuki yararları yoktur, yani fesi davası konusuz kalır.  

Sonuç

Konkordato ilan eden bir şirketten alacak tahsili, alacaklılar için proaktif bir yaklaşım ve hukuki sürecin yakından takibini gerektirir. Sürecin temel adımları; alacağın süresinde bildirilmesi, konkordato projesinin incelenmesi, projedeki ödeme planına göre tahsilat yapılması, alacağın itiraza uğraması halinde yasal sürede dava açılması ve borçlunun projeye uymaması durumunda konkordatonun feshi gibi seçenekleri içermektedir. Bir makale önerisi.

Uzman Avukat Desteği Neden Gerekli?

Konkordato süreci, yalnızca borçluyu değil, alacaklıları da doğrudan etkileyen karmaşık ve teknik bir yargı sürecidir. Alacağın zamanında bildirilmemesi, itiraz sürelerinin kaçırılması veya ödeme planının yanlış değerlendirilmesi durumunda alacağınız tamamen kaybolabilir. Bu nedenle, sürecin her aşamasında dikkatli hareket edilmesi şarttır.

Özellikle İstanbul gibi büyük şehirlerde, konkordato ilan eden şirket sayısının artması nedeniyle, alacaklıların hukuki süreci bireysel olarak takip etmesi oldukça zorlaşmıştır. Tuzla, Pendik, Kartal, Maltepe gibi sanayi ve ticaretin yoğun olduğu ilçelerde faaliyet gösteren birçok işletmenin konkordato başvurusu yapması, bölgedeki alacaklılar açısından hukuki riskleri artırmaktadır.

Read More

Eski Site Yöneticisinin Karar Defterini Teslim Etmemesinin Hukuki ve Cezai Sonuçları Nelerdir?Site Yönetimi – Avukat Tuzla

Eski site yöneticisinin karar defterini ve ilgili diğer belgeleri yeni yönetime teslim etmemesi, Kat Mülkiyeti Kanunu (KMK) ve ilgili diğer mevzuat hükümlerine aykırılık teşkil eden bir durumdur. Eski site yöneticisinin karar defterini teslim etmemesinin hukuki ve cezai sonuçları vardır. Bu durumda yeni yönetimin başvurabileceği hukuki yollar ve eski yöneticinin karşılaşabileceği sorumluluklar aşağıda özetlenmiştir.

1. Başvurulabilecek Hukuki Yollar

İhtarname Gönderilmesi: Defterlerin iadesi için öncelikle eski yöneticiye noter aracılığıyla ihtarname gönderilmesi gerekir.

Hakimin Müdahalesi İstemli Dava (KMK md. 33): En sık başvurulan yoldur. Yeni yönetici, “siteye ait teslim edilmeyen işletme ve karar defteri ile diğer belgelerin teslimine” yönelik olarak Sulh Hukuk Mahkemesi’ne başvurarak hakimin müdahalesini talep edebilir (Yargıtay 20. Hukuk Dairesi-2017/1054; Yargıtay 20. Hukuk Dairesi-2017/1795; Yargıtay 18. Hukuk Dairesi-2013/14190). Bu şekilde eski yöneticinin yönetim ile ilgili defter, makbuz ve diğer belgeleri yeni atanan yöneticiye teslimden kaçınması halinde, Kat Mülkiyeti Kanununun 33. maddesi uyarınca hakimin müdahalesi istenerek ve hakim kararı ile bu belgelerin teslimi sağlanabilir.

Cumhuriyet Başsavcılığına Suç Duyurusunda Bulunulması: Defterlerin teslim edilmemesi eylemi, Türk Ceza Kanunu kapsamında suç teşkil edebileceğinden (örneğin güveni kötüye kullanma), Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunulabilir. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 2010/2913 sayılı kararında, “zimmetinde bulunan belge ve defterlerin iadesinin Cumhuriyet Başsavcılığına yapılacak şikayetle çözümlenmesi gerektiği” belirtilmektedir.

2. Eski Site Yöneticinin Hukuki Sorumlulukları

Defter ve Belgeleri Teslim Etme Yükümlülüğü: Eski yöneticinin temel hukuki sorumluluğu, görev süresi sonunda yönetimle ilgili tüm defter, makbuz ve belgeleri yeni yöneticiye teslim etmektir. Bu defter ve belgeler yöneticilerin şahsi malları olmayıp, görev süresinin sonunda yeni yönetime teslim edilmesi gerekir.

İdari Para Cezası: Eski yönetici defterlerin teslimine ilişkin dava sonucunda mahkemenin defterlerin teslimine ilişkin verdiği kararına uymak zorundadır. Mahkeme kararına rağmen defterleri teslim etmeyen eski yönetici, KMK’nın 33. maddesi uyarınca idari para cezasına çarptırılabilir. Yargıtay 20. Hukuk Dairesi’nin 2017/3307 sayılı kararında, mahkeme hükmünün “verilen karara uyulmaması halinde KMK’nın 33. maddesinde öngörülen para cezasına çarptırılacaklarının ihtarına,” şeklinde bir ihtar içermesi gerektiği belirtilmiştir.

Tazminat Sorumluluğu: Defterlerin teslim edilmemesi veya usulsüz tutulması nedeniyle site yönetimi bir zarara uğramışsa, eski yönetici bu zararı tazmin etmekle yükümlü olabilir (Yargıtay 20. Hukuk Dairesi-2017/1054; Yargıtay 18. Hukuk Dairesi-2013/17938; Yargıtay 20. Hukuk Dairesi-2018/203).

3. Eski Yöneticinin Cezai Sorumlulukları

Güveni Kötüye Kullanma (TCK md. 155): Eski yöneticinin, kendisine tevdi edilen defterleri teslim etmeyerek devir olgusunu inkar etmesi ve bu durumdan kendisine veya başkasına yarar sağlaması halinde “güveni kötüye kullanma” suçu oluşabilir. Yargıtay 15. Ceza Dairesi’nin 2013/10477 sayılı kararında “Güveni kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için; failin bir malın zilyedi olması, malın iade edilmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere faile rızayla tevdi ve teslim edilmesi, failin kendisine verilen malı, veriliş gayesinin dışında […] tasarrufta bulunması ya da devir olgusunu inkar etmesi şeklinde, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekmektedir” denilmiştir. Ancak ispat yükü önemlidir; sanığın suçu işlediğinin sabit olmaması beraatla sonuçlanabilir. Benzer bir tanım Yargıtay 15. Ceza Dairesi 2012/2188 sayılı kararında da yer almaktadır.

Kooperatiflerde Özel Cezai Yaptırım: Kooperatif yöneticileri için 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun Ek 2. maddesi özel bir düzenleme içerir. Bu maddeye göre, “62 nci maddenin ikinci fıkrası gereği sorumlulukları altında bulunan […] defterleri […] teslim etmeyenler […] üç aydan iki yıla kadar hapis ve elli günden beşyüz güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılırlar” (bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 45. Hukuk Dairesi-2024/1692).

4. Yeni Yöneticinin Yetkisi ve Seçimin Usulüne Uygunluğu

 Davanın kabul edilebilmesi için, defterlerin teslimini talep eden yeni yöneticinin “Kat Mülkiyeti Yasası’nın 34. maddesine göre seçilmiş bir yönetici” olması şarttır (Yargıtay 18. Hukuk Dairesi-2013/801). Aksi halde dava reddedilebilir. Yönetici seçiminin geçerliliği, eski yöneticinin seçildiği kararın iptal edilip edilmediği gibi hususlar da önemlidir (Yargıtay 20. Hukuk Dairesi-2018/4953; Yargıtay 20. Hukuk Dairesi-2017/4871). Yargıtay 20. Hukuk Dairesi 2017/1175 sayılı kararında da “davacının anataşınmaza ilişkin defter ve belgeleri isteme yetkisi olup olmadığının evrak asıllarının dosyaya celbedilerek açıklığa kavuşturulması” gerektiği vurgulanmıştır.

İspat Yükümlülüğü: Davayı açan yeni yönetici, defterlerin teslim edilmediğini ve bu durumun siteye zarar verdiğini somut delillerle ispatlamakla yükümlüdür (Yargıtay 20. Hukuk Dairesi-2017/1054). Delillerin yetersizliği davanın reddine yol açabilir (Yargıtay 20. Hukuk Dairesi-2019/4569).

5. Mahkeme Kararının İçeriği ve İnfazı: Mahkeme kararının açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde, hangi talebe ilişkin ne karar verildiğini net bir şekilde belirtmesi ve infazda sorun yaratmayacak nitelikte olması gerekir (Yargıtay 20. Hukuk Dairesi-2017/3900). Ayrıca, kararda defterlerin teslimi için uygun bir süre verilmesi ve uyulmaması halinde KMK md. 33 uyarınca para cezası uygulanacağının ihtar edilmesi önemlidir (Yargıtay 20. Hukuk Dairesi-2017/2251).

Sonuç

Eski site yöneticisinin karar defterini ve diğer yönetimle ilgili belgeleri yeni yöneticiye teslim etmemesi, yasal bir yükümlülüğün ihlalidir. Bu durumda yeni yönetici, öncelikle ihtarname çekerek, ardından Sulh Hukuk Mahkemesi’nde (veya duruma göre Asliye Hukuk Mahkemesi’nde) “hakimin müdahalesi” veya “defterlerin teslimi” istemli dava açarak hukuki yollara başvurabilir.

Neden Uzman / Tuzla Avukat Görüşü Gereklidir?

Site yönetimi uyuşmazlıkları, özellikle belge teslimi gibi teknik konularda hem Kat Mülkiyeti Kanunu hem de Ceza Kanunu’nun birlikte yorumlanmasını gerektirir. Eski yöneticiye karşı açılacak dava, başvuru süresi, yetkili mahkeme seçimi, ispat yükü gibi konuların yanlış değerlendirilmesi, yeni yönetimin hak kaybına uğramasına yol açabilir. Özellikle İstanbul’un Tuzla, Pendik, Kartal, Maltepe gibi toplu konut projelerinin yoğun olduğu ilçelerinde, site yönetimi avukatı desteği ile sürecin başından itibaren hukuki çerçeve içinde hareket edilmesi önemlidir. Bir uzman avukat, dava açılmadan önce ihtar yazımı, savcılığa şikayet başvurusu, gerektiğinde de mahkeme sürecinin yönetilmesi aşamalarında etkin rol oynayarak süreci hızlandırır ve hakların korunmasını sağlar. Bu konuda makale önerisi.

Read More

Menkul ve Gayrimenkul Satım Sözleşmelerinde Cayma Bedelinin Geçerlilik ve Geri Alınma Şartları

Bu çalışma menkul ve gayrimenkul satım sözleşmelerine ilişkin cayma bedelinin geçerlilik şartları, hangi durumlarda geri alınabileceği ve cayma bedeli ile pey akçesi, kapora, bağlanma bedeli gibi sıkça karıştırılan kavramların ne anlama geldiği sorularına, sunulan çeşitli mahkeme kararları ışığında kapsamlı bir yanıt sunmayı amaçlamaktadır.

1. Menkul, Gayri Menkul Satımlarında Cayma Bedelinin (Cayma Parası) Geçerlilik Şartları:

Açıkça Kararlaştırılmış Olması: Cayma bedelinin en temel geçerlilik şartı, sözleşmede bu hususun açıkça “cayma parası” veya “cayma tazminatı” olarak belirtilmiş olmasıdır. Birçok kararda vurgulandığı üzere, “açıkça cayma tazminatı olduğu şart edilmedikçe kapora, pey akçesi gibi verilen paralar cayma tazminatı olamayacaktır” (Yargitay-19. Hukuk Dairesi-2003/6039E.) TBK Madde 178’e göre, cayma parasının kararlaştırılmış olması taraflara cayma yetkisi verir.

Esas Sözleşmenin Geçerliliği: Cayma bedeli, esas satım sözleşmesine bağlı fer’i (yan) bir borçtur. Bu nedenle, esas sözleşme herhangi bir nedenle (örneğin, taşınmaz satışlarında resmi şekil şartına uyulmaması nedeniyle TMK m. 706, TBK m. 237, Tapu K. m. 26) geçersiz ise, cayma bedeline ilişkin anlaşma da geçersiz olur.

2. Cayma Bedelinin Geri Alınabileceği Durumlar:

Açıkça Cayma Bedeli Olarak Kararlaştırılmamışsa: Eğer ödenen bedel sözleşmede açıkça cayma bedeli olarak belirtilmemişse, genellikle “bağlanma parası (pey akçesi)” olarak kabul edilir ve sözleşme gerçekleşmediğinde veya feshedildiğinde, parayı veren taraf akdi bozmakta haklı olsun olmasın onu veren tarafın istirdada yetkili olur.

Esas Sözleşme Geçersizse: Geçersiz bir sözleşmeye dayanarak ödenen cayma bedeli, sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre geri istenebilir (Yargitay-13. Hukuk Dairesi-2014/14864).

Parayı Alan Taraf Cayarsa: TBK m. 178 uyarınca, “parayı vermiş olan cayarsa verdiğini bırakır; almış olan cayarsa aldığının iki katını geri verir.”

3. Pey Akçesi, Kapora, Bağlanma Bedeli Kavramları:

Pey Akçesi (Bağlanma Parası): TBK m. 177’ye göre, “Sözleşme yapılırken bir kimsenin vermiş olduğu bir miktar para, cayma parası olarak değil sözleşmenin yapıldığına kanıt olarak verilmiş sayılır.” Aksi kararlaştırılmadıkça veya yerel adet olmadıkça esas alacaktan düşülür.

Kapora: Genellikle pey akçesi veya bağlanma parası ile aynı anlamda kullanılır. Kaparo olarak da adlandırılan bu para cayma parası değildir. Bağlanma parası mahiyetindeki kaporanın cayma akçesi olduğu açıkça kararlaştırılmadıkça akdin haklı ya da haksız nedenle feshedilip edilmediğine bakılmaksızın akit bozulmuş ise iadesi gerekir. “

Bağlanma Bedeli: Bu terim de pey akçesi ve kapora ile benzer şekilde, sözleşmenin yapıldığına dair bir güvence ve kanıt olarak verilen, cayma bedeli niteliği taşımayan ödemeyi ifade eder.

Genel Olarak İadeleri: Bu tür ödemeler, sözleşmede açıkça cayma bedeli olarak kararlaştırılmadıkça ve sözleşme ifa edilmediğinde veya geçersiz olduğunda, genellikle sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre iade edilir. Yargıtay’ın yerleşik içtihadına göre, açıkça cayma tazminatı olduğu şart edilmedikçe kaporo, pey akçesi gibi verilen paraların, cayma tazminatı olamayacağından akdi bozmakta haklı olsun olmasın onu veren tarafın istirdada yetkili olduğuna karar verilmektedir.

Sonuç

Mahkeme kararlarının incelenmesinden, cayma bedeli ile pey akçesi/kapora/bağlanma bedeli arasındaki ayrımın temelini, tarafların iradesi ve bu iradenin sözleşmeye açıkça yansıtılması oluşturmaktadır. Türk Borçlar Kanunu’nun 177. ve 178. maddeleri bu ayrımın yasal zeminini oluşturur. TBK m. 177, sözleşme yapılırken verilen paranın, aksi kararlaştırılmadıkça “sözleşmenin yapıldığına kanıt olarak verilmiş sayılacağını” ve bunun “bağlanma parası” (pey akçesi) olduğunu belirtir. TBK m. 178 ise “cayma parası”nı düzenler ve bunun kararlaştırılması halinde taraflara cayma yetkisi verdiğini ifade eder. Dolayısıyla, bir ödemenin cayma bedeli sayılabilmesi için sözleşmede bu yönde açık bir hüküm bulunması kritik öneme sahiptir.

Özellikle gayrimenkul satışlarında, sözleşmenin resmi şekilde (TMK m. 706, TBK m. 237, Tapu K. m. 26) yapılması zorunluluğu ön plana çıkmaktadır. Resmi şekle uyulmadan yapılan sözleşmeler geçersiz olduğundan, bu sözleşmelere dayanılarak kararlaştırılan cayma bedeli de geçersiz sayılmakta ve ödenen bedel sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre geri istenebilmektedir.

Verilen paranın pey akçesi olduğu karine olarak kabul edilirken, bunun bir cayma parası olduğunu iddia eden tarafın (genellikle parayı alan taraf) bu durumu ispatlaması gerekmektedir.

Bakırköy 6. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin (2022/203 E., 2022/1057 K.) kararında, cayma parasını verenin, karşı tarafın kusuru nedeniyle sözleşmeden dönmesi halinde veya cayma bedelinin fahiş olması durumunda hakkaniyet gereği iade veya indirim yapılabileceği belirtilmiştir. Bu, hakkaniyet ilkesinin de dikkate alınabileceğine işaret eder.

Uzman Görüşü / Tuzla Avukat Neden Gerekli?

Menkul ve gayrimenkul satış sözleşmelerinde cayma bedeliyle ilgili hukuki süreçler oldukça teknik ve karmaşıktır. İstanbul’un özellikle Tuzla, Pendik ve Kartal gibi yoğun gayrimenkul hareketliliğinin yaşandığı ilçelerinde, satış işlemlerinde yaşanan anlaşmazlıklar ve cayma bedeli ihtilafları sıkça görülmektedir. Bu bölgelerde piyasa koşulları, sözleşme uygulamaları ve mahkeme içtihatları birbirinden farklılık gösterebilir.

Bu nedenle, Tuzla, Pendik ve Kartal’da bulunan gayrimenkul sahipleri ve alıcıların, cayma bedelinin geçerliliği ve geri alınması gibi konularda uzman bir gayrimenkul hukuku avukatından destek alması hayati önem taşır. Uzman hukukçu, bölgesel piyasa dinamiklerini ve yerel mahkeme kararlarını göz önünde bulundurarak, sözleşme hazırlığı, ihtilaf yönetimi ve dava sürecinde hak kayıplarını önleyebilir. Cayma bedeli ile ilgili bir makale önerisi.

Read More

Karşılıksız Çıkan Çekte Cirantanın Sorumluluğu ve Hakları Nelerdir

Karşılıksız çek, ticari hayatta sıkça karşılaşılan bir sorun olup, bu durumda çeki ciro eden kişilerin (cirantaların) sorumluluklarının ve haklarının neler olduğu önem arz etmektedir. Temel olarak cirantanın, çekin ödenmemesi durumunda çek hamiline karşı sorumludur. Aşağıda karşılıksız çekte cirantanın sorumluluk ve haklarının neler olduğuna değineceğiz.

Cirantanın Temel Borç ve Yükümlülükleri

Ödeme Sorumluluğu: Cirantanın en temel yükümlülüğü, aksi şart edilmedikçe, çekin ödenmemesinden dolayı hamile karşı sorumlu olmasıdır. Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin 2012/8233 E., 2012/15286 K. sayılı kararında belirtildiği üzere, “…hamil davalının kendisinden önceki cirantalara başvurusunda cirantaların çek hamiline karşı sorumlu oldukları” esası geçerlidir.

İmzaların Bağımsızlığı (İstiklali) İlkesi: Cirantanın sorumluluğu, çekteki diğer imzaların geçersiz olmasından etkilenmez. Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin 2015/2841 E., 2015/16765 K. sayılı kararında vurgulandığı gibi, “Bir poliçe, poliçe ile borçlanmayı ehil olmayan kimselerin imzasını, sahte imzaları, mevhum şahısların imzalarını yahut imzalayan veya namlarına imzalanmış olan şahısları herhangi bir sebep dolayısıyla ilzam etmeyen imzaları taşırsa diğer imzaların sıhhatine bu yüzden halel gelmez.” Bu ilke, cirantanın kendi cirosundan dolayı sorumlu olacağını ifade eder.

Silsiledeki Yeri: Ciranta, genellikle kendisinden sonra gelen hamillere karşı sorumludur. Ancak çek hukukunda çekin ödenmemesi nedeniyle müracaat olunabilecek kişiler, çeki elinde bulunduran şahıstan önceki hamiller (cirantalar), lehtar, düzenleyen ve avalistlerdir.

Cirantanın Hakları ve Sorumluluktan Kurtulma Halleri

Rücu Hakkı: Çek bedelini ödeyen ciranta, kendisinden önceki cirantalara, lehtara ve keşideciye rücu etme hakkına sahiptir. Yargıtay 12. Hukuk Dairesi’nin 2009/17525 E., 2009/26017 K. sayılı kararında, lehtarın ödemek zorunda kaldığı bedelin tamamı için keşideciye rücu edebileceği belirtilmiştir.

Hamilin Kötü Niyeti veya Ağır Kusuru: Ciranta, hamilin çeki iktisap ederken kötü niyetli olduğunu veya ağır kusurlu olduğunu ispatlayarak sorumluluktan kurtulabilir. Örneğin hamilin çekin bedelsiz kaldığını bilerek ve ciranta zararına hareket ettiğinin ispatlanması halinde ciranta sorumluluktan kurtulabilir.

İmzanın Sahteliği: Ciranta, çekteki ciro imzasının kendisine ait olmadığını ispatlarsa sorumluluktan kurtulur. Bu, mutlak bir def’i olup, iyi niyetli hamile karşı dahi ileri sürülebilir

Bedelsizlik İddiası ve Temel İlişkiden Doğan Def’iler: Ciranta, çeke dayanak teşkil eden temel ilişkinin geçersizliğini veya çekin bedelsiz kaldığını, ancak bu durumu bilen ve bile bile borçlunun zararına hareket eden hamile karşı ileri sürebilir.

Süresinde İbraz Edilmeme ve Zamanaşımı: Çekin süresinde bankaya ibraz edilmemesi veya zamanaşımına uğraması durumunda cirantanın kambiyo hukukundan doğan sorumluluğu sona erer. Yargıtay 12. Hukuk Dairesi’nin 2015/33523 sayılı kararında, “çekin süresinde muhatap bankaya ibraz edildiği, ibraz günü de gösterilmek suretiyle çekin üzerine yazılmış olan tarihli bir beyanla tespit edilmelidir. Aksi takdirde alacaklı müracaat hakkını kaybeder.” denilmiştir. Zamanaşımına uğramış çek yazılı delil başlangıcı sayılabilir.

İbraz Süresinden Sonra Yapılan Ciro: Çekin ibraz süresi geçtikten sonra yapılan ciro, alacağın temliki hükmünde olup, cirantanın hak ve yükümlülükleri bu çerçevede değerlendirilir (Yargıtay 19. Hukuk Dairesi-2011/7160-2011/8841).

Çekin Yeniden Tedavüle Çıkarılması: Keşideci tarafından lehtar lehine düzenlenen, lehtar tarafından tekrar keşideciye ciro edilen ve keşideci tarafından yeniden tedavüle çıkarılan çeklerde, ilk tedavüldeki lehtar cirantanın sorumluluğu kalmaz.(Yargıtay 12. Hukuk Dairesi-2019/6789-2020/4150; Bakırköy 2. Asliye Ticaret Mahkemesi-2020/960-2021/640).

Şikayet Hakkı (Ceza Hukuku Açısından): Karşılıksız çek düzenleme suçunda şikayet hakkı, çeki tahsil amacıyla bankaya ibraz eden hamil ile “karşılıksızdır” işlemi yapıldıktan sonra çeki elinde bulunduran ve aynı zamanda “karşılıksızdır” işlemi yapılmadan önceki dönemde geçerli ve meşru ciranta olan kişiye aittir (Yargıtay 19. Ceza Dairesi-2018/3072-2018/5874; Yargıtay 19. Ceza Dairesi-2019/18941-2020/6993). Ancak cirantanın cirosu iptal edilmişse şikayet hakkı olmaz. (Yargıtay 7. Ceza Dairesi-2021/20718-2022/8339). Şikayet hakkı, fiilin öğrenildiği tarihten itibaren üç aylık süre içinde kullanılmalıdır (İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 15. Ceza Dairesi-2018/4731-2019/18).

Sonuç olarak karşılıksız çıkan bir çekte cirantanın borç ve yükümlülükleri ile hakları, somut olayın özelliklerine, çekin tedavül geçmişine, ciro silsilesine, tarafların iyi niyet durumlarına ve usuli işlemlerin yerine getirilip getirilmediğine göre değişkenlik göstermektedir. Genel kural olarak ciranta, çek bedelinin ödenmemesinden dolayı hamile karşı sorumludur ve bu sorumluluk “imzaların istiklali” ilkesi gereği kendi cirosuyla sınırlıdır. Ancak cirantanın, çek bedelini ödemesi halinde kendisinden önceki sorumlulara rücu etme hakkı; hamilin kötü niyetini, imzanın sahteliğini, çekin bedelsiz kaldığını veya zamanaşımı gibi durumları ispatlayarak sorumluluktan kurtulma hakkı gibi önemli hakları da bulunmaktadır. Ayrıca, belirli koşullar altında karşılıksız çek düzenleme suçundan dolayı şikayetçi olma hakkı da mevcuttur. Ayrıca bir makale önerisi.

Neden Uzman Görüşü / Avukat Gereklidir?

Karşılıksız çıkan bir çekle karşılaşıldığında, özellikle ciranta sıfatına sahip kişilerin hukuki sorumlulukları ve sahip oldukları haklar, son derece teknik ve detaylı düzenlemelere tabidir. Ciro silsilesi, çekin ibraz süresi, zamanaşımı, temel ilişkiden doğan def’iler, rücu hakkı, imza sahteliği savunması gibi konular, kambiyo senetlerine özgü özel hukuk bilgisi gerektirir. Tuzla başta olmak üzere İstanbul’un hızla gelişen ilçeleri olan Pendik, Kartal, Maltepe, Gebze, Darıca ve Çayırova gibi bölgelerde faaliyet gösteren ticari işletmeler ve bireyler, karşılıksız çek sorunlarıyla sıklıkla karşı karşıya kalmaktadır. Özellikle Tuzla’daki organize sanayi bölgeleri ve ticaret hacmi yüksek firmalar açısından, ciranta sorumluluğu konusunda yanlış hukuki yönlendirmeler, ticari itibar ve mali denge açısından ciddi riskler oluşturabilir.

Read More