Yaptığı bir açıklama nedeniyle kişi hakkında başlatılan soruşturmanın cezasızlıkla sonuçlanması, ifade özgürlüğü hakkının ihlalini engellemez.

AİHM’e göre Yaptığı bir açıklama nedeniyle kişi hakkında başlatılan soruşturmanın cezasızlıkla sonuçlanması, ifade özgürlüğü hakkının ihlalini engellemez. Çünkü gelecekte benzer bir soruşturmaya uğrama korkusu, kişi üzerinde düşüncelerini açıklama konusunda caydırıcı etki yapar.

İfade özgürlüğüne yönelik adli veya idari soruşturma başlatma ya da başka bir tedbir uygulama şeklinde gerçekleşen bir müdahalenin usul veya esastan ya da fiili durumdan kaynaklanan bir sebepten dolayı takipszilik veya beraat gibi bir kararla cezasızlıkla sonlandırılmış olması, tek başına AİHS’in 10. maddesinin ihlaline engel olmaz. Çünkü doğrudan bir etki doğurmayan, ancak ifade özgürlüğünü kullanan kişi üzerinde gelecekte bir soruşturmaya uğrama, başka bir tedbir veya yaptırıma maruz kalma tehdidi oluşturan ve bu nedenle kişinin davranışlarını ileriye dönük değiştirici veya sınırlayıcı etki doğuran her türlü soruşturma/tedbir müdahale olarak kabul edilmektedir. Zira gelecekte aynı veya benzeri bir müdahalenin yeniden başlatılması ihtimalinin bulunması bile tek başına kişi üzerinde caydırıcı etki (chilling effect) yapar.

Bu nitelikte bir korku veya kaygı nedeniyle kişi bir daha aynı soruşturmaya, engelleyici tedbire veya başka bir yaptırıma maruz kalma riskine girmemek için kendi bilgi ve düşüncelerini ifade etme, yayma konusunda kendisini sınırlamaya veya değiştirmeye zorlayacağı açıktır. Dolayısıyla uygulanan adli/idari soruşturma veya tedbirin sonuçsuz kalması veya verilen cezanın kaldırılmış olması ifade özgürlüğüne yönelik müdahalenin olumsuz sonuçlarını ortadan kaldırmaya ve dahası ifade özgürlüğü hakkının ihlalini engellemeye yeterli olmaz. (Bkz.Altuğ Taner Akçam/Türkiye, 2011, pr.68; Aktan/Türkiye, pr.27-28;Döner ve Diğerleri/Türkiye, 2007, pr.86-89;Gülcü/Türkiye, 2016, pr.99)

İfade Özgürlüğü Hakkı Bireysel Başvurularında Neden Uzman Avukat Desteği Gerekli?

İfade özgürlüğüne yönelik bir müdahaleyi AYM veya AİHM önünde başarıyla ortaya koymak, sadece mağduriyeti anlatmakla sınırlı değildir. Başarılı bir bireysel başvuru için şu unsurlar gereklidir:

Somut olay ile müdahale arasında hukuki bağın kurulması, Soruşturma veya tedbirin birey üzerindeki caydırıcı etkisinin açık biçimde ispatı, AİHM ve AYM içtihatlarına uygun teknik dilekçe hazırlığı, Olayın içeriğiyle örtüşen önceki ihlal kararlarının doğru sunulması

Bu süreç, ciddi hukuki analiz ve deneyim gerektirir. Uzman bir avukat, yalnızca olayın anlatımını değil, olayın ifade özgürlüğü açısından neden ihlal oluşturduğunu hukuk diliyle etkili biçimde açıklar. Nitekim, özellikle ifade özgürlüğü başvurularında başarı şansı, uzman avukatın desteğiyle hazırlanmış bireysel başvurularda çok daha yüksektir. Aksi takdirde, haklı bir şikâyet, teknik eksiklik veya yanlış hukuki değerlendirme nedeniyle reddedilebilir.

Read More

Gerekçeli Karar Hakkı Adil Yargılanmanın Temel Unsurudur : Gerekçe, nihai mahkeme kararının arka planını gösteren bir ayna vazifesi görür.

Gerekçeli karar, nihai mahkeme kararının arka planını gösteren bir ayna vazifesi görür. Çünkü gerekçe adaletin düzgün bir şekilde yerine getirildiğini görünür kılar. Dahası gerekçe, yargılamada keyfiliği önler ve kararın denetimini mümkün kılar.

Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma hakkının tartışmasız bir gereğidir. Çünkü gerekçe adaletin düzgün bir şekilde yerine getirildiğini görünür kılar. AİHM de gerekçeli karar hakkını Sözleşme’nin 6/1. fıkrasında düzenlenen hakkaniyete uygun yargılanma hakkının zımni unsurları arasında kabul etmekte ve mahkemelerin kararlarını gerekçeli olarak vermeleri gerektiğini özellikle vurgulamaktadır.(Ruiz Torija/İstanya, 1994, pr.29; Higgins ve Diğerleri/France, 1998, pr.42)

  Gerekçeli karar hakkında geçen “gerekçe” ifadesini uyuşmazlığın çözümü olarak ortaya konulan nihai kararın arka planını gösteren bir ayna olarak nitelendirebiliriz. Dahası gerekçe hem taraflar açısından hem de kamu açısından kararın meydana geliş sürecine ışık tutar. Çünkü ideal bir gerekçe uyuşmazlığın ve uyuşmazlığa konu olguların ne şekilde nitelendirildiğini, verilen kararın hangi nedenlere ve hangi düzenlemelere dayandığını gösterir. Uyuşmazlığa konu maddi olgular ile verilen karar arasında mantıksal bağlantıyı akla, hukuka ve dosya içeriğine uygun olarak kuran hukuki değerlendirmeleri içerir. Gerekçe taraflara iddialarının dinlendiğini gösterir. Bu özellikleri taşıyan bir gerekçe o kararın daha adil olmasını sağlar. Kararın adil olması da dava taraflarını ve kamuyu tatmin eder. Bunların yanında gerekçe, yargılamada keyfiliği önler ve kararın denetimini mümkün kılar. (Suominen / Finlandiya, 2003, pr.36‑37)

  Diğer taraftan bir gerekçede genel ve basmakalıp ifadelerin yer alması, varılan neticenin hukuki/yasal dayanaklarının gösterilmemesi, maddi olgular ile karar arasında nedensellik bağlantısının kurulmaması, sunulan delillerin hangi gerekçelerle kabul edilmediğinin belirtilmemesi gibi hallerde gerçek, yeterli ve tatmin edici bir gerekçesinin varlığından bahsedilemez. (Buzescu/Romanya, 2005, pr.67; Ruiz Torija/İstanya, 1994, pr.30)

AYM ve AİHM Başvurularında Neden Uzman Avukat Desteği Gerekli?

Gerekçesiz veya yetersiz gerekçeli mahkeme kararları, hem Anayasa Mahkemesi (AYM) hem de AİHM önünde bireysel başvuruya konu olabilecek ciddi bir hak ihlali oluşturur. Ancak bu tür başvuruların başarıya ulaşabilmesi için: İhlalin açık biçimde tespit edilmesi, AİHM ve AYM içtihatlarına uygun hukuki bir yapı kurulması, Dosyadaki eksikliklerin ve çelişkilerin etkili şekilde ortaya konulması gerekir.

Bu da ancak bireysel başvuru konusunda deneyimli bir avukatın profesyonel desteğiyle mümkündür. Aksi hâlde başvuru, şekli eksiklikler veya yetersiz gerekçelendirme nedeniyle reddedilebilir.

Uzman avukat; Hak ihlaline konu kararı teknik yönden analiz eder, Delil ve gerekçe ilişkisini kurarak başvuruyu yapılandırır, Gerekçesizliğin ne şekilde adil yargılanma hakkını zedelediğini etkili biçimde sunar. Bu nedenle, özellikle gerekçeli karar hakkına yönelik ihlallerde bireysel başvuru yapmadan önce, alanında uzman bir avukatla çalışmak, başvurunun kabul edilebilirliği ve başarısı açısından kritik öneme sahiptir.

Read More

Mahkeme harcına ilişkin adli yardım talebinin, yalnızca avukatla temsil gerekçesiyle reddedilmesi, mahkemeye başvuru hakkını ihlal eder. -Bireysel Başvuru

Mahkeme harcına ilişkin adli yardım talebinin yalnızca kişinin avukatla temsil edildiği gerekçesiyle reddedilmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin güvence altına aldığı mahkemeye erişim hakkının ihlali anlamına gelir. Bu tür bir değerlendirme, adil yargılanma hakkının özünü zedelemekte ve kişilerin ekonomik durumları araştırılmadan yapılmaktadır.

Adli yardım taleplerinin, başvurucunun bir avukatla temsil edilmesi nedeniyle reddedilmesi, genellikle şu varsayıma dayanmaktadır: “Avukatı olan bir kişi mali durumu elverişli kişidir.” Ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) bu varsayımı hukuki olarak geçerli görmemekte, yalnızca avukatla temsil edilmenin başvurucunun ödeme gücüne karine oluşturamayacağını açıkça belirtmektedir. Bu bağlamda, AİHM içtihatlarına göre, kişilerin mali durumu değerlendirilmeden yapılan her red kararı, mahkemeye erişim hakkını ihlal eder.

Gerçek yaşamda, bir kişi tanıdığı bir avukattan hatır için yardım alabilir, akrabalık nedeniyle ücret ödemeden vekalet verebilir ya da avukatlık ücretinin davanın sonucuna göre ve yalnızca davanın sonunda ödenmesini kararlaştırmış olabilir. Bu gibi durumlarda kişinin avukatla temsil ediliyor olması, mali olanaklara sahip olduğu anlamına gelmez. Dolayısıyla mahkemelerin, sırf vekil aracılığıyla başvuru yapıldığı gerekçesiyle adli yardım talebini reddetmesi, kişi hak ve özgürlüklerine aykırı düşmektedir.

Bu husus, AİHM’in Mehmet ve Suna Yiğit/Türkiye (2007), Kaba/Türkiye (2011) ve Bakan/Türkiye (2007) kararlarında açıkça vurgulanmıştır. İlgili davalarda, mahkemeye erişim hakkı, sadece avukatla temsil gerekçesiyle adli yardımın reddedilmesi nedeniyle ihlal edilmiş kabul edilmiştir.

Bireysel Başvurularda Neden Uzman Avukat Desteği Gerekli?

Bireysel başvuru, Anayasa Mahkemesi ya da AİHM nezdinde hak arama sürecinin en hassas aşamalarından biridir. Bu süreçte;

  • Başvurunun kabul edilebilirliğine ilişkin teknik kriterler,
  • Önceki içtihatlarla uyumlu bir hukuki argümantasyon,
  • Delil ve olayların etkin sunumu

gibi konular uzmanlık gerektiren hassas başlıklardır. Eksik veya hatalı yapılan başvurular, şekli nedenlerle reddedilme riski taşır ve kişinin hak arama süreci ciddi şekilde zarar görür.

Özellikle adli yardım, makul süre, ifade özgürlüğü, mülkiyet hakkı ve adil yargılanma hakkı gibi karmaşık hukuki alanlarda, uzman bir avukatın yönlendirmesi olmadan yapılan bireysel başvurular genellikle başarısızlıkla sonuçlanmaktadır. Çünkü AİHM ve Anayasa Mahkemesi, yalnızca mağduriyet değil, hukuki değerlendirme ve dayanakların açıkça ortaya konulmasını da şart koşar. Bu nedenle, bireysel başvuruların hukuki gerekçelerle desteklenmesi, delillerin etkili sunulması ve önceki içtihatlarla uyumlu bir şekilde hazırlanması için alanında uzman bir avukatın desteği vazgeçilmezdir.

Read More

Bir hukuk veya ceza davasının karmaşıklığının kabulü, yargılama makamlarının o davadaki özensiz ve ihmali tutumlarından kaynaklı yargılamanın uzamasına meşruluk kazandırmaz.

Adil yargılanma hakkı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesi kapsamında korunan temel bir haktır. Bu hakkın ayrılmaz bir parçası ise “makul sürede yargılanma” ilkesidir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), bu ilkeyi ihlal eden durumlarda devletleri sorumlu tutmakta ve önemli içtihatlar geliştirmektedir.

AİHM’in yerleşik içtihadına göre, bir davanın karmaşık olması, yargılamanın aşırı şekilde uzamasını otomatik olarak haklı çıkarmaz. Mahkeme, davanın teknik veya hukuki olarak zorlayıcı olmasını dikkate almakla birlikte, yargı makamlarının özensiz, yetersiz ve ihmalkâr tutumları nedeniyle yaşanan gecikmeleri kabul etmemektedir. Yani karmaşıklığı tek başına gerekçe olarak kabul etmemektedir.

Örneğin AİHM, “Adiletta ve Diğerleri/İtalya (1991)”, “Akdemir ve Evin/Türkiye (2015)”, “Süleyman Ege/Türkiye (2013)”, “Kudra/Hırvatistan (2012)” ve “Oyal/Türkiye (2010)” kararlarında, davanın karmaşıklığı gerekçesinin makul sürenin aşılmasını açıklamakta yetersiz kaldığını açıkça belirtmiştir.

Yargılama makamları, karmaşık olduğunu kabul ettikleri bir davada bile dosyanın uzun süre işlem görmeden beklemesine neden oluyorsa, bu durum yargı organlarının özensizliği olarak değerlendirilir. Yani, sadece dava karmaşık diye aylarca veya yıllarca işlem yapılmaması, makul süre ilkesinin açık ihlali anlamına gelir.

AİHM’e göre, yargılama süresindeki gecikmelerin açıklanabilmesi için; Dava karmaşıklığı ile yargı sürecindeki gecikme arasında gerçek bir bağ bulunmalı, Mahkemelerin süreci etkin ve dikkatli şekilde yönetmiş olması gerekir.Bu unsurlar yoksa, karmaşıklık savunması geçersizdir ve başvurucunun adil yargılanma hakkı ihlal edilmiş sayılır.


Bireysel Başvurularda Neden Uzman Avukat Desteği Gerekli?

Yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması, bireysel başvuruya konu edilebilecek önemli ihlallerden biridir. Ancak bu ihlalin Anayasa Mahkemesi veya AİHM önünde kabul edilebilmesi için: Somut verilerle desteklenmiş bir zaman çizelgesi, Gecikmenin dava karmaşıklığıyla açıklanamayacağını ortaya koyan hukuki analiz, Yargı mercilerinin ihmalini gösteren belgeler gibi teknik detaylar hukuki uzmanlık gerektirir.

Uzman bir avukat; Süreci baştan sona analiz eder, AİHM ve AYM içtihatlarına uygun dilekçeler hazırlar, Hak ihlalini etkili biçimde ortaya koyar. Aksi halde, haklı olduğunuz bir durumda bile başvurunuz “yetersiz delil” veya “şekli eksiklik” nedeniyle reddedilebilir. Bu da telafisi imkânsız bir hak kaybına neden olabilir. Bu nedenle, makul sürede yargılanma hakkı gibi teknik konularda bireysel başvuru yapmadan önce alanında uzman bir avukattan hukuki destek almak, başvurunun başarı şansını ciddi oranda artırır.

Read More

Bir davayla ilgili yazılı-görsel basında yer alan haberlerin, karşıt/düşmanca bir kampanyaya dönüşmesi “tarafsız mahkemede yargılanma hakkı” ve “masumiyet karinesi”nin ihlalini gündeme getirir.

Tarafsız Mahkemede Yargılanma Hakkı ve Masumiyet Karinesi, Medya Baskısıyla Nasıl İhlal Edilir?

Bir davayla ilgili yazılı-görsel basında yer alan haberlerin, karşıt/düşmanca bir kampanyaya dönüşmesi “tarafsız mahkemede yargılanma hakkı” ve “masumiyet karinesi”nin ihlalini gündeme getirir. Bir ceza davasına konu suçun özel niteliği veya özel hukuk uyuşmazlığının önemi veyahut davanın taraflarının konumu ve sıfatı ya da herhangi bir nedenden dolayı basının o davaya yoğun bir ilgisi olabilir. Ancak basının yoğun ilgisi bazı durumlarda kamuoyunu ve davaya bakacak yargıçları da etkileyecek şekilde karşıt bir kampanyaya dönüşebilir. Böyle bir karşıt ve düşmanca kampanya yargılamanın adilliğini ihlal edebilir. AİHM de Sözleşme kurumlarının içtihadına göre, şiddetli bir basın kampanyasının bazı durumlarda kamuoyunu etkileyerek yargılamanın adilliğine zarar verebileceğini belirtmektedir. Çünkü kampanyaya dönüşen haberlerin yargıçlar üzerinde oluşturacağı baskı onların uyuşmazlığı çözüme kavuşturma noktasındaki tercihlerini değiştirebilir. Dahası basının karşıt kampanyasıyla kamuoyu nezdinde o davayla ilgili oluşturulan algı veya kanaatin aksine bir kararın neden olacağı toplumsal tepki yargıçlar üzerinde baskı ve çekincelere yol açabilir. Böylelikle, karşıt/düşmanca bir basın kampanyası, 6/1. fıkrası uyarınca mahkemenin tarafsızlığına ve 6/2. fıkrası uyarınca masumiyet karinesine etki etme riski taşımaktadır.(Bkz.Craxi/İtalya, 2003, No.1, pr. 96-108 ; Priebke/İtalya (k.k.), no. 48799/99, 5 Nisan 2001, yayınlanmamış; D’ Urso ve Sgorbati / İtalya (k.k.), No. 52948/99, 3 Nisan 2001, yayınlanmamış; Del Giudice / İtalya (k.k.), No. 42351/98, 6 Temmuz 1999, yayınlanmamış). Bir kitap önerisi.

Neden Tuzla Avukat Gerekli?

Yargılamanın adilliği tehlikeye girdiğinde, özellikle medyada tartışılan davalarda profesyonel bir hukuki temsil büyük önem taşır. Tuzla avukat, Orhanlı avukat, Aydınlı avukat, Tepeören avukat, Gebze avukat, Çayırova avukat ve Şekerpınar avukat gibi bölgelerde görev yapan deneyimli hukukçular; yerel dinamikleri ve basının etkisini gözeterek, hem müvekkil haklarını hem de yargı sürecinin tarafsızlığını koruma noktasında etkin rol oynar.

Bu nedenle, karşıt medya kampanyalarının gölgesinde yürütülen davalarda, yalnızca savunma yapmak değil; kamuoyunu ve mahkeme heyetini doğru yönlendirebilecek bir strateji geliştirmek de uzman avukatların görev tanımı içine girmektedir. Özellikle Tuzla’da uzman ceza avukatı veya medya-iletişim hukuku konusunda tecrübeli avukatlarla çalışmak, haklarınızın zarar görmesini önleyecek en etkili adımdır.

Read More

Mahkûmiyet kararını veren hakimin soruşturma aşamasında sanığın tutukluluğuna da karar vermiş olması, “tarafsız mahkemede yargılanma hakkı”nı ihlal eder mi?

Yargılamayı yapan ve mahkumiyet kararını veren hakim, aynı zamanda o davanın soruşturma aşamasında “sanığın tutukluluğuna veya sanıkla ilgili çeşitli usulü tedbirlere” karar veren kişi olabilir. AİHM’e göre, bir yargıcın soruşturma döneminde sanıkla ilgili tutuklama veya başka soruşturma tedbiri kararı vermiş olması, tek başına ve kendiliğinden o yargıcın objektif tarafsızlığı konusundaki kaygıları haklı kılmaz. Çünkü bir yargıcın tutuklamaya karar verirken cevaplaması gereken sorular ile yargılama sonunda hüküm verirken cevaplaması gereken sorular farklıdır. Yargıç, tutuklama veya başka bir tedbire karar verirken kolluk veya savcılığın ileri sürdüğü suç şüphesi sebeplerinin ilk bakışta bulunup bulunmadığını belirlemek amacıyla dosyadaki delilleri kısaca değerlendirmektedir. Yargılamanın sonunda ise, yargıç mahkemeye sunulmuş ve mahkeme önünde tartışılmış delillerin, sanığın suçunun sabit olduğuna karar vermek için yeterli olup olmadığını ayrıntılı olarak değerlendirmek zorundadır. Bu bağlamda suç şüphesinin tespiti ile suçluluğun tespiti farklı şeylerdir. Burada yargıç suç şüphesinin tespitinden öteye geçerek, kişinin isnat edilen suçu işlediğine dair değerlendirmeler yapması ve bunu kararda ifade etmesi halinde yargıcın objektif tarafsızlığı konusundaki kuşku haklı görülebilir. Zira bu durum, yargıcın suç şüphesi altında bulunan kişinin suçluluğu konusunda ikna olması ve görüşünü önceden açıklaması anlamına gelmektedir. Yargıç hüküm verirken çözmesi gereken meseleyi, tutuklama kararı verirken çözmüş olmaktadır. Yani tutuklama gerekçesi ile mahkûmiyet gerekçesi arasındaki fark kalkmaktadır. Böylece sanığın, Sözleşme’nin 6/1. fıkrasındaki tarafsız mahkemede yargılanma hakkı ihlal edilmiş olur.(Karakoç ve diğerleri/Türkiye, 2002, pr.59-60; Nortier/Hollanda, 1993, pr. 35) Kitap önerisi.

Neden Tuzla Avukat Görüşü gerekli?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), sanığın hem soruşturma hem de kovuşturma aşamasında aynı yargıç tarafından değerlendirilmesinin objektif tarafsızlık ilkesine aykırılık teşkil edip etmediğini belirlerken dikkatli bir denge kurmaktadır. Sanığın tutuklanmasına karar veren yargıcın, aynı dosyada daha sonra hüküm vermesi her durumda ihlal anlamına gelmez. AİHM’e göre, yargıcın soruşturma aşamasında verdiği kararlar yalnızca “ilk bakışta suç şüphesi” değerlendirmesidir. Oysa yargılama sonunda verilecek karar, kapsamlı ve çelişmeli bir delil değerlendirmesine dayanmalıdır.

Ancak bu ayrım her zaman yeterli olmayabilir. Eğer yargıç, tutuklama kararında kişinin suçlu olduğuna dair kanaatini açıkça belirtirse, bu durum yargılamada tarafsız kalamayacağını gösterebilir. Zira tutuklama kararı için gerekli olan “kuvvetli suç şüphesi” ile mahkûmiyet için gerekli olan “her türlü şüpheden uzak ispat” standardı birbirinden farklıdır. Bu fark gözetilmeden hareket edilirse, mahkemenin tarafsızlığı zedelenmiş olur.

Örneğin AİHM’in Karakoç ve Diğerleri/Türkiye ve Nortier/Hollanda kararlarında, aynı yargıcın hem tutuklama hem de mahkûmiyet kararına imza atması, yargılamanın tarafsızlığına ilişkin ciddi şüphe doğuracak şekilde değerlendirilmiştir.

Bu gibi davalarda, Tuzla avukat, Pendik avukat, Kartal avukat, Maltepe avukat, Gebze avukat, Tepeören avukat, Orhanlı avukat, Aydınlı avukat ve Çayırova avukat gibi ceza yargılaması ve insan hakları hukuku alanında uzman bir avukattan destek almak, adil yargılanma hakkının korunması açısından büyük önem taşır.

Read More

Kesinleşmiş bir mahkeme kararının gereğinin yerine getirilmemesi mahkemeye başvuru hakkını ihlal eder.

Kesinleşmiş bir mahkeme kararının gereğinin yerine getirilmemesi mahkemeye başvuru hakkını ihlal eder. Mahkemeye başvuru hakkı, nihai ve bağlayıcı hale gelmiş yargısal kararların yerine getirilmesini de kapsar. Çünkü nihai ve bağlayıcı bir yargı kararının gereğinin yerine getirilmesi zorunluluğu Sözleşme’nin 6/1. fıkrasında değinilen “yargılamanın” bütünleyici ve ayrılmaz bir parçasıdır. AİHM’e göre, mahkemeye başvuru hakkının, sadece bir mahkemeye erişim ve yargılamanın yürütülmesi ile ilgili olarak yorumlanması ve yargılama sonucu verilen kararın uygulanmasının kapsam dışı tutulması, Sözleşmeci Devletlerin Sözleşmeyi onaylarken saygı göstermeyi ve uymayı taahhüt ettikleri hukukun üstünlüğü ilkesiyle bağdaşmayan durumlara yol açması muhtemeldir. Bu doğrultuda kişinin medeni hakları açısından sonucu belirleyici olan bir davada verilen nihai kararın, o kişinin aleyhine olacak şekilde yerine getirilmemesi, Sözleşme’nin 6/1. fıkrasında korunan “mahkemeye başvuru hakkını” işlevsiz hale dönüştürmektedir. Dahası nihai mahkeme kararının yerine getirilmesi zorunluluğu, mahkemeye başvuru hakkının sadece soyut ve teorik planda değil aynı zamanda pratikte de etkili kılmanın açık bir göstergesini oluşturmaktadır. Dolayısıyla Sözleşme’nin 6/1. fıkrası, mahkemeden alınan kararın yerine getirilmesine yönelik meşru bir beklentiyi net olarak korumaktadır.  (Hornsby/Yunanistan, 1997, 38-42; Bourdov /Rusya, 2002, pr.33-38; Kravchenko/Rusya, 2009; Marini/Arnavutluk, 2007, pr.22; Apostol/Gürcistan, 2007, pr.54. )

Devlet, kendi aleyhine verilen kararın gereğinin yerine getirilmesi için lehine karar verilen kişiye ekstra külfetler yükleyemez. Yine devlet kendi kurumları aleyhine verilen kesinleşmiş bir mahkeme kararındaki borcunu ifa etmemek için ekonomik güçsüzlüğünü veya diğer kaynak yokluğunu mazeret olarak ileri süremez. Yani devlet mali imkansızlığa veya kaynak yetersizliğine dayanamaz. Böyle bir mazeret kaçınılmaz olarak mahkemeye başvuru hakkını ihlal eder. (Immobiliare Saffi / İtalya [BD], 1999, pr.74; Bourdov /Rusya, 2002, pr.35)

Read More

667 sayılı KHK’nın 9.  ve 668 sayılı KHK’nın 37. maddeleri ile hakim-savcılara dokunulmazlık zırhı getirilmesinin, silahlarda eşitlik ilkesine aykırılık açısından değerlendirilmesi

Silahlarda eşitlik ilkesinin ihlalinin önemli bir görünüş şekli, ceza davası sürecinde yapılan yasal değişikliklerle ilgilidir. Zira suç isnadıyla başlatılan soruşturmalarda ve açılan ceza davalarında, geriye dönük olarak uygulanacak usulü yasal değişikliklerin yapılması silahların eşitliği ilkesine aykırılık oluşturabilir. Yapılan yasal değişiklikler, yargılama makamlarının lehine, sanık aleyhine sonuçlar doğuracak nitelikte olmalıdır. Örneğin, yargılama başladıktan sonra yargılamada görev alan savcı, hâkim gibi kişilerin hukuki, idari, mali ve cezai yönden tam sorumsuz olduklarına dair dokunulmazlık zırhı getiren bir yasal düzenlemenin yapılması, sanığı o yargılamada dezavantajlı bir duruma düşürecektir. Böyle bir durumda silahların eşitliğinden ve dolayısıyla hakkaniyete uygun bir yargılamadan bahsedilemez. Ancak yasal düzenlemenin yargılama başlamadan yapılması veya değişiklik için zorlayıcı bir kamu yararının mevcut olması ya da değişikliğin sanık için öngörülebilir olması durumlarında, silahların eşitliği ilkesinin ihlali söz konusu olmayabilecektir.

2016 yılı içerisinde ilan edilen OHAL kapsamında yürürlüğe giren 667 ve 668 sayılı OHAL KHK’larında silahların eşitliği ilkesine aykırılık teşkil edecek bazı hükümlere yer verilmiştir. Bu bağlamda, 667 sayılı OHAL KHK’nın 9. maddesinde “Bu kanun hükmünde kararname kapsamında karar alan ve görevleri yerine getiren kişilerin, bu görevleri nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu doğmaz” şeklinde ve 668 sayılı KHK’nın 37. maddesinde “…. kanun hükmünde kararnameler kapsamında karar alan ve görevleri yerine getiren kişilerin bu karar, görev ve fiilleri nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu doğmaz” şeklinde yargılama yapan hakimleri, iddia makamındaki savcıları da içine alacak şekilde hukuki, cezai, idari ve mali açıdan sorumsuzluk getirilmiştir. Bu maddelerde yargıçlara ve savcılara, darbe teşebbüsü ve terör suçları yargılamalarında bir dokunulmazlık zırhı verilmiştir. Başka bir ifadeyle OHAL’in konusu ile ilgili yargılamalarda, yargıç ve savcıların, görevleri süresince her türlü kusur, ihmal veya kasıtlı davranışları, hukuki, idari, mali ve özellikle cezai açıdan yaptırımsız kalmıştır. İsnat edilen suça ilişkin olayların meydana gelmesinden sonraki bir tarihte, yargıç ve savcıları da kapsayacak şekilde getirilen yasal dokunulmazlık zırhı ile, OHAL’e konu davalarda yargılanan sanıkların dezavantajlı bir duruma düşürüldüğü açıktır. Zira mutlak sorumsuzluk zırhı ile donatılan yargılama makamları karşısında sanığın konumunun iddia makamı ile eşit şartlarda olduğu söylenemez. Kaldı ki, mutlak sorumsuzluk zırhı bulunan yargıç ve savcıların, objektif tarafsızlığı konusunda da sanıkta kaygı oluşturmaması ve bu kaygı-korkunun üçüncü kişiler açısından objektif olarak haklı görülmemesi düşünülemez. Dahası mutlak sorumsuzluk zırhına sahip bir yargıçtan, adil bir yargılama beklenmesi ve yargıcın objektif tarafsızlığı konusunda sanıkta güven uyandırması hayatın olağan akışına aykırıdır. Sanığın, silahlarda eşitlik ilkesi ve yargıçların objektif tarafsızlığı konusunda duyduğu endişe makul ve haklı olacaktır.

anahtar kelimeler : silahların eşitliği ilkesi, adil yargılanma hakkı, OHAL KHK’ları, 667 sayılı KHK madde 9, 668 sayılı KHK madde 37, hâkim savcı dokunulmazlığı, ceza yargılamasında eşitlik, mutlak sorumsuzluk, objektif tarafsızlık ilkesi, sanık hakları, geriye dönük yasal değişiklikler, hukuki sorumsuzluk yargı, KHK ile adil yargılanma ihlali, OHAL döneminde yargı bağımsızlığı

Read More

Ceza soruşturmasında takipsizlik kararı verilmesi, kişinin ifade özgürlüğü temelinde bireysel başvuruda bulunabilmesi için gereken mağdur statüsünü ortadan kaldırmaz.

Av.Meryem Günay, Av.Dr. Mehmet Günay

Ceza soruşturmasında takipsizlik kararı verilmesi, bireyin ifade özgürlüğü temelinde bireysel başvuruda bulunabilmesi için gereken mağdur statüsünü ortadan kaldırmaz. Genel olarak, bir bireyin ifade özgürlüğü hakkının ihlal edildiği iddiasıyla başvuruda bulunabilmesi için, o kişinin bu hakka yönelik gerçek bir tehdit veya müdahaleye maruz kalmış olması gerekmektedir. Bir ceza soruşturmasında takipsizlik kararı alınması, bu tehdidin veya müdahalenin varlığını doğrulayabilir. Çünkü böyle bir soruşturma kişinin kendisinde ciddi stres ve kaygı yaratabilir, profesyonel aktivitelerini gölgeleyebilir ve önemli ölçüde kısıtlayabilir.

Örneğin, hükümetin bir başvuranın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 34. maddesi anlamında mağdur statüsüne sahip olmadığını iddia etmesi ve savcılığın başvurana karşı herhangi bir ceza davası açmaması, başvuranın mağdur statüsünü otomatik olarak ortadan kaldırmaz. Başvuran, ifade özgürlüğü hakkını kullanması nedeniyle soruşturmaya tabi tutulmuş ve yargılanma tehdidi altında kalmış olabilir. Yargılama tehdidi özellikle Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 301. maddesi gibi hassas ve tartışmalı maddeler söz konusu olduğunda daha da önem kazanır ve kişinin bu gibi hükümlerden doğrudan etkilenme riski artar. Diğer bir anlatımla bir kişi, bir yasa tarafından gerektirilen davranışını değiştirmek zorunda kaldığında veya yargılanma riski taşıdığında, bu yasanın haklarını ihlal ettiğini iddia edebilir. Bu durum, başvuranın ifade özgürlüğü hakkına yönelik potansiyel bir müdahaleyi gösterir ve bu da onun mağdur statüsüne sahip olabileceğini düşündürür. (Altuğ Taner Akçam/Türkiye, 2012,  pr.49-52)

Anahtar kelimeler : İfade özgürlüğü, takipsizlik kararı, mağdur statüsü, bireysel başvuru, AİHM başvurusu, insan hakları avukatı, İstanbul ceza avukatı, ifade özgürlüğü ihlali,

Read More

AİHM Başvurularında Dört Aylık Süre Kuralı: Bilinmesi Gereken 14 Önemli Nokta

1. Yargılamanın yenilenmesi için başvuruda bulunma dört aylık başvuru süresini durdurmaz.

2. Olağanüstü hukuk yollarını kullanma dört aylık başvuru süresini durdurmaz.

3. Kullanılması kamu görevlilerinin takdirine bağlı olan ve sonuç olarak başvuran tarafından doğrudan erişilebilir olmayan bir iç hukuk yolunun kullanılmış olması dört aylık başvuru süresinin hesaplanmasında dikkate alınmaz.

4. AİHM’e başvuru için öngörülen dört aylık süre kuralı, kamu düzeniyle ilgili bir kuraldır ve hükümet tarafından ileri sürülmemiş olsa da AİHM bu kuralı resen dikkate almaktadır. 

5. Başvuranın nihai iç hukuk kararını hangi tarihte öğrendiğini kanıtlamak, dört aylık süre kuralına riayet edilmediğini ileri süren Devlete aittir.

6.  İç hukukta nihai kararın tebliği öngörülüyorsa başvurucunun dört aylık başvuru süresi, bu kararın daha önce sözlü olarak bildirilip bildirilmediğine/haricen öğrenilip öğrenilmediğine bakılmaksızın, nihai kararın tebliğ tarihinde başlar.

7. Nihai kararın avukata tebliği ile dört aylık başvuru süresi başlar. Başvuran nihai kararı daha sonra örğenmiş olsa dahi durum değişmez.

8. Bir karar tebliğ edilmediğinde, başvuran süresiz olarak hareketsiz kalamaz. Başvuran temel adımları atmak ve söz konusu yargılamanın sonucunu yetkili makamlara sormak için bireysel bir yükümlülük altındadır ve gerekli özeni göstermelidir. Kararın tebliğ edilmediği mazereti süresiz ileri sürülebilen bir mazeret değildir.

9. Faksla gönderilen başvurular dört aylık süre sınırının işlemesini durdurmaz. Başvuran ayrıca başvurunun imzalı aslını aynı süre sınırı içerisinde posta yoluyla AİHM’e göndermesi gerekir.

10. Dört aylık süre, nihai kararın tebliğ edildiği veya başvuranın ya da temsilcisinin söz konusu karardan haberdar olduğu günün ertesi günü başlar ve takvim aylarının gerçek süresinden bağımsız olarak, 4 takvim ayı sonra sona erer. Örneğin 17 Nisan’da tebliğ edilen bir kararda süre 18 Nisan’da başlar ve 17 Ağustos günü gece yarısında sona erer.

11. Dört aylık sürenin son gününün Cumartesi, Pazar veya resmi tatile denk gelmiş olmasının ve bu tür bir durumda iç hukuk uyarınca süre sınırlarının bir sonraki işgününe uzatılıyor olmasının, bitiş tarihinin belirlenmesi üzerinde herhangi bir etkisi yoktur.

12. Başvuru tarihi eksiksiz başvuru formunun mahkemeye gönderildiği tarihtir. Yani başvuru formunun AİHM’e gönderilmek üzere postaya verdiği tarihi belirten damga pulundaki tarihtir.

13. Sadece tamamlanmış bir başvuru formu (yani talep edilen tüm bilgileri ilgili bölümlerde içeren başvuru formu ve ekli destekleyici belgelerin ibrazı) dört aylık süre sınırının işlemesini durdurur.

14. Başvuranın faydalanabileceği etkili bir hukuk yolunun mevcut olmadığı durumlarda, dört aylık süre, şikâyet konusu eylemin veya tedbirin meydana geldiği tarihte ya da başvuranın bu türden bir eylemden veya tedbirden veya bunların olumsuz sonuçlarından ya da bundan kaynaklanan zarardan haberdar olduğu tarihte başlar.

Anahtar Kelimeler:

AİHM dört aylık süre nedir, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi başvuru süresi, AİHM başvuru süresi kaç gün, AİHM süre hesaplaması nasıl yapılır, AİHM başvuru ne zaman başlar, AİHM başvuru formu ne zaman postalanmalı, AİHM’e faksla başvuru geçerli mi, AİHM’e geç başvuru sonuçları, AİHM başvuru süresi hesaplama örneği, AİHM başvuru reddi nedenleri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi dört ay kuralı, AİHM’e bireysel başvuru şartları, AİHM başvurusunda tebliğ tarihi, AİHM süresiz bekleme hakkı var mı, AİHM başvuru süresi durur mu, İnsan hakları mahkemesi başvuru süresi

Read More