Gemi Adamı Çalışma Saatleri ve Dinlenme Süresi Üzerindeki Haklar Nelerdir?

Giriş

Bu çalışma, gemi adamlarının çalışma saatleri, dinlenme süreleri, fazla mesai hakları ve bu konudaki özel durumları, mevcut literatür ve yasal düzenlemeler çerçevesinde analiz etmektedir. Denizde yapılan işin kendine özgü koşulları, kara iş hukukundan farklı düzenlemeleri zorunlu kılmıştır. Bu bağlamda, 854 sayılı Deniz İş Kanunu (DİK), Gemi Adamları ve Kılavuz Kaptanlar Yönetmeliği (GKKYön) ve Türkiye’nin taraf olduğu 2006 Denizcilik Çalışma Sözleşmesi (MLC 2006) gibi uluslararası metinler temel referans kaynaklarıdır. Çalışma, bu kaynaklar arasındaki ilişkiyi, hukuki boşlukları ve Yargıtay’ın uygulamalarını ele almaktadır.

1. Normal Çalışma Süreleri

Literatür, gemi adamları için normal çalışma sürelerinin hem ulusal hem de uluslararası mevzuatta benzer şekilde düzenlendiğini ortaya koymaktadır.

Ulusal Düzenleme: 854 sayılı Deniz İş Kanunu’nun 26. maddesi temel normu oluşturmaktadır. Bu maddeye göre, “genel bakımdan iş süresi, günde sekiz ve haftada kırk sekiz saat olup, bu süre haftanın iş günlerine eşit olarak bölünmek suretiyle uygulanır”. Bu süreler, gece veya gündüz çalışması ayrımı yapılmaksızın geçerlidir.

Uluslararası Uyum: Bu düzenleme, MLC 2006 gibi temel uluslararası sözleşmelerle paralellik göstermektedir. “Hem Deniz İş Kanunu’nun 26. maddesinde hem de Mlc-2006’nın A2.3 / f. 3 ile B2.2.2 / f. 1 ve f. 2 hükümlerinde gemi çalışanları için normal çalışma süreleri haftanın 6 günü için, günde 8 saat ve haftada 48 saat olarak belirlenmiştir” diyerek bu uyumu teyit etmektedir. Çalışma süresi, “gemi adamının iş başında çalıştığı ve vardiya tuttuğu süre” olarak tanımlanmakta, gemide geçirilen her sürenin çalışma süresi sayılmadığı vurgulanmaktadır.

2. Azami Çalışma Süreleri ve Asgari Dinlenme Süreleri

Deniz İş Kanunu’nda normal çalışma süreleri düzenlenmiş olmasına rağmen, azami çalışma sürelerine ilişkin bir sınır getirilmemiştir. Bu hukuki boşluk, uluslararası sözleşmeler ve Yargıtay içtihatları ile doldurulmaktadır.

Uluslararası Standartlar: MLC 2006 ve ilgili Avrupa Birliği Direktifleri, gemi adamlarını aşırı çalışmaya karşı korumak için net sınırlar çizmektedir. Bu standartlara göre:

Azami çalışma süresi, 24 saatlik periyotta 14 saati, 7 günlük periyotta ise 72 saati aşamayacaktır.

Asgari dinlenme süresi, “24 saatlik periyotta 10 saatten, 7 günlük periyotta ise 77 saatten az olamayacaktır.

Dinlenme Sürelerinin Bölünmesi: Dinlenme sürelerinin esnek kullanımı da kurallara bağlanmıştır. Günlük 10 saatlik dinlenme süresi, “bir tanesi 6 saatten az olmamak üzere en fazla ikiye bölünebileceği ve iki dinlenme arasındaki sürenin 14 saati aşamayacağı hükmüne yer verilmiştir.

Yargıtay’ın Yaklaşımı: Yargıtay, DİK’teki boşluğu doldurmak amacıyla bu uluslararası normları ilkesel olarak kabul etmektedir. Gerek doktrin gerekse Yargıtay tarafından bu hâlde, Türkiye tarafından usulüne uygun olarak kabul edilmiş olan Gemi Adamlarının Çalışma Saatleri Ve Gemilerin Gemi Adamları İle Donatılması Hakkındaki Sözleşme ile 1999/63/Ec sayılı Avrupa Birliği Direktifi’nin 5. maddesinin dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir.

3. Fazla Çalışma (Fazla Saatlerde Çalışma)

Tanım ve Koşullar: DİK m. 28/1 uyarınca, tespit edilmiş bulunan iş sürelerinin aşılması suretiyle yapılan çalışmalar, fazla saatlerde çalışma sayılır. Haftalık 48 saat aşılmasa bile günlük 8 saati aşan çalışmalar da fazla çalışma olarak kabul edilir. Önemli bir fark olarak, genel İş Kanunu’nun aksine, fazla çalışma için gemi adamının onay vermesine de gerek yoktur.

Ücretlendirme: DİK m. 28/2’ye göre fazla çalışma ücreti, “normal çalışma ücretinin saat başına düşen miktarının yüzde yirmi beş arttırılması suretiyle bulunacak miktardan az olamaz. Ancak toplu veya bireysel iş sözleşmeleriyle bu oranın artırılabilir ve Türk Borçlar Kanunu’nun genel hükmü (TBK m. 402/1) dikkate alınarak ücretin “en az yüzde elli” zamlı olarak hesaplanması isabetli olur.

Süre Sınırı Sorunu: DİK’te fazla çalışma için yıllık veya günlük bir üst sınır bulunmamaktadır. Bu durum, “fazla çalışma konusunda önemli bir kanun boşluğuna yol açmaktadır. Yargıtay, bu boşluğu yine uluslararası sözleşmelerde belirtilen azami çalışma sürelerini (günlük 14, haftalık 72 saat) esas alarak doldurma eğilimindedir.

4. Fazla Çalışma Sayılmayan Haller ve Zorunlu Görevler

Bazı zorunlu ve acil durumlar, normal çalışma sürelerini aşsa dahi fazla çalışma olarak nitelendirilmez ve ek ücrete tabi olmaz.

“Geminin, gemide bulunan kişilerin veya gemideki yükün selameti için kaptanın yapılmasını zaruri gördüğü işler için yapılan çalışmalar fazla çalışma sayılmaz.”

Ayrıca, “gümrük, karantina ve sair sıhhi formaliteler dolayısıyla yerine getirilmesinde zorunluluk bulunan ilave işler ile gemi seyir halinde veya limanda iken gemide yaptırılan yangın, denizde çatışma, denizden adam kurtarma vb. talimler halinde yapılan çalışmaların ise fazla çalışma sayılmayacağı düzenlenmiştir.”

Bu çalışmaların normal çalışma süresinden sayılıp sayılmayacağı konusunda ise doktrinde farklı görüşler bulunmaktadır.

5. Vardiya Düzeni ve Özel Durumlar

Denizcilik sektörünün doğası gereği vardiyalı çalışma esastır. DİK, işverenin vardiya çizelgelerini ilan etmesini zorunlu kılsa da vardiya sürelerine ilişkin detaylı bir düzenleme içermemektedir. Ancak GKKYön, vardiya tutan gemi adamları için dinlenme sürelerine ilişkin özel kurallar getirmiştir.

Genç Gemi Adamları: 18 yaşın altındaki gemi adamları için özel koruyucu hükümler mevcuttur. “18 yaşın altındaki gemi adamları gece vardiya tutamaz. MLC 2006’daki yönergeler ise bu kişilerin çalışma sürelerinin günde 8, haftada 40 saati aşmamasını tavsiye etmektedir.

Diğer Personel: Aşçılar gibi bazı personel için geminin yolcu gemisi olup olmamasına, limanda veya denizde bulunmasına göre farklılaşan çalışma süresi rejimleri öngörülmüştür.

6. Hukuki Tartışmalar ve Normlar Hiyerarşisi

Literatürde, DİK ile GKKYön arasında bir çelişki olduğuna dikkat çekilmektedir. Kanunda günlük iş süresinin 8 saatten fazla olamayacağı düzenlense de yönetmelik hükümlerine göre bunun üzerinde çalışma yapılabilmesi mümkün hale gelmiştir. Bu durum hiç şüphesiz normlar hiyerarşisine aykırılık taşımaktadır. Yönetmeliğin dinlenme sürelerini düzenlerken dolaylı olarak günlük 14 saate kadar çalışmaya izin vermesi, kanunun amir hükmüyle çelişmektedir.

Sonuç

Gemi adamlarının çalışma ve dinlenme sürelerine ilişkin hakları, çok katmanlı bir hukuki yapı tarafından düzenlenmektedir. 854 sayılı Deniz İş Kanunu, normal çalışma sürelerini günde 8, haftada 48 saat olarak belirleyerek temel çerçeveyi çizmektedir. Ancak kanundaki azami çalışma süreleri ve fazla mesai sınırları gibi önemli boşluklar, başta MLC 2006 olmak üzere uluslararası sözleşmeler ve bu sözleşmeleri referans alan Yargıtay içtihatları ile doldurulmaktadır. Buna göre, bir gemi adamının çalışması fiiliyatta günlük 14 ve haftalık 72 saati, dinlenmesi ise günlük 10 ve haftalık 77 saatin altına düşemez. Gemi, yük ve can güvenliğine ilişkin zorunlu görevler fazla mesai sayılmazken, gemi adamının fazla mesai için rızasının aranmaması önemli bir ayrımdır. Yönetmelik hükümleri ile kanun arasındaki normlar hiyerarşisine aykırılık teşkil eden durumlar ise uygulamada hukuki belirsizliklere yol açabilmektedir. Bu nedenle, bir gemi adamının haklarının tam olarak tespiti için ulusal mevzuatın yanı sıra uluslararası standartlar ve güncel yargı kararlarının birlikte değerlendirilmesi zorunludur. Bir yazı önerisi.

Neden Uzman Avukat Desteği Gerekli?

Gemi adamlarının çalışma ve dinlenme süreleri, fazla mesai hakları ve vardiya düzenleri hem ulusal hem de uluslararası düzenlemelere tabidir. Ancak 854 sayılı Deniz İş Kanunu ile yönetmelikler arasındaki çelişkiler, uluslararası sözleşmelerin doğrudan uygulanabilirliği ve Yargıtay’ın farklı içtihatları uygulamada ciddi belirsizlikler yaratmaktadır. Bu nedenle, hak kaybı yaşamamak ve doğru bir hukuki değerlendirme yapmak için uzman avukat desteği büyük önem taşır.

Özellikle denizcilik sektöründe yoğun faaliyet gösteren Tuzla, Pendik, Gebze ve İstanbul bölgesinde çalışan gemi adamları, işverenle yaşadıkları uyuşmazlıklarda profesyonel hukuki yardım almadıklarında haklarını tam anlamıyla kullanamayabilmektedir. Fazla mesai alacaklarının hesaplanması, dinlenme sürelerinin ihlali, zorunlu görevlerin kapsamı ve normlar hiyerarşisine aykırı durumların tespiti gibi teknik konular ancak bu alanda deneyimli bir avukat aracılığıyla etkin şekilde çözülebilir.

Dolayısıyla, gemi adamlarının iş ve sosyal haklarının korunması için, ulusal ve uluslararası normların birlikte değerlendirileceği her durumda uzman bir avukatla hareket etmek en güvenilir yoldur.

Read More

Belirli süreli hizmet sözleşmesiyle çalışan bir gemi adamı, ambargo gibi dışsal bir nedenle sözleşme süresi bitmeden işten ayrılması durumunda sözleşmenin kalan süresine ilişkin ücret (bakiye süre ücreti) talep edebilir mi?

Giriş

Bu çalışma, gemi adamının taahhütlü (belirli süreli) bir hizmet sözleşmesi kapsamında, ambargo gibi kendi kontrolü dışındaki bir nedenle işe başlayamaması veya işi bırakması halinde, sözleşme süresince hak edeceği maaşları talep etme hakkının olup olmadığını yargı kararları ışığında analiz etmektedir. Ayrıca, Deniz İş Kanunu ve ilgili mevzuat çerçevesinde gemi adamlarına tanınan özel ve istisnai haklar da incelenmiştir. Analiz, sözleşmeyi fesheden taraf, feshin gerekçesi ve gemi adamının kusur durumu gibi faktörlerin sonuca etkisini ortaya koymaktadır.

Sözleşmeyi Fesheden Taraf Belirleyicidir: Yargı kararlarına göre, bakiye süre ücreti talebinde en önemli faktör, sözleşmeyi kimin feshettiğidir. Gemi adamının kendisi sözleşmeyi feshettiğinde, kural olarak bakiye süre ücreti talep edememektedir. İşverenin haksız feshi durumunda ise bu talep genellikle kabul edilmektedir.

Kusur Durumu Hak Talebini Engeller: Gemi adamının, geminin sefere çıkmasını engelleyen veya alıkonulmasına neden olan olayda kusurlu bulunması halinde, bu durumdan kaynaklanan ücret ve tazminat talepleri reddedilmektedir. Yargıtay, “hukukta hiç kimse kendisinin kusuruyla ortaya çıkan bir durumdan dolayı kendi lehine hak talep edemez” ilkesini benimsemektedir.

Ambargo Gibi Dış Etkenlerde “Hak ve Nesafet” Uygulaması: Geminin limanda alıkonulması gibi ambargo benzeri durumlarda, gemi adamının kusuru olmaksızın çalışamadığı dönem için bakiye süre ücreti talebi mahkemelerce değerlendirilmektedir. Bu gibi durumlarda Yargıtay’ın, tam ücret yerine “hak ve nesafet kuralları” çerçevesinde bir miktar indirime giderek ödeme yapılmasına karar verdiği görülmüştür.

Uygulanacak Hukukun Tespiti Önemlidir: Gemi adamının çalıştığı geminin Türk veya yabancı bayraklı olması, uyuşmazlığa uygulanacak kanunu (854 sayılı Deniz İş Kanunu veya 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu) ve görevli mahkemeyi (İş Mahkemesi veya Asliye Hukuk/Ticaret Mahkemesi) doğrudan etkilemektedir. Bu ayrım, hakların kapsamını ve talep usulünü değiştirmektedir.

Deniz İş Kanunu’nda Gemi Adamına Tanınan Özel Fesih Hakları: Deniz İş Kanunu, gemi adamına ücretinin ödenmemesi veya geminin 30 günden fazla sefere çıkamaması gibi durumlarda sözleşmeyi haklı nedenle feshetme ve kıdem tazminatı gibi belirli hakları talep etme imkânı tanıyan istisnai düzenlemeler içermektedir.

1. Sözleşmenin Feshi ve Bakiye Süre Ücreti

İncelenen kararlardaki temel ilke, sözleşmeyi fesheden tarafın kimliğidir. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 2025/94 sayılı kararında bu durum net bir şekilde ortaya konmuştur: “…iş sözleşmesinin davacı işçi tarafından feshedilmesi karşısında davacının 6098 sayılı Kanun’un 438. madde kapsamındaki bakiye süre ücreti tutarında tazminat ve haksız fesih tazminatı taleplerinin reddine karar verilmesi gerekirken…” Bu karar, gemi adamının sözleşmeyi kendisinin sonlandırması halinde, kalan süreye ilişkin ücret talep edemeyeceğini açıkça belirtmektedir. Buna karşılık, işverenin sözleşmeyi süresinden önce haksız olarak feshettiği durumlarda, gemi adamının bakiye süre ücretine hak kazandığına dair çok sayıda karar bulunmaktadır (örn: İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi, 2019/1901 E. – 2021/1286 K.).

2. Ambargo Benzeri Durumlar ve Kusurun Etkisi

Kullanıcının sorusuna en yakın senaryo, geminin sefere çıkmasının engellendiği durumlardır. Bu noktada iki önemli karar öne çıkmaktadır:

İstanbul 17. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2015/53 E. – 2019/132 K. sayılı kararı, geminin deniz kirliliği nedeniyle ABD’de alıkonulmasını ele almıştır. Mahkeme, bu olayın meydana gelmesinde gemi adamının kusurlu olduğuna hükmetmiş ve bu nedenle ücret talebini reddetmiştir. Karardaki şu ifade, mahkemelerin bakış açısını özetlemektedir:”…hukukta hiç kimse kendisinin kusuruyla ortaya çıkan bir durumdan dolayı kendi lehine hak talep edemeyeceğinden davacının kendi kusuru ile meydana gelen deniz kirliliği olayının sonuçlarına bağlı olarak herhangi bir talepte bulunamayacağı kanaatine varıldığından, bu kanaat ışığında davanın reddi yönünde hüküm kurmak gerekmiştir.”

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 2012/3064 E. – 2013/3367 K. sayılı kararı ise geminin limanda el konularak sefere çıkmasının engellenmesi durumunda, gemi adamının kusuru olmaksızın çalışamadığı döneme ilişkin bakiye ücret talebini incelemiştir. Yargıtay, bu durumda bakiye ücretin tamamının değil, “hak ve nesafet kuralları göz önüne alınarak” indirimli bir tutarın ödenmesine karar vermiştir.

Bu iki karar birlikte değerlendirildiğinde, ambargo gibi dışsal bir nedenle gemi adamının çalışamaması durumunda; eğer olayda gemi adamının bir kusuru yoksa, hakkaniyet ölçüsünde bir bakiye süre ücreti talep etme ihtimalinin bulunduğu, ancak kusurlu ise hiçbir hak talep edemeyeceği anlaşılmaktadır.

3. Gemi Adamlarına Tanınan Diğer İstisnai Haklar

Yargı kararları, 854 sayılı Deniz İş Kanunu’nun gemi adamlarına bazı özel korumalar sağladığını göstermektedir. Bunlardan bazıları şunlardır:

Ücretin Ödenmemesi Halinde Fesih Hakkı: Ücretin kanun veya sözleşme hükümlerine göre ödenmemesi, gemi adamına sözleşmeyi derhal feshetme hakkı tanır (Deniz İş Kanunu md. 14/II-a). Bu durumda gemi adamı kıdem tazminatına da hak kazanabilir (Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 2016/20894 E. – 2020/8119 K.).

Geminin Seferden Kaldırılması: Geminin herhangi bir nedenle 30 günden fazla sefere çıkamaz hale gelmesi, hem işverene hem de gemi adamına sözleşmeyi feshetme hakkı verir (Deniz İş Kanunu md. 14/III-b). Bu hüküm, uzun süreli bir ambargo durumunda gemi adamının sözleşmeyi sonlandırması için yasal bir zemin oluşturabilir.

Gemi Alacağı Hakkı: Gemi adamlarının ücret ve diğer alacakları, kanun gereği “gemi alacağı” sayılır ve bu alacaklar gemi üzerinde kanuni bir rehin hakkı doğurur. Bu durum, gemi adamının alacaklarını diğer alacaklılara göre öncelikli olarak tahsil etmesini sağlayan önemli bir güvencedir (İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 17. Hukuk Dairesi, 2022/1124 E. – 2022/1155 K.).

Sonuç

Mevcut yargı kararları ışığında, bir gemi adamının ambargo nedeniyle taahhütlü sözleşmesi başlamadan işten ayrılması durumunda, sözleşme süresince maaşlarını (bakiye süre ücreti) talep etmesi oldukça zordur. Zira kural olarak, sözleşmeyi kendisi fesheden işçi bakiye süre ücretine hak kazanamamaktadır.

Ancak bu durumun istisnaları mevcuttur. Eğer ambargo durumu, işverenin bir eylemi veya ihmali sonucu ortaya çıkmışsa ya da işveren bu süreçte gemi adamına karşı yükümlülüklerini (örneğin işe başlatma) yerine getiremiyorsa, gemi adamının durumu “işverenin temerrüdü” veya “haklı nedenle fesih” olarak değerlendirilebilir. Gemi adamının olayda hiçbir kusurunun bulunmadığı ve geminin sefere çıkmasının imkansız hale geldiği durumlarda, Yargıtay’ın “hak ve nesafet” ilkesi uyarınca kısmi bir ödemeye hükmetme olasılığı bulunmaktadır.

Sonuç olarak, böyle bir talepte bulunacak bir gemi adamının davasının başarısı; ambargonun nedenlerini, gemi adamının olaydaki kusur durumunu, sözleşmenin işveren tarafından fiilen imkansız hale getirilip getirilmediğini ve uygulanacak hukukun (Deniz İş Kanunu veya Borçlar Kanunu) hükümlerini detaylı bir şekilde ispatlamasına bağlı olacaktır. Bir yazı önerisi.

Neden Uzman Avukat Desteği Gerekli?

Gemi adamlarının taahhütlü hizmet sözleşmeleri, Deniz İş Kanunu ve Türk Borçlar Kanunu çerçevesinde özel düzenlemelere tabidir. Ambargo, sefer iptali veya işverenin yükümlülüklerini yerine getirmemesi gibi durumlarda doğacak hakların korunması teknik bilgi ve deneyim gerektirir. Özellikle bakiye süre ücreti, kıdem tazminatı, gemi alacağı ve gemi üzerinde kanuni rehin hakkı gibi konularda hukuki süreçler karmaşık olabilir. Bu nedenle İstanbul, Tuzla, Pendik, Maltepe, Tepeören, Gebze ve Çayırova gibi bölgelerde yaşayan kişilerin alanında uzman bir avukat ile çalışması büyük önem taşır. Avukat desteği; dava dilekçelerinin hazırlanması, delillerin toplanması, icra işlemleri ve tazminat taleplerinin takibinde hak kayıplarını önler. Profesyonel avukat desteği, hem iş hukuku hem de deniz hukuku kapsamındaki uyuşmazlıkların doğru yönetilmesini sağlar.

Read More

Navlun sözleşmesi türlerine göre uyuşmazlıklar nasıl çözülür?

Giriş

Bu çalışma, navlun sözleşmesi türlerine göre uyuşmazlıkların çözümüne ilişkin mahkeme kararlarının analizini sunmaktadır. İncelemeler, uyuşmazlıkların çözümünde öncelikli olarak taraflar arasındaki sözleşmesel düzenlemelerin, özellikle tahkim ve yetki şartlarının belirleyici olduğunu göstermektedir. Yazılı bir sözleşmenin bulunmadığı durumlarda ise konişmento hükümleri ve taşıma türüne göre uygulanacak ulusal (Türk Ticaret Kanunu – TTK) ve uluslararası mevzuat (CMR, Montreal Konvansiyonu vb.) esas alınmaktadır. Rapor, bu çözüm yollarını ana bulgular ve detaylı analiz başlıkları altında incelemektedir.

Tahkim ve Yetki Şartlarının Önceliği: İncelenen kararlarda en sık rastlanan bulgu, navlun sözleşmelerinde yer alan tahkim ve yetki şartlarının mahkemeler tarafından öncelikli olarak dikkate alındığıdır. Taraflar uyuşmazlığın çözümü için belirli bir ülkenin hukukunu ve tahkim merkezini (özellikle Londra Tahkimi) veya yabancı bir mahkemeyi yetkili kılmışsa, Türk mahkemeleri görevsizlik veya yetkisizlik kararı vermektedir.

Konişmentonun Belirleyiciliği: Taraflar arasında yazılı bir navlun sözleşmesi bulunmadığında, konişmento, taşıyan ile taşıtan/gönderilen arasındaki hukuki ilişkiyi düzenleyen temel belge haline gelmektedir. Konişmentoda yer alan yetki, zamanaşımı ve sorumlulukla ilgili hükümler, uyuşmazlığın çözümünde doğrudan uygulanmaktadır.

Taşıma Türüne Göre Farklılaşan Hukuki Rejim: Uyuşmazlığın çözümünde taşımanın türü (deniz, kara, hava) kritik öneme sahiptir. Deniz yolu taşımalarında TTK hükümleri, uluslararası kara yolu taşımalarında CMR Konvansiyonu, hava yolu taşımalarında ise Montreal veya Varşova Konvansiyonları uygulanmakta ve mahkemeler, doğru hukuki rejimin tespit edilmesine özellikle dikkat etmektedir.

Sık Görülen Uyuşmazlık Konuları: Davalar genellikle ödenmeyen navlun bedeli, konteyner gecikme ücreti (demuraj), yük hasarı/zıyaı ve teslim şeklinden (FOB, CIF, EXW vb.) kaynaklanan sorumlulukların belirlenmesi etrafında yoğunlaşmaktadır.

Tarafların Sıfatlarının Tespiti: Uyuşmazlıkların çözümünde, davaya taraf olanların “taşıyan”, “taşıtan”, “gönderilen” veya “fiili taşıyan” gibi sıfatlarının doğru bir şekilde tespit edilmesi, borç ve sorumlulukların kime ait olduğunun belirlenmesi açısından esastır.

1. Uyuşmazlık Çözüm Yönteminin Belirlenmesi: Tahkim ve Yetki Şartları

Yargı kararları, navlun sözleşmelerinde tarafların iradesine üstünlük tanındığını açıkça göstermektedir. Özellikle uluslararası nitelik taşıyan sözleşmelerde, tarafların uyuşmazlıkların çözümü için tahkimi veya belirli bir ülke mahkemesini yetkili kılması sıkça rastlanan bir durumdur. Mahkemeler, bu tür şartların varlığı halinde davayı esastan incelemeksizin usulden reddetmektedir.

Tahkim Şartı: Birçok kararda, sözleşmede yer alan tahkim şartı nedeniyle mahkemelerin görevsizlik kararı verdiği görülmektedir. İstanbul 17. Asliye Ticaret Mahkemesi, bir kararında şu tespiti yapmıştır: “...her iki tarafın kabulünde olan navlun sözleşmesinin koşullarına ilişkin 25/04/2018 ilişkin bağlama notunun 43.maddesinde uyuşmazlıklar için Londra/ tahkim şartının kabul edildiği anlaşıldığından, davalının tahkim itirazının yerinde olduğu kanaatine varılmakla, tahkim itirazının kabulü ile navlun sözleşmesindeki tahkim klozundan dolayı mahkememizin görevsizliğinden nedeniyle davanın usulden reddine karar vermek gerekmiştir (2020/206 E., 2021/219 K.). Benzer şekilde, Bursa 1. Asliye Ticaret Mahkemesi de elektronik posta yoluyla yapılan sözleşmedeki “Müşterek Avarya ve Tahkim Londra’da yapılacaktır-İngiliz Hukuku uygulanacaktır” hükmünü geçerli bir tahkim şartı olarak kabul etmiştir (2015/776 E., 2016/682 K.).

Yetki Şartı: Tahkime benzer şekilde, konişmentoda yer alan ve yabancı bir mahkemeyi münhasıran yetkili kılan hükümler de bağlayıcı kabul edilmektedir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesi’nin bir kararında, “Konişmentonun arka yüzünde yer alan 26. maddesinde açıkça konişmentonun İngiliz Hukukuna göre yorumlanacağı ve konişmentodan kaynaklanan tüm uyuşmazlıklarda Londra Yüksek Mahkemesi’nin münhasıran yetkili olacağı düzenlenmiş olup, bu durumda iş bu davada da münhasıran Londra Yüksek Mahkemelerinin yetkili olduğunun kabulü gerekir” denilerek yerel mahkemenin yetkisizlik kararı onanmıştır (2019/785 E., 2019/738 K.).

2. Navlun Sözleşmenin Yokluğunda Konişmentonun Rolü

Taraflar arasında detaylı bir yazılı navlun sözleşmesi bulunmadığı durumlarda, konişmento bir ispat aracından öteye geçerek sözleşmenin kendisi gibi işlev görür. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 43. Hukuk Dairesi bu durumu şöyle ifade etmiştir: TTK 1237. maddesine göre taşıyan ile taşıtan arasındaki hukuki ilişkiler navlun sözleşmesi hükümlerine tabiidir. Ancak arada yazılı bir navlun sözleşmesinin bulunmaması halinde konişmento taşıyan ile taşıtan arasındaki hukuki ilişkide belirleyici duruma gelmektedir.” (2020/329 E., 2021/779 K.). Bu nedenle, konişmentoda yer alan zamanaşımı süresi, sorumluluk sınırlamaları ve yetki şartları gibi hükümler, uyuşmazlığın çözümünde doğrudan esas alınır.

3. Taşıma Türüne Göre Uygulanacak Hukuk

Uyuşmazlığın çözümünde, taşımanın yapıldığı vasıta belirleyici bir faktördür.

Deniz Taşımacılığı: Bu alandaki uyuşmazlıklar ağırlıklı olarak Türk Ticaret Kanunu (TTK) çerçevesinde çözülmektedir. Demuraj alacakları (TTK 1174, 1203, 1207), taşıyanın özen yükümlülüğü (İzmir 5. ATM, 2022/490 E.), hasar bildirim süreleri (TTK 1185) ve FIOS (Free In/Out Stow) gibi özel kayıtların yorumlanması (İstanbul 17. ATM, 2019/120 E.) gibi konular TTK hükümlerine göre değerlendirilir.

Kara Taşımacılığı: Uluslararası kara yolu taşımalarından doğan uyuşmazlıklarda, mahkemeler öncelikli olarak CMR Konvansiyonu hükümlerini uygulamaktadır. Taşıyıcının sorumluluğu, sorumluluktan kurtulma halleri ve tazminat hesaplamaları CMR’nin ilgili maddelerine (örn. Madde 17) göre yapılır. Ankara Batı Asliye Ticaret Mahkemesi’nin belirttiği gibi, “…taraflar arasındaki taşıma uluslararası olarak yapıldığından uyuşmazlığın çözümünde taraflar arasındaki sözleşme ile CMR Konvansiyonu hükümleri değerlendirilerek çözüme gidilmiştir.” (2021/649 E., 2022/1002 K.).

Hava Taşımacılığı: Hava yoluyla yapılan taşımalarda ise Montreal veya Varşova Konvansiyonları uygulanır. Mahkemeler, uyuşmazlığa konu taşımanın yapıldığı ülkelerin hangi konvansiyona taraf olduğunu tespit ederek doğru hukuki rejimi belirlemek zorundadır (İstanbul BAM 14. HD, 2018/45 E., 2018/650 K.).

4. Sık Karşılaşılan Uyuşmazlık Konuları ve Çözüm Yaklaşımları

Navlun ve Ek Masrafların Ödenmesi: TTK’ya göre navlun borçlusu kural olarak taşıtandır (TTK m. 1200). Ancak satış sözleşmesindeki FOB (Free On Board) gibi teslim şekilleri, navlun ödeme yükümlülüğünün fiilen alıcıya ait olduğunu gösterebilir. Yargıtay bir kararında, faturada ve gümrük beyannamesinde yer alan “FOB” ibaresinin, navlun ücretlerinin alıcıya ait olduğunu kanıtladığını kabul etmiştir (11. HD, 2013/17224 E., 2014/6849 K.).

Konteyner Gecikme Ücreti (Demuraj): Demuraj taleplerinin geçerliliği için öncelikle taraflar arasında bu konuda bir anlaşma olması gerekir. Ancak anlaşma olmasa dahi, TTK m. 1203 uyarınca gönderilenin yükü teslim almasıyla birlikte konşimentodan doğan tüm borçları üstlendiği kabul edilir ve bu borçlara konteynerin iadesi de dahildir. Yükün teslim alınmaması halinde ise sorumluluk taşıtana aittir (TTK m. 1207/1).

Yük Hasarı ve Ziyaı: Taşıyanın yük hasarından sorumluluğu kusur esasına dayanır. Davacının, hasarın taşıma sırasında ve taşıyanın sorumluluğu altındayken meydana geldiğini ispatlaması gerekir. Ayrıca, hasarın en geç teslim anında taşıyana usulüne uygun olarak yazılı bildirilmesi (TTK m. 1185) hak kaybını önlemek için kritik bir usuli şarttır (İstanbul 17. ATM, 2017/151 E., 2019/288 K.).

Sonuç

Navlun sözleşmelerinden kaynaklanan uyuşmazlıkların çözümü, çok katmanlı ve teknik bir hukuki değerlendirme gerektirmektedir. İncelenen yargı kararları, çözüm sürecinin ilk adımının tarafların iradelerini yansıtan sözleşme, tahkim ve yetki şartlarının tespiti olduğunu ortaya koymaktadır. Bu tür şartların varlığı, davaların esasına girilmeden usulden sonuçlanmasına neden olmaktadır. Sözleşmesel düzenlemelerin bulunmadığı hallerde ise konişmento hükümleri ve taşıma türüne (deniz, kara, hava) özgü ulusal ve uluslararası mevzuat (TTK, CMR vb.) devreye girmektedir. Uyuşmazlığın doğru bir şekilde çözülebilmesi için tarafların sıfatlarının (taşıyan, taşıtan), teslim şeklinin (FOB, CIF vb.) ve uyuşmazlığa konu olan yükümlülüğün (navlun, demuraj, hasar) dikkatle analiz edilmesi zorunludur. Bir yazı önerisi.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Navlun sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar, hem ulusal hem de uluslararası boyutta karmaşık hukuki düzenlemeler içermektedir. Tahkim şartlarının yorumlanması, konişmento hükümlerinin geçerliliği, CMR veya Montreal Konvansiyonu gibi uluslararası metinlerin uygulanması gibi konular uzmanlık gerektirir.

Özellikle Tuzla, Pendik, Kartal, Maltepe, Gebze ve çevresinde denizcilik ve lojistik sektörünün yoğunluğu, bu bölgelerde faaliyet gösteren şirketler için uyuşmazlık riskini artırmaktadır. Bu nedenle, tarafların hak kaybına uğramaması için Tuzla avukat desteği hayati önem taşır.

Bir Tuzla deniz ticareti avukatı, navlun sözleşmesi, konişmento ve taşıma rejimleri konusunda hem Türk Ticaret Kanunu hem de uluslararası konvansiyonlar çerçevesinde doğru hukuki stratejiyi belirleyebilir. Ayrıca, icra takibi, demuraj talepleri, navlun alacaklarının tahsili ve yük hasarına ilişkin davalarda hızlı ve etkin çözüm sağlayabilir.

Sonuç olarak, karmaşık ve teknik nitelikli navlun uyuşmazlıklarının çözümünde, uzman bir Tuzla avukat ile çalışmak, şirketlerin mali kayıplarını en aza indirmek ve süreci güvenle yönetmek açısından en doğru yoldur.

Read More

Gemilerin İhtiyati Haczinde Teminatın Miktarı, İadesi ve Riskleri


Giriş

Bu çalışma, gemilerin ihtiyati haczi sürecinde teminatın rolünü, hukuki dayanaklarını ve pratik sonuçlarını analiz etmek amacıyla hazırlanmıştır. Dahası Gemilerin İhtiyati Haczinde Teminatın Miktarı, İadesi ve Riskleri ele alınacaktır. Gemi ticareti ve deniz hukukunun doğası gereği, bir geminin seferden alıkonulması hem alacaklı için güçlü bir güvence hem de borçlu için ciddi bir ekonomik kayıp riski taşır. Bu dengeyi kurmak amacıyla Türk Ticaret Kanunu (TTK) ve ilgili mevzuat, hem ihtiyati haciz talep eden alacaklıdan hem de haczedilen gemiyi serbest bırakmak isteyen borçludan teminat alınmasını düzenlemiştir. Çalışma, teminatın zorunlu olup olmadığı, ne kadar yatırılacağı, ne zaman iade edileceği ve teminatın kaybedilme (“yanma”) riskleri gibi temel konuları, sağlanan hukuki kaynaklar ışığında inceleyecektir.

A. İhtiyati Haciz Talep Eden Alacaklının Teminat Yükümlülüğü

İhtiyati haciz talep eden alacaklı için teminat yatırmak zorunludur. Bu teminat, haksız bir haciz durumunda borçlunun uğrayabileceği zararları güvence altına almayı amaçlar.

Miktar: Türk Ticaret Kanunu, bu teminat için sabit (maktu) bir tutar belirlemiştir. Buna göre “deniz alacağını teminat altına almak üzere ihtiyati haciz kararı verilmesini isteyen alacaklının, kural olarak, 10.000 ÖÇH [Özel Çekme Hakkı] tutarında teminat vermesi zorunludur.”

Uygulamadaki Önemi: Bu teminatın yatırılması, mahkemenin talebi esastan incelemesinin ön koşulu haline gelmiştir. Özetle mahkemenin dosyanın kapağını kaldırması için bu teminatın yatırıldığını tespit etmesi gereklidir.” Teminat yatırılmazsa talep reddedilir.

İstisna: Bu zorunluluğun önemli bir istisnası bulunmaktadır. Kanun’un 1320’nci maddesinin bendinde düzenlenen gemi adamı alacakları teminattan muaftır”

Teminat Miktarının Artırılması: Başlangıçta yatırılan 10.000 ÖÇH’lik teminat, borçlunun potansiyel zararını karşılamaya yetmeyebilir. Bu durumda borçlu, mahkemeden teminatın artırılmasını talep edebilir. Ek teminat süresinde yatırılmazsa, ihtiyati haciz kararı kendiliğinden kalkar.”

B. Haczedilen Gemiyi Serbest Bırakmak İçin Borçlunun Teminat Yatırması

Bu, borçlu için bir zorunluluk değil, gemisini ticari faaliyetlerine döndürmek için kullanabileceği bir haktır. Borçlu veya gemi maliki, teminat göstererek geminin serbest kalmasını sağlayabilir.

Miktar: Gösterilecek teminatın miktarı, alacak talebine ve geminin değerine bağlıdır. Deniz alacağının miktarı, geminin değerini geçerse, geminin değeri kadar; geçmezse alacak miktarı kadar teminat yatırılarak, geminin üzerindeki ihtiyatî haciz kaldırılarak teminata aktarılır. Dolayısıyla teminat, deniz alacağının tamamı, faiz ve giderleri kapsayacak miktarda olmalı, ancak hiçbir durumda geminin değerini aşmamalıdır.

Teminatın Türü: Borçlunun göstereceği teminatın cinsi, başvurulan yola göre değişebilir. TTK m. 1370’e göre geminin sadece serbest bırakılması (haczin teminata kaydırılmadan) için gemi değerini karşılayan nakit para; icra memuru tarafından kabul edilecek taşınmaz rehni, gemi ipoteği veya itibarlı bir banka kefaleti” gösterilebilir. TTK m. 1371’e göre haczin tamamen kaldırılıp teminata dönüştürülmesi için ise “nakit para” veya “banka teminat mektubu gibi nakde dönüştürmesi kolay teminatlar” tercih edilmektedir.

C. Teminat Ne Zaman İade Edilir?

Teminatın iadesi, hangi tarafın yatırdığına ve davanın seyrine göre değişir.

Alacaklının Yatırdağı Teminatın İadesi: Alacaklı, açtığı davada haklı çıkar ve ihtiyati haczin yerinde olduğuna karar verilirse, yatırdığı teminat kendisine iade edilir. Bu konuda açık bir düzenleme yoktur ancak  “bu konuda HMK m. 392/2 hükmünün kıyasen uygulanması gerekir”.

Borçlunun Yatırdağı Teminatın İadesi:

Davanın Kazanılması: Borçlu, aleyhine açılan davayı kazanır ve borçlu olmadığının ispat edilmesi halinde yatırdığı teminat kendisine tamamen iade edilir.

Sorumluluğun Sınırlandırılması (Fon Tesisi): Borçlu, Deniz Alacaklarına Karşı Mesuliyetin Sınırlandırılması Hakkında Milletlerarası Sözleşme (LLMC) kapsamında bir sorumluluk sınırlama fonu tesis ederse, daha önce gemiyi serbest bırakmak için yatırdığı teminatın iadesini talep edebilir.  “fon tesisinden sonra bu teminatın iade edilmesine engel olamazlar” 

Teminatın Değiştirilmesi veya Azaltılması: Geminin değerinin azalması gibi haklı bir sebep varsa, borçlu teminatın bir kısmının iadesini talep edebilir.

D) Teminatın Yanma Durumu ve Riskler

“Teminatın yanması” ifadesi, genellikle alacaklının yatırdığı teminatın, haksız haciz nedeniyle borçluya tazminat olarak ödenmesi durumunu ifade eder.

Alacaklı İçin Riskler (Teminatın “Yanması”):

Haksız İhtiyati Haciz: En büyük risk budur. Alacaklı, ihtiyati haciz talebinde haksız çıkarsa, borçlunun ve üçüncü kişilerin bu yüzden uğradığı tüm zararlardan sorumlu olur. Bu zararlar “ihtiyati haciz sebebiyle geminin seferden alıkonulduğu süre boyunca, gemi için yapılan günlük işletme giderleri ve ihtiyati haciz dolayısıyla yoksun kalınan kazançları kapsar.”

Tazminat Davası: Borçlu, haksız hacizden kaynaklanan zararları için alacaklıya karşı tazminat davası açabilir. Bu dava kazanıldığında, alacaklının yatırdığı 10.000 ÖÇH’lik teminat bu tazminatın ödenmesinde kullanılır. Eğer zarar bu miktardan fazlaysa, alacaklı tüm malvarlığı ile sorumlu olmaya devam eder.

Kusur Şartı Aranmaz: “zarar ile haksız ihtiyati haciz arasından illiyet bağının bulunması yeterlidir. Ayrıca ihtiyati haciz talebinde bulunan alacaklının kusurlu olması şart değildir.” Bu durum, alacaklı için riski artıran bir faktördür.

Borçlu İçin Riskler:

Borçlunun gemiyi kurtarmak için yatırdığı teminat, davanın kaybedilmesi durumunda alacağı karşılamak için kullanılır. Bu durum, teknik olarak bir “yanma” veya ceza değil, borcun teminattan tahsil edilmesidir.

Teminat Üzerinde Diğer Hacizler: Borçlunun gemiyi serbest bırakmak için başvurduğu yola göre riskler değişir. TTK m. 1370’e göre (gemi haczi devam ederken serbest bırakma), diğer deniz alacaklıları da bu teminat üzerine haciz koydurabilir (Aksoy, 2016). Ancak TTK m. 1371’e göre (haczin tamamen kaldırılıp teminata dönüştürülmesi), “diğer deniz alacaklıları söz konusu teminat üzerine haciz koyduramaz” (Aksoy, 2016). Bu, borçlu ve ilgili alacaklı için önemli bir hukuki fark yaratır.

Borçlunun Korunması: Alacaklıdan alınan 10.000 ÖÇH’lik zorunlu ve maktu teminat, borçluyu potansiyel olarak haksız ve keyfi hacizlere karşı korur. Ancak yazarlar, bu maktu tutarın küçük alacaklar için caydırıcı olabileceğini veya çok değerli gemiler için yetersiz kalabileceğini belirterek eleştirel bir bakış açısı sunmuşlardır.

Alacaklının ve Ticaretin Korunması: Borçluya teminat karşılığında gemiyi serbest bırakma hakkı tanınması, geminin ekonomik değer yaratmaya devam etmesini sağlar. Bu, sadece borçlunun değil, yük ve navlun sözleşmeleri gibi ticari ilişkilerin tarafı olan üçüncü kişilerin de menfaatinedir.

Hukuki Ayrımın Önemi (TTK m. 1370 vs. 1371): Çalışma, geminin serbest bırakılmasına ilişkin iki farklı hukuki yolun (TTK m. 1370 ve 1371) sonuçları arasındaki farkı net bir şekilde ortaya koymaktadır. TTK m. 1370’de haciz gemiyle “kader birliği” içinde teminat üzerinde devam ederken ve diğer alacaklıların iştirakine açıkken, TTK m. 1371’de haciz gemiden tamamen kalkarak teminata özgülenir ve diğer alacaklıların müdahalesine kapanır. Bu ayrım, stratejik bir karar anıdır ve tarafların haklarını doğrudan etkiler.

Sonuç

Zorunluluk: Evet, ihtiyati haciz kararı isteyen alacaklının 10.000 ÖÇH tutarında teminat yatırması (gemi adamı alacakları hariç) zorunludur. Borçlunun gemiyi kurtarmak için teminat yatırması ise bir zorunluluk değil, bir haktır.

Miktar: Alacaklının teminatı sabit (10.000 ÖÇH), borçlunun teminatı ise değişkendir (alacak miktarı kadar, ancak gemi değerini geçemez).

İade: Teminat, tutulma gerekçesi ortadan kalktığında iade edilir. Alacaklının teminatı davayı kazandığında, borçlunun teminatı ise davayı kazandığında veya bir LLMC fonu tesis ettiğinde iade alınabilir.

Riskler ve “Yanma”: En belirgin “yanma” riski alacaklı içindir. İhtiyati haczin haksız bulunması halinde yatırdığı teminat, borçlunun uğradığı zararlar (seferden kalma, işletme giderleri vb.) için tazminat olarak kullanılabilir. Bu, alacaklının kusurlu olup olmadığına bakılmaksızın geçerlidir.

Sonuç olarak, Türk deniz hukukundaki teminat sistemi, alacaklının alacağını güvence altına alma hakkı ile borçlunun mülkiyet hakkı ve ticari faaliyetlerini sürdürme özgürlüğü arasında hassas bir denge kurmayı amaçlayan, detaylı ve çok katmanlı bir yapıya sahiptir. Bir makale önerisi.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Gemilere yönelik ihtiyati haciz kararları, sadece deniz ticaretini değil; aynı zamanda icra hukuku, teminat rejimi ve ticaret hukuku açısından da çok yönlü ve karmaşık sonuçlar doğurabilmektedir. Gemi bir defa seferden alıkonulduğunda, taşıdığı yükten navluna, sözleşmeye bağlı sorumluluklardan işletme giderlerine kadar birçok kalem açısından ciddi ticari kayıplar meydana gelebilir. Öte yandan, teminat miktarının hatalı belirlenmesi, taraflar açısından hem sürecin uzamasına hem de telafisi güç mali zararların ortaya çıkmasına yol açabilir.

Bu sebeple, özellikle Tuzla gibi denizcilik faaliyetlerinin yoğunlaştığı bölgelerde, süreci başından itibaren doğru yürütebilecek bir Tuzla avukatı ile çalışmak büyük önem taşımaktadır. Tuzla Limanı’nda ihtiyati hacze konu edilen gemiler bakımından, İstanbul Anadolu Adliyesi ile Tuzla’daki icra müdürlükleri arasında etkili iletişim kurabilen, yerel tecrübeye sahip bir icra hukuku avukatı, deniz hukuku avukatı veya ticaret hukuku avukatı, hem alacaklının alacağını güvence altına almasını sağlar hem de borçlunun mülkiyet hakkı ve ticari faaliyetlerini korur.

Ayrıca Pendik, Kartal, Maltepe, Gebze ve Yalova gibi Tuzla çevresindeki liman ve sanayi bölgelerinde gemi işletmeciliği yapan şirketlerin de, ihtiyati haciz sürecinde bölgesel uygulama ve yargı pratiğine hâkim bir avukattan destek almaları, sürecin hızla sonuçlanmasını ve teminatla ilgili risklerin en aza indirilmesini sağlayacaktır.

Read More

Geminin İhtiyati Haczi Kararının Kaldırılması

Giriş

Gemi ticareti, doğası gereği yüksek riskler ve uluslararası nitelikte hukuki uyuşmazlıklar barındıran bir alandır. Bu uyuşmazlıklarda alacaklıların haklarını güvence altına almak için başvurduğu en etkili yollardan biri, gemi üzerine ihtiyati haciz konulmasıdır. Ancak bu tedbir, geminin ticari faaliyetini durdurarak donatan ve işleten için ciddi ekonomik kayıplara yol açabilir. Bu nedenle, haksız veya usulsüz bir ihtiyati haciz kararının nasıl kaldırılacağı, deniz ticareti hukukunun en kritik konularından biridir. Bu çalışma, sunulan çeşitli Yargıtay ve Bölge Adliye Mahkemesi kararlarını analiz ederek, bir gemi üzerindeki ihtiyati haciz kararının kaldırılmasına yönelik hukuki yolları, gerekçeleri ve süreçleri kapsamlı bir şekilde incelemektedir.

1. İhtiyati Haciz Kararına İtiraz ve Kaldırılma Gerekçeleri

İhtiyati haciz kararının kaldırılması için en sık başvurulan yol, İcra ve İflas Kanunu’nun (İİK) 265. maddesi uyarınca karara itiraz etmektir. İtiraz, hem haczin dayandığı maddi sebeplere hem de usuli koşullara ilişkin olabilir.

Mülkiyetin Borçluya Ait Olmaması: En temel itiraz sebeplerinden biri, haciz tarihinde geminin mülkiyetinin borçlu olarak gösterilen kişiye ait olmamasıdır. Mahkemeler, bu durumu ihtiyati haczin kaldırılması için geçerli bir sebep olarak kabul etmektedir. Nitekim bir kararda, TTK’nın 1369/1-a maddesi gereğince deniz alacağı doğduğunda geminin maliki olan kişi ihtiyati haczin uygulandığı sırada geminin maliki ise geminin ihtiyaten haczedilebileceği” ilkesine vurgu yapılarak, ihtiyati haciz tarihinde geminin borçluya ait olmaması nedeniyle kararın kaldırıldığı belirtilmiştir (yargitay-11. Hukuk Dairesi-2015/5570).

Alacağın “Deniz Alacağı” Niteliğinde Olmaması: Türk Ticaret Kanunu (TTK) m. 1353, ihtiyati haczin yalnızca “deniz alacakları” için istenebileceğini düzenler. Eğer alacak bu nitelikte değilse, ihtiyati haciz kararı haksız kabul edilir ve kaldırılır. Bir mahkeme kararında bu durum, “…takibe konu alacak deniz alacağı niteliğinde değilse kaldırılabilir” şeklinde ifade edilmiştir (ilkDerece-İstanbul 19. Asliye Ticaret Mahkemesi-2022/581). Benzer şekilde, bir şirket ortağının ortaklık haklarına dayalı talebinin deniz alacağı sayılmayacağı ve bu nedenle konulan haczin kaldırılması gerektiği bir Bölge Adliye Mahkemesi kararında vurgulanmıştır (bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi-2020/1336).

Yaklaşık İspat Şartının Sağlanamaması: İhtiyati haciz kararı verilebilmesi için alacaklının, alacağının varlığını yaklaşık olarak ispatlaması gerekir. Mahkeme, alacaklının sunduğu delilleri yetersiz bulursa, itiraz üzerine ihtiyati haciz kararını kaldırabilir. Bir Yargıtay kararı, “alacağın varlığı hususunda yaklaşık ispata elverişli yeterli delil ve belge sunulmadığı” gerekçesiyle ihtiyati haczin kaldırılması kararını onamıştır (yargitay-11. Hukuk Dairesi-2016/9416).

Cebri İcra Sonucu Mülkiyetin Yüklerden Ari Kazanılması: Yabancı bir ülkede yapılan cebri icra satışı ile gemiyi satın alan yeni malik, gemiyi üzerindeki tüm yükümlülüklerden ari olarak devralabilir. Bu durumda, eski malikin borçları için yeni malikin gemisine haciz konulamaz. Bir kararda, Cebelitarık hukukuna göre yapılan cebri satış sonucu “cebri ihale alıcısı … geminin mülkiyetini üzerindeki tüm ayni ve şahsi haklardan ve yükümlülüklerden ari olarak kazanmıştır” denilerek, bu gerekçeyle ihtiyati haczin kaldırılmasına karar verilmiştir (bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi-2021/1565).

2. Teminat Göstererek Haczin Kaldırılması

Gemi sahibinin ticari faaliyetlerine devam edebilmesi için en pratik çözümlerden biri teminat göstermektir. TTK’nın 1371. maddesi bu imkânı tanımaktadır. Bir Bölge Adliye Mahkemesi kararı bu durumu, “geminin maliki veya borçlu, geminin değerini geçmemek kaydıyla, deniz alacağının tamamı, faizi ve giderler için yeterli teminat göstererek, ihtiyati haczin kaldırılmasını mahkemeden isteyebilir” hükmüyle açıklamıştır (bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi-2022/1202). Bu teminat, nakit veya muteber bir bankanın kesin ve süresiz teminat mektubu olabilir. Bu durumda haciz, gemi üzerinden kaldırılarak teminat üzerine kaydırılır ve gemi serbest kalır (ilkDerece-Bursa 1. Asliye Ticaret Mahkemesi-2019/896).

3. Usuli Nedenlerle ve Sürelere Uyulmaması Halinde Haczin Kalkması

Alacaklının, ihtiyati haciz kararını aldıktan sonra belirli yasal sürelere uyması zorunludur. Bu sürelere uyulmaması, ihtiyati haczin kendiliğinden hükümsüz kalmasına neden olur.

İnfaz Talebi Süresi: Alacaklı, ihtiyati haciz kararının verildiği tarihten itibaren üç iş günü içinde kararı veren mahkemenin yargı çevresindeki icra dairesinden kararın infazını istemek zorundadır. Aksi halde, TTK m. 1364 uyarınca “ihtiyati haciz kararı kendiliğinden kalkar” (yargitay-12. Hukuk Dairesi-2016/6938, bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi-2020/11).

Dava Açma Süresi: İcra takibinde borçlunun ödeme emrine itiraz etmesi halinde, alacaklının itirazın kendisine tebliğinden itibaren “bir ay” içinde itirazın kaldırılması veya iptali için dava açması gerekir. Bu süre içinde dava açılmazsa, İİK m. 264 uyarınca “ihtiyati haciz hükümsüz kalır” (bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi-2023/1947).

4. Görev ve Yetki İtirazları

İhtiyati haciz kararını veren mahkemenin görevli veya yetkili olmaması da kararın kaldırılması için önemli bir sebeptir. Özellikle gemi adamı alacakları gibi İş Kanunu kapsamına giren uyuşmazlıklarda, görevli mahkemenin Ticaret Mahkemesi değil, İş Mahkemesi olduğu sıkça görülmektedir. Bu durumlarda mahkeme, “göreve ilişkin dava şartı noksanlığı nedeniyle USULDEN REDDİNE” karar vererek ihtiyati haczi kaldırır (bam-Adana Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesi-2024/278, bam-İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 17. Hukuk Dairesi-2022/1575).

Sonuç

İncelenen yargı kararları bütünüyle değerlendirildiğinde, bir gemi üzerindeki ihtiyati haciz kararının kaldırılması, çok yönlü ve detaylı bir hukuki süreç gerektirmektedir. Kararın kaldırılması için borçlunun veya gemi malikinin başvurabileceği yollar; karara esastan (mülkiyet, alacağın niteliği vb.) veya usulden (görev, yetki, süreler) itiraz etmek, alacağı karşılayacak yeterli teminat göstermek veya alacaklının yasal yükümlülüklerini yerine getirmemesi sonucu haczin kendiliğinden kalkmasını beklemek olarak özetlenebilir.

Her bir yöntemin başarısı, somut olayın özelliklerine, sunulan delillerin gücüne ve yasal sürelere titizlikle uyulmasına bağlıdır. Özellikle geminin mülkiyet durumu, alacağın “deniz alacağı” olup olmadığı ve kararı veren mahkemenin görevli olup olmadığı gibi hususlar, ihtiyati haczin kaldırılmasında kilit rol oynamaktadır. Bu nedenle, ihtiyati hacizle karşı karşıya kalan tarafların, durumlarını dikkatle analiz ederek en uygun hukuki stratejiyi belirlemeleri ve bu süreçte uzman bir hukukçudan destek almaları büyük önem taşımaktadır.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gereklidir?

Tuzla, Pendik, Yalova, Ambarlı, Gebze ve benzeri liman bölgeleri; gemi inşa, bakım-onarım ve deniz taşımacılığı açısından Türkiye’nin en yoğun ve stratejik merkezleri arasında yer almaktadır. Bu bölgelerde faaliyet gösteren yerli ve yabancı firmalar, deniz ticaretine özgü hukuki süreçlerle sıklıkla karşı karşıya kalmaktadır. Özellikle gemi üzerine ihtiyati haciz konulması veya bu haczin kaldırılması gibi işlemler, yüksek ticari riskler barındırmakta ve hızlı hareket edilmesini zorunlu kılmaktadır.

Yukarıda detaylı şekilde açıklanan mülkiyet itirazı, alacağın niteliği, görevli mahkeme ayrımı, yaklaşık ispat, sürelere uyulmaması gibi hususlar; teknik bilgi, yargı içtihatlarına hâkimiyet ve süreci doğru yönlendirme becerisi gerektirmektedir. Hatalı veya gecikmeli bir başvuru, ciddi maddi kayıplara ve geminin seferden alıkonulmasına neden olabilir.

Bu nedenle Tuzla ve çevresindeki denizcilik firmalarının, bölgenin sektörel yapısını bilen, Türk Ticaret Kanunu, İcra ve İflas Kanunu ve denizcilik içtihatları konusunda uzman bir avukatla çalışması, hak kayıplarının önlenmesi ve etkin sonuç alınması açısından hayati önem taşımaktadır.

Read More

Gemi İhtiyati Haczindeki Temel Uyuşmazlık Alanları Nelerdir?

Giriş

Gemi ihtiyati haczi, deniz alacaklarının teminat altına alınması amacıyla başvurulan kritik bir hukuki müessesedir. Türk Ticaret Kanunu (TTK) ve İcra ve İflas Kanunu (İİK) başta olmak üzere ilgili mevzuat çerçevesinde uygulanan bu geçici hukuki koruma tedbiri, alacaklıya önemli bir güvence sağlarken, gemi donatanı veya maliki için ciddi ekonomik sonuçlar doğurabilmektedir. Bu nedenle, gemi ihtiyati haczi süreci, taraflar arasında sıkça hukuki uyuşmazlıklara sahne olmaktadır. Sunulan yargı kararları ışığında yapılan bu analiz, gemi ihtiyati haczi konusundaki en temel uyuşmazlık alanlarını ortaya koymayı amaçlamaktadır.

1. Temel Uyuşmazlık : Alacağın Niteliği: “Deniz Alacağı” Olup Olmadığı

Uyuşmazlıkların en temel ve sık karşılaşılan nedeni, ihtiyati hacze konu olan alacağın TTK’nın 1352. maddesinde sınırlı sayıda sayılan “deniz alacağı” niteliğinde olup olmadığıdır. Mahkemeler, bir gemi hakkında ihtiyati haciz kararı verilebilmesi için öncelikle bu şartın varlığını aramaktadır.

Kararlarda, gemi yapım-onarım, sigorta primi, gemi satışı, gemi adamı alacakları gibi kalemlerin deniz alacağı sayılıp sayılmayacağı sıkça tartışılmaktadır. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi’nin bir kararında belirtildiği gibi, “deniz alacağı olmayan dava konusu alacak için dava konusu gemi üzerine ihtiyati haciz konulamayacağı” (bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi-2020/947-2020/784) ilkesi, bu konunun ne kadar merkezi olduğunu göstermektedir. Benzer şekilde, bir başka karar “Geminin ortak malikleri arasında çıkan, geminin işletilmesine ya da gemiden sağlanan hasılata ilişkin her türlü uyuşmazlık” (bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesi-2018/1672-2018/1348) gibi maddelerin yorumlanmasından kaynaklanan ihtilaflara dikkat çekmektedir.

2. Mülkiyet ve Sorumluluk İlişkisi

İkinci büyük uyuşmazlık alanı, borçlu ile ihtiyati haciz uygulanacak gemi arasındaki mülkiyet ve sorumluluk bağının kurulmasıdır. Bu başlık altında birden fazla sorun öne çıkmaktadır:

Zamanlama Kriteri: En temel uyuşmazlık, TTK m. 1369/1-a’da düzenlenen “deniz alacağı doğduğunda geminin maliki olan kişinin ihtiyati haczin uygulandığı sırada da bu borçtan sorumlu olup geminin maliki olması” şartının sağlanıp sağlanmadığıdır. Gemi mülkiyetinin ihtiyati haciz öncesinde devredilmesi, haczin uygulanabilirliğini tartışmalı hale getirir (Yargıtay-11. Hukuk Dairesi-2015/5570-2015/8273; bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 43. Hukuk Dairesi-2024/1478-2024/1452).

Sorumluluk Zinciri ve Organik Bağ: Taşıma veya işletme ilişkilerindeki karmaşıklık, gerçek borçlunun tespitini zorlaştırmaktadır. Donatan, kiracı, işleten, taşıyan, alt taşıyan gibi farklı aktörlerin sorumluluğunun belirlenmesi kritik bir ihtilaf konusudur. Yargıtay’ın da dikkat çektiği gibi, “aleyhine ihtiyati haciz istenenlerin asıl taşıyıcı ve alt taşıyıcı olup olmadıkları ve TTK’nın 1191. maddesine göre aralarında müteselsil sorumluluk bulunup bulunmadığı değerlendirilmeksizin” (Yargıtay-11. Hukuk Dairesi-2014/12903-2014/14261) karar verilemez. Benzer şekilde, şirketler arasındaki organik bağın varlığı ve “tüzel kişilik perdesinin aralanması” teorisi de önemli bir uyuşmazlık kaynağıdır (ilkDerece-İstanbul 17. Asliye Ticaret Mahkemesi-2018/62-2022/370).

Kardeş Gemi (Sister Ship) Haczi: TTK m. 1369/2, belirli koşullarda borçlunun malik olduğu diğer gemilerin de haczine izin vermektedir. Haciz talep edilen geminin, borçlu şirketin maliki ve işleteni olduğu, bu nedenle “kardeş gemi haczinin koşulları mevcut olduğundan” (bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi-2021/2175-2021/1668) yapılan itirazlar, bu konunun karmaşıklığını göstermektedir.

3. İspat Külfeti: “Yaklaşık İspat” Şartı

İhtiyati haciz, bir geçici hukuki koruma tedbiri olduğundan, alacağın varlığı için tam ispat aranmaz. Ancak “yaklaşık ispat” seviyesinde bir kanaatin mahkemede oluşması gerekir. Bu ispat seviyesinin yeterliliği, sıkça uyuşmazlık konusu olmaktadır.

Bir Yargıtay kararında bu ilke, Alacaklının alacağının bulunduğuna dair mahkemeye kanaat verecek kadar delil göstermesi yeterli olup, alacağın tam olarak ispatı gerekmediğinden, yaklaşık ispat yeterlidir (Yargıtay-9. Hukuk Dairesi-2015/10599-2015/14997) şeklinde açıkça ifade edilmiştir.Buna rağmen mahkemeler, sunulan faturaların, e-posta yazışmalarının veya tek taraflı belgelerin “yaklaşık ispat için yeterli olmadığı” (bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi-2019/699-2019/629) gerekçesiyle talepleri reddedebilmekte, bu da delillerin değerlendirilmesinde farklı yaklaşımların olduğunu göstermektedir.

4. Usuli Konular ve Prosedürel Hatalar

Maddi hukuk tartışmalarının yanı sıra, usul kurallarının yorumlanması ve uygulanması da ciddi uyuşmazlıklara yol açmaktadır.

Görevli ve Yetkili Mahkeme: Uyuşmazlığın en sık görüldüğü alanlardan biri, görevli mahkemenin belirlenmesidir. Gemi adamı alacaklarında İş Mahkemesinin mi (bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 43. Hukuk Dairesi-2024/481-2024/566), alacağın niteliğine göre Denizcilik İhtisas Mahkemesinin mi (bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi-2019/625-2019/647), yoksa genel Asliye Ticaret Mahkemesinin mi görevli olduğu konusu sıkça ihtilaf yaratmaktadır.

“Seferden Men” Kararının Hukuki Niteliği: TTK m. 1353, deniz alacakları için sadece ihtiyati haciz istenebileceğini, seferden men istenemeyeceğini belirtirken; TTK m. 1366, ihtiyati haczedilen geminin icra müdürlüğünce seferden men edileceğini düzenler. Bu görünürdeki çelişki, sıkça uyuşmazlık konusu olur. Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına göre, “seferden men ihtiyati haczin icrası kapsamında icra müdürlüğünce yapılacaktır” (Yargıtay-12. Hukuk Dairesi-2022/7245-2023/294). Yani seferden men, ayrı bir talep konusu değil, ihtiyati haczin bir sonucudur.

Teminat Miktarı: İhtiyati haciz kararı verilirken alacaklının yatırması gereken teminatın miktarı ve bu miktarın geminin değeri ile muhtemel zararları karşılayıp karşılamadığı da önemli bir tartışma konusudur. Karşı taraf sıkça “belirlenen bu teminat miktarının müvekkilinin muhtemel zararını karşılamaya yeterli olmadığını” (bam-Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesi-2023/1192-2023/1083) savunmaktadır.

Diğer Usuli Uyuşmazlıklar: Bunların dışında, ihtiyati haciz kararının 3 iş günü içinde infaz edilmemesi (bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi-2020/11-2020/143), yoklukta verilen karara karşı doğrudan istinafa gidilememesi (bam-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi-2024/1134-2024/1145), ihtiyati haczi tamamlayan merasimlere ilişkin süreler (bam-İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi-2023/1806-2023/1537) ve icra müdürlüğünün kusurlu işlemleri gibi konular da uyuşmazlık yaratmaktadır.

İncelenen kararlar, gemi ihtiyati haczi sürecinin çok katmanlı ve karmaşık bir yapıya sahip olduğunu göstermektedir. Uyuşmazlıklar nadiren tek bir nedene dayanmakta; genellikle alacağın “deniz alacağı” olup olmadığı, borçlu ile gemi arasındaki mülkiyet bağının karmaşıklığı ve sunulan delillerin “yaklaşık ispat” için yeterli olup olmadığı gibi birden fazla sorun iç içe geçmektedir.

Özellikle uluslararası nitelik taşıyan deniz ticareti ilişkilerinde, farklı şirketler (donatan, kiracı, işleten, acente) arasındaki sözleşmesel bağların ve organik ilişkilerin tespiti, ihtiyati haczin en zorlu kısmını oluşturmaktadır. Mahkemeler, bir yandan alacaklıyı koruma amacı güderken diğer yandan ihtiyati haczin haksız uygulanmasıyla ortaya çıkabilecek büyük zararları önlemek için bir denge kurmaya çalışmaktadır. Bu denge arayışı, “yaklaşık ispat” ve “teminat” gibi kavramların yorumlanmasında farklılıklara yol açabilmektedir.

Ayrıca, “seferden men” konusundaki yasal düzenlemelerin lafzı ile ruhu arasındaki gerilim, uygulamada tereddütlere neden olmuş ancak Yargıtay içtihatları ile büyük ölçüde netleşmiştir. Benzer şekilde, görevli mahkemenin belirlenmesindeki uyuşmazlıklar, davanın esasına girilmeden usulden reddedilmesine veya uzamasına yol açarak hak kayıplarına neden olabilmektedir.

Sonuç

Sonuç olarak, incelenen yargı kararları temelinde gemi ihtiyati haczindeki en yaygın uyuşmazlık konuları şu şekilde özetlenebilir: Maddi Hukuk Uyuşmazlıkları: Alacağın TTK m. 1352 kapsamında bir “deniz alacağı” olup olmadığı. Haciz talep edilen geminin, alacağın doğduğu andaki ve haciz sırasındaki malikinin/sorumlusunun kim olduğu (mülkiyetin tespiti, organik bağ, kardeş gemi). Alacağın varlığının ve miktarının “yaklaşık ispat” düzeyinde kanıtlanıp kanıtlanmadığı. Usul Hukuku Uyuşmazlıkları:Davanın hangi mahkemede görüleceği (görev ve yetki). “Seferden men” kararının niteliği ve talep edilebilirliği. Belirlenen teminat miktarının yeterliliği. İhtiyati haczin uygulanması ve devamına ilişkin yasal süreler ve prosedürler.

Bu bulgular, gemi ihtiyati haczi talebinde bulunacak alacaklıların, taleplerini dayandırdıkları hukuki ve olgusal temelleri son derece dikkatli bir şekilde hazırlamaları gerektiğini; borçluların ise hem maddi hem de usuli yönden geniş bir itiraz yelpazesine sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Bir makale önerisi.

Neden Tuzla Avukat desteği gerekli?

Gemi ihtiyati haczi, deniz alacaklarını teminat altına alma amacıyla uygulanan etkili bir hukuki tedbirdir. Ancak bu süreçte alacağın gerçekten “deniz alacağı” olup olmadığı, haczedilecek gemiyle borçlu arasındaki mülkiyet ve sorumluluk ilişkisi, yaklaşık ispat seviyesinin yeterliliği, teminat miktarı ve görevli mahkeme gibi birçok tartışmalı husus gündeme gelmektedir. Ayrıca, seferden men işleminin icrası, kardeş gemi haczi, süreler ve prosedürel kuralların yorumu gibi teknik detaylar da süreci karmaşık hale getirmektedir. Bu çok katmanlı yapı, hem alacaklılar hem borçlular açısından ciddi hak kayıplarına veya sorumluluklara yol açabilecek riskler barındırmaktadır.

Bu gibi teknik ve yoruma açık alanlarda hatalı bir başvuru veya eksik bir değerlendirme, sürecin baştan geçersiz hâle gelmesine neden olabilir. Bu nedenle, deniz ticaretinin yoğun olduğu bölgelerde faaliyet gösteren alacaklı ve borçluların, Tuzla avukat, Pendik avukat, Kartal avukat, Gebze avukat, Çayırova avukat, Maltepe avukat, Orhanlı ve Tepeören avukat gibi deniz ve ticaret hukuku konusunda uzmanlaşmış hukukçulardan destek alması büyük önem taşır. Böylece hem alacağın güvenceye alınması hem de ihtiyati haczin usule uygun ve etkin biçimde uygulanması sağlanabilir.

Read More

Hatır Senedi İcraya Konulur Mu?

Giriş

Bu çalışma, “hatır senedi” olarak bilinen, genellikle bir borç ilişkisine dayanmaksızın, hatır veya teminat amacıyla düzenlenen ve sonradan doldurulan kambiyo senetlerinin hukuki akıbetini analiz etmek amacıyla hazırlanmıştır. İncelenen çok sayıda bölge adliye mahkemesi ve Yargıtay kararından elde edilen bulgular doğrultusunda, hatır senetlerinin icra yoluyla tahsil edilip edilemeyeceği, bu senetlere karşı başvurulabilecek hukuki yollar, zamanaşımı süreleri ve en sık karşılaşılan uyuşmazlık konuları etraflıca ele alınmıştır. Çalışma, bu senetleri düzenleyen veya elinde bulunduran taraflar için bir hukuki çerçeve sunmayı amaçlamaktadır.

İncelenen yargı kararları ışığında, kullanıcı sorusuna ilişkin temel bulgular şu şekildedir:

Hatır Senedi İcra Yoluyla Tahsil Edilebilir mi? Evet, hatır senedi sonradan doldurulsa dahi icra yoluyla tahsile konulabilir. Bunun temel nedeni, Türk Ticaret Kanunu uyarınca kambiyo senetlerinin (bono, poliçe, çek) “soyut borç ikrarı” niteliğinde olmasıdır. Bu senetler, düzenlenme nedeninden (illetten) mücerret kabul edilir ve alacaklının, alacağının temelindeki sebebi ispatlama zorunluluğu yoktur.

Hatır Senetlerine Karşı Ne Yapılabilir?

Menfi Tespit Davası: Borçlu, senedin hatır senedi olduğunu ve dolayısıyla borcu bulunmadığını ispatlamak amacıyla menfi tespit davası açabilir.

Yazılı Delil ile İspat: Hatır senedi iddiası, kural olarak yazılı delil ile ispatlanmalıdır. “Senede karşı senetle ispat” kuralı gereği, borçlunun iddiasını güçlü bir yazılı belge (protokol, sözleşme, ibraname vb.) ile desteklemesi kritiktir.

Kötü Niyetin İspatı: Senet bir üçüncü kişiye ciro edilmişse, borçlu bu kişinin senedi “bile bile borçlunun zararına hareket ederek” iktisap ettiğini, yani kötü niyetli olduğunu ispatlarsa, hatır senedi savunmasını bu kişiye karşı da ileri sürebilir.

Cezai Soruşturma: Senedin rıza dışı veya anlaşmaya aykırı doldurulması, “açığa imzanın kötüye kullanılması” veya “dolandırıcılık” gibi suçları oluşturabileceğinden, ceza davası açılması ve bu davanın sonucunun hukuk davasında delil olarak kullanılması mümkündür.

Zamanaşımı Süresi Ne Kadardır? İncelenen kararların büyük çoğunluğunda bonolar için genel zamanaşımı sürelerine değinilmemiştir. Ancak bazı kararlarda spesifik durumlara ilişkin süreler öne çıkmaktadır: Çekler İçin: Bir kararda, çeklerde ibraz süresinin bitiminden itibaren zamanaşımı süresinin 3 yıl olduğu belirtilmiştir (Ankara 14. Asliye Ticaret Mahkemesi). İtiraz Süresi: Kambiyo senetlerine özgü haciz yolunda, ödeme emrinin tebliğinden itibaren icra mahkemesine yapılacak itiraz ve şikayetler için yasal sürenin 5 gün olduğu vurgulanmıştır (Yargıtay 12. Hukuk Dairesi). Bu süre, borcun esasına ilişkin zamanaşımı süresi değil, takibe itiraz için kritik bir usuli süredir.

En Çok Dava Konusu Olan Durumlar Nelerdir?

İspat Yükümlülüğü: Uyuşmazlıkların merkezinde, hatır senedi iddiasını ispatlama yükümlülüğünün kimde olduğu ve bu ispatın nasıl yapılacağı yer almaktadır. Kural olarak ispat yükü, senedin hatır senedi olduğunu iddia eden borçlu (keşideci) üzerindedir.

Bedelsizlik ve Anlaşmaya Aykırı Doldurma: Davaların en temel konusunu, senedin gerçek bir borç ilişkisine dayanmadığı (bedelsizlik) ve taraflar arasındaki anlaşmaya aykırı olarak sonradan doldurulduğu iddiaları oluşturmaktadır.

Yazılı Delil Eksikliği: Borçluların, hatır senedi iddialarını destekleyecek yazılı delil sunamamaları, davaların reddedilmesindeki en yaygın nedendir.

Ticari Defter Kayıtları: Tarafların ticari defterlerinde senede ilişkin bir alacak veya borç kaydının bulunup bulunmaması, önemli bir delil olarak değerlendirilmektedir.

İncelenen kararlar, hatır senetlerinin hukuki statüsüne dair birkaç temel ilkeyi net bir şekilde ortaya koymaktadır.

1. Kambiyo Senetlerinin Soyutluğu ve İcra Takibi 

Mahkemeler, kambiyo senetlerinin “soyut borç ikrarı” niteliğini istikrarlı bir şekilde vurgulamaktadır. İstanbul 14. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin kararında bu ilke, “kambiyo senetlerinin soyut borç ikrarını içeren senetler olduğu” şeklinde ifade edilmiştir. Bu, senedi elinde bulunduran meşru hamilin, takibe geçtiğinde alacağın nedenini açıklamak zorunda olmadığı, borçlunun ise borçlu olmadığını kendisinin ispatlaması gerektiği anlamına gelir. Dolayısıyla, bir senedin “hatır senedi” olması, tek başına icra takibine engel teşkil etmez.

2. İspat Yükü ve Yazılı Delil Zorunluluğu 

Kararlarda en sık tekrarlanan ve davaların sonucunu belirleyen unsur, ispat yükü ve delillerin niteliğidir. Borçlunun hatır senedi iddiası, kural olarak “yazılı delil” ile kanıtlanmak zorundadır. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 16. Hukuk Dairesi’nin belirttiği gibi, “gerek hatır senedi iddiası ve gerekse taraf muvazaasına ilişkin iddiaların yazılı delille ispatı zorunludur.” Birçok Yargıtay kararında, davacının iddiasını yazılı delille ispatlayamadığı için davasının reddedildiği görülmektedir (Yargıtay 19. HD – 2016/3216, Yargıtay 11. HD – 2021/7368). İmzanın atıldığı ancak diğer kısımların boş bırakıldığı senetlerde, bu boşluğun anlaşmaya aykırı doldurulduğu iddiası da yine yazılı delil gerektirir. Zira İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin kararında belirtildiği gibi, “bir kimseye güvenilerek imzalanan ve verilen imzalı boş bir kağıdın…bu durumdan doğacak riskin göze alınmış olduğunu ve karşı tarafa güvenildiğini göstermektedir.”

3. Hukuki Savunma Mekanizmaları ve İstisnalar

 Borçlu için en temel hukuki yol menfi tespit davası açmaktır. Ancak bu davalarda başarı, güçlü delillere bağlıdır. Bazı durumlarda yazılı delil kuralının istisnaları gündeme gelebilir:

Alacaklının İkrarı: Alacaklı, senedin hatır senedi olduğunu kabul ederse, bu durum borçlu lehine en güçlü delildir. Bakırköy 4. Asliye Ticaret Mahkemesi kararında, “Dava ve takip konusu bu bonoların hatır senedi olarak davalıya verildiği hususu davalı tarafından ikrar edilmiştir” ifadesiyle davanın kabul edildiği görülmektedir.

Ticari İlişkinin İncelenmesi: Mahkemeler, taraflar arasında senedi haklı kılacak bir ticari ilişki olup olmadığını inceleyebilir. Bakırköy 5. Asliye Ticaret Mahkemesi, bilirkişi raporuna dayanarak “taraflar arasında 31/05/2018 tarihinden sonra ticari ilişki olmadığı” gerekçesiyle menfi tespit talebini kabul etmiştir.

Kötü Niyetli İktisap: Senet ciro yoluyla üçüncü bir kişiye geçtiğinde, borçlu bu kişinin senedi alırken kötü niyetli olduğunu ispatlarsa savunmasını ona karşı da ileri sürebilir. İstanbul 14. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin de atıf yaptığı TTK 687. maddeye göre, hamil, poliçeyi iktisap ederken bile bile borçlunun zararına hareket etmiş olmasını istisna tutmuştur.”

Cezai Sorumluluk: Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nin bir kararı, senedin hukuka aykırı doldurulmasının “dolandırıcılık suçunun hile unsurunu” veya “açığa imzanın kötüye kullanılması” suçunu oluşturabileceğini belirtmektedir. Bu durum, borçluya hukuki savunmasının yanı sıra cezai bir yol da açmaktadır.

Sonuç

İncelenen yargı kararları bütününde, hatır senedi düzenlemenin hukuken son derece riskli bir eylem olduğu açıkça görülmektedir. Kambiyo senetlerinin soyutluğu ilkesi gereği, bu senetler kolaylıkla icra takibine konu edilebilmektedir. Senedin hatır amacıyla verildiğini ve bedelsiz olduğunu ispatlama yükümlülüğü, neredeyse tamamen bu iddiayı ileri süren borçlunun üzerindedir.

Borçlunun bu iddialarını ispatlayabilmesi için en etkili yol, senedin neden verildiğini açıklayan bir protokol gibi yazılı bir delile sahip olmasıdır. Yazılı delil olmaksızın açılan menfi tespit davalarının büyük çoğunluğu reddedilmektedir. Alacaklının kötü niyetli olduğunun veya senedin anlaşmaya aykırı doldurulduğunun ispatı gibi diğer hukuki yollar mevcut olsa da, bunların kanıtlanması da oldukça zordur. Bu nedenle, hatır senedi ilişkilerinde en güvenli yol, ya bu tür senetleri hiç düzenlememek ya da senedin teminat veya hatır amacıyla verildiğini açıkça belirten yazılı bir anlaşmayı karşı taraftan almaktır. Bir makale önerisi.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Borçlunun, menfi tespit davasında veya hatır senedi ilişkilerinde iddialarını ispatlayabilmesi için en etkili yol, senedin neden verildiğini açıklayan yazılı ve hukuki geçerliliği olan bir protokole sahip olmasıdır. Yazılı delil olmadan açılan davaların reddedilme olasılığı yüksektir. Ayrıca, alacaklının kötü niyetli olduğunun veya senedin anlaşmaya aykırı doldurulduğunun kanıtlanması da oldukça zor hukuki süreçler gerektirir. Bu nedenle, bu tür senetlerle ilgili uyuşmazlıklarda Tuzla avukat desteği almak, hukuki haklarınızı etkin şekilde korumanız açısından büyük önem taşır.

Tuzla başta olmak üzere; Pendik avukat, Kartal avukat, Maltepe avukat, Gebze avukat, Çayırova avukat, Orhanlı avukat, Aydınlı avukat ve Tepeören avukat olarak bölgedeki uzman kadromuz, senetlerin düzenlenmesi, hukuki protokollerin hazırlanması ve menfi tespit davalarında müvekkillerimizi etkin bir şekilde temsil etmektedir. Böylece, hem hak kayıplarının önüne geçilir hem de olası riskler minimuma indirilir.

Read More

Maaşı ödenmeyen gemi adamının hakları ve başvurabileceği hukuki yollar nelerdir?

Giriş

Bu yazı, “Gemi adamı olarak çalışıyorum, maaşım ödenmedi ne yapabilirim?” sorusuna yanıt vermek amacıyla hazırlanmıştır. Gemi adamlarının ücret alacakları, çalıştıkları geminin bayrağı, tonajı, iş sözleşmesinin niteliği ve işverenin hukuki statüsü gibi birçok değişkene bağlı olarak farklı hukuki rejimlere tabi olabilmektedir. Bu çalışma, sunulan çeşitli Yargıtay, Bölge Adliye Mahkemesi ve İlk Derece Mahkemesi kararlarını analiz ederek, gemi adamlarının bu karmaşık hukuki süreçte hangi adımları atması gerektiğini, hangi haklara sahip olduğunu ve dikkat etmesi gereken kritik noktaları bütüncül bir bakış açısıyla ortaya koymaktadır. Çalışma, bir gemi adamının hak arama sürecinde karşılaşabileceği temel sorunları ve çözüm yollarını aydınlatmayı hedeflemektedir.

1. Uygulanacak Hukuk ve Görevli Mahkemenin Belirlenmesi

Gemi adamının ücret alacağı davasında ilk ve en kritik ayrım, çalıştığı geminin statüsüne göre belirlenir. Bu statü, davanın hangi kanuna göre ve hangi mahkemede görüleceğini belirler.

Türk Bayraklı ve 100+ Grostonilatoluk Gemiler: 

Bu gemilerde çalışanlar, 854 sayılı Deniz İş Kanunu’na (DİK) tabidir. Yargıtay’ın da belirttiği gibi, “854 sayılı Deniz İş Kanunu’nun 1. maddesine göre bu kanun denizlerde, göllerde ve akarsularda Türk Bayrağını taşıyan ve yüz ve daha yukarı grostonalitonluk gemilerde bir hizmet akti ile çalışan gemiadamları ve bunların işverenleri hakkında uygulanır.” (Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 2011/17974 E.). Bu durumda, DİK’in 46. maddesi uyarınca görevli mahkeme İş Mahkemeleridir. Yetkili mahkeme ise, sözleşmede aksi belirtilmedikçe “geminin bağlama limanında iş davalarını bakmaya yetkili mahkemedir.” (BAM İstanbul 32. Hukuk Dairesi, 2017/597 E.).

Yabancı Bayraklı veya 100 Grostonilatonun Altındaki Gemiler:

 Bu gemilerde çalışanlar DİK kapsamı dışındadır. Bu durumda uyuşmazlık, genel hüküm olan Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) hizmet sözleşmesine ilişkin maddelerine göre çözülür. Geçmişte bu davalar Asliye Hukuk veya Ticaret Mahkemelerinde görülmekteyken, 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu ile birlikte hizmet sözleşmesinden doğan tüm uyuşmazlıklarda görevli mahkemenin İş Mahkemeleri olduğu yönünde bir eğilim oluşmuştur. Nitekim bir Bölge Adliye Mahkemesi kararı, “taraflar arasındaki uyuşmazlık 6098 sayılı TBK’nın ikinci kısmının altıncı bölümünde düzenlenen hizmet sözleşmesine ilişkin 393 ve devamı maddelerinden kaynaklanmakla, mahkemece görevli mahkemenin İş Mahkemeleri olduğuna ilişkin verilen kararda bir isabetsizlik bulunmamaktadır” diyerek bu durumu teyit etmiştir (BAM İstanbul 18. Hukuk Dairesi, 2022/2039 E.).

2. Gemi Adamının Davayı Kime Açacağı: Husumet Sorunu

Alacak davasının doğru kişiye/şirkete yöneltilmesi, davanın esasına girilebilmesi için bir dava şartıdır.

Donatan ve Gemi İşletme Müteahhidi: Ücret alacağından öncelikli olarak işveren sıfatını taşıyanlar sorumludur. Bu, geminin maliki olan donatan olabileceği gibi, gemiyi kendi adına ve hesabına işleten gemi işletme müteahhidi de olabilir. Yargıtay, “gemi işletme müteahhidine aittir” diyerek, gemiyi kendi emir ve idaresi altında bulunduran işletenin sorumlu olduğunu vurgulamıştır (Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, 2012/361 E.). Mahkemeler, davanın doğru hasma yöneltilmesi için davacının çalışmış olduğu geminin gerçek sahibi ile beraber varsa işleteni de araştırılarak davalıların sorumluluğunun tespiti” gerektiğini belirtmektedir (Yargıtay 7. Hukuk Dairesi, 2013/6772 E.).

Acente ve Tasfiye Halindeki Şirket: Yabancı bir donatanın Türkiye’de şubesi yoksa, onun adına işlem yapan acentesine de dava yöneltilebilir. Yargıtay, gemi adamı kontratının kurulmasına aracılık eden acentenin pasif husumet ehliyeti olabileceğini kabul etmiştir (Yargıtay 13. Hukuk Dairesi, 2017/9430 E.). Eğer işveren şirket tasfiye edilmişse, alacak davası açabilmek için öncelikle şirketin “tüzelkişiliğinin yeniden ihyası” için dava açılması gerekebilir (Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 2016/22828 E.).

3. Hak Arama Yolları ve Güçlü Hukuki Araçlar

Gemi adamının alacağını tahsil etmek için kullanabileceği birden fazla hukuki yol bulunmaktadır.

İcra Takibi ve İtirazın İptali Davası: En yaygın yöntem, ödenmeyen maaş için icra müdürlüğü aracılığıyla ilamsız icra takibi başlatmaktır. İşverenin bu takibe itiraz etmesi durumunda, takibin devamını sağlamak için görevli mahkemede (genellikle İş Mahkemesi) itirazın iptali davası açılır.

Deniz Alacağı, Kanuni Rehin Hakkı ve İhtiyati Haciz: Gemi adamının ücret alacağı, TTK uyarınca imtiyazlı bir alacak olan “deniz alacağı” niteliğindedir. Bir Bölge Adliye Mahkemesi kararında bu durum, “gemi adamlarına, gemide çalışmaları dolayısıyla ödenecek ücretlerle, onlara ödenmesi gereken diğer tutarlara ilişkin istemler, deniz alacağı hakkı verir” şeklinde açıkça ifade edilmiştir (BAM İstanbul 43. Hukuk Dairesi, 2020/1498 E.). Bu hak, gemi adamına gemi üzerinde kanuni rehin hakkı tanır. Bu sayede, alacağın teminat altına alınması için geminin seferden men edilmesini sağlayan ihtiyati haciz kararı talep edilebilir.

Haklı Nedenle Fesih ve Kıdem Tazminatı: Ücretin zamanında ve tam olarak ödenmemesi, DİK m. 14/II-a uyarınca gemi adamına iş sözleşmesini derhal ve haklı nedenle feshetme imkânı tanır. Yargıtay’ın vurguladığı gibi, bu fesih “karşı tarafa yöneltilmesi gereken tek taraflı bir irade beyanı” olup, bu hakkı kullanan gemi adamı kıdem tazminatına da hak kazanır (Yargıtay 7. Hukuk Dairesi, 2013/2307 E.).

4. İspat Yükümlülüğü ve Deliller

Dava sürecinde ispat, sonuca doğrudan etki eden en önemli unsurdur.

Ücretin Miktarının ve Çalışmanın İspatı: Yazılı bir sözleşme varsa, ücretin ispatı kolaylaşır. Sözleşme yoksa veya ücret miktarı belirsizse, mahkeme “denizcilik teamüllerine, örf ve adete göre emsal ücret saptanmalıdır” (Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 2010/51107 E.). Gemi adamı, çalıştığını ve alacağını gemi adamı cüzdanı, tanık, banka dekontları gibi delillerle ispatlamalıdır.

Ödemenin İspatı: Ücretin ödendiğini ispat yükümlülüğü işverene aittir. Yargıtay’a göre, “para borcu olan ücretin ödendiğinin tanıkla ispatı mümkün değildir” (Yargıtay 22. Hukuk Dairesi, 2012/11492 E.). İşveren, ödemeyi banka dekontu, imzalı ücret bordrosu gibi yazılı belgelerle kanıtlamalıdır.

Sonuç

Maaşı ödenmeyen bir gemi adamının hak arama süreci, çok sayıda hukuki ve teknik detayı barındıran karmaşık bir yoldur. İncelenen mahkeme kararları, bu süreçte atılacak adımların ne kadar dikkatli planlanması gerektiğini açıkça göstermektedir.

İncelenen mahkeme kararları ışığında, maaşı ödenmeyen bir gemi adamının hak arama sürecinde takip etmesi gereken temel adımlar ve dikkat etmesi gereken hususlar şu şekilde özetlenebilir:

Hukuki Statünün Tespiti: İlk ve en önemli adım, geminin bayrağı (Türk/yabancı) ve tonajının (100 grostonilato altı/üstü) belirlenmesidir. Bu tespit, uygulanacak kanunu (Deniz İş Kanunu, Borçlar Kanunu, İş Kanunu) ve dolayısıyla görevli mahkemeyi (İş Mahkemesi, Asliye Hukuk/Ticaret Mahkemesi) doğrudan etkilemektedir.

Doğru Muhatabın Belirlenmesi (Husumet): Dava, gemi maliki (donatan), gemi işletme müteahhidi, iş sözleşmesinde işveren olarak görünen şirket veya bazı durumlarda yabancı şirketin Türkiye acentesi gibi doğru hasımlara yöneltilmelidir. Yanlış kişiye dava açılması, davanın reddine neden olabilir.

İspat Yükümlülüğü: Gemi adamı, çalıştığını ve alacağının miktarını; işveren ise ücretin ödendiğini ispatlamakla yükümlüdür. İş sözleşmesi, gemi adamı cüzdanı, maaş bordroları, banka kayıtları ve tanık beyanları gibi delillerin toplanması ve saklanması hayati önem taşır.

Hukuki Araçların Kullanımı: Gemi adamının ücret alacağı, Türk Ticaret Kanunu (TTK) uyarınca bir “deniz alacağı” sayılır ve bu durum, gemi üzerinde kanuni rehin hakkı ve ihtiyati haciz gibi güçlü teminat mekanizmalarının kullanılmasını mümkün kılar. Standart prosedür ise genellikle icra takibi başlatmak ve itiraz halinde “itirazın iptali” davası açmaktır.

Sözleşmeyi Fesih Hakkı: Ücretin kanuna veya sözleşmeye uygun olarak ödenmemesi, gemi adamına hizmet sözleşmesini haklı nedenle derhal feshetme ve kıdem tazminatı talep etme hakkı verir.

Sonuç olarak, maaşı ödenmeyen gemi adamına şu adımları izlemesi tavsiye edilir:

Öncelikle, işverenle iletişim kurarak durumu çözmeye çalışmalıdır.

Sonuç alınamazsa, çalıştığı geminin bayrağını ve tonajını tespit ederek hangi kanuna tabi olduğunu belirlemelidir.

İş sözleşmesi, cüzdan, bordro, banka kayıtları gibi tüm delilleri eksiksiz bir şekilde toplamalıdır.

Alacağını tahsil etmek için icra takibi başlatmalı veya doğrudan dava açmalıdır. Alacağının “deniz alacağı” niteliği taşıdığını ve gemi üzerinde rehin hakkı ile ihtiyati haciz talep edebileceğini unutmamalıdır.

Davasını, geminin gerçek sahibi (donatan) veya işleteni gibi doğru hasımlara yöneltmelidir.

Gemi adamı alacaklarına ilişkin davaların teknik niteliği, uygulanacak hukukun ve görevli mahkemenin tespitindeki zorluklar göz önüne alındığında, sürecin başından itibaren deniz hukuku ve iş hukuku alanında uzman bir avukattan profesyonel hukuki destek alınması, hak kayıplarının önlenmesi ve sürecin en etkin şekilde yürütülmesi açısından elzemdir. Bir yazı önerisi.

Neden Tuzla Uzman Avukat Desteği Gerekli?

Gemi adamlarının ücret alacaklarına ilişkin davalar, hem deniz ticareti hukuku hem de iş hukuku kurallarını birlikte içeren oldukça teknik ve uzmanlık gerektiren süreçlerdir. Geminin bayrağına, tonajına ve işverenin statüsüne göre değişebilen bu hukuki yapı, yanlış bir adım atılması halinde davanın usulden reddine veya hak kaybına neden olabilir.

Özellikle tersanelerin, denizcilik şirketlerinin ve acentelerin yoğun olarak faaliyet gösterdiği Tuzla bölgesinde, bu alanda uzmanlaşmış bir Tuzla deniz hukuku avukatı ile çalışmak büyük avantaj sağlar.

İstanbul, Tuzla avukat, Pendik avukat, Maltepe avukat, Kartal avukat, Gebze avukat, Aydınlı avukat, Orhanlı avukat, Tepeören avukat, Darıca avukat, Bayramoğlu avukat ve Çayırova avukat bölgelerinde aktif olarak görev yapan deneyimli bir Tuzla avukatı ile çalışmak, bu süreçte atılacak her adımda doğru yönlendirme almanızı sağlar ve ciddi hak kayıplarının önüne geçer.

Tuzla avukat desteği sayesinde; Görevli ve yetkili mahkemenin doğru belirlenmesi, Donatan veya gemi işletmecisinin doğru tespiti, İhtiyati haciz ve kanuni rehin hakkı gibi güçlü tedbirlerin hızlıca alınması, Sürecin her aşamasında gerekli hukuki delillerin toplanması, Usule ilişkin hata yapılmadan dava açılması mümkün hale gelir. Tuzla gemi avukatı, tersane bölgelerinde karşılaşılan uyuşmazlıklara hâkimdir ve benzer davalarda deneyim sahibidir. Bu nedenle, özellikle Tuzla tersanelerinde çalışan gemi adamlarının hak kaybına uğramamak adına uzman desteği alması tavsiye edilir.

Read More

Yargı Kararları Işığında Ayıplı Üründe Alıcının Hakları Nelerdir?

Giriş

Bu çalışma, satın alınan bir ürünün ayıplı (kusurlu) çıkması durumunda alıcının sahip olduğu hakları ve satıcının ürünü iade almayı reddetmesi halinde başvurabileceği hukuki yolları, sunulan çeşitli mahkeme kararları ışığında analiz etmektedir. Çalışma, Türk Borçlar Kanunu (TBK), Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun (TKHK) ve Türk Ticaret Kanunu (TTK) çerçevesinde alıcının seçimlik haklarını, bu hakları kullanabilmek için yerine getirmesi gereken usuli şartları ve uyuşmazlık çözüm mekanizmalarını inceleyerek bütüncül bir bakış açısı sunmayı amaçlamaktadır.

1. Ayıplı Üründe Alıcının Seçimlik Hakları

Neredeyse tüm kararlarda atıf yapılan Türk Borçlar Kanunu’nun 227. maddesi, ayıplı malla karşılaşan alıcıya dört temel seçimlik hak tanımaktadır. Bu haklar, alıcının içinde bulunduğu duruma en uygun çözümü seçmesine olanak tanır.

Sözleşmeden Dönme: Alıcı, ürünü iade etmeye hazır olduğunu bildirerek sözleşmeyi feshedebilir ve ödediği bedelin iadesini talep edebilir.

Bedelde İndirim İsteme: Alıcı, ürünü elinde tutarak, maldaki ayıp oranında satış bedelinden indirim yapılmasını talep edebilir.

Ücretsiz Onarım İsteme: Alıcı, aşırı bir masraf gerektirmediği sürece, tüm masraflar satıcıya ait olmak üzere ürünün ücretsiz olarak tamir edilmesini isteyebilir.

Ayıpsız Misli ile Değiştirme: İmkan varsa, alıcı ayıplı ürünün aynı veya benzer özelliklerdeki ayıpsız bir yenisiyle değiştirilmesini talep edebilir.

Bu hakların kullanımı konusunda Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin bir kararı önemli bir detaya işaret etmektedir: Bu haklar “inşai nitelikte olup kullanılmakla son bulduğundan bundan rücu edilemez.” Yani tüketici, örneğin değişim talep ettikten sonra keyfi olarak bu talebinden dönerek bedel iadesi isteyemez.

2. Hukuki Sürecin Başlatılması: Ayıp İhbarı Yükümlülüğü

Alıcının yukarıda belirtilen hakları kullanabilmesi için öncelikle ayıbı satıcıya bildirmesi (ihbar etmesi) gerekmektedir. İncelenen kararlar, bu ihbarın süresinde ve usulüne uygun yapılmasının kritik önem taşıdığını göstermektedir.

Ticari Satışlarda Süreler: Alım satım işlemi tacirler arasında ise, TTK madde 23/1-c uyarınca süreler daha katıdır. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesi’nin kararında belirtildiği gibi; “malın ayıplı olduğu teslim sırasında açıkça belli ise alıcının iki gün içinde durumu ihbar etmesi, açıkça belli değilse alıcının malı teslim aldıktan sonra sekiz gün içinde inceletmesi ve aynı süre içerisinde durumu satıcıya ihbar etmesi gerekir.” Gizli ayıplar ise ortaya çıktığı anda derhal bildirilmelidir.

Ticari Satışlarda İhbar Usulü: İstanbul Anadolu 8. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin bir kararı, ticari uyuşmazlıklarda sözleşmeden dönme ihbarının şekil şartına tabi olduğunu vurgular. TTK madde 18 gereği, bu ihbarın noter aracılığıyla, taahhütlü mektupla, telgrafla veya güvenli elektronik imza kullanılarak kayıtlı elektronik posta sistemi ile” yapılması gerekmektedir. Sözlü ihbar yeterli görülmeyebilir.

3. Satıcının İadeyi Reddettiği Durumda Başvurulacak Hukuki Yollar

Satıcının iş birliğine yanaşmaması ve iadeyi kabul etmemesi halinde alıcı, hakkını aramak için yargısal yollara başvurabilir.

Tüketici Hakem Heyeti ve Tüketici Mahkemesi: Alıcı tüketici ise, uyuşmazlığın parasal sınırına göre öncelikle Tüketici Hakem Heyeti’ne başvurabilir. Heyet kararlarının uygulanmaması veya uyuşmazlığın doğrudan mahkemelik olması durumunda Tüketici Mahkemesi’nde dava açılabilir. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin bir kararında olduğu gibi, tüketici “ayıplı malın geri alınarak bedel iadesi istemi” ile dava açabilir.

Asliye Ticaret veya Asliye Hukuk Mahkemesi: Taraflar tacir ise veya uyuşmazlık ticari bir nitelik taşıyorsa görevli mahkeme Asliye Ticaret Mahkemesi’dir. Davalar “satım sözleşmesinden kaynaklanan alacak davası” veya “Tazminat (Ticari Satıma Konu Malın İadesi)” şeklinde açılabilir.

Arabuluculuk: Birçok ticari davada olduğu gibi, dava açmadan önce arabuluculuğa başvurmak bir dava şartıdır.

İcra Takibi ve İtirazın İptali Davası: Alıcı, ödediği bedelin iadesi için doğrudan icra takibi başlatabilir. Satıcının bu takibe itiraz etmesi durumunda, alıcı “itirazın iptali davası” açarak takibin devamını ve alacağının tahsilini sağlayabilir. Bu davalarda mahkeme, alıcının haklı bulunması halinde satıcıyı “inkar tazminatına” mahkum edebilir

4. İspat Yükü ve Bilirkişi Raporlarının Rolü

 İstanbul 8. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin kararında açıkça belirtildiği gibi, satın alınan ürünlerin ayıplı olduğu, ödenen bedelin iadesinin gerektiği hususlarının ise davacı alıcı tarafından ispatlanması gerekmektedir.” Bu ispat sürecinde en önemli delil, mahkemeler tarafından atanan bilirkişilerin hazırladığı raporlardır. Neredeyse tüm kararlarda mahkemelerin hükümlerini bilirkişi raporlarına dayandırdığı görülmektedir. Örneğin, bir kararda “bilirkişi raporunda dava konusu lastiklerin ayıplı olduğu belirtilmiştir” ifadesi, raporun belirleyici rolünü göstermektedir.

Mahkemenin Takdir Yetkisi: Alıcı sözleşmeden dönerek tam bedel iadesi talep etse dahi, mahkeme her zaman bu talebi kabul etmek zorunda değildir. Bakırköy 4. Asliye Ticaret Mahkemesi kararında vurgulandığı üzere, “alıcının, sözleşmeden dönme hakkını kullanması hâlinde, durum bunu haklı göstermiyorsa hâkim, satılanın onarılmasına veya satış bedelinin indirilmesine karar verebilir.” Bu durum, mahkemenin hakkaniyeti gözeterek daha uygun bir çözüme hükmedebileceğini göstermektedir.

Müteselsil Sorumluluk: Tüketiciyi koruyan önemli bir ilke, müteselsil (zincirleme) sorumluluktur. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin bir kararında belirtildiği gibi, imalatçı, üretici, satıcı, bayi, acenta, ithalatçı…ayıplı maldan ve tüketicinin bu maddede yer alan seçimlik haklarından dolayı müteselsilen sorumludur.” Bu, tüketicinin hakkını ararken sadece malı aldığı satıcıya değil, üretim ve dağıtım zincirindeki diğer aktörlere de başvurabilmesini sağlar.

Zararın Kapsamı: Alıcının talebi sadece ödenen bedelle sınırlı kalmayabilir. Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin bir kararında, satımın feshi durumunda satıcının alıcıya ödediği bedeli faiziyle iade etmesinin yanı sıra, ayıplı mal teslim etmesinden doğrudan doğruya tekeffül etmiş olan zararı da ayrıca tazmin etmeye mecbur” olduğu belirtilmiştir. Bu, alıcının uğradığı diğer zararları (örneğin, noter masrafı, kar kaybı vb.) da talep edebileceği anlamına gelir. Bir makale önerisi.

Sonuç

Sunulan yargı kararlarının bütüncül analizi, satın alınan bir ürünün ayıplı çıkması durumunda alıcının kanunlar tarafından güçlü bir şekilde korunduğunu göstermektedir. Alıcı; sözleşmeden dönme, bedel indirimi, ücretsiz onarım veya ürünün değiştirilmesi gibi önemli seçimlik haklara sahiptir.

Ancak bu hakların etkin bir şekilde kullanılabilmesi, belirli usuli yükümlülüklerin yerine getirilmesine bağlıdır. Özellikle ticari satışlarda süresinde ve doğru usulle yapılan ayıp ihbarı, davanın temelini oluşturmaktadır. Satıcının iadeyi kabul etmemesi durumunda alıcı, uyuşmazlığın niteliğine göre Tüketici Hakem Heyeti, Tüketici Mahkemesi veya Ticari Mahkemeler gibi yargısal yollara başvurabilir. Bu süreçte, ayıbın varlığını bilirkişi raporu gibi delillerle ispatlamak, davanın kazanılmasında kilit rol oynamaktadır. Sonuç olarak, yasal prosedürlere dikkat edildiği ve haklılık ispatlandığı sürece, alıcının ayıplı ürün karşısında mağduriyetinin giderilmesi için etkili hukuki mekanizmalar mevcuttur.

Ayıplı Ürün Davalarında Tuzla Avukat Desteği Neden Gerekli?

Ayıplı ürünle karşılaşan alıcı, sahip olduğu seçimlik hakları kullanabilmek için hem yasal sürelere uymalı hem de şekil şartlarına dikkat etmelidir. Özellikle ticari satışlarda yapılan küçük bir ihbar hatası bile dava kaybına yol açabilir.

Yerel mahkeme kararlarında da görüldüğü üzere, satıcının iadeyi reddetmesi halinde izlenecek hukuki yol, uyuşmazlığın niteliğine göre değişiklik göstermektedir. Bu süreçte alıcının hangi merciye başvuracağı, ispat yükünü nasıl yerine getireceği ve hangi delillerle hakkını savunacağı önemlidir.

İstanbul, Tuzla avukat, Pendik avukat, Maltepe avukat, Kartal avukat, Gebze avukat, Aydınlı avukat ve Orhanlı avukat, Tepeören Avukat, Darıca Avukat, Bayramoğlu avukat, Çayırova avukat gibi bölgelerde görülen bu tür davalarda, yerel yargı uygulamalarına hâkim bir Tuzla avukat ile çalışmak; sürecin doğru yönetilmesi, hatalardan kaçınılması ve hak kaybının önlenmesi açısından büyük avantaj sağlar.

Read More

Deniz Alacağı Kavramındaki Tartışmalı Kalemler Ve İçtihat Eğilimleri, Tuzla Avukat

Giriş

Deniz alacağı, deniz ticareti hukukunun temel kavramlarından biri olup, alacaklıya geminin ihtiyati haczini talep etme gibi önemli bir yetki tanıması nedeniyle kritik bir öneme sahiptir. Türk Ticaret Kanunu (TTK), 1999 Cenevre Konvansiyonu’nu esas alarak deniz alacaklarını 1352. maddesinde 22 bent halinde sınırlı sayıda (numerus clausus) saymıştır. Deniz alacağı ifadesi, TTK’nin 1352’nci maddesinin birinci fıkrasının ilâ benlerinde sınırlı sayıda düzenlenmiş yirmi iki alacağı ifade eder. Bu sınırlı sayı ilkesi, hangi taleplerin bu özel korumadan yararlanıp yararlanamayacağı konusunda çeşitli tartışmaları beraberinde getirmektedir.Bu çalışma, Deniz Alacağı Kavramındaki Tartışmalı Kalemler Ve İçtihat Eğilimleri başlığında sağlanan hukuki metinler ışığında, deniz alacağı olup olmadığı en çok tartışılan kalemleri, bu tartışmaların kaynaklandığı kavramsal farklılıkları ve doktrin ile yargısal içtihatların hangi yönde şekillendiğini analiz etmeyi amaçlamaktadır.

Kavramın Çift Anlamlılığı: “Deniz alacağı” terimi, hem gemilerin ihtiyati haczine imkân veren alacakları (1999 Cenevre Konvansiyonu) hem de donatanın sorumluluğunu sınırlandırabileceği alacakları (1976 LLMC) ifade etmek için kullanılmaktadır. Ancak bu iki listedeki alacaklar birbiriyle tam olarak örtüşmemektedir, bu da uygulamada karışıklığa yol açmaktadır.

Parasal Olmayan Deniz Alacakları: Özellikle geminin mülkiyeti ve zilyetliğine ilişkin taleplerin “alacak” olarak nitelendirilmesi, Kıta Avrupası ve Türk hukuk sistematiğinde tartışmalıdır.

Gemi Alacağı ile Deniz Alacağı Ayrımı: Yeni TTK ile bazı alacakların “gemi alacağı” (gemi üzerinde kanuni rehin hakkı veren imtiyazlı alacak) statüsünden çıkarılıp yalnızca “deniz alacağı” olarak düzenlenmesi, özellikle yük ve bagaj hasarlarından doğan alacaklar için önemli bir statü değişikliği yaratmıştır.

Gemi Adamı Alacaklarının Kapsamı: Gemi adamının iş sözleşmesinden doğan her türlü talebinin deniz alacağı sayılıp sayılmayacağı, özellikle haksız fesih tazminatı gibi kalemler açısından en belirgin tartışma alanlarından biridir.

Haksız Fiilden Doğan Zararların Sınırı: Haksız fiilden kaynaklanan alacakların deniz alacağı sayılması kabul edilmekle birlikte, dolaylı zararlar, çevre zararları ve manevi tazminat taleplerinin bu kapsama girip girmediği tartışmalıdır.

1. Deniz Alacağı Kavramsal Farklılıklar ve Uluslararası Sözleşmelerden Kaynaklanan Uyumsuzluk

Deniz alacağı kavramının en temel tartışma kaynağı, farklı amaçlara hizmet eden uluslararası sözleşmelerde farklı içeriklerle tanımlanmasıdır.

İhtiyati Haciz ve Sınırlı Sorumluluk Ayrımı: Deniz alacağı’ terimi, deniz ticareti hukukunda iki farklı anlama sahiptir. Deniz alacağı bir yandan, donatanın sınırlı sorumluluğunu benimseyen sistemlerde, sınırlı sorumluluğun ileri sürülebileceği alacakları ifade eder, diğer yandan gemi haczini mümkün kılan alacaklar olduğunu belirtir. 1976 tarihli Deniz Alacaklarına Karşı Sorumluluğun Sınırlandırılması Hakkında Milletlerarası Konvansiyon ile 1952 tarihli Brüksel Konvansiyonu’nda belirtilen deniz alacakları tümüyle aynı değildir. Bu durum, bir alacağın donatanın sorumluluğunu sınırlandırmaya tabi bir “deniz alacağı” olmasına rağmen, ihtiyati haciz hakkı veren bir “deniz alacağı” olmayabileceği veya tersi bir durumun ortaya çıkabileceği anlamına gelir. Bu ikilik, hukuki öngörülebilirliği azaltan bir faktördür.

2. Gemi Alacağından Deniz Alacağına Statü Değişikliği

“Gemi alacağı” (maritime lien), sahibine gemi üzerinde kanuni bir rehin hakkı tanıyan ve gemi kimin elinde olursa olsun ileri sürülebilen çok güçlü bir haktır. Tüm gemi alacakları aynı zamanda bir deniz alacağıdır. Ancak yeni TTK, eski kanundan farklı olarak bazı alacakların bu imtiyazlı statüsünü kaldırmıştır. Bu durum, özellikle yük alacaklıları için önemli bir hak kaybı anlamına gelmektedir. Bir sözleşme sözleşmesi uyarınca gemide taşınan eşya ve bagaja gelen zararlar nedeniyle oluşan alacaklara ise gemi alacağı hakkı verilmemiş, bu alacaklar sadece deniz alacakları arasına alınmıştır. Ettk m.1235 f.1, b.7 uyarınca yük ve bagaj taşımadan kaynaklanan tazminat alacaklılarına da gemi alacaklısı hakkı tanınmış idi. Yeni TTK düzenlemesiyle gemi alacaklarının sayısı azaltılmış ve uluslararası düzenlemelere paralel olarak, bu istemler gemi alacağı olmaktan çıkarılmıştır. Bu durum, navlun sözleşmesinden kaynaklanan yük hasarı taleplerinin artık sadece bir “deniz alacağı” olduğunu, dolayısıyla gemi alacağının sağladığı güçlü teminattan mahrum kaldığını göstermektedir. Bu değişiklik, doktrinde en çok tartışılan ve eleştirilen konulardan biridir.

3. Gemi Adamı Alacaklarının Sınırlarının Belirlenmesi

TTK m. 1352/1-(a) uyarınca gemi adamlarının iş sözleşmesinden doğan alacakları bir deniz alacağıdır. Ancak “iş sözleşmesinden doğan alacak” ifadesinin neleri kapsadığı en pratik ve tartışmalı konulardandır. Şayet iş sözleşmesine Türk hukukunun uygulandığı tespit edilirse, duruma göre Deniz İş Kanunu veya Türk Borçlar Kanunu’na göre doğacak aylık ücret, fazla mesai ücreti, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı… gibi her türlü alacak düzenleme kapsamına girer. Buna mukabil, Türk Borçlar Kanunu’nun 434’üncü maddesinde düzenlenen fesih tazminatı… maddî ve manevi tazminat taleplerinin gemi alacaklısı hakkı ve deniz alacağı düzenlemelerinin dışında kaldığı kabul edilmelidir. Zira bu alacaklar, doğrudan bir iş görme ediminin ivazı niteliğinde değildir. Keza, iş sözleşmesine gemi adamı lehine kararlaştırılmış olan cezai şart düzenlemeleri de… gemi alacaklısı hakkı ve deniz alacağı kapsamında değerlendirilmemelidir. Bu yoruma göre, doğrudan iş görme ediminin karşılığı olan ücret ve benzeri alacaklar deniz alacağı sayılırken, sözleşmenin haksız feshinden doğan tazminatlar veya cezai şart gibi yan edimler bu kapsamın dışında tutulmaktadır. Bu ayrım, gemi adamlarının hangi alacakları için gemiyi haczettirebileceği konusunda kritik bir filtre görevi görmektedir ve uygulamada sıkça uyuşmazlığa konu olmaktadır.

4 Haksız Fiilden Doğan Alacakların Kapsamı

Geminin işletilmesiyle ilgili haksız fiillerden doğan zararların tazmini talepleri de birer deniz alacağıdır. Ancak, hangi tür zararların bu kapsama gireceği tartışmalıdır. Buradaki zarar kavramı, doğrudan maddi zararları ifade etmektedir. Dolaylı zararlar, çevre zararları ve manevi zaralar bu kapsama girmez. Bu yorum, özellikle büyük deniz kazalarında ortaya çıkan dolaylı ekonomik kayıpların, çevresel rehabilitasyon masraflarının veya manevi tazminat taleplerinin, TTK m. 1352 kapsamındaki deniz alacağı korumasından yararlanamayacağı anlamına gelmektedir. Bu durum, özellikle çevre hukuku ve tazminat hukukunun gelişimiyle birlikte, kanunun lafzının güncel ihtiyaçlara cevap verip vermediği konusunda ciddi bir tartışma yaratmaktadır.

Sonuç

Sağlanan kaynaklar ışığında, “deniz alacağı” kavramının durağan ve net sınırlara sahip olmadığı, aksine dinamik ve tartışmalı bir alan olduğu görülmektedir. Tartışmaların temelinde; Kavramın ihtiyati haciz ve sınırlı sorumluluk bağlamında farklı anlamlar taşıması, Türk hukuk sistematiğine yabancı olan parasal olmayan taleplerin “alacak” olarak nitelendirilmesi, Kanun koyucunun bilinçli tercihiyle bazı alacakların imtiyazlı “gemi alacağı” statüsünün kaldırılarak sadece “deniz alacağı” sayılması, Gemi adamı alacakları ve haksız fiil tazminatları gibi kalemlerin kapsamının dar yorumlanma eğilimi yatmaktadır.

İçtihatların ve doktrinin eğilimi, TTK m. 1352’deki listenin sınırlı sayı (numerus clausus) ilkesi gereğince katı ve dar yorumlanması yönündedir. Özellikle alacağın niteliğinin şüpheli olduğu durumlarda, talebin deniz alacağı kapsamı dışında bırakılmasına yönelik bir eğilim gözlemlenmektedir. Bu durum, bir yandan deniz ticaretindeki kredi ve finansman güvenliğini sağlamayı amaçlarken, diğer yandan bazı hak sahiplerinin alacaklarını teminat altına alma imkanını kısıtlamaktadır. Bu nedenle, bir talebin deniz alacağı niteliği taşıyıp taşımadığı, her somut olayın özelliklerine göre titizlikle değerlendirilmesi gereken, deniz hukukunun en karmaşık ve çekişmeli konularından biri olmaya devam etmektedir. Bir makale önerisi.

Neden Tuzla Avukat Desteği Gerekli?

Deniz alacağı, gemi üzerinde ihtiyati haciz hakkı tanıması nedeniyle deniz ticareti hukukunda büyük öneme sahiptir. Ancak Türk Ticaret Kanunu’nda sınırlı sayıda düzenlenen bu alacak türünün kapsamı, uygulamada sıkça tartışmalara yol açmaktadır. “Deniz alacağı” kavramı hem ihtiyati hacze konu olabilen hem de donatanın sorumluluğunu sınırlandırabileceği alacakları ifade eder; bu iki kapsam örtüşmediğinden hukuki yorumda dikkatli olunmalıdır. Gemi alacağı ile deniz alacağı arasındaki farklar, yük hasarları ve gemi adamı alacakları gibi alanlarda hak kaybı doğurabilecek statü değişikliklerine yol açabilir. Ayrıca çevre zararları ve manevi tazminat gibi kalemlerin deniz alacağı sayılıp sayılmadığı da tartışmalıdır.

Bu gibi teknik ve yoruma açık konularda hatalı hukuki değerlendirmeler ciddi sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle, deniz hukuku uygulamalarının yoğun olduğu bölgelerde Tuzla avukat, Pendik avukat, Kartal avukat, Gebze avukat, Çayırova avukat, Maltepe avukat, Orhanlı ve Tepeören avukat gibi ticaret hukuku alanında uzman avukatlardan profesyonel destek alınması, hem hak kayıplarını önlemek hem de sürecin TTK’ya uygun şekilde yürütülmesini sağlamak açısından büyük avantaj sağlar.

Read More