Aile konutu şerhinin konulması veya kaldırılmasının şartları nelerdir?

Giriş

Bu çalışma, aile konutu şerhinin hukuki niteliği, tesis edilme şartları, etkileri, başvuru ve kaldırma usullerini, sunulan çok sayıda Yargıtay ve Bölge Adliye Mahkemesi kararını temel alarak detaylı bir şekilde incelemektedir. Bu inceleme ile aile konutu şerhinin konulması veya kaldırılmasının şartları nelerdir sorusuna cevap aranmaktadır. Aile konutu, Türk Medeni Kanunu (TMK) ile koruma altına alınmış, eşlerin ortak yaşamlarını sürdürdükleri ve anılarla dolu merkezi bir yaşam alanıdır. Aile konutu şerhi ise bu korumayı tapu sicilinde alenileştirerek üçüncü kişilere karşı ileri sürülebilir hale getiren önemli bir hukuki mekanizmadır. İncelenen kararlar, bu kurumun uygulanmasına ilişkin temel ilkeleri, mahkemelerin rolünü ve sürecin işleyişini net bir şekilde ortaya koymaktadır.

1. Aile Konutu Şerhi Verilebilmesinin Şartları Nelerdir?

Aile konutu şerhi konulabilmesi için temel şartlar şunlardır:

Resmi Evlilik Birliğinin Varlığı: Şerh, yalnızca resmi olarak evli olan eşler arasındaki konutlar için geçerlidir. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2018/334 sayılı kararında belirtildiği gibi, evliliğin boşanma ile sona ermesi durumunda taşınmazın “aile konutu olma vasfı kalmayacak” ve koruma sona erecektir.

Taşınmazın Aile Konutu Niteliği Taşıması: Şerh konulacak taşınmazın, eşlerin yaşam faaliyetlerini merkezileştirdiği, düzenli olarak ikamet ettikleri yer olması gerekir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun (HGK) 2011/556 sayılı kararında bu durum, “aile konutu eşlerin bütün yaşam faaliyetlerini gerçekleştirdiği, yaşantısına buna göre yön verdiği, acı ve tatlı günleri içinde yaşadığı anılarla dolu bir alan” olarak tanımlanmıştır. Yazlık gibi geçici olarak kullanılan konutlar genellikle bu kapsama girmez (Yargıtay 2. HD, 2003/4352).

Talep: Malik olmayan eşin, şerhin konulması için talepte bulunması gerekir.

2. Aile Konutu Şerhinin Etkisi Nasıl Olur?

Şerhin en temel ve en çok vurgulanan etkisi, hukuki korumayı alenileştirmesidir.

Açıklayıcı (Bildirici) Nitelik: İncelenen kararların neredeyse tamamında vurgulanan en önemli ilke, aile konutu şerhinin “kurucu değil, açıklayıcı” olduğudur. Yani bir konut, tapuya şerh konulduğu için aile konutu olmaz; aile konutu olduğu için tapuya şerh konulabilir. Bu durum, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2015/879 sayılı kararında net bir şekilde ifade edilmiştir: “Sınırlandırma aile konutu şerhi konulduğu için değil, zaten var olduğu için getirilmiştir.” Bu ilke, şerh olmasa dahi konutun TMK m. 194 kapsamındaki korumadan yararlanacağı anlamına gelir.

Tasarruf Yetkisinin Kısıtlanması: Şerhin temel etkisi, malik olan eşin tasarruf yetkisini diğer eşin “açık rızasına” bağlamasıdır. TMK m. 194 uyarınca malik eş, diğer eşin açık rızası olmaksızın aile konutunu satamaz, devredemez, üzerindeki hakları sınırlayamaz (örneğin ipotek tesis edemez) veya kira sözleşmesini feshedemez. Rıza olmadan yapılan işlemler geçersizdir.

Üçüncü Kişilerin İyiniyet İddiasını Ortadan Kaldırması: Şerh tapu siciline işlendiğinde, konutla ilgili işlem yapan üçüncü kişiler (alıcı, banka vb.) konutun aile konutu olduğunu bildikleri veya bilmeleri gerektiği varsayılır. Bu nedenle, tapudaki şerhe rağmen işlem yapan üçüncü kişiler, TMK m. 1023’teki “tapuya güven ilkesinden” yararlanamaz ve iyiniyetli olduklarını iddia edemezler.

Korumadaki Sınırlama: Şerh, malik eşin iradi tasarruflarına karşı bir koruma sağlar. Ancak Anayasa Mahkemesi’nin 22/9/2016 tarihli kararında da atıf yapıldığı üzere, malik eşin borçlarından dolayı yapılan icra takibi sonucu konutun satılmasına engel teşkil etmez.

3. Aile Konutu Şerhi Nasıl Konulur?

İncelenen kararlar, şerhin konulması için iki temel yol olduğunu göstermektedir:

İdari Başvuru Yolu (Tapu Müdürlüğüne): Malik olmayan eş, evlilik cüzdanı ve konutun aile konutu olduğunu gösteren muhtarlıktan alınmış ikametgâh belgesi gibi evraklarla doğrudan ilgili Tapu Sicil Müdürlüğü’ne başvurarak şerhin konulmasını talep edebilir. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2019/1311 sayılı kararında da belirtildiği gibi, bu yolun öncelikli olarak denenmesi beklenir.

Yargı Yolu (Dava Açma):

Taraflar arasında konutun aile konutu olup olmadığı konusunda bir anlaşmazlık varsa,

Tapu Müdürlüğü’nün talebi hukuki veya fiili bir nedenle yerine getirmemesi halinde,

Malik eşin rızası olmaksızın konut devredilmiş veya üzerinde ipotek gibi bir hak tesis edilmişse, malik olmayan eş dava açarak hem bu işlemin iptalini hem de tapuya aile konutu şerhi konulmasını talep edebilir.

4. Aile Konutu Şerhini Hangi Mahkeme Koyar ve Kaldırır?

İncelenen istisnasız tüm kararlarda, aile konutu şerhinin konulması, kaldırılması ve bu konuttan kaynaklanan (örneğin ipoteğin fekki, tapu iptal ve tescil) davalarda görevli mahkemenin Aile Mahkemesi olduğu açıkça belirtilmiştir (Örnek: Yargıtay 2. HD, 2015/26117; 2015/23709; 2016/4565).

5. Aile Konutu Şerhi Nasıl Kaldırılır?

Şerhin kaldırılması, konulmasını gerektiren şartların ortadan kalkmasına bağlıdır ve bu durumlar şunlardır:

Evlilik Birliğinin Sona Ermesi: Boşanma veya eşlerden birinin ölümü ile evlilik birliği sona erdiğinde, taşınmaz “aile konutu” vasfını yitirir ve şerh “yolsuz tescil” haline gelir. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2024/7818 sayılı kararında, “evlilik, boşanma yahut da iptal kararıyla sona ermiş ise taşınmazın aile konutu olma vasfı kalmayacak” ve korumanın sona ereceği belirtilmiştir. Bu durumda, malik olan eş veya mirasçıları, boşanma kararının kesinleşme şerhini veya ölüm belgesini Tapu Müdürlüğü’ne ibraz ederek şerhin terkinini (silinmesini) isteyebilir. Tapu Müdürlüğü’nün işlemi yapmaması halinde, müdürlüğe karşı tespit davası açılabilir (Yargıtay 2. HD, 2008/20347).

Eşlerin Ortak Rızası: Evlilik devam ederken her iki eşin de rızasıyla şerh kaldırılabilir.

Mahkeme Kararı: Evlilik devam ederken şerhin kaldırılmasını gerektiren haklı bir nedenin varlığı halinde (örneğin yeni bir aile konutu edinilmesi), Aile Mahkemesi’ne dava açılarak şerhin kaldırılması talep edilebilir. Ancak Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2015/23709 sayılı kararında vurgulandığı gibi, eşlerden birinin konutu terk etmesi gibi tek taraflı durumlar, şerhin kaldırılması için yeterli bir sebep olarak görülmemektedir.

Cebri İcra Yoluyla Satış: Taşınmazın, malik eşin borcu nedeniyle cebri icra yoluyla satılması halinde, şerh de terkin edilir.

Sonuç

Sunulan yargı kararları, aile konutu kurumunun temel felsefesini ve uygulama prensiplerini tutarlı bir şekilde ortaya koymaktadır. Kararlarda en sık yinelenen ve kurumun özünü oluşturan ilke, şerhin “açıklayıcı” nitelikte olduğudur. Bu, kanun koyucunun korumayı doğrudan konutun “aile konutu” vasfına bağladığını, şerhi ise bu vasfı alenileştiren bir araç olarak gördüğünü göstermektedir. Bu sayede, tapuda şerh olmasa dahi, durumu bilen veya bilmesi gereken kötü niyetli üçüncü kişilere karşı aile konutunun korunması mümkün hale gelmektedir.

Kararlar, Aile Mahkemelerinin bu alandaki merkezi rolünü de teyit etmektedir. Gerek şerhin tesisi, gerek kaldırılması, gerekse şerhe rağmen yapılan geçersiz işlemlerin iptali gibi tüm uyuşmazlıklar Aile Mahkemelerinin görev alanına girmektedir. Bu durum, aile hukukuna özgü hassasiyetlerin ve ilkelerin bu davalarda dikkate alınmasını sağlamaktadır.

Ayrıca, şerhin kaldırılmasına ilişkin kararlar, bu korumanın keyfi olarak sona erdirilemeyeceğini göstermektedir. Evlilik birliği devam ettiği sürece, haklı ve kanıtlanmış bir gerekçe olmaksızın veya diğer eşin rızası bulunmaksızın şerhin kaldırılmasına izin verilmemesi, kurumun amacına hizmet ettiğini kanıtlamaktadır.

Aile konutu şerhi, aile birliğinin ekonomik temelini ve eşlerin barınma hakkını güvence altına alan, modern aile hukukunun en önemli koruma mekanizmalarından biridir. Yargıtay’ın istikrar kazanmış içtihatları, bu kurumun amacına uygun şekilde işlemesi için sağlam bir hukuki zemin oluşturmaktadır. Bir makale önerisi.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Aile konutu şerhi konulması ya da kaldırılması süreci, basit bir idari işlem gibi görünse de, uygulamada çeşitli hukuki uyuşmazlıkları ve hak kayıplarını beraberinde getirebilir. Tapu müdürlüklerinde yaşanabilecek ret durumları, konutun aile konutu olup olmadığına ilişkin ihtilaflar veya rıza alınmadan yapılan işlemlerin iptali gibi konular uzman desteği gerektirir.

Bu nedenle Tuzla avukatı, Aydınlı avukatı, Orhanlı avukatı, Pendik avukatı, Kartal avukatı, Maltepe avukatı ya da Gebze avukatı gibi bölgesel tecrübesi olan bir hukukçudan destek almak; özellikle Aile Mahkemeleri nezdinde yürütülecek dava ve başvurularda büyük avantaj sağlar. Aile konutu hakkının kaybedilmemesi ve doğru bir koruma sağlanabilmesi için aile hukuku alanında uzman bir avukatla çalışılması tavsiye edilir.

Read More

Bina Dış Cephesine Klima Motoru Takılabilmesi İçin Gerekli Oy Oranı Nedir? İzinsiz Klima Motoru Takılırsa Ne Olur?

Giriş

Bina Dış Cephesine Klima Motoru Takılabilmesi İçin Gerekli Oy Oranı Nedir? İzinsiz Klima Motoru Takılırsa Ne Olur? İşte bu çalışma, apartman ve site gibi toplu yaşam alanlarında sıkça karşılaşılan bir sorun olan binaların ortak alanı niteliğindeki dış cephelerine klima motoru takılmasının hukuki boyutunu, sunulan Yargıtay ve diğer derece mahkemesi kararları ışığında analiz etmektedir. Çalışma, bu eylem için izin gerekip gerekmediği, izinsiz montaj durumunda diğer kat maliklerinin hangi yasal haklara sahip olduğu ve yargının bu konudaki tutarlı yaklaşımını ortaya koymayı amaçlamaktadır. Analizler, temel olarak 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu’nun (KMK) ilgili maddelerine ve yerleşik Yargıtay içtihatlarına dayanmaktadır.

1. Klima Motoru Takılması İçin İzin Zorunluluğu ve Yasal Dayanak

Binanın dış cephesine klima motoru takılması, istisnasız olarak tüm kararlarda kat maliklerinin iznine tabi bir eylem olarak değerlendirilmektedir. Bu zorunluluğun temel yasal dayanağı, Kat Mülkiyeti Kanunu’nun 19. maddesidir. Yargıtay’ın neredeyse tüm kararlarında atıf yaptığı bu madde, özellikle 5711 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik sonrası, kuralı net bir şekilde ortaya koymaktadır. Bir Yargıtay kararında “kat maliklerinden biri bütün kat maliklerinin beşte dördünün yazılı rızası olmadıkça anataşınmazın ortak yerlerinde inşaat, onarım, tesis ve değişiklik yaptıramaz.” şeklinde ifade edilmiştir. (Yargıtay 20. Hukuk Dairesi – 2018/4651; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu – 2009/254 ve diğer birçok karar) Bu hüküm uyarınca, binanın dış cephesi “ortak yer” kabul edildiğinden, bu alana yapılacak klima motoru montajı bir “tesis” niteliğindedir ve tüm kat maliklerinin beşte dördünün yazılı muvafakatini gerektirir.

2. Diğer Kat Maliklerinin Hakları ve Başvuru Yolları

Gerekli 4/5 çoğunlukla alınmış bir kat malikleri kurulu kararı veya yazılı rıza olmadan dış cepheye klima motoru takılması durumunda, diğer kat maliklerinin bu duruma itiraz etme ve yasal yollara başvurma hakkı bulunmaktadır. Kat malikleri, Sulh Hukuk Mahkemesi’nde “ortak alana müdahalenin önlenmesi” ve “projeye aykırı imalatın eski hale getirilmesi” talepleriyle dava açabilirler.  Yargıtay, alt mahkemenin davayı reddettiği bir kararı bozarken şu ifadeleri kullanmıştır: “…ortak yere müdahalenin önlenmesi ile klima dış ünitesinin kaldırılmasına karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile davanın reddi yolunda hüküm kurulması doğru görülmemiştir.” (Yargıtay 18. Hukuk Dairesi – 2011/1530) Bu, izinsiz montaj durumunda diğer kat maliklerinin açacağı davanın büyük olasılıkla lehlerine sonuçlanacağını ve mahkemenin klimanın sökülmesine karar vereceğini göstermektedir.

3. Yargıtay’ın Yaklaşımındaki Önemli Ayrımlar (Balkon İçi / Dış Cephe Farkı): 

Yargıtay’ın yerleşik içtihatları, klima motorunun monte edildiği yere göre önemli bir ayrım yapmaktadır. Bu ayrım, uygulamanın en kritik detayını oluşturur:

Bağımsız Bölüm Sınırları İçinde Montaj: Kat maliklerinin, klimayı kendi bağımsız bölümlerinin penceresine veya balkonunun iç kısmına, diğer komşuları rahatsız etmeyecek (gürültü, su akıntısı vb.) şekilde monte etmesine genellikle izin verilmektedir. Bu durumda kat maliklerinin 4/5 rızası aranmamaktadır. “anataşınmazın projesinde yer almamış olsa bile kat maliklerinin klima cihazını kendi bağımsız bölümünün pencere ve balkonuna konulmasına komşularını rahatsız etmemek koşuluyla izin verilmektedir.” (Yargıtay 18. Hukuk Dairesi – 2012/9330)

Ortak Alan Olan Dış Cepheye Montaj: Klima motorunun, balkon demirinin dışı, parapet duvarı veya doğrudan binanın dış duvarı gibi ortak alanlara monte edilmesi ise kesinlikle Kat Mülkiyeti Kanunu’na aykırı kabul edilmekte ve 4/5 yazılı rıza şartına bağlanmaktadır.

4. Yönetim Planının ve Mimari Projenin Önemi: 

Kat Mülkiyeti Kanunu’nun yanı sıra, binanın yönetim planı da bağlayıcıdır. Yönetim planında binanın estetiğini bozacak eklentilere izin verilmeyeceğine dair daha katı hükümler bulunabilir. Ayrıca, yapılan montajın binanın onaylı mimari projesine aykırı olup olmadığı da davalarda önemli bir delildir. “…yapılan müdahaleye ilişkin herhangi bir tadilat projesi yahut kat maliklerinin muvafakat verdiğine ilişkin belgenin dosyaya sunulamadığı” durumlarda davanın kabul edilmesi gerektiği vurgulanmıştır. (Yargıtay 5. Hukuk Dairesi – 2023/4436)

Sonuç

İncelenen yargı kararları ışığında varılan sonuçlar nettir:

İzin Gerekli mi? Evet, binanın ortak alanı sayılan dış duvarına, parapete veya balkon demirlerinin dışına klima motoru takılması için tüm kat maliklerinin beşte dördünün (4/5) yazılı rızası mutlak surette gereklidir.

Diğer Kat Malikleri Ne Yapabilir? Bu rıza alınmadan yapılan bir montaja, herhangi bir kat maliki itiraz edebilir. Sulh Hukuk Mahkemesi’nde açılacak bir dava ile izinsiz takılan klima motorunun sökülerek ortak alanın eski hale getirilmesini talep edebilirler.

Yargıtay’ın Yaklaşımı Nasıldır? Yargıtay, Kat Mülkiyeti Kanunu’nun 19. maddesini çok katı bir şekilde yorumlamaktadır. 4/5 yazılı rıza olmadan ortak dış cepheye yapılan her türlü montajı hukuka aykırı bulmakta ve sökülmesine karar vermektedir. Tek istisna, klimanın kişiye ait balkonun içine veya penceresine, komşuları rahatsız etmeyecek şekilde takılmasıdır.

Sonuç olarak, kat maliklerinin ileride hukuki bir uyuşmazlık ve masrafla karşılaşmamak için, klima motorunu binanın ortak dış cephesine monte etmeden önce mutlaka yönetim planını kontrol etmeleri ve kanunun aradığı 4/5 yazılı rıza şartını sağlamaları elzemdir.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Klima motorunun dış cepheye izinsiz takılması, yalnızca teknik bir konu değil; aynı zamanda ciddi hukuki sorumluluklar doğuran bir kat mülkiyeti uyuşmazlığıdır. Özellikle Tuzla, Pendik, Kartal, Maltepe, Gebze gibi çok katlı yapıların ve toplu sitelerin yoğun olduğu bölgelerde, bu tür uygulamalar sıkça hukuki itilaflara yol açmaktadır. Dolayısıyla bu bölgelerde ortaya çıkan uyuşmazlıkların çözümünde, yerel uygulamalara hâkim ve Kat Mülkiyeti Kanunu’na uzmanlaşmış bir Tuzla avukatı ile çalışmak büyük avantaj sağlar.

Tuzla’da uzman bir avukat, aşağıdaki konularda size doğru yönlendirme yapabilir: Yapılan montajın ortak alan mı yoksa bağımsız bölüm sınırı içinde mi olduğunu tespit ederek süreci hukuki çerçeveye oturtur, Yönetim planındaki sınırlayıcı hükümleri analiz eder ve uygulamaya engel teşkil edip etmediğini değerlendirir, Klima motorunun sökülmesi talepli bir dava açılması ya da böyle bir davaya karşı savunma yapılması durumunda, Yargıtay içtihatları doğrultusunda en güçlü argümanları oluşturur, Projeye aykırılık veya komşuluk hukukuna aykırı müdahale gibi detaylı gerekçelere dayanan dava dilekçelerini hazırlar. Ayrıca Tuzla’daki yerel uygulamaları ve mahkemelerin yaklaşımlarını bilen bir avukat, Sulh Hukuk Mahkemelerinde bu tür davalarda karşılaşılabilecek olası bilinçsiz ret kararlarına karşı gerekli itiraz yollarını zamanında ve etkili bir şekilde kullanabilir. Sonuç olarak, dış cepheye klima motoru takılması gibi küçük görünen bir uygulama, ciddi ve maliyetli yargı süreçlerini beraberinde getirebilir. Bu nedenle, süreci hem malik olarak güvence altına almak hem de dava riskiyle karşı karşıya kalmamak için, Tuzla avukat , Pendik Avukat, Gebze avukat, Aydınlı Avukat, Orhanlı Avukat, Tepeören Avukat, Çayırova Avukat desteği almak önem arz etmektedir.

Read More

Sitenin Bahçesindeki Yeni Peyzaj Düzenlemesi ve Bakım Masraflarını Kim Öder: Kiracı mı Kat Maliki mi?

Giriş

Bu çalışma, bir site veya apartmanın ortak alanı olan bahçede yapılan peyzaj işlemleri ve bakım masraflarının kim tarafından karşılanacağı sorusunu, sunulan çeşitli yargı kararları ışığında analiz etmektedir. İncelenen kararlar, konunun tek bir yanıtı olmadığını; sorumluluğun belirlenmesinde yapılan harcamanın niteliği (yenileme/iyileştirme mi, yoksa rutin bakım mı?), Kat Mülkiyeti Kanunu (KMK) hükümleri, site yönetim planı, kat malikleri kurulu kararları ve taraflar arasındaki kira sözleşmesi gibi birçok faktörün etkili olduğunu göstermektedir. Bu çalışma, bu faktörleri ve mahkemelerin yaklaşımlarını bir araya getirerek soruna bütüncül bir yanıt sunmayı amaçlamaktadır.

A. Yeni Peyzaj Düzenlemesi Masraflarından Kim Sorumludur?

Yeni bir peyzaj düzenlemesi yapmak, mevcut durumu iyileştiren, taşınmaza değer katan ve kalıcı bir değişiklik olduğu için “faydalı yenilik ve ilave” veya “esaslı onarım” olarak kabul edilir. Yargı kararları bu tür masrafların sorumluluğunu net bir şekilde kat malikine yüklemektedir.

Yasal Dayanak: Bu tür harcamalar, “taşınmazın ayni ile ilgili” (Yargıtay-18. HD-2014/19385) ve “iyileştirici tadilatlar” (Yargıtay-20. HD-2017/2405) kapsamında görülür. Kat Mülkiyeti Kanunu’nun 19. maddesi uyarınca “kat malikleri, anagayrimenkulün bakımına ve mimari durumu ile güzelliğini ve sağlamlığını titizlikle korumaya mecburdurlar.” Yeni bir peyzaj düzenlemesi bu “güzelliği koruma ve artırma” yükümlülüğünün bir parçasıdır ve maliyeti kat maliklerine aittir. Kiracının bu tür bir yatırım maliyetine katlanması beklenemez.

B. Mevcut Peyzaj Düzenlemesinin Bakımı Masraflarından Kim Sorumludur?

Mevcut peyzajın sulama, bahçıvan ücreti, budama gibi rutin bakım masrafları, “ortak tesislerin işletme giderleri” veya “yönetime ilişkin giderler” olarak nitelendirilir. Bu konuda sorumluluk daha katmanlıdır:

Asıl Sorumlu: Yasal olarak bu giderlerin de asıl sorumlusu kat malikidir. Site yönetimi, bu giderler için belirlenen aidatı öncelikle kat malikinden talep eder. Nitekim bir kararda “bahçıvan giderleri”nin de kat maliklerinin sorumluluğunda olduğu açıkça belirtilmiştir (Yargıtay-18. HD-2014/20920-2015/9872).

Kiracının Durumu: Kiracı, bu rutin giderlerden doğan aidat borcundan kat maliki ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu tutulabilir. Ancak bu sorumluluk, genellikle ödediği aylık kira bedeliyle sınırlıdır. Kiracı, yönetime yaptığı ödemeyi kira borcundan mahsup etme hakkına sahiptir. Kira sözleşmesinde ortak giderlerin (aidatın) kiracı tarafından ödeneceği kararlaştırılmışsa, kiracı bu bedeli doğrudan yönetime veya mal sahibine ödemekle yükümlü olur.

Ayrımın Önemi: Bir Yargıtay kararı, mahkemenin bu ayrımı netleştirmesi gerektiğini şu sözlerle ifade etmiştir: “…borcun dayanağının aidat borcu olup olmadığı, ortak yerlere ilişkin bakım onarım veya tadilat masraflarını kapsayıp kapsamadığı, söz konusu masrafların bağımsız bölüme yönelik kalıcı masraflardan mı yoksa yalnızca aidat bedellerine mi ilişkin olduğu araştırılıp sonucuna göre hüküm kurulmamış olması doğru görülmemiştir.” (Yargıtay-20. Hukuk Dairesi-2017/2405-2018/2562).

Sonuç

Özetle, incelenen yargı kararlarına göre peyzaj masraflarının sorumluluğu şu şekilde özetlenebilir:

Yeni Peyzaj Düzenlemesi: Ana yapının değerini artıran, kalıcı ve esaslı bir tadilat niteliğinde olduğu için bu masraflardan kesin olarak kat maliki sorumludur. Kiracıdan bu bedel talep edilemez.

Mevcut Peyzajın Bakımı: Bu masraflar, rutin işletme gideri (aidat) kapsamında değerlendirilir. Yasal olarak birincil sorumlu kat malikidir. Ancak kiracı, bu giderlerden doğan aidat borcundan ötürü kat maliki ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu tutulabilir. Kiracının sorumluluğu genellikle aylık kira bedeli ile sınırlıdır ve yaptığı ödemeyi kirasından düşebilir. Kiracı ile kat maliki arasındaki kira sözleşmesi, bu rutin giderlerin kim tarafından ödeneceğini netleştiren en önemli belgedir.getirerek soruna bütüncül bir yanıt sunmayı amaçlamaktadır.

Giderin Niteliğine Göre Sorumluluğun Ayrışması: Kararlar, “yeni peyzaj düzenlemesi” gibi kalıcı ve değer artırıcı harcamalar ile “mevcut peyzajın bakımı” gibi rutin işletme giderleri arasında önemli bir ayrım yapmaktadır.

Kiracının Sınırlı ve Müteselsil Sorumluluğu (KMK Madde 22): Kat Mülkiyeti Kanunu’nun 22. maddesi, kiracıların da belirli koşullarda ortak giderlerden sorumlu olabileceğini düzenler. Kararlar, kiracının sorumluluğunun “müştereken ve müteselsilen” olduğunu, yani yönetimin borcu hem kat malikinden hem de kiracıdan talep edebileceğini belirtir. Ancak bu sorumluluk sınırsız değildir:

Kiracının sorumluluğu genellikle “ödemekle yükümlü olduğu kira miktarı ile sınırlı olup, yaptığı ödeme kira borcundan düşülür.” (Yargıtay-20. Hukuk Dairesi-2017/4243-2018/213). Bu sorumluluk, genellikle “ortak gider aidatı” kapsamındaki rutin işletme masrafları için geçerlidir, taşınmazın aynına ilişkin büyük yenileme ve tadilat masraflarını kapsamaz.

Kira Sözleşmesi ve Yönetim Planının Rolü: Taraflar arasındaki kira sözleşmesi, kiracı ile kat maliki arasındaki iç ilişkiyi düzenler. Sözleşmede peyzaj masraflarının kiracı tarafından ödeneceği belirtilmişse, malik bu bedeli kiracıdan talep edebilir. Ancak bu durum, “kiraya veren ile kiralayan arasındaki bir iç ilişkiden ibarettir” (Yargıtay-18. Hukuk Dairesi-2015/794-2015/14163) ve kat malikinin site yönetimine karşı olan asli sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Benzer şekilde, site yönetim planı da giderlerin paylaşımına ilişkin özel hükümler içerebilir ve tüm kat maliklerini bağlar.

Nihai olarak, bir uyuşmazlık durumunda harcamanın niteliği, Kat Mülkiyeti Kanunu, yönetim planı ve kira sözleşmesi hükümleri bir bütün olarak değerlendirilerek karar verilecektir.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Site veya apartman yönetimiyle yaşanan peyzaj giderleri uyuşmazlıklarında, masrafın niteliği, Kat Mülkiyeti Kanunu, yönetim planı ve kira sözleşmesi birlikte değerlendirilerek sonuçlandırılır. Ancak bu değerlendirme, hukuki bilgi ve tecrübe gerektiren teknik bir süreçtir. Bu nedenle hem kat malikleri hem de kiracılar açısından hak kaybı yaşamamak için bir gayrimenkul hukuku uzmanına danışmak önemlidir.

Tuzla avukat arayışında olanlar için, Kat Mülkiyeti Kanunu’na hâkim bir hukukçunun desteğiyle süreci baştan sağlıklı yönetmek, ileride çıkabilecek dava ve icra sorunlarını önlemek açısından kritik önem taşır. Aynı şekilde Aydınlı avukat, Orhanlı Avukat, Tepeören Avukat, Pendik avukat, Kartal avukat, Maltepe avukat ve Gebze avukat desteği de bölgesel uyuşmazlıklarda etkili bir çözüm sunabilir.

Peyzaj masrafının kiracıya mı yoksa mal sahibine mi ait olduğu gibi karmaşık sorularda; Tuzla kat maliki avukatı, Tuzla kira uyuşmazlığı avukatı, Tuzla site yönetimi avukatı gibi uzmanlık alanlarına sahip bir hukukçudan destek almak, davaya gerek kalmadan çözüm üretmenin en sağlıklı yoludur.

Unutmayın, yanlış yorumlanan bir gider kalemi uzun süren hukuki ihtilaflara neden olabilir. Bu nedenle, Tuzla ve çevresinde gayrimenkul ve kat mülkiyeti konularında uzman bir avukata başvurmanız şiddetle tavsiye edilir.

Read More

Toplu Yapılarda Oyun Alanı, Havuz, Halı Saha Gibi Ortak Alan İlaveleri İçin Gerekli Oy Oranı Nedir?

Giriş

Site ve apartman gibi toplu yaşam alanlarında, ortak alanlara oyun parkı, halı saha, yüzme havuzu gibi sosyal tesislerin sonradan eklenmesi, kat maliklerinin yaşam kalitesini artırma isteğiyle sıkça gündeme gelmektedir. Ancak bu tür tesislerin yapılması, hem maliyet paylaşımı hem de gürültü, güvenlik ve kullanım hakkı gibi konularda tartışmalara neden olabilmektedir.

Kat Mülkiyeti Kanunu kapsamında, ortak alanlara yapılacak ilaveler için hangi oy oranının gerektiği, maliklerin hakları ve yükümlülükleri bakımından önem taşımaktadır. Bu yazıda, Yargıtay ve Danıştay’ın güncel kararları doğrultusunda; halı saha, çocuk oyun alanı, yüzme havuzu gibi tesislerin site veya apartman ortak alanlarına sonradan eklenebilmesi için aranan oy çokluğu ya da oy birliği şartları, bu kararlara katılmayan maliklerin yasal itiraz hakları ve kiracıların durumu detaylı şekilde incelenmektedir.

1. Ortak Alan İlaveleri Karar Alma Süreçleri ve Gerekli Oy Oranları

Yargı kararları, ortak alanlara yapılacak önemli ve kalıcı ilaveler için katı kurallar öngörmektedir. Bu ilaveler, basit bir onarım veya faydalı bir eklentiden ziyade, ortak alanın niteliğini değiştiren bir “tesis” veya “inşaat” olarak kabul edilmektedir. Bu ayrım, uygulanacak KMK maddesini ve dolayısıyla oy oranını doğrudan etkiler.

4/5 Kuralının Hakimiyeti: İncelenen kararların büyük çoğunluğu, halı saha, havuz gibi tesisler için KMK m.19/2’yi esas almaktadır. Yargıtay 18. Hukuk Dairesi’nin bir kararında bu durum net bir şekilde ifade edilmiştir: “kat maliklerinden biri bütün kat maliklerinin beşte dördünün rızası olmadıkça, anagayrimenkulün ortak yerlerinde onarım, tesis ve değişik renkte dış badana veya boya yaptırması yasaklanmıştır” (Yargıtay 18. HD-2013/19532-2014/1814). Bu kural, bir kat malikinin keyfi hareket etmesini engellediği gibi, yönetimin de yeterli çoğunluk olmadan böyle bir projeye girişemeyeceğini garanti altına alır. Gerekli çoğunluk sağlanmadan alınan kararlar “yok hükmünde” dahi sayılabilmektedir.

Oybirliği Gerektiren Haller: Eğer yapılacak ilave, binanın mimari projesini değiştirecek nitelikteyse, oy oranı 4/5’in de üzerine çıkarak oybirliğine dönüşmektedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu bu durumu şöyle açıklamıştır: “eğer yapılacak ilave anagayrimenkulün “mimari durumunu” bozacak ve “onaylı mimari projeye aykırılık” oluşturacak nitelikte ise, bu tür değişiklikler ancak “tüm kat maliklerinin oy birliği ile verecekleri bir karar ile mümkün” olabilir” (Yargıtay HGK-2017/1996-2022/5). Benzer şekilde, ortak bir alan olan havuzun belli bir kat malikine özgülenmesi de oybirliği gerektirir (Yargıtay 20. HD-2017/1708-2017/6501).

Yönetim Planının Önceliği: Kat malikleri arasındaki bir sözleşme olan yönetim planı, kanundan daha ağırlaştırıcı şartlar getirebilir. Örneğin, bir Yargıtay kararında atıf yapılan yönetim planı hükmü şöyledir: “yönetim planının 8/e maddesinde ‘kat malikleri kurulu kararı tümünün yazılı oluru bulunmadıkça ortak yerlerde yalnız kendisi için yapıya kuruluşa boya ve değişikliğe başlayamaz…’ hükmünün bulunduğu” (Yargıtay 5. HD-2024/8778-2025/3062). Bu durumda, kanunun aradığı 4/5 çoğunluk dahi yetersiz kalacak ve oybirliği aranacaktır.

2. Kararlara Karşı Çıkan Kat Maliklerinin Hakları ve Kiracıların Durumu

Kanuna veya yönetim planına aykırı alınan kararlar karşısında kat malikleri hukuki koruma altındadır.

Dava Hakkı ve Gerekçeleri: Toplantıya katılıp muhalefet şerhi düşen veya toplantıya hiç katılmayan her kat maliki, kararın tebliğinden itibaren belirli süreler içinde Sulh Hukuk Mahkemesi’nde kararın iptali için dava açabilir. Yargıtay 20. Hukuk Dairesi’nin kararında belirtildiği gibi, mahkemeler karar nisabının sağlanmadığı durumlarda iptal kararı vermelidir: “toplantıda alınan kararların Kat Mülkiyeti Kanununun … ve 42. maddelerinde aranan karar nisabı bulunmadığı gerekçesi ile iptaline karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir” (Yargıtay 20. HD-2018/409-2018/3162). Dava gerekçeleri sadece oy oranına ilişkin olmayıp, toplantı çağrısının usulsüz yapılması veya imar mevzuatına aykırılık gibi durumları da kapsayabilir.

Kiracının Konumu: İncelenen tüm kararlarda istisnasız olarak vurgulanan husus, kiracının kat malikleri kurulu kararlarına karşı doğrudan dava açma hakkının bulunmadığıdır. Kiracı, mülkiyet hakkına sahip olmadığı için yönetim süreçlerinde taraf değildir. Ancak bu, tamamen korumasız olduğu anlamına gelmez. Kiracı, yapılan ilavelerden dolayı kira sözleşmesinden doğan haklarının (örneğin, gürültü nedeniyle konutu kullanımının zorlaşması) ihlal edildiğini düşünüyorsa, durumu kat malikine bildirerek onun dava açmasını talep edebilir veya mülk sahibine karşı kendi sözleşmesinden doğan haklarını ileri sürebilir.

3. Mahkemelerin Yaklaşımı ve Mevzuatın Uygulanması

Mahkemeler, bu tür uyuşmazlıklarda şekli ve esasa ilişkin titiz bir inceleme yapmaktadır.

Bilirkişi İncelemesi ve Projeye Uygunluk: Anlaşmazlıkların çözümünde bilirkişi raporları kilit rol oynamaktadır. Mahkemeler, “anataşınmazın mimari projesi ve varsa vaziyet planı getirtilerek bu işlerden anlayan uzman bilirkişiye yerinde inceleme yaptırılıp” (Yargıtay 18. HD-2011/4915-2011/9120) ilavenin niteliğini, projeye aykırılık oluşturup oluşturmadığını ve mevcut yapıya zarar verip vermeyeceğini tespit ettirir. Projeye aykırı ve gerekli çoğunluk olmadan yapılan imalatların kaldırılmasına ve eski hale getirilmesine karar verilir.

İmar Mevzuatına Uygunluk: Yapılacak ilavenin kat maliklerinin tamamının rızasını alsa dahi imar mevzuatına uygun olması şarttır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun belirttiği gibi, “imar mevzuatına ilişkin hükümler kamu düzeninden” olup, bu kurallara aykırı bir anlaşma geçerli kabul edilemez. Danıştay kararları da bu ilavelerin imar planları ve yönetmelikleriyle uyumlu olması gerektiğini vurgulamaktadır.

Masrafların Paylaşımı: KMK m.43, çok masraflı ilavelerde önemli bir düzenleme getirir. Eğer ilave, bütün kat maliklerinin kullanması zorunlu bir yerde değilse, “bunlardan faydalanmak istemeyen kat malikleri gidere katılma[k zorunda değildir]. Bu gibi yenilik ve ilavelerin giderleri, onların yapılmasına karar vermiş olan kat malikleri tarafından ödenir” (Yargıtay 20. HD-2019/5205-2020/1427). Bu hüküm, projelere karşı çıkan kat maliklerini finansal olarak da korumaktadır.

Sonuç

Toplu yapıların ortak alanlarına halı saha, oyun alanı, yüzme havuzu gibi değer katan ancak aynı zamanda külfet ve anlaşmazlık potansiyeli taşıyan ilavelerin yapılması, basit bir yönetim kararı olmanın ötesinde, sıkı yasal kurallara bağlanmış hukuki bir süreçtir. İncelenen yargı kararları, Kat Mülkiyeti Kanunu’nun, özellikle de ortak alanlarda yapılacak “tesis” ve “inşaat” niteliğindeki değişiklikler için aranan 4/5 nitelikli çoğunluk kuralının mahkemelerce tavizsiz bir şekilde uygulandığını göstermektedir. Mimari projeyi değiştiren veya ortak alanı bir kişiye özgüleyen daha köklü değişiklikler için ise oybirliği aranmaktadır.

Bu süreçte Yönetim Planı hükümleri de en az kanun kadar bağlayıcıdır. Kararlara karşı çıkan kat malikleri, kanuna ve usule aykırılıklar halinde yargı yoluna başvurarak haklarını etkin bir şekilde koruyabilmektedir. Kiracılar ise bu süreçte doğrudan bir role sahip değildir.

Sonuç olarak, site yönetimlerinin ve kat maliklerinin bu tür projeleri hayata geçirmeden önce mutlaka Yönetim Planı’nı ve KMK’nın ilgili maddelerini dikkatle incelemeleri, yapılacak ilavenin niteliğini doğru tespit ederek gereken oy oranını sağlamaları ve tüm süreci şeffaf bir şekilde yürütmeleri, gelecekte ortaya çıkabilecek uzun ve maliyetli hukuki ihtilafları önlemek adına kritik öneme sahiptir. Gerekli durumlarda hukuki danışmanlık alınması şiddetle tavsiye edilir. Bir makale önerisi.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Halı saha, çocuk oyun alanı veya yüzme havuzu gibi tesislerin apartman ya da site ortak alanlarına eklenmesi, Kat Mülkiyeti Kanunu’nda belirtilen kesin oy oranı kurallarına ve mimari proje sınırlamalarına tabidir. Bu süreçlerde yapılacak en küçük bir usul hatası veya yanlış değerlendirme, alınan kararların iptaline, yapılan yapının yıkımına ve ciddi maddi kayıplara yol açabilmektedir.

Özellikle Tuzla, Pendik, Kartal, Maltepe, Gebze, Çayırova gibi hızlı yapılaşmanın yaşandığı ve çok sayıda site/apartman bulunan bölgelerde, bu tür sosyal tesis ilaveleri konusunda yaşanan anlaşmazlıklar artmaktadır. Bu nedenle bölgeyi ve uygulamayı iyi bilen bir Tuzla avukatı ile çalışmak, hem maliklerin haklarının korunması hem de site yönetiminin hukuki zeminde doğru hareket etmesi açısından büyük önem taşır.

Tuzla’da uzman bir kat mülkiyeti avukatı, aşağıdaki konularda süreci güvence altına alabilir: Oy oranının doğru belirlenmesi (4/5 mü, oybirliği mi?), Yönetim planının bağlayıcı hükümlerinin yorumlanması, Karara katılmayan maliklerin dava hakkının değerlendirilmesi, Projeye ilişkin imar ve yapı mevzuatı açısından ön inceleme yapılması, Gelecekte oluşabilecek iptal ve tazminat davalarına karşı önleyici hukuki denetim. Sonuç olarak, Tuzla başta olmak üzere benzer yoğunlukta yapılaşmanın yaşandığı bölgelerde, sosyal tesis ilavesi gibi hassas konularda hukuki destek alınmadan hareket edilmesi, ciddi riskler doğurabilir. Bu nedenle sürece bir Tuzla uzman avukatı eşliğinde başlanması, olası anlaşmazlıkların önüne geçilmesini ve tüm sürecin yasaya uygun biçimde yürütülmesini sağlar.

Read More

Limited Şirketlerde Olağan Genel Kurul Toplantısı Yapılmazsa Ne Olur?

Giriş

Limited şirketlerde olağan genel kurul toplantısı yapılmazsa ne olur? İşte bu yazı, limited şirketlerin yıllık olağan genel kurul toplantısı yapma zorunluluğu, bu zorunluluğun yerine getirilmemesi durumunda sorumluluğun kime ait olacağı ve olası hukuki, cezai ve idari yaptırımların neler olduğu sorularını, sunulan çeşitli yargı kararları ışığında aydınlatmayı amaçlamaktadır. İncelenen kararlar, konuya ilişkin hukuki çerçevenin ve yargısal uygulamanın tutarlı ve net olduğunu ortaya koymaktadır. Yazı, bu kararlardan elde edilen bulguları sentezleyerek, farklı perspektifleri ve önemli detayları vurgulayarak bütüncül bir bakış açısı sunacaktır.

1. Limited şirketlerde olağan genel kurul toplantısı yapılmasının yasal dayanağı ve toplantının zorunlu niteliği

Limited şirketlerin yıllık olağan genel kurul yapma zorunluluğunun temeli TTK’nın 617. maddesine dayanmaktadır. Bu madde, “Olağan genel kurul toplantısı, her yıl hesap döneminin sona ermesinden itibaren üç ay içinde yapılır” hükmünü amirdir. Birçok karar, limited şirketler için bu hükmün yanı sıra, anonim şirketlere ilişkin TTK’nın 409. maddesine de kıyasen atıf yapmaktadır. İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi (2022/874), bu zorunluluğu net bir şekilde ifade eder: “limited şirketlerde olağan genel kurul toplantıları TTK m.617/f.1 hükmüne göre her yıl hesap döneminin sona ermesinden itibaren üç ay içinde yapılır. Bu çerçevede olağan genel kurul toplantısı her yıl yapılması gerekecek bir toplantıdır.”

Bu toplantıların amacı, “organların seçimine, finansal tablolara, yönetim kurulunun yıllık raporuna, karın kullanım şekline… ilişkin müzakere yapılması ve karar alınmasıdır.” Bu nedenle toplantının yapılmaması, şirketin en temel işleyiş mekanizmalarının ve ortakların haklarının askıya alınması anlamına gelmektedir.

2. Limited şirketlerde olağan genel kurul toplantısı yapılmamasından kim sorumludur? Şirket müdürleri

Genel kurulu toplantıya çağırma görevi ve bu görevin ihmalinden doğan sorumluluk, istisnasız tüm kararlarda şirket müdürlerine yüklenmektedir. Bu, müdürlerin özen ve sadakat yükümlülüğünün doğal bir parçasıdır. Kararlarda bu görevin niteliğini “kural olarak müdürlere ait devredilemez ve vazgeçilemez bir görev” olarak tanımlayarak sorumluluğun altını çizmektedir. Müdürler “görevlerini tüm özeni göstererek yerine getirmek ve şirketin menfaatlerini, dürüst kuralı çerçevesinde gözetmekle yükümlü”dür ve genel kurul yapmamanın bu yükümlülüğün ihlali anlamına gelir.

3. Yaptırımların Çok Yönlü ve Kademeli Yapısı

Genel kurulun yapılmamasının sonuçları, kararlarda çeşitli ve duruma göre ağırlaşan bir yapıda ele alınmıştır:

Ortakların Hukuki Korunma Mekanizmaları: En yaygın sonuç, ortakların mahkemeye başvurma hakkıdır. Ortaklar, TTK’nın 411. ve 412. maddeleri uyarınca mahkemeden genel kurulun toplanması için izin isteyebilir veya bu iş için bir kayyım atanmasını talep edebilir. Antalya 4. Asliye Ticaret Mahkemesi (2021/320) kararında mahkemenin, “gündemi düzenlemek ve Kanun hükümleri uyarınca çağrıyı yapmak üzere bir kayyım” atayabileceği açıkça görülmektedir.

Müdürlerin Kişisel Sorumluluğu: Müdürlerin bu görevi ihmal etmesi, kişisel sorumluluklarını doğurur.

Tazminat Sorumluluğu: İstanbul Anadolu 13. Asliye Ticaret Mahkemesi (2024/530), TTK’nın 553. maddesine atıfla, yöneticilerin “kanundan ve esas sözleşmeden doğan yükümlülüklerini kusurlarıyla ihlâl ettikleri takdirde, hem şirkete hem pay sahiplerine hem de şirket alacaklılarına karşı verdikleri zarardan sorumlu” olacaklarını belirtir.

Müdürün Azli: Genel kurulun yapılmaması, müdürün görevden alınması (azli) için haklı bir sebep sayılabilir. Nitekim İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesi (2019/1135) kararında, “genel kurulların yapılmaması” müdürlerin azli koşullarının varlığına bir gerekçe olarak gösterilmiştir.

Şirketin Varlığına Yönelik Tehditler: İhmalin uzun sürmesi, şirketin tüzel kişiliğini dahi tehlikeye atabilir.

Şirketin Feshi: Konya 2. Asliye Ticaret Mahkemesi (2024/387), TTK’nın 636/2. maddesine dayanarak “Uzun süreden beri şirketin kanunen gerekli organlarından biri mevcut değilse veya genel kurul toplanamıyorsa” ortakların veya alacaklıların şirketin feshini isteyebileceğini belirtmiştir. Kararda, yaklaşık 16 yıldır genel kurul yapmayan bir şirketin feshine karar verilmesi, bu yaptırımın ne kadar ciddi olabileceğinin somut bir örneğidir.

Ortaklıktan Çıkma Davası: İstanbul Anadolu 2. Asliye Ticaret Mahkemesi (2022/1050) kararında, genel kurulun yapılmaması ve şirketin mali durumuna ilişkin önlemlerin alınmaması gibi durumların, diğer ortaklar için “haklı sebeplerin varlığında şirketten çıkmasına karar verilmesi için dava açma” (TTK m.638/2) hakkı doğurabileceği ifade edilmiştir.

Sonuç

Sunulan yargı kararlarının bütüncül bir analizi, Türk Ticaret Hukuku sisteminin limited şirketlerin yıllık olağan genel kurul toplantısı yapmasına büyük bir önem atfettiğini şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya koymaktadır. Bu toplantı, bir formalite olmanın ötesinde, şirketin şeffaflığı, hesap verebilirliği, ortakların bilgi alma ve denetim haklarının korunması ve şirketin sağlıklı işleyişi için vazgeçilmez bir mekanizmadır.

Bu yasal zorunluluğun ihlali durumunda sorumluluk, doğrudan doğruya ve öncelikli olarak şirket müdürlerine aittir. Yaptırımlar ise oldukça geniş bir yelpazeyi kapsamakta olup, ortakların mahkeme kanalıyla toplantı yapılmasını sağlamasından, müdürlerin tazminat ödemesine, görevden alınmasına, cezai yaptırımlarla karşılaşmasına ve en ağır durumda şirketin feshine kadar varabilmektedir. Bu durum, şirket müdürlerinin genel kurul yapma görevini ciddiyetle ele almaları gerektiğini açıkça göstermektedir. Bir makale önerisi.

Neden Tuzla Avukat Desteğihttps://www.2mhukuk.com/ekibimiz/ Gerekli?

Limited şirketlerde olağan genel kurul toplantısının yapılmaması, sadece basit bir ihmal değil; müdürler açısından kişisel sorumluluk doğuran ciddi bir hukuki sorundur. Bu tür durumlar, şirketin işleyişinde aksamalara, ortaklar arasında ihtilaflara ve hatta şirketin feshine kadar gidebilecek ağır yaptırımlara yol açabilir. Bu nedenle şirket ortaklarının ve özellikle müdürlerin, Türk Ticaret Kanunu ve ilgili yargı kararları doğrultusunda gerekli adımları atmadan önce alanında uzman bir hukukçudan görüş alması elzemdir.

Tuzla avukat, Pendik avukat, Kartal avukat, Maltepe avukat, Gebze avukat, Çayırova avukat, Tepeören avukat, Orhanlı avukat gibi ticaret hukuku ve şirketler hukuku alanında uzman hukukçular, şirketinizin yasal yükümlülüklerini yerine getirmesi konusunda size rehberlik edebilir. Özellikle olağan genel kurulun zamanında yapılması, çağrı usulünün doğru uygulanması, toplantı tutanaklarının yasal geçerlilik taşıyacak şekilde hazırlanması gibi birçok teknik ayrıntı profesyonel hukuki destek gerektirir.

Ayrıca, genel kurul yapılmaması nedeniyle doğabilecek olası ortaklık davaları, müdür aleyhine açılacak tazminat ve azil davaları gibi riskli süreçlerin önlenmesi için önleyici hukuk hizmeti alınması büyük önem taşır. Yerel düzeyde tecrübeye sahip bir Tuzla avukat ya da çevre ilçelerdeki uzman bir hukukçu, şirketinize özel durumunuzu değerlendirerek en doğru stratejiyi belirlemenize yardımcı olacaktır.

Read More

Anlaşmalı boşanma davasında nafaka talebinden feragat edilebilir mi, böyle bir feragat geçerli olur mu ve feragat ileride nafaka davası açmaya engel mi?

Bu çalışma anlaşmalı boşanma davaları sırasında tarafların nafaka hakkından feragat edip edemeyeceği, bu feragatin hukuki geçerliliği ve gelecekteki nafaka taleplerine etkisi konusunu, Yargıtay kararları ışığında ele almaktadır. Anlaşmalı boşanma, tarafların boşanma ve boşanmanın mali sonuçları (nafaka, tazminat vb.) üzerinde mutabık kaldığı bir süreçtir. Bu süreçte tarafların yaptığı “feragat” beyanının niteliği ve sonuçları, Yargıtay içtihatlarında farklı boyutlarıyla ele alınmıştır. Çalışma, bu içtihatlardaki ana eğilimleri, farklılıkları ve önemli ayrıntıları ortaya koyarak konuya dair bütüncül bir perspektif sunmayı amaçlamaktadır.

1. Anlaşmalı Boşanmada Nafakadan Feragatin Hukuki Niteliği ve Geri Alınamazlığı

Yargıtay kararlarının büyük bir çoğunluğu, anlaşmalı boşanma sırasında yapılan nafaka feragatini, davayı sona erdiren kesin bir usul işlemi olarak kabul etmektedir. Bu feragat, Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) uyarınca kesin hüküm gibi hukuki sonuçlar doğurur.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi (2014/19891 E. – 2015/4074 K.) kararında, davacının nafaka veya tazminat gibi bir talebimiz yoktur” şeklindeki beyanının “feragat niteliğinde olup feragattan rücu mümkün değildir.” ve bu feragatin o iradenin açıklandığı anda kesin hükmün sonuçlarını doğurduğu” belirtilmiştir. Benzer şekilde, Yargıtay 3. Hukuk Dairesi (2014/5574 E. – 2014/13801 K.) kararında, Davadan feragat neticesinde, feragate konu hak tamamen düşer ve artık bir daha dava konusu yapılamaz” denilerek feragatin geri dönülmez niteliği vurgulanmıştır. Bu baskın görüşe göre, açık bir iradeyle yoksulluk nafakasından vazgeçen taraf, sonradan ekonomik koşulları değişse dahi bu hakkını yeniden talep edemez.

2. Nafakada Feragat Beyanının “Açık ve Kesin Olma” Şartı

Feragatin bu denli kesin sonuçlar doğurması, beyanın niteliği konusunda bir hassasiyeti de beraberinde getirmiştir. Yargıtay, her istemiyorum” beyanını geleceğe yönelik bir feragat olarak yorumlamamaktadır. Feragat iradesi şüpheye yer bırakmamalıdır.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi (2014/1689 E. – 2014/10977 K.) kararında, “Haktan feragat beyanının, kesin ve duraksamaya yer bırakmayacak şekilde açık olması lazımdır.” ilkesi vurgulanmış ve başka bir talebin bulunmadığı” yönündeki genel bir ifadenin, nafaka hakkından “ilanihaye (sonsuza dek) vazgeçildiği anlamına gelmeyeceği belirtilmiştir. Buna karşın, karşı oy yazılarında ise boşanmak istiyorum, başka bir talebim yoktur” gibi kayıt ve şartsız beyanların, boşanmanın eki niteliğindeki nafaka ve tazminatlardan da feragat anlamına geldiği savunulmuştur. Bu durum, feragat metninin hazırlanmasında son derece dikkatli olunması gerektiğini göstermektedir.

3. Nafaka Türlerine Göre Ayrım: Yoksulluk, İştirak ve Tedbir Nafakası

Feragatin sonuçları, talep edilen nafakanın türüne göre farklılık arz eder:

Yoksulluk Nafakası: Eşin kendisi için talep ettiği nafakadır. Yukarıda belirtildiği gibi, açık bir beyanla yoksulluk nafakasından feragat edilmesi halinde, bu feragat genellikle kesin ve bağlayıcıdır.

İştirak Nafakası (Çocuk Nafakası): Bu nafaka, çocuğun hakkıdır ve kamu düzenine ilişkindir. Ebeveynlerden birinin, çocuğun bu hakkından feragat etmesi hukuken mümkün değildir. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2013/22012 E. sayılı kararındaki karşı oyda belirtildiği gibi, Velayet kendisine bırakılan annenin, küçüğün menfaatine aykırı olarak çocuk için tayin edilen nafakadan feragat etme hakkı yoktur.” Bu nedenle, boşanma protokolünde iştirak nafakası istenmediği belirtilse bile, çocuk için ileride nafaka davası açılmasına bir engel yoktur.

Tedbir Nafakası: Dava süresince eşin ve çocukların geçimi için bağlanan geçici bir nafakadır. Feragat beyanı genellikle feragat tarihinden önceki döneme ilişkin tedbir nafakasını kapsar. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi (2012/3490 E. – 2012/22653 K.) kararında belirtildiği gibi, feragat ileriye dönük sonuç doğurmaz ve “sonraki bir tarihte koşulları varsa yeniden tedbir nafakası istenmesi mümkündür.”

4. Nafakada Farklı Perspektifler ve İstisnalar

Baskın görüş feragatin kesinliği yönünde olsa da, bazı Yargıtay kararları farklı bir bakış açısı sunmaktadır:

“Doğmamış Haktan Feragat Edilemez” İlkesi: Bazı kararlarda, yoksulluk nafakası hakkının boşanma kararının kesinleşmesiyle doğduğu, bu nedenle boşanma davası sırasında henüz doğmamış olan bu haktan feragatin geçersiz olduğu savunulmuştur. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi (2012/23009 E. – 2013/1638 K.) kararında bu ilke şu şekilde ifade edilmiştir: …doğmamış bulunan bir haktan feragat mümkün olmadığından, koşulları oluştuğu takdirde, davacının karşı taraftan yoksulluk nafakası talep etmesi mümkündür.” Bu görüş, feragatin kesinliğine önemli bir istisna getirme potansiyeli taşımaktadır.

İrade Bozukluğu Halleri: Feragat beyanı, hata, hile veya tehdit gibi iradeyi sakatlayan bir nedenle yapılmışsa, feragatin iptali istenebilir. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi (2015/23479 E. – 2017/4466 K.) kararında bu durum, “irade bozukluğu hallerinde, feragatin iptali istenebilir (HMK m. 311)” şeklinde ifade edilmiştir.

Anlaşmalı Boşanmanın Çekişmeliye Dönmesi: Anlaşmalı boşanma protokolüyle yapılan feragat, ancak boşanmanın anlaşmalı olarak sonuçlanması halinde geçerlidir. Dava çekişmeliye dönerse, bu protokole dayalı feragat beyanları da geçersiz hale gelir. (Bkz: Yargıtay 2. HD, 2011/2011 E. – 2011/22275 K.)

Sonuç

İncelenen Yargıtay kararları doğrultusunda, anlaşmalı boşanma davasında nafaka talebinden feragat edilip edilemeyeceği sorusuna verilecek yanıt evettir. Ancak bu “evet”in ardında önemli şartlar ve istisnalar bulunmaktadır. Bir eşin, kendi adına olan yoksulluk nafakasından feragat etmesi mümkündür. Bu feragat, irade bozukluğu olmadan, açık ve kesin bir dille yapılmışsa hukuken geçerlidir, geri alınamaz ve ileride yoksulluk nafakası davası açılmasına engel teşkil eder.

Buna karşılık, çocuğun iştirak nafakasından feragat edilemez. Bu yöndeki bir beyan geçersiz olup, çocuğun menfaati gerektirdiğinde her zaman iştirak nafakası davası açılabilir.

Feragat beyanının muğlak olması, “doğmamış haktan feragat edilemeyeceği” ilkesinin benimsenmesi veya feragatin irade bozukluğu altında yapıldığının ispatlanması gibi durumlarda, feragatin bağlayıcılığı ortadan kalkabilir.

Neticede, nafaka feragati son derece ciddi hukuki sonuçları olan bir işlemdir. Tarafların, bu beyanda bulunmadan önce sonuçlarını tam olarak anlaması ve feragat metninin, ileride bir hak kaybına yol açmayacak şekilde özenle hazırlanması kritik öneme sahiptir. Bu konuyla ilgili bir makale önerisi.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Anlaşmalı boşanma protokolünde yer alan nafaka, tazminat veya mal paylaşımı gibi maddi sonuçlar, taraflar açısından ciddi ve geri dönülmez sonuçlar doğurabilir. Özellikle nafaka feragati gibi beyanların, ileride yeniden talepte bulunma hakkını tamamen ortadan kaldırabileceği dikkate alındığında, protokolün eksiksiz ve hukuka uygun şekilde düzenlenmesi hayati önem taşır.

Tuzla avukat desteği almak, bu noktada büyük bir fark yaratır. Çünkü uzman bir aile hukuku avukatı; protokolde kullanılan ifadelerin bağlayıcılığını değerlendirir, feragat beyanlarının geçerliliğini denetler ve tarafların hak kaybına uğramasını önler.

Tuzla avukat, Pendik avukat, Kartal avukat, Maltepe avukat, Aydınlı avukat, Tepeören avukat, Orhanlı Avukat ve çevresinde faaliyet gösteren deneyimli boşanma avukatları, bölgedeki mahkemelerin uygulama alışkanlıklarına hâkimdir. Bu da hem protokolün eksiksiz hazırlanması, hem de ileride doğabilecek olası dava süreçlerinin önceden öngörülmesi açısından büyük avantaj sağlar.

Tarafların “nafaka istemiyorum” gibi kısa ve genel beyanlar nedeniyle yıllar sonra ciddi mağduriyet yaşamamaları için, sürecin başında bir Tuzla boşanma avukatı ile çalışmaları tavsiye edilir. Profesyonel destek almak, sadece mevcut hakları değil, gelecekteki olası hak taleplerini de güvence altına alır.

Read More

Güzellik Hizmeti Mağduriyetleri: Yanık, Kesi, Kalıcı İz veya Hatalı İşlemlerde Geri Ödeme ve Tazminat Hakkı

Giriş

Güzellik merkezlerinde yapılan güzellik hizmeti işlemler bazen istenmeyen sonuçlara yol açabilir. Özellikle tüy alma, lazer epilasyon veya cilt bakımı gibi işlemler sırasında ciltte kesikler, yanıklar ya da kalıcı izler oluşması durumunda mağdur olan kişinin hukuki haklarını bilmesi büyük önem taşır. Bu makalede, güzellik merkezinde işlem yaptırırken cildinde kesi oluşan bir kişinin hangi hukuki yollara başvurabileceği ve ödediği ücretin tazminat olarak geri alınıp alınamayacağı ayrıntılı şekilde ele alınmaktadır.

 Sunulan çok sayıda Yargıtay, Bölge Adliye Mahkemesi kararı analiz edilerek, mağdurun hangi davaları açabileceği, bu davalarda hangi hukuki dayanakları kullanabileceği, ispat yükümlülükleri ve en önemlisi, ödediği işlem bedelini ve diğer zararlarını tazminat olarak talep edip edemeyeceği konuları bütüncül bir yaklaşımla ele alınmıştır.

A) Güzellik Hizmetinde Hukuki İlişkinin Tanımlanması ve Görevli Mahkeme

Yargı kararları, güzellik merkezinde sunulan hizmetin hukuki niteliğini iki ana eksende ele almaktadır. Bu ayrım, davanın hangi mahkemede görüleceği açısından kritik öneme sahiptir.

Eser Sözleşmesi Yaklaşımı: Birçok Yargıtay kararı, estetik amaçlı bu tür işlemleri Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenen “eser sözleşmesi” olarak nitelendirmektedir. Bu yaklaşıma göre güzellik merkezi (yüklenici), belirli bir sonucu (estetik görünüm) taahhüt etmektedir. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin bir kararında bu durum şöyle ifade edilmiştir: “Bu tür durumlar ‘TBK’nın 470 (BK. m. 355) ve devamı maddelerinde düzenlenen eser sözleşmesinden kaynaklanmaktadır’. Bu durumda güzellik merkezi ‘yüklenici’ konumundadır ve ‘yapımını yüklendiği işi, özen borcu gereği olarak fen ve sanat kurallarına, sözleşme hükümlerine, kendisine duyulan güvene ve beklenen amaca uygun şekilde yapmakla ödevlidir.'” (Yargıtay 3. HD, 2015/10634 E.). İşlem sonucunda ciltte kesikler, yanıklar, kalıcı izler oluşması, eserin “ayıplı” (kusurlu) olduğu anlamına gelir.

Tüketici İşlemi Yaklaşımı: Diğer ve daha yaygın olan yaklaşım ise bu ilişkiyi Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun kapsamında bir tüketici işlemi” olarak görmektir. Güzellik merkezi ticari amaçla hizmet sunan bir “sağlayıcı”, işlemi yaptıran kişi ise “tüketici” konumundadır. Nitekim Yargıtay 13. Hukuk Dairesi bir kararında, ‘4077 Sayılı yasanın 23. maddesi, bu kanunun uygulanması ile ilgili her türlü ihtilafa tüketici mahkemelerinde bakılacağını öngörmüştür.'” (Yargıtay 13. HD, 2015/36944 E.) diyerek görevli mahkemenin Tüketici Mahkemesi olduğunu netleştirmiştir.

Bu iki yaklaşım birbiriyle çelişmez. Modern hukuk uygulamasında, taraflardan birinin tüketici olduğu eser sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklara da Tüketici Mahkemeleri bakmaktadır. Bu nedenle, cildinde kesikler oluşan kişi, davasını büyük olasılıkla Tüketici Mahkemesi’nde açmalıdır.

B) Başvurulabilecek Hukuksal Yollar ve Tazminat Çeşitleri

Mağdurun başvurabileceği yollar ve talep edebileceği tazminatlar şunlardır:

Hukuk Davası (Tazminat Talebi): Bu en temel ve yaygın yoldur. Kişi, Tüketici Mahkemesi’ne başvurarak şunları talep edebilir:

İşlem Bedelinin İadesi (Maddi Tazminat): İncelenen kararlar, kusurlu hizmet nedeniyle ödenen bedelin iade edilebileceğini açıkça göstermektedir. Bakırköy 10. Tüketici Mahkemesi’nin bir kararında “davacının davalıya ödenen bedelin iadesi isteminin de kabulü gerektiği” (2021/755 E.) belirtilmiştir. Yargıtay 6. Hukuk Dairesi de “sözleşme bedelinin iadesi” (2021/188 E.) talebini meşru bulmuştur.

Diğer Maddi Tazminatlar: Oluşan kesiklerin tedavisi için yapılan doktor, hastane ve ilaç masrafları gibi tüm giderler bu kapsamda talep edilebilir.

Manevi Tazminat: Ciltteki kesiklerin yol açtığı fiziksel acı, elem, ızdırap, estetik kaygı ve sosyal hayattaki olumsuz etkiler nedeniyle manevi tazminat talep edilebilir. Yargıtay, hatalı ağda sonrası yırtık oluşan bir olayda, “davacının ruh ve beden huzurunun bozulmadığını düşünmek kabil değildir (Yargıtay 13. HD, 2010/13173 E.) diyerek manevi tazminata hükmedilmesi gerektiğini vurgulamıştır.

Ceza Hukuku Yolu (Şikayet): Meydana gelen yaralanma, Türk Ceza Kanunu kapsamında Taksirle Yaralama” suçunu oluşturabilir. Kişi, işlemi yapan personel ve sorumlu yöneticiler hakkında savcılığa şikayette bulunabilir. Ancak ceza hukuku yolu daha meşakkatlidir. Bazı kararlarda, Adli Tıp Kurumu’nun yaralanmayı “herhangi bir tıbbi kusur ya da ihmale izafe edilemeyen klinik tablonun doğal bir seyri olarak nitelendirildiği” (Yargıtay 12. CD, 2019/9780 E.) ve bu nedenle sanıkların beraat ettiği görülmektedir. Buna karşın, başka bir ceza davasında yaralanmanın lazer epilasyon aleti kullanım ve uygulama hatasından kaynaklandığı” (Yargıtay 12. CD, 2016/11766 E.) tespit edilerek sorumlular kusurlu bulunmuştur. Dolayısıyla ceza davasının sonucu, ihmalin net bir şekilde ispatlanıp ispatlanamadığına bağlıdır.

C) Davanın Kazanılmasındaki Kilit Unsurlar

Bir tazminat davasının başarıya ulaşması için aşağıdaki hususların kanıtlanması kritik öneme sahiptir:

Kusurun Varlığı: Davanın temelini, güzellik merkezinin veya çalışanının kusurlu (hatalı, özensiz, ihmalkâr) davrandığının ispatı oluşturur. İşlemin standartlara aykırı yapılması, hijyen kurallarına uyulmaması, yanlış cihaz veya teknik kullanılması gibi durumlar kusur teşkil eder.

Bilirkişi Raporu: Mahkemeler, bu tür teknik konularda karar vermeden önce mutlaka uzman bilirkişi raporu almaktadır. Rapor, genellikle dermatoloji ve güzellik uzmanlarından oluşan bir heyet tarafından hazırlanır. Yargıtay’ın vurguladığı gibi, mahkeme “Güzellik Uzmanı ile Dermatoloji uzmanının da bulunduğu bilirkişi heyeti oluşturularak, taraf, mahkeme ve Yargıtay denetimine açık, ayrıntılı ve gerekçeli rapor tanzim edilmesini” (Yargıtay 13. HD, 2015/5821 E.) istemelidir. Davanın kaderi büyük ölçüde bu rapora bağlıdır.

Aydınlatma Yükümlülüğünün İhlali: Güzellik merkezinin, işlem öncesinde olası riskler ve komplikasyonlar hakkında müşteriyi bilgilendirmesi ve “aydınlatılmış onam” alması bir zorunluluktur. Yargıtay bu hususu şöyle belirtir: “...uygulama öncesi muhtemelen hasıl olabilecek sonuç ve komplikasyonlar hakkında iş sahibini bilgilendirmesi bir zorunluluktur.” (Yargıtay 3. HD, 2015/10634 E.). Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi, merkezin sorumluluğunu ağırlaştıran bir faktördür.

Sonuç

Güzellik merkezinde bir işlem sırasında cildinde kesikler, yanıklar veya kalıcı izler oluşan kişi, çok yönlü hukuki haklara sahiptir. İncelenen yargı kararları, bu kişinin Tüketici Mahkemesi’ne başvurarak hem ödediği işlem bedelinin iadesini hem de tedavi masrafları gibi diğer maddi zararlarını ve çektiği acı için manevi tazminat talep edebileceğini net bir şekilde ortaya koymaktadır.

Bu sürecin başarısı, güzellik merkezinin kusurlu hizmet verdiğinin, özellikle de alanında uzman bilirkişilerden alınacak raporlarla ispatlanmasına bağlıdır. Merkezin işlem öncesi riskler hakkında yeterli bilgilendirme yapmamış olması da davacının elini güçlendirecektir. Olayın niteliğine göre taksirle yaralama suçundan dolayı ayrıca bir ceza şikayetinde bulunmak da mümkündür. Sonuç olarak, hukuki süreç doğru adımlarla yönetildiği takdirde, mağdurun uğradığı zararın tazmin edilmesi ve ödediği ücreti geri alması kuvvetle muhtemeldir.

Neden Uzman Tuzla Avukat Desteği Gereklidir?

Güzellik merkezinde hatalı işlem sonucu oluşan yanık, kesik, iz gibi zararlarda tazminat süreci, teknik bilgi, sağlık hukuku bilgisi ve Yargıtay kararlarının yorumlanmasını gerektirir. Dava sürecinde bilirkişi raporları, tanık beyanları, hastane belgeleri ve sözleşme incelenmesi gibi birçok detay önem kazanır.

Bu nedenle mağdurların, Tuzla avukat, Pendik avukat, Kartal avukat, Maltepe avukat, Gebze avukat, Tepeören avukat, Orhanlı avukat, Aydınlı avukat ve Çayırova avukat gibi bölgesel ve tüketici hukuku alanında deneyimli avukatlardan destek alması, hem maddi hem de manevi hak kayıplarının önüne geçmek açısından çok önemlidir.

Uzman bir Tuzla avukat; hangi mahkemede dava açılacağını, nasıl delil toplanması gerektiğini, hangi Yargıtay kararlarının örnek gösterilebileceğini bilir ve tazminat miktarının artırılması için stratejik katkı sağlar.

Read More

Anlaşmalı boşanma protokolünde velayet hakkından feragat edilir mi, ederse ileride dava açabilir mi?

Bu çalışmada Anlaşmalı boşanma protokolünde velayet hakkından feragat edilir mi, ederse ileride dava açabilir mi? anlaşmalı boşanma sürecinde taraflardan birinin velayet hakkından feragat etmesinin hukuki geçerliliğini ve bu feragatin gelecekte velayet davası açma hakkına etkisini analiz etmek amacıyla hazırlanmıştır. Sunulan Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi kararları ışığında, velayet hakkının niteliği, bu haktan feragatin mümkün olup olmadığı ve en önemlisi, çocuğun üstün yararı ilkesinin bu sürece nasıl yön verdiği incelenmiştir.

A. Anlaşmalı Boşanma Protokolünde Velayet Düzenlemesi ve “Feragat” Kavramı

Anlaşmalı boşanma protokolünde taraflar, müşterek çocuğun velayetinin kimde kalacağı konusunda bir düzenleme yapabilirler. Yargıtay kararlarında bu durum, sıklıkla bir tarafın velayet talebinden feragat etmesi” olarak nitelendirilmektedir. Örneğin, bir kararda tarafların protokol ile kadının velayet… taleplerinden feragat ettiğini” bildirebileceği ve mahkemenin bu beyanı “feragat niteliğinde” kabul edeceği belirtilmiştir (Yargıtay 2. HD, 2018/6126). Bu, pratikte velayetin anlaşma yoluyla diğer eşe bırakılmasının mümkün olduğunu göstermektedir.

Ancak, bu “feragat” kavramı, velayet hakkının temel niteliğiyle çelişiyor gibi görünebilir. Nitekim Anayasa Mahkemesi, velayetin temel bir hak olduğunu ve devredilemeyeceğini vurgulamıştır: Velayet, kişiye sıkı sıkıya bağlı bir hak niteliğindedir. Bu nedenle başkasına devredilemez, miras yoluyla geçmez ve bu haktan vazgeçilemez. Bu hak başkasına devredilemediği gibi bu haktan feragat da edilememektedir.” (AYM, 2010/119)

Bu iki farklı yaklaşım, “feragat” kelimesinin kullanımındaki ayrımdan kaynaklanmaktadır. Anayasa Mahkemesi, velayet hakkının kendisinden soyut bir vazgeçmenin imkansızlığını belirtirken; Yargıtay, boşanma anındaki somut duruma ilişkin olarak velayetin kullanımının diğer ebeveyne bırakılması yönündeki irade beyanını “feragat” olarak adlandırmaktadır. Hatta daha güncel bir Yargıtay kararı, bu kavramsal karmaşayı ortadan kaldıracak şekilde, velayetin kamu düzenine ilişkin olması nedeniyle feragat beyanının anlamsız olduğunu ve mahkemenin her durumda çocuğun yararını gözeterek karar vereceğini belirtmiştir (Yargıtay 2. HD, 2024/4464).

B. Velayetten Feragat Edilse Dahi İleride Dava Açma Hakkı

İncelenen kararların tamamında ortak olan en net bulgu, anlaşmalı boşanma protokolü ile yapılan velayet düzenlemesinin kesin ve geri dönülemez olmadığıdır. Velayet hakkından feragat eden veya velayetin diğer eşe bırakılmasını kabul eden taraf, ileride belirli şartların oluşması halinde velayetin değiştirilmesi için dava açma hakkını kaybetmez. Bu hakkın kullanılabilmesi için temel koşul, çocuğun üstün yararı ve durum ve koşullarda esaslı bir değişiklik olmasıdır. Yargıtay, bu durumu şu şekilde özetlemektedir: “boşanma kararının kesinleşmesinden sonra durum ve koşullarda velayet sahibinin değiştirilmesini gerektirecek bir değişiklik husule geldiği kanıtlanamadığı gibi, küçüğün menfaatinin de böyle bir değişikliği gerektirdiğine ilişkin bir sebep de ortaya konulamamıştır” (Yargıtay 2. HD, 2009/2481). Bu ifade, koşulların değiştiği ve çocuğun menfaatinin gerektirdiği kanıtlandığı takdirde velayet davası açılabileceğini ve başarılı olabileceğini göstermektedir. Nitekim bir başka kararda, velayeti alan babanın görevini ihmal etmesi ve çocuğun anneyle yaşamak istemesi gibi nedenlerle velayetin annenin talebi üzerine değiştirilmesine hükmedilmiştir (Yargıtay 2. HD, 2011/17064).

Belirleyici İlke: Çocuğun Üstün Yararı: Tarafların anlaşması ne yönde olursa olsun, hakim bu anlaşmayı çocuğun menfaatine uygun bulmak zorundadır. Yargıtay’ın da vurguladığı gibi, “Velâyet kamu düzenine ilişkin olup, re’sen araştırma ilkesi geçerlidir. Bu nedenle yargılama sırasında meydana gelen gelişmelerin dahi göz önünde tutulması gerekir.” (Yargıtay 2. HD, 2023/5735). Bu ilke, mahkemenin sadece tarafların beyanlarıyla bağlı kalmayıp, gerekirse sosyal inceleme raporları, uzman görüşleri ve çocuğun idrak yaşındaysa beyanını alarak en doğru kararı vermesini gerektirir.

Feragat”in Hukuki Anlamı: Protokoldeki feragat” ifadesi, velayet hakkının kökünden yok edilmesi değil, o anki koşullar altında velayetin kullanımının diğer ebeveyne bırakılmasına rıza göstermek anlamına gelir. Bu rıza, mutlak ve süresiz değildir. Velayeti devralan ebeveynin görevini ihmal etmesi, çocuğun fiziksel veya ruhsal gelişiminin tehlikeye girmesi gibi yeni durumlar, eski anlaşmayı geçersiz kılar ve mahkemenin müdahalesini zorunlu hale getirir.

Dava Açma Şartları: İleride açılacak bir velayetin değiştirilmesi davasının başarılı olması için, sadece ebeveynin fikrini değiştirmiş olması yeterli değildir. Boşanma kararının kesinleşmesinden sonra ortaya çıkan, velayet sahibinin görevini gereği gibi yapamadığını veya çocuğun menfaatinin değişikliği gerektirdiğini gösteren somut ve ciddi olguların delilleriyle birlikte mahkemeye sunulması gerekir.

Sonuç

Anlaşmalı boşanma protokolünde bir taraf, velayetin diğer tarafa bırakılmasını kabul edebilir. Bu durum, Yargıtay içtihatlarında zaman zaman “velayetten feragat” olarak adlandırılsa da, bu, velayet hakkından mutlak ve geri dönülemez bir şekilde vazgeçildiği anlamına gelmez. Velayet kamu düzenine ilişkin olduğundan, tarafların anlaşması her zaman hakimin onayına ve çocuğun üstün yararı ilkesine tabidir.

Evet, velayetin diğer eşe bırakılmasını kabul eden taraf ileride dava açabilir. Bu feragat, gelecekte dava açma hakkını ortadan kaldırmaz. Ancak bu davanın kabulü için; boşanma sonrası koşullarda çocuğun menfaatini etkileyen ciddi ve esaslı bir değişiklik yaşandığının (örneğin velayet sahibi ebeveynin ihmali, çocuğun istismarı, sağlık veya eğitim koşullarındaki olumsuzluklar vb.) somut delillerle ispatlanması zorunludur. Mahkeme, her durumda çocuğun güncel yararını gözeterek yeni bir velayet düzenlemesi yapma yetkisine sahiptir. Bir makale önerisi.

Velayet Hakkında Feragat ve İleride Dava Açma Durumu Neden Uzman Tuzla Avukat Desteği Gerektirir?

Boşanma sürecinde, özellikle anlaşmalı boşanma protokolünde velayet hakkının nasıl düzenleneceği önemli bir konudur. Taraflar, velayetin diğer ebeveyne bırakılmasını kabul edebilir, ancak bu durum velayet hakkından mutlak ve geri dönülemez bir feragat anlamına gelmez. Bu nedenle, velayet konusunda yapılacak anlaşmaların hukuki geçerliliği ve olası ilerideki hak talepleri uzman bir avukat desteğiyle doğru şekilde değerlendirilmelidir. Aksi takdirde, çocuğun menfaati tehlikeye girebilir veya taraflar ileride haklarını kaybedebilir.

Tuzla avukat, Orhanlı avukat, Aydınlı avukat, Tepeören avukat, Gebze avukat, Çayırova avukat ve Şekerpınar avukat arayışında olan kişiler için, yerel hukuk bilgisi ve bölge adliyelerinde edinilmiş tecrübe kritik bir avantaj sağlar. Her mahkemenin işleyişi ve uygulamaları farklı olabileceğinden, bölgesel dinamikleri bilen ve aile hukuku alanında uzmanlaşmış bir avukatla çalışmak, sürecin doğru yönetilmesini sağlar.

İşte bu noktada, alanında uzman bir avukat ile çalışmak, olası hukuki riskleri önceden tespit edip, en uygun stratejiyi belirlemede kritik rol oynar. Ayrıca, velayetle ilgili olası değişikliklerde, yeni durumların nasıl değerlendirilmesi gerektiği ve hangi koşullarda dava açılabileceği konusunda doğru yönlendirme almanızı sağlar. Bu sayede, hem çocuk hem de taraflar açısından en doğru ve hukuka uygun kararlar alınabilir.

Read More

Boşanma Davasında Daha Önce Affedilen Davranışlar Kusur Olarak İleri Sürülür mü?

Bu çalışmada, Boşanma davasında daha önce affedilen davranışların kusur olarak ileri sürülüp sürülemeyeceği” sorusunu, sunulan Yargıtay 2. Hukuk Dairesi kararları ışığında incelenecektir. Türk Medeni Kanunu uyarınca boşanma davalarında “kusur” kavramı, evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına neden olan olayların değerlendirilmesinde ve boşanmanın mali sonuçlarının (tazminat, nafaka vb.) belirlenmesinde merkezi bir rol oynamaktadır. İncelenen kararlar, Yargıtay’ın bu konudaki yerleşik ve tutarlı içtihadını ortaya koymakta, “af” veya “hoşgörü” olgusunun hukuki sonuçlarını detaylandırmaktadır.

1. Temel Kural Boşanma Davasında Affedilen veya Hoş Görülen Davranışlar Kusur Olarak Yüklenemez

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, istikrarlı bir şekilde, eşlerin evlilik birliği devam ederken sergiledikleri affedici veya hoşgörülü tutumun, boşanma davasında aleyhlerine kullanılamayacağını vurgulamaktadır. Bu ilke, birçok kararda şu şekilde formüle edilmiştir: “Affedilen ya da hoşgörüyle karşılanan davranışlar boşanma davasında diğer tarafa kusur olarak yüklenemez ve buna dayanılarak boşanma kararı verilmez.” (Yargıtay 2. HD, 2015/8160 E., 2015/22652 K.) Bu kural, evlilik birliğini sürdürme çabasının ve tarafların barışma iradesinin korunması amacını taşır. Eşlerin, sorunları aşarak birliğe devam etme kararı almaları, geçmişteki olayları hukuken “etkisizhale getirmektedir.

2. Affın veya Hoşgörünün Göstergeleri

Mahkemeler, affın varlığını veya hoşgörünün gösterildiğini çeşitli somut durumlardan yola çıkarak tespit etmektedir. İncelenen kararlara göre affın en yaygın göstergeleri şunlardır:

-Kusurlu davranıştan sonra tarafların barışarak birlikte yaşamaya devam etmeleri.

-Daha önce açılmış bir boşanma davasından feragat edilmesi.

-Tarafların kusurlu davranışın gerçekleşmesinden sonra uzun bir süre evlilik birliğini devam ettirmeleri.

-Dava açıldıktan sonra dahi olsa tarafların bir araya gelip evlilik birliğini sürdürmeleri (cinsel birliktelik yaşanması dahil).

Örneğin, bir kararda “davalı kadına kusur olarak yüklenen davranışlardan sonra, taraflarca evlilik birliğinin devam ettirildiği; böylece bu kusurlu davranışlarının davacı koca tarafından affedildiği, en azından hoşgörü ile karşılandığı anlaşılmaktadır” (Yargıtay 2. HD, 2009/17411 E., 2010/21061 K.) denilerek, birlikte yaşamaya devam etme olgusu af için yeterli görülmüştür.

3. Kuralın Hukuki Sonuçları

Affedilmiş olayların kusur olarak kabul edilmemesi, davanın esası ve sonuçları üzerinde doğrudan etkilidir:

Davanın Reddi: Eğer davacının dayandığı tüm kusur iddiaları, davalı tarafından affedilmiş veya hoş görülmüş olaylardan ibaretse ve yeni bir kusurlu davranış ispatlanamamışsa, boşanma davasının reddedilmesi gerekmektedir.

Tazminat Taleplerinin Etkilenmesi: Kusur, maddi ve manevi tazminat taleplerinin temelini oluşturur. Affedilmiş davranışlar nedeniyle bir eş kusurlu bulunamazsa, diğer eşin tazminat talepleri de dayanaksız kalacaktır. Nitekim bir kararda, “davalı erkeğin kusurlu davranışı ispatlanamamıştır. Bu nedenle davalı erkek aleyhine maddi ve manevi tazminata hükmedilemez. (Yargıtay 2. HD, 2016/15574 E., 2018/2038 K.) denilerek bu bağlantı net bir şekilde kurulmuştur.

Yargıtay kararları genel bir ilke ortaya koysa da, bu ilkenin uygulanışında dikkate alınması gereken önemli detaylar ve farklı perspektifler mevcuttur.

4. Affedilen Olaylardan Sonra Yeni Kusurlu Davranışların Varlığı

Af veya hoşgörü, gelecekteki kusurlu davranışlar için bir “açık çek” niteliği taşımaz. Affın kapsamı, yalnızca affedilen veya hoş görülen olaylarla sınırlıdır. Eğer bu olaylardan sonra evlilik birliğini temelinden sarsan yeni bir kusurlu davranış meydana gelirse, bu yeni davranış boşanma davasında pekâlâ kusur olarak ileri sürülebilir. Birçok kararda bu husus şu ifadeyle vurgulanmıştır: Tarafların bir araya gelmesinden sonra ise tarafların boşanmayı gerektirir herhangi bir kusurlu davranışı kanıtlanamamıştır. (Yargıtay 2. HD, 2016/16616 E., 2018/5060 K.) Bu ifade, “eğer kanıtlansaydı durum farklı olurdu” imasını taşımaktadır. Dolayısıyla, davada belirleyici olan, affedilen olaylardan sonra taraflara yüklenebilecek yeni ve ispatlanmış bir kusurun olup olmadığıdır.

5. Affın Kapsamı: Her Davranış Affedilir mi?

Yargıtay kararlarında fiziksel şiddet, sadakatsizlik, hakaret gibi ağır kusurlar dahi, sonrasında evlilik birliğinin devam etmesi halinde af kapsamında değerlendirilmiştir. Örneğin, sadakatsizlik vakasından dört yıl sonra açılan bir davada Yargıtay, “erkeğin kadına kusur olarak atfedilen vakıayı affettiği en azından hoşgörü ile karşıladığının kabulü gerektiği ve kadına kusur olarak yüklenemeyeceği” (Yargıtay 2. HD, 2020/3214 E., 2020/5462 K.) sonucuna varmıştır. Bununla birlikte, bir kararda (Yargıtay 2. HD, 2024/3464 E., 2025/538 K.) affedilen davranışların kusur olarak sayılmamasına rağmen, davalının diğer kusurlu davranışları nedeniyle “yine de tam kusurlu” kabul edilebildiği görülmektedir. Bu, affın yalnızca belirli olayları kapsadığını, diğer kusurların varlığını ortadan kaldırmadığını gösteren önemli bir ayrıntıdır.

Sonuç

Sunulan Yargıtay 2. Hukuk Dairesi kararlarının analizi sonucunda, “boşanma davasında daha önce affedilen davranışların kusur olarak ileri sürülemeyeceği” konusunda yerleşik ve güçlü bir içtihat bulunduğu net bir şekilde görülmektedir. Eşlerin barışarak evlilik birliğini devam ettirmeleri, daha önce açılan bir davadan feragat etmeleri veya kusurlu davranışa rağmen birlikte yaşamayı sürdürmeleri, hukuken “af” veya “hoşgörü” olarak kabul edilmekte ve bu olayların boşanma davasında kusur olarak değerlendirilmesini engellemektedir.

Bununla birlikte, bu kural mutlak değildir. Kuralın en önemli istisnası, affedilen olaylardan sonra evlilik birliğini temelinden sarsan yeni ve ispatlanmış kusurlu davranışların ortaya çıkmasıdır. Böyle bir durumda, bu yeni olaylar boşanma sebebi ve kusur belirlemesinde esas alınabilir. Sonuç olarak, her dava kendi özel koşulları içinde değerlendirilmeli; affın varlığı, kapsamı ve affedilen olaylardan sonra yeni kusurların işlenip işlenmediği dikkatlice incelenmelidir. Bir makale önerisi.

Neden Uzman Tuzla Avukat Desteği Gereklidir?

Boşanma süreci, yalnızca duygusal bir ayrılıkla sınırlı olmayıp, maddi ve hukuki açıdan da ciddi sonuçlar doğuran bir süreçtir. Özellikle kusur, nafaka, tazminat gibi önemli konularda doğru adımlar atılmadığında, geri dönüşü zor hak kayıpları yaşanabilir. Bu nedenle, boşanma davası sürecinde uzman bir avukat desteği almak, haklarınızı korumak açısından büyük önem taşır.

Tuzla avukat, Orhanlı avukat, Aydınlı avukat, Tepeören avukat, Gebze avukat, Çayırova avukat ve Şekerpınar avukat arayışında olan kişiler için, yerel hukuk bilgisi ve bölge adliyelerinde edinilmiş tecrübe kritik bir avantaj sağlar. Her mahkemenin işleyişi ve hakimlerin uygulamaları farklı olabileceğinden, bölgesel dinamikleri bilen ve aile hukuku alanında uzmanlaşmış bir avukatla çalışmak, sürecin sağlıklı yönetilmesini sağlar.

Affedilen Davranışlar ve Hukuki Strateji: Uzman Avukatın Rolü

Boşanma davasında daha önce affedilen ya da hoşgörü ile karşılanan davranışların kusur olarak ileri sürülemeyeceği, Yargıtay kararlarıyla netleşmiş bir ilkedir. Ancak bu kuralın uygulanması dava dosyasının içeriğine, delillere ve olayların zamanlamasına bağlı olarak farklılık gösterebilir. İşte bu noktada, bölgenizde faaliyet gösteren bir Tuzla boşanma avukatı veya Gebze aile hukuku avukatı, hukuki analiz yaparak en uygun stratejiyi belirleyebilir.

Read More

Anlaşmalı Boşanmada Maddi ve Manevi Tazminattan Feragat Geçerli midir?

Anlaşmalı Boşanmada  Maddi ve Manevi Tazminat Taleplerinden Feragat Geçerli Olur Mu? Bu yazı, anlaşmalı boşanma sürecinde tarafların maddi ve manevi tazminat taleplerinden vazgeçip geçemeyeceği, bu vazgeçmenin hukuki bağlayıcılığı ve feragat eden tarafın ileride aynı konuda dava açma hakkının bulunup bulunmadığı sorularını, sunulan çeşitli Yargıtay ve Bölge Adliye Mahkemesi kararları ışığında analiz etmektedir. İncelenen kararlar, bu konuda yerleşik bir içtihat bulunduğunu göstermekle birlikte, feragatin geçerliliği ve sonuçları açısından dikkat edilmesi gereken önemli detayları ve istisnai durumları da ortaya koymaktadır.

Yargıtay anlaşmalı boşanma sürecinde tarafların maddi ve manevi tazminat taleplerinden karşılıklı veya tek taraflı olarak vazgeçebileceği konusunda hemfikirdir. Bu hukuki işlem, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda (HMK) “feragat” olarak tanımlanmaktadır. Yargı kararlarında altı çizilen temel ilke, usulüne uygun yapılan bir feragatin taraflar için kesin ve bağlayıcı sonuçlar doğurmasıdır.

Yargıtay’ın istikrarlı uygulamasına göre feragat, tek taraflı bir irade beyanı olup geçerliliği karşı tarafın veya mahkemenin onayına bağlı değildir. En önemlisi, HMK’nın 311. maddesi uyarınca feragat, kesin hükmün hukuki sonuçlarını doğurur. Bu durum, birçok kararda şu ifadelerle vurgulanmıştır: “Feragat niteliğinde olup feragatten rücu mümkün değildir.” (Yargıtay 2. HD – 2009/20500) “Feragat, o iradenin açıklandığı anda kesin hükmün sonuçlarını doğurur.” (Yargıtay 2. HD – 2014/19891)

Bu ilkenin doğal sonucu olarak, anlaşmalı boşanma protokolünde veya dava sürecinde tazminat haklarından geçerli bir şekilde feragat eden bir taraf, bu kararından daha sonra dönemez ve aynı taleplerle yeni bir dava açamaz. Mahkemeler, yapılmış olan geçerli bir feragate rağmen açılan tazminat davalarını veya ileri sürülen talepleri reddetmekle yükümlüdür. Nitekim Yargıtay, feragat beyanına rağmen tazminata hükmedilmesini “usul ve yasaya aykırı” bularak bozma nedeni saymaktadır (Yargıtay 2. HD – 2011/7336, Yargıtay 2. HD – 2018/7462).

Anlaşmalı boşanmada Feragatin Geçerlilik Şartları ve İstisnaları

Ana kural feragatin kesin ve bağlayıcı olduğu yönünde olsa da, kararlar feragatin geçerliliği ve kapsamı açısından dikkat edilmesi gereken önemli hususları ortaya koymaktadır. Bu detaylar, feragatin bağlayıcılığını etkileyebilir ve bazı durumlarda tarafa yeniden dava açma hakkı tanıyabilir.

a) Feragat Beyanının Açıklığı ve Kesinliği: Feragatin bağlayıcı olabilmesi için irade beyanının hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde açık, net ve koşulsuz olması gerekir. Genel ve muğlak ifadeler, Yargıtay tarafından feragat olarak yorumlanmamaktadır.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin bir kararında, davacının “hiç bir talebinin olmadığı” yönündeki genel beyanının feragat sayılmayacağı, “kadının bu beyanının feragat kabul edilebilmesi için hangi haktan vazgeçtiğinin açıkça belirtilmesi gerektiği” vurgulanmıştır (2018/2762-2019/801).

Benzer şekilde, bir başka kararda, feragat beyanının şarta bağlı olması veya belirsizlik içermesi durumunda “kayıtsız ve şartsız olma niteliğinden yoksun” kabul edileceği ve bu nedenle geçerli bir feragat olarak değerlendirilemeyeceği belirtilmiştir (Yargıtay 2. HD – 2022/11414).

b) Anlaşmalı Boşanmanın Çekişmeliye Dönmesi Durumu: Anlaşmalı boşanma protokolü kapsamında yapılan feragat beyanları, boşanmanın “anlaşmalı” olarak sonuçlanması koşuluna bağlıdır. Eğer taraflar duruşmada anlaşamaz ve dava çekişmeli boşanmaya dönerse, başlangıçta yapılan feragat beyanları geçerliliğini yitirir.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi bu durumu, “tarafların dava dilekçesindeki boşanmanın mali sonuçlarına ilişkin beyanları bu taleplerinden feragat olarak değerlendirilemez” şeklinde açıklamıştır (2011/2011-2011/22275). Bu durumda mahkemenin, tarafların kusur durumunu ve taleplerini yeniden değerlendirmesi gerekir.

c) Feragatin Kapsamı ve İrade Sakatlığı: Feragat, yalnızca açıkça vazgeçilen hakları kapsar. Örneğin, sadece maddi tazminattan feragat edilmesi, manevi tazminat hakkını ortadan kaldırmaz. Ayrıca, HMK uyarınca feragat kesin hüküm gibi sonuç doğursa da, bu durum mutlak değildir. Feragat beyanının hata, hile veya tehdit gibi iradeyi sakatlayan nedenlerle yapıldığı ispatlanırsa, feragatin iptali için dava açılabilir.

d) “Doğmamış Haktan Feragat Olmaz” İlkesi: Özellikle mal rejiminin tasfiyesine ilişkin alacaklar gibi, boşanma davası sonuçlanmadan ve hak tam olarak doğmadan yapılan genel feragat beyanlarının geçerliliği tartışmalıdır. Yargıtay, “doğmamış haktan feragat olmaz” ilkesini benimsemektedir. Bu ilke, boşanmanın fer’i niteliğindeki tazminatlardan (TMK md. 174) ziyade, mal rejiminden kaynaklanan alacaklar (katılma alacağı vb.) için daha sık gündeme gelmektedir.

Sonuç

Anlaşmalı boşanmada taraflar, boşanma protokolünde veya dava sırasındaki beyanlarıyla maddi ve manevi tazminat taleplerinden vazgeçebilirler. Vazgeçme Bağlayıcıdır. Usulüne uygun olarak, açık, net ve koşulsuz bir şekilde yapılan feragat beyanı, HMK uyarınca kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurur. Bu feragatten geri dönülemez ve tarafları bağlar. Geçerli bir feragat beyanında bulunan taraf, daha sonra aynı hukuki sebebe dayanarak tazminat talebiyle yeni bir dava açamaz. Mahkemeler bu tür davaları “feragat nedeniyle” reddedecektir. Ancak bu kuralın bağlayıcılığı; feragat iradesinin açık ve kesin olmasına, davanın anlaşmalı olarak sonuçlanmasına ve feragat beyanının irade sakatlığı hallerinden ari olmasına bağlıdır. Tarafların, anlaşmalı boşanma protokolü hazırlarken vazgeçtikleri hakların kapsamını net bir şekilde belirlemeleri, gelecekte ortaya çıkabilecek hukuki uyuşmazlıkları önlemek adına kritik öneme sahiptir. Bir makale önerisi.

Neden Uzman Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Anlaşmalı boşanma sürecinde maddi ve manevi tazminat gibi haklardan feragat etmek, telafisi güç sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle tarafların, sürecin her aşamasında hak kaybına uğramamaları için hukuki destek alması son derece önemlidir.

Tuzla avukat, Pendik avukat, Kartal avukat, Maltepe avukat, Gebze avukat, Tepeören avukat, Orhanlı avukat, Aydınlı Avukat ve Çayırova avukat gibi bölgesel olarak aile hukuku ve özellikle kat mülkiyeti, boşanma ve tazminat alanında uzmanlaşmış hukukçulardan profesyonel destek alınması; protokolün doğru düzenlenmesi, geçerli feragatlerin tespiti ve olası uyuşmazlıkların önlenmesi açısından büyük avantaj sağlar.

Read More